YAYLADA KARAKOL, CENİKTE BOZTEPE!
Eğer dikkât ederseniz, şehirler genellikle bir dağın ya da tepenin eteklerine kurulmuşlardır.
Sanki o yükseltilerden güç alır, kuvvet bulurlar gibi; onların bağrına yaslanmışlardır âdetâ.
“Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık?” (Nebe Suresi, 6-7)
Bundan başka, şu âyette de dağların önemli bir jeolojik işlevine dikkat çekilmektedir:
"Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık... " (Enbiya Suresi, 31)
İnsanlar, bu gerçeğin doğal tezâhürü olarak bu özelliği hep gözetegelmişlerdir sanki.
Bursa’yı Bursa yapan târihtir de, şehri ve târihi buraya bağlayan ULUDAĞ değil midir?
İstanbul dahî tepeler arasına kurulmuştur. Bundan dolayı onun, bir adı da YEDİ TEPE’dir.
Tepesi olmayan şehirler, toprağın yüzünde kaybolup gitmiş gibidir. Siliktir. Silûetsizdir.
Eğer, tepeler şehri olmasaydı Yahya KEMÂL ona nasıl bakacak ve şöyle diyebilecekti?
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul! ...
Ya biz nereye bakacaktık, Yoroz olmasa, Kurul olmasa, şu türkülerdeki Boztepe olmasaydı?
Ya da oralardan Ordu’ya bakıp da, doyumsuz manzaralarını nasıl temâşâ edebilecektik?
Bundan dolayı, şehirlerin yaslandığı tepeler onların sebeb-i vücûdu ve alâmet-i fârikasıdırlar.
Ve bunun için, barındırdıkları yöre insanlarının ortak malıdırlar. Tabiî, kültürel değeridirler.
Daha doğrusu, öyle olması gerekir. Objektif değerlendirmeler ve de ortak akıl bunu söylüyor.
Ama gel gör ki, keyif diye bir şey de var; ki, keyfî uygulamalar var! Hem de en çok bizde!
Elimize makam-mevkî, mal-melâl geçmesin yoksa; hemen taarruzî hareketler başlayıverir.
Hakmış-hukukmuş, halkmış-milletmiş; hesapmış-kitapmış hepsini düzleyip gitmeye başlarız.
Bunun örnekleri çoktur. Ordu bazında bunun en çarpıcı örneği Çambaşı Yaylası’ndadır!
KARAKOL TEPESİ’ni Çambaşı’yla ilgisi olan herkes bilir. Yaylanın OBA DİREĞİ âdetâ.
Çocukluğumuzda tek hayâlimiz oraya çıkıp koşabilmekti. Hep birlikte oyunlar oynamaktı.
Uçurtmalar uçurmaktı, top koşturmaktı, volta atmaktı. Bisiklete binmek, çember çevirmekti.
Cenikten müjde gibi gelen arabalara, arkalarından havalara kaldırdıkları tozlara bakmaktı. Kendi ellerimizle yaptığımız arabalarla, tepeden Pazar yerine doğru uçarcasına kayabilmekti. Zaman zaman, kontrolü kaçırıp tellere de geçsek, hiçbir şey bizi bu tepeden koparamıyordu.
Orası, yayla ahâlisinin ortak mesîre yeriydi. Taki Sâmi SEÇKİN vâli olarak gelene kadar.
TEPELER, TEPE TEPE!
Her kim akıl verdiyse, oraya, hem de tam orta yerine, iddiâlı ama, berbat bir binâ yapıldı. Dışarılardan taşlar getirildi. Çok masraflar edildi. Ama ne yaptırana, ne işletene hayrı olmadı.
İş burada kalsaydı yine de iyiydi. Bir gün bir emniyet müdürü 2. bir binâ daha yaptı.
Sonra, işleri ayağına dolaşınca, ucuz-pahalı demeyip satarak çekip gitti buralardan.
Lâkin onun vâliyi örnek aldığı gibi, onun yaptıklarının ardından sivil zincir devam etti.
Derken birileri, birileri daha. Ve artık bugün oralar halka çok uzak! Gazânız mübârek olsun!
