
DOST, POST ve de TOST!
Bir ara Muzaffer GÜNAY Bey, Olay Gazetesinde bir-kaç DOST ve DOSTLUK kavramları eksenli yazılar yazdı. Çalışma şartlarının elvermediği uzun bir süreden sonra feraha erince tekrar yazmaya başlayan yazarımız Mustafa ÖZATA Bey de, bir başladı, pîr başladı; gel gelelim DOST’tan, DOSTLUK’tan başka bir şey yazmaz oldu. Son yazısında da, “artık tamam olduğundan!” değil de, kendisi dışındakilerce yeterli görüldüğünden dolayı son yazısında başlık olarak BİR DOSTLUK KALDI diyerek, “durumu anladık, dostluğun konusu bile zamâne insanlarını sıkar oldu; ama müsterih olun. Artık bunlar bu konuda son cümleler, gözünüz aydın!” demeye getirdi.
Şunu kabul etmek gerekir ki, bu konu tatlı bir konu. Tadından yenmiyor âdetâ. Dostsuz, arkadaşsız, yârânsız, sırdaşsız, ihvansız hayât olur mu, olursa da çekilir mi? İnanç ve kültürümüz bize yalnızlığın Allâh’a mahsus olduğunu söyler. Onun dışında herkes muhtaçtır. Neye; arkadaşa, dosta, ahbâba.
Bu konu, aynı zamanda hem de sımsıcak bir konu. Tıpkı post gibi. Sıkıldınız, yoruldunuz, darlandınız; altınıza bir post serilse de otursanız ya da yatsanız ne kadar tatlı ve hoş olur değil mi? Dost ve post. Bir de tost var tabiî. Bu da işin ikram tarafı!
Dostunuz var, size post seriyor; bir de üstüne tost ikram ediyor; değme keyfine gitsin be birâder! Ama, işte bu sâdece bir muhabbet ve de temennî olabiliyor yalnızca! Mevsimler gibi gelip geçiyor. Hem insan baldan bile bıktığına göre bâzen de değişikliği canına minnet biliyor. Mekân ya da konu değiştirmek istiyor. Hep dost, hep post ve de tostla gitmez bu iş.
Böyle dememe rağmen ben de bu konuyu işleyeceğim gâlibâ bugün. Biraz da mecbur kaldım. Çünkü, bir cenâze dolayısıyla gittiğim Şuayip Köyü’nde bir vatandaşımızın, gelen-geçen ibretle okusun diye evinin duvarına yazdığı şu cümleler bana hemen, yukarıda sözünü ettiğimiz yazıları getirdi. Onlara bir nevî katkı ve de koroya katılma adına fotoğraflayıp sizlerle paylaşmanın faydalı olacağını düşündük.
Aslında durup da, bu vatandaşımıza sorsaydık, bu yazıları buraya nakşetmek neden îcâbetti acabâ? Bir derdi, sıkıntısı mı vardı; neye ciğir etti?! Öyle ya! Durup-dururken niye yazsın ki? Mutlakâ bir sebebi olmalıdır. İnsan sıkıntıya düşünce hemen dostluk ve dostlar gelir akla meselâ. Bu yazı eski bir yazıya benziyor. Demek ki dertler ve sıkıntılar epeydir devam ediyor, hepimizi, herkesi zaman zaman yokladığı ve hırpaladığı gibi. Sonuçta her şey bir imtihan. Onu da başarabilmek ver. Ne mutlu işi sabırla geçiştirebilenlere!
İşte burada, namazlarda hep okuya geldiğimiz şu duâyı tekrarlamak yerinde olacak:
Rabbimiz, dertli kullarına devâlar, hasta kullarına şifâlar, borçlu kullarına
en yakın zamanda ve en kolayından edâlar nasîp eylesin inşâllâh…
Zamanımız yaşama zamanı. Ne yazık ki bu herkes için böyle. Bunun için de çok dikkât gerekiyor. Herkes yaşamak istiyor ve bundan tâviz vermiyor. Oradan öteye, dost bilinenlerin yapacağı şey duâdan başka bir şey olmuyor. İnanın, buna da şükretmek gerekiyor. Zîrâ, kıskanıp keyf olanlar da çıkabilir. Dolayısıyle,insanlar artık kendi hayâtını öncelediğinden başkalarıyla bir yere kadar gidiyor. Oradan ötesi için çok kolaylıkla, “kusura bakma arkadaş!” diyebiliyor.
Bu sâdece zamânımızın derdi de değil. Hesabı kitabı iyi yapmak gerekiyor. Çok evvel zamanlardan bir örnek verelim: Bir kimse CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ Hazretlerine;
“Bu zamanda hakîkî kardeşlikler azaldı. Nerde o Allâh için olan kardeşlikler, eski dostluklar?” demişti.
Cüneyd-i Bağdâdî, bu sözün sâhibine şu karşılığı verdi:
“Eğer senin sıkıntılarına katlanacak, ihtiyaçlarını giderecek birini arıyorsan, bu zamanda öyle bir kardeşi ve dostu bulamazsın. Ama, kendisine Allâh için yardım edeceğin, sıkıntılarına Allâh rızâsı için katlanacağın kardeş ve dost arıyorsan, böyleleri çoktur.”
Evet sevgili okurlar, DOSTLUK konusu çok ciddî ve aynı zamanda çok da derin bir konu. Gördüğünüz gibi, daha giremeden yerimiz tükendi. İnşâllâh dostluk konusu hepimiz için köşe yazısı ve edebiyât olmanın ötesine geçer.
Rabbimiz bizleri kendine ve sevgili kullarına, mümin kardeşlerine hakîkî dost olma gâye, şuur ve gayretinde olanlardan eylesin ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
01.10.2010