Şubat Ayı Zam Şampiyonu: YEŞİL FASULYE!
Refîkimiz VİZYON gazetesinde 1 Mart târihinde yer alan haberin başlığı, daha okur okumaz, değişik duygu ve düşünceler ilham etmeğe yetti de arttı bile. “Eh, müsâde edin de o kadar olsun” dedim içimden hemen o anda.
Bravo dedim. Çünkü bir defâ, mevsim fasulye mevsimi değil. Kışda fasulye neyin nesi? Hem de yeşil fasulye! Ay ne ayı? Şubat. Şu, soğuğu ve soğukluğuyla meşhur ay. Karların metreleri bulduğu, okulların, resmî dâirelerin, iş yerlerinin yer yer tatil edildiği bir ay. Bu yüzden yarıyıl tâtillerinin denk getirildiği ay. Ayakların kaydığı, taban tutmanın zor olduğu ay.
Diğer yandan, yakın geçmişte ortalığı kasıp kavuran ve yüz yıl, hattâ bin yıl süreceği tüm zihinlere en yüksek perdeden kazınmaya çalışılan “Soğuk” dalgalarıyla ünlü bir ay.
Genelin kar ve soğuk altında kabuğuna çekildiği, sindiği, pencereden burnunu bile çıkarmaya çekindiği bir yerde, tüm elverişsiz şartlara rağmen, yeşil fasulye kafasını kaldırıp da kendini meydana atabilmişse, eh gayri şampiyonluğu her türlü hak etmiş sayılır! Hattâ, adını “Kardelen” olarak değiştirebiliriz de! Fırsat bu fırsat; onlar nasıl olsa piyasada gözükmüyorlar. Memleketin %80’e yakını şehirli oldu neredeyse. Kardelenler hâlâ görünürlerde yoklar. Köylerde de değiller. Olsa olsa yaylalardadırlar.
Yine de en iyisi, kardelen kardelen olarak kalsın, fasulye de fasulye. Ama neylersiniz ki insanoğlu para ve mîde uğruna ne mâcerâlara girmedi ki? Ne yollara başvurmadı, neler yapmadı ki?! Neleri değiştirmedi, nelerle oynamadı ki? Sâdece yönlerle oynanmakla kalınmadı, genlerle de oynandı. Hiçbir şey kendisi olarak kalamıyor artık.
“Tüfek îcâd oldu mertlik bozuldu.”
Gübre îcâd oldu sertlik bozuldu!
Yenilenlerde hormon çoğaldı.
Salam, sosis derken, tonton çoğaldı!
Önce sebze ve meyveler tontonlaştı, ekmek araları; sonra da insanlar. Sonra her şey. Öyle ki, yerli-yersiz, zamanlı-zamansız sarf edilen çok anlı şanlı kavramların bir çoğu, âdetâ bir balon gibi şişirilmekten öteye bir anlam ifâde etmez oldu günümüz ağızlarında. Sözün özü; sözün özü kalmadı. Ondan öte, yalan-yanlışlarla dolu. Hâlbuki bizim kültürümüzde hep az konuşmak, öz konuşmak ve illâ doğru konuşmak esastır. Hâlbuki şimdi, hormonun etkisiyle midir nedir, vara-yoğa konuşuluyor. Televizyonlar, radyolar, kasetler, CD’ler vs. çoğunluk îtibârıyle hiçbir yaraya merhem olma kaygısı taşımayan gereksiz gevezeliklerle dolu. Evlerde, ziyâretlerde, günlerde konuşulanlar da medyada konuşulanların yerel versiyonundan öte şeyler değildir diye tahmin ediyoruz.
Meyvelerin, sebzelerin takvimleri de değişti. Kafaları karıştı. Dolayısıyla, onları bolca yiyen insanların kafası da karıştı ister istemez. Mevsimler karıştı. Domatesin, patlıcanın, fasulyenin, karpuzun, bir mevsimi yok artık. Dolayısıyla onların özlemi de yok. Özlenmeyen şeyin değeri olur mu? Kendisine ulaşmak için çaba sarfetmediğimiz şeyin bize de katacağı bir şey yoktur.
Gömleğin ilk düğmesi misâli her şey karıştı. Ömür karıştı, hayat karıştı. Çağlar karıştı. Değerler karıştı. Önceki günkü gazetelerin yazdığına göre, şişmanlıktan sonra boy ortalamasında da yükselme olmuş ülkemizde. Keşke bu, insanın, insanı insan yapan özgül ağırlığına da bir katkı anlamına gelebilse! Bunlar, insanların fizikî durumlarıyla ilgili gelişmeler. Ama maalesef günümüz insanı, fizikî değişikliklere odakladığı meşgâlelerle tüketiyor ömür sermâyesini. Bir nevî kendi kendisiyle oynuyor. Ve esas mâcerâsı ruh eksenli olan insanoğlu, sonsuz âhiret hayâtının alt yapısını oluşturacak imkânda bir ömrü, burada bırakıp gideceği fânî fiziğinin rötüşleriyle harcayıp, elinde bir şey kalmadan geçip gidiyor.
Çağlar karıştı; çünkü insanlar da artık çağına göre yaşamıyor. Daha çocuk yaştakiler genç gibi görünmeye, büyümüşlüğe özeniyor. İlkokul çağındaki çocukları allayıp pullayıp evli-barklı, veyâ en azından meraklı kılığına sokup onu doğasından uzaklaştırmak kendimize ve çocuğumuza, topluma yapacağımız en büyük saygısızlık ve münâsebetsizlik değil de nedir?
Yaşlılar da yaşlılıklarını bir türlü kâbullenemiyor, genç gibi görünmeye, genç gibi hareket etmeye, genç gibi yaşamaya çalışıyorlar. Yaşı asra yaklaşmış dedeler bile, saçı-sakalı bitmemiş gibi gözükmeye ve hareket etmeye çalışıyorlar. Kimse Allâh’ın verdiğine râzı gibi durmuyor. Herkes değiştirme peşinde. Mevcut hâli daha iyi olsa bile kendine anlamsız işler peydâ etme, zamanını ve imkânını gereksiz yere heder etme adına elinden geleni yapıyor. Acabâ neyi becerebiliyor, kendini oyalamak ve aldatmaktan başka?
“Bir ihtiyâr ki saçını siyâha boyuyor, gençliğe dönmek istiyor; kara karganın, ak doğan kadar değerli olmadığını bilmiyor demektir.” (Molla Câmî)
Peygâmberimiz (SAV) “ Kişinin mâlâyânî (kendisini ilgilendirmeyen, faydası da olmayan boş şeyleri, sözleri) terk etmesi Müslümanlığının güzelliğindendir.” Tirmizî
Her şey gibi, gürültülerin, anlamsız gevezeliklerin de hormonlarla sağlıksızca abartılıp iç âlemlerini kanserleştirdiği günümüzde, Yüce Mevlâmız, kendini kaybetmeden, gerçeğe çağıran sesin ışığında yaşayıp sırât-ı müstakîm üzre dereceler elde etmeyi nasip eylesin cümlemize ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
06.03.2008