EZANLARI TAKVİMLER(!) OKUYACAK!
Geçen gün ziyaret için gittiğimiz bir işyerinde sohbet ederken telefonum çaldı. Arayan bir yakınımdı:
- Alo, abi aile gezmesindeyiz de ezan okunup okunmadığını soracaktım. Onun için aradım. Vakit girdiyse, namazlarımızı kılıp öyle çıkalım istiyoruz da.
- Ben de farkında değilim. Dur bir sorayım!
- Arkadaşlar, ezan okundu mu, farkında olan var mı?
- Ezan sesi buradan da duyulmuyor maalesef. En iyisi takvime bakalım!
Ve, takvime bakarak meseleyi çözüyoruz. “İyi ki takvimler var” diye geçiyor içimizden. Aslında takvim de tatmin etmiyor. Kulak o sesi duymak istiyor. Ramazanı hatırlayın. İftar saatleri. Balkonda, pencerede ya da dışarıda ezanı beklemektesinizdir.
- Hadi gel vakit tamam. Geçti bile; takvime baktık! Diye seslenirler içerden. Ama siz illâ da duymak istersiniz. Tekrar bağırırlar. Bu sefer dönüp sofraya otursanız bile kulağınız yine de dışarıdadır. Biraz yavaş hareket ederek ezanla birlikte açarsınız orucunuzu. Onun gibi bir şey!
Bulunduğumuz yer Sivas Yolu üzeri, Çelebioğlu tarafları. Telefonun öbür ucundaki yer virajın biraz alt taraflarında, biz de yolun üst kısımlarındayız. Camilere oldukça uzağız. İçerde değil dışarıda da olsak ezanı duyma şansımız zayıf. Şehrin doğal gürültüsü yanında transit yolun getirdiği gürültüyü de düşünürsek bunun imkansızlığı anlaşılır.
Böyle durumda olan çok semt var Ordu’muzda. Biliyorsunuz nüfus oranına göre câmi sayısı en az olan iller arasındayız. Bu zamana kadar bu toplumu yönetenler, plânlayanlar, programlayanlar bunun hesâbını nasıl verecekler? Daha önce câmi yapılması için kararlaştırılmış yerleri kendi döneminde iptal eden yöneticilerin olduğu konuşulan bir beldedeyiz. Onlar kadar bizler de sorumlu değil miyiz acabâ? En azından bizim gündemimizde böyle bir mesele yer almadığı için onlar böyle bir şeyi yapmaya cesâret edebilmişlerdir. Yâni bu noktada kimse kendini sorumsuz hissedemez.
Bu maalesef gündeminde ezan olmayan, namaz olmayan, dünyânın %1’i kadar Âhiret olmayan bir toplumun alâmetidir. Atalarımızın, “Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmaz!” sözü bizim durumumuzu en güzel şekilde îzâh ediyor gibi gözüküyor.
Geçen hafta Cumâ namazını, zâten vakit namazlarında bile dolan Köprübaşı Câmii’nde kıldım. Câmi lebâleb dolu olduğu gibi dışarısı da karşı kaldırımın korkuluğuna kadar dolmuştu. Derenin üzeri kapalı olsa tâ Güzelordu İlköğretim Okulu’nun yanına kadar varabilirdi cemâatin sınırı. Üzüldüm. Çünkü insanlar yoldan geçemiyorlardı. Boşluk bırakılmıştı ama insanlar geçmeye çekiniyorlardı. Nasıl, otopark konusu düşünülmemişse Câmi konusu da düşünülmemiş geçmişte. Şu an düşünüldüğü konusunda da hiçbir alâmet yok ortalarda. Hızla büyüyen şehrimizde, bugün kıyıda-köşede gibi algılanan câmilerin hiçbirinin durumu Köprübaşı Câmiinden farklı olmayacaktır.
İşte Akyazı Câmii. Bilmem yıkıldığından haberiniz var mı? Geçtiğimiz Cumartesi günü yıkılmaya başlandı. Neden; yeniden ve daha büyüğünü yapmak için! Yazık değil mi? Zamânında daha büyük yer ayrılsa, büyük bir câmi yapılsa; parklarıyla, sosyal tesisleriyle, ağaçları, çiçekleriyle hem şehir hem de insanlar nefes alsa olmaz mıydı? Olurdu ama niye olsundu; değil mi? O zaman ileri görüşlü adamlar yok muydu; elbette vardı ama Câmi konusu diye bir konu gönüllerinde de gündemlerinde de yoktu. İnsanlar da, az da olsa her verileni büyük bir lütuf olarak görüyorlar, vaziyeti idâre ediyorlardı. Geleceği düşünecek hâlleri yoktu. O, daha öndekilerin işiydi. Onların da bu taraktaki bezleri bu kadardı demek ki!
Bu gün durum farklı mı? 10-15 yıla kadar Ordu havzasında boş yer kalacak mı sizce? Diyelim 20 yıl olsun! Peki, Boztepe’den bakınca, şehre de nefes aldıracak genişlikte, yeşil alanıyla ve cesâmetiyle hemen göze takılacak boyutta, toplumun alâmet-i fârikası niteliğinde bir mâbed düşüncesi var mı? Böyle büyük bir projeyi vatandaştan beklemek mümkün mü? Mahalle aralarını vatandaşa havâle edelim hadi. Ama maalesef sonuçta hepsini de vatandaş düşünmek durumunda kalıyor! O da, şehrin ve neslin geleceğine hitap edecek boyutta bir yapıyı, gelenekselleşen şaşı bakış dolayısıyla hayâl bile edemiyor. Nerede ona yol gösterecek, cesâretlendirecek, ufuk açacak sorumlular? Şurda-burda, binâlar arasına sıkışmış çıkamayan görünümlü, Akın Câmii, YeniMahalle Câmii vs. gibi kendisi de, cemaati de sıkıntılı câmiler. Ferahlık ve genişlik hissi uyandırmıyorlar.
Efendiler! Namaz sıradan bir vecîbe, câmi sıradan ve sâdece bir yapı, ezan da sıradan bir “parça” değildir. Bunların üçü birbiriyle yakından ilgili olup yüce dînimiz İslâmın temel taşlarıdır. Ezan bir Hak çağrısıdır; Peygâmber dâvetidir. Tüm insanlığı felâha, Müslümanları dînin direği namaza, Allâh’ın evi Beytullâh’ın, yâni Kâbe’nin birer şûbesi olan câmilere çağırır. Bu çağrıya icâbetin sonu da dâvetin sâhibine, Allâh’a çıkar.
Kim, böylesine yüce bir makamdan gelen dâveti duymak istemez? Öyleyse, nesillerimizi ezan coşkusundan mahrum etmeyelim. Kimsenin, bu yüce çağrının kapsama alanı dışında kalmaması için -yerel bazdaki tüm yöneticilerimiz dâhil- herkesin, kendi kurtuluşu adına, elinden geleni yapması gerekir demek istiyoruz ves’selâm...
ORDU HAYAT GAZETESİ
11.03.2008