Geçen gün gittiğimde gördüm ki, yaylalar şenlenmiş. Binâlar güzelleşmiş. Dağ-taş dolmuş.
Turnalıktan îtibâren her yer kıyı-köşe yerleşim yeri olmuş. Ama, nefes almaya yer yok!
İşte ÇAMBAŞI. Bu kadar halk nerede yürüyecek? Çarşı zâten dar. Araba koymaya yer yok. Ordu’yu aratmıyor bu bakımdan. Ne anladık şimdi biz bu yayladan? Binâ orada duruyor.
Ne işe yarıyor? Diyelim ki turist geldi; nerede gezip dolaşacak, nerede şöyle bir nefeslenecek?
Yaylaya gelen insanlar evden çıkınca ille de uzak çeşme başlarına gitmek zorunda mı?
Çelik çocuğuyla elele şöyle tur atacağı bir meydanı kalmamışsa, hem de yayla kırında,
anlamı ne bunun? Sizce, hoş bir şey mi yayla adına, toplum, insanlık ve adâlet adına?
Yüksek makamlar, aynı zamanda yüksek ilgiler demek ki! İşte Kemâl YAZICIOĞLU!
Adı, OZAN BABA gibi yayla yollarında, dağlarda-taşlarda; aynı zamanda Boztepe’de.
Özellikle KURUL’a kurulurdu. Burası, bilhassâ antik yönüyle özel ilgi alanındaydı.
Bu kayalıkların içerisinde, zirveden, tâ nehre kadar indiği söylenen iç merdivenler vardı.
Bir de, oradan bakarak, Melet Vâdisi ve Ordu taraflarını seyretmenin ayrı bir zevki olmalı.
Ya Ali KABAN?! O da, Şuayip Tepesi’ne ilgi duymuştu. Haklıydı ve de iyi niyetliydi. Proje güzeldi. Çok iyi düşünülmüştü. Ancak, ufuktan ve bilimsel gerçeklikten yoksun bir hamleydi. Olan, vatandaşın parasına, ümitlerine, hayâllerine ve ortaya konan onca emeklere oldu.
Karacalar isyan edip, intihar yolunu seçmeseydi biz de anlayamayacaktık işin aslını-astarını!
İşte böyle sevgili dostlar! Mübârek cumâ gününde tepenizde boza pişirdik, kafanızı şişirdik!
Bayram havalarınıza limon sıktık. Yayla havaları da zâten bozuk, anlattığımız gibi. Niye? Birilerinin çok çok özel havaları, maalesef hepimize lâzım olan genel havaları bozuyor.
Her tarafı dumansız hava sahası yapmak güzel; keşke bir de gaspsız hayat sahası diyebilsek!
Sözün özü, işlerin daha da ileri götürülmesinden endîşeliyiz! Behemehâl bir şeyler yapılmalı!
Tepelerimiz bizim, hepimizin, şehit kanlarıyla yoğrulmuş, dünyâlar güzeli memleketimize, göğsümüzü gere gere baktığımız, içimizde hayranlık ateşi yaktığımız bayram yerlerimizdir.
Yaylada KARAKOL, Cenik’te BOZTEPE; bizim hem tepelerimiz, hem meydanlarımızdır.
Hem de, bizi geçmişimiz, hayâllerimiz ve de özlemlerimizle buluşturan çocuk yanlarımızdır.
VÂLİLİK, ya da ÖZEL İDÂRE, veyâhut ta GÜZEL İDÂRE; her neyse ve de her kimse, arz ediyorum ki; bizleri buluşturacak, kaynaştıracak, hayâtımızı şölenleştirecek bu yerlerin, bir şekilde, ortak mekânlar olarak istihdâmının sağlanmasına, âzamî gayret gösterilsin. Meramımız bu. Günümüz cumâ. Derdimiz bayram. Ömrümüz seyran. Gönüller hayran.
Cumâmız mübârek, ömrümüz bereketli, her iki dünyâmız da darlıktan uzak olsun.
Gönüllerimiz ferah, ufuklarımız geniş, mutluluklarımız sonsuz olsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
24.06.2010