Seçim döneminin özelliği dolayısıyla, şehirlerin bütün meselelerinin gözden geçirilip değerlendirildiği şu günlerde böyle bir konuyu gündeme getirmek üzerimize terettüp eden bir borç gibi gözüküyor. Sizce, kurslar ve câmilerle belediyenin ne ilgisi var denilebilir mi? Aslâ denemez! Çünkü bunlar iç içe kavramlar. Sevenler ya da sevmeyenler söz konusu olabilir belki; orası ayrı konu. Seven en azından destek olur, sevmeyen de kendi hâline bırakır ya da köstek olur. Bu konudaki gözlem, değerlendirme, karar ve sorumluluk vatandaşlar olarak hepimizin!
Yezid bin Abdullâh’a;
- Mescidimizi onaralım mı? diye sormuşlardı. O da;
- Önce kâlplerinizi onarın. Böylece mescidlerinizi de onarmış olursunuz!
şeklinde cevap verdi. Burada söylenmek istenen, mescidlerin onarılmaması değil, işe kâlpten başlanarak meselenin özden hâlledilmesidir. Kâlpler onarılıp mescidlere bağlanınca gerisi gelmez mi? Elbette gelir! İşte başta İstanbul olmak üzere eski şehirlerimiz ortada. Adım başı câmi, adım başı mescid.
CHP AÇILDI, DSP NE ZAMAN?
Çağdaş Türkiye’nin, laiklik ilkesini çarpıtarak halkın değerlerine ters bakmasıyla ünlü, altı oklu, anlı şanlı CHP’si açılım dedi ve açıldı da açıldı. Hâlâ da devam ediyor açılmaya. Bakalım iş nereye kadar varacak?
Aslında CHP’yi ilk defâ açan, onu halkın söylemleriyle barıştıran ve onun değerlerine gösterdiği saygıyla CHP’den ayıran müteveffâ Ecevit idi. İstiklâl ve Cumhûriyet’imizin partisi söylemi ve algılaması dolayısıyla vatandaşın bir nevî vefâkârlık adına bir türlü vazgeