BİR ANNEDEN HÜKÛMET DERSLERİ!
Bir hasta ziyâretine gitmiştik. Geçmiş olsun ve hoşbeşlerden sonra, bir yandan ikramlar gelirken, öbür yandan anne misâfirlerle sohbet ediyor. Kendisi o hafta sonu Samsun’dan, fakülteden gelmiş. Bir ara sözü otobüs yolculuğundan açtı:
- Otobüsle gelirken Ünye’de bir bayan yolcu bindi yanıma. Konuşmadan duramam. Sordum-soruşturdum. Ordan-burdan konuştuk. Bir ara ona;
- Kızım, 25 senedir ben Samsun’a gidip-geliyorum, daha böyle son iki senedeki gibi apartman, binâ görmedim, buralar cıscıplaktı önceleri. Her taraf apartman olmuş baksana. Bunlar, ne kadar olsa zenginliğin alâmeti. Hep Tayyib’in eli var bunlarda! Allâh başımızdan eksik etmesin. Tayyip geldi, bereket geldi Türkiye’ye. Allâh (CC) râzı olsun. Sen nasıl görüyorsun kızım?
- Ben, hiç de iyi görmüyorum. Sen yanılıyorsun anacııım!
- Kızım, demek ki senin aklın ermiyor! Ben câhil kadınım, dedim. Sen kocaman üniversiteyi bitirmişsin. Aanaaam, bu hükümetten hal ağlayan iki gözünden ağlar! Fakir-fukarâyı bakıyor, hastaları bakıyor; ben daha böyle hükümet görmedim. Siz daha çocuksunuz, bilmeye bilirsiniz. Biz çoklarıyla karşılaştık öteden beri!
Kulak misâfiri olan ziyâretçilerden biri de girdi konuya;
- İngilizce öğretmenleri ister mi bu hükümeti?
- Niye istemesin ki, bu branşla bağlantılı bir mesele değil, anlayış ya da yetişme tarzı! dedi bir başkası. Anne devam etti:
-Nerde okudun sen diye sordum kıza?
- Eskişehir’de okudum dedi. Süslenmiş, püslenmiş.
- Onlar marka kovuşturduğu için onlara para yetmezdir. Onlara yeter mi bir maaş? diyerek girdi bir başkası araya!
- Evvelden bizim Rümeysâ’nın vardı ya; ondan kırmızı bir kürk var üzerinde kızın. Kendi hafiften esmeri şöyle! Ayıp, ayıp dedim!
- Kızınan Ünye’den Fatsa’ya kadar konuştuk. Kendisi Fatsalı, Ünye’ye tâyin olmuş. İki senedir okutuyor. 30 yaşına gelmiş. Evlenmeyi de düşünmüyormuş. Fatsa’ya evlerine geliyormuş.
- Bak kızım dedim, şurdan şuraya geliyorsun. Eller doğulara, batılara gidiyor. Gurbetlerde kalıyor. Kız hâliyle oralarda kim bilir ne çileler çekiyor? Görev alabilmek için yıllarca bekleyenler var. Ne kadar şanslıymışsın ki çalışıyorsun ve üstelik görev yerin de ağzının dibinde, daha ne olsun? Şükretmelisin, dedim ona!
Tabiî, yukardaki değerlendirmeler ve kıstaslar tartışılabilir. Bu bir uslûp meselesi. Biz doğal hâliyle yansıttık. Vatandaşın olaylara bakış açısını vermeye çalıştık. Ancak şu var ki, nankör olmamak gerekli. Şu anda bankaların önü, tüm düzenleme gayretlerine rağmen ana-baba günü. Devlet herkese bir şeyler vermeye çalışıyor da ondan. 3-5-8 alıp götürüyor vatandaş. Yok dönüm parası, yok mazot parası, bakım parası vs.
“- Vatandaş bu iyiliği görmeli. Şu an, şu zamanda, kim kime böyle bir para verir? Allâh râzı olsun yöneticilerimizden. Yine de devletten fayda var. Allâh zevâl vermesin.” diyenler yok değil.
Ama, her şeyde olduğu gibi bu konuda da; bir yandan parayı alıp, bir yandan da homurdananlar var! “İşine gelmiyorsa alma!” bile diyemiyorsun vatandaşa! Vatandaş işte o kadar haklı! Öyle bir demokrasi ki, hem ekmeği yiyorsun, hem de verene küfretmekten özel bir zevk alıyorsun. Hiç olmazsa sesini çıkarmama, yediğin ekmeğe saygının bir gereğidir diye bir madde yok mu demokrasinin kıyısının ya da köşesinin bir tarafında?
Allâh aşkına, tüm iyiliklere, güzelliklere, her şeylere rağmen nankörlük hakkı diye bir şey vardır belki demokrasilerde ama, demokrasiden daha önce insan olmak var, ve de insaf, insan kelimesiyle yan yana çok yakışıyor. Bu anlamda yeniler nispeten mâzur görülebilir ama, nice hükümetler görmüş insanlarımızın hiç olmazsa mukâyese imkânları var.
Bereket ki, Anadolu’ya ad ve tad veren böyle ana’lar var. Çok yaşasın onlar ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
28.03.2010