FINDIKTA HAYRET MAKÂMI
Mâlum, mevsim dolayısıyla her kes gibi, doğal olarak bizler de köylerdeyiz. Fındığın, içimize işlemiş bulunan o doyulmaz câzibesi herkesi köyüne-köşküne çekti; yakınlardan, uzaklardan. Gâye, sâdece “Fındık dalda kalmasın!” değil. Fiyâtlarla ilgili gelen haberler de yapılacak işler açısından bir önem arz etmiyor. Şu an her birerlerimiz bağlarda-bahçelerde, kaşlarda-bayırlarda uğraşıyoruz. Fındık bizim bir gerçeğimiz. Ne derseniz deyiniz, neye sayarsanız sayınız; onu yaşamak durumundayız!
Hayâtı taşıdığımız sürece, onu da taşıyacağız. Çünkü o da, bizim ve yöre insanımız için şu veyâ bu şekilde bir hayât mesâbesinde. Bir nîmet her şeyden önce. Yüce Mevlâ her topluma, her yöreye ayrı nîmetler ihsan etmiş ki meşgûl olup faydalansınlar, fert ve toplum olarak geçimlerini sağlasınlar. Bir kul, bir insan, bir vatandaş olarak, ilgilenmek, nîmete iltifat etmek ve de sebeplenmek boynumuzun borcu.
Fındık mevsimini yaşarken, bir hasat ameliyesinin ötesinde, tabiatla birlikte, çocukluğumuz ve geçmişimizle de karşı karşıya geliyoruz. Bâzen de, bilhassâ dinlenme aralarında, bahçelerdeki çimenlere oturduğumuzda, ya da şöyle ufak bir serinlik turuna çıktığımızda çoğu şeyi sanki ilk defâ görüyormuşçasına keşif durumları yaşıyoruz. Çarşı-pazarın hay-huyundan ve beton dünyânın donukluğundan uzaklaşınca duyargalarımız daha bir hassaslaşıyor âdetâ.
Bu anlamda, fındığa gelmek ya da gitmek, bir nevî kendimize gelmek-gitmek gibi bir şey oluveriyor! Çünkü, ne de olsa çiğnenen toprak. İşin aslı o. Fasıl ne olursa olsun, geliş oradan, gidiş oraya. Sonuçta hem ten, hem de ruh genlerimizde toprak var. Fındık bahçelerinde böylesi duygular sökün ediyor, daha bir kendimize dönüyor, toprakla bütünleşiyoruz sanki.
SERİNLİKTEN DERİNLİĞE…
Şöyle, dinlenmek ya da serinlemek için bir gölgeye oturduğunuzda ister istemez bir şeylere dikkât kesiliyorsunuz. Şimdilerde, Ramazan dolayısıyla, yemek için oturulması da söz konusu olmadığından, arılar, sinekler, örümcekler gibi çeşit çeşit böcekler, kıskıç dediğimiz şeyler, kertenkeleler, seyrek de olsa sincaplar, her yerde, her taşın altında karşımıza çıkan karıncalar; daha neler, neler dikkâtimizi çekip çeşitli noktalara yoğunlaştırıyor…
Bir arıya ister-istemez bakıyorsunuz. Vız vız ederek delici bir sesle geliyor ve bundan dolayı niyetinden şüpheleniyorsunuz çünkü. Ama, derdinin siz olmadığını, sarısından, morundan, kırmızısından çeşit çeşit çiçekleri, atlamadan, sırayla bir bir ziyâret edişinden anlıyorsunuz. Rızkı peşinde düştüğü bu yoldaki coşkulu seyrini ibretle izliyorsunuz.
Hele, çevrenizde bir armut ağacı varsa, vızıltılar bir kovan yanındaymışsınız gibi artıyor. Bir de bakıyorsunuz, kendiliğinden yere düşüp parçalanmış ballı bir armut üzerine 15-20 tânesi birden üşüşmüş arıların. Arı gibi(!) çalışıyorlar. Görevleri neyse onun peşindeler…
NEDEN, MOR-BEYAZ?
Aman YâRabbi! Börtü-böcek bir yana, ne kadar da çok ot, çimen, dal, yaprak, ağaç bitki var! Renk renk bir sürü çiçek! Morlar ağırlıkta. Acabâ, her coğrafyada bu böyle mi? Bu renk çiçekler buralarda çok da, OrduSpor rengimiz bundan dolayı mı MOR-BEYAZ?! Kim bilir, belki de en başta orman güllerinden alınmıştır bu renk?! Belki menekşelerden, belki de mor ağırlıklı floranın genel şavkımasından!
Sizin anlayacağınız, şâir gibi, bizler de ilk defâ bakıyoruz sanki, yıllar yılı yaşadığımız kıyılara-köşelere. İlk defâ görür gibiyiz altında hayâtımızın acı-tatlı günlerinin geçtiği ağaçları, tırmandığımız gövdelerini, sallandığımız dallarını. Sıradan yaşadığımız, üzerine basıp geçtiğimiz yeşillikleri şöyle odaklanarak incelediğimizde, mercekle yakın plâna aldığımızda, her şeyin nasıl ayrı bir dünyâ ve ayrı birer olağanüstülük taşıdığını fehmedebiliyor, şuur altından, idrâk boyutuna çıkarabiliyorsunuz.
Aşağıdaki şiiri okuyunca, şâirimizin de benzeri duyguları yaşadığını göreceksiniz. İşte, hepimizin duygularına tercümân olacak o mısralar:
HAYRET
İlk defa bakıyorum, Rabbim, her şeye.
Yeryüzünü yeniden görür gibiyim:
Bakıyorum renkler var: Mavi, yeşil, mor,
Gökyüzünde bulutlar uçup gidiyor.
Yollarda insanları, kuşu, köpeği,
Öğreniyorum, yeni baştan sevmeyi.
Şu âlem, ayân ettiğin bize,
Ağaç, dal, yaprak, meğer her şey mucize!
Anlıyorum her işte meramını,
Sevmeyi, ölmeyi, ömrün devamını.
Anlıyorum, şu kuş neden yuva yapıyor.
Anlıyorum, Allahım, kalbim niçin çarpıyor.
Ziyâ Osman Sabâ
Çok sevimli, arı-duru, ezberlenesi bir şiir. Şâirine rahmetler diliyoruz.
Bizi, gayrette hayrete, hayrette gayrete getirdi. Rûhu şâd olsun.
Yüreklerimiz, Hakk’a sevgiyle, halka saygıyla dolsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
20.08.2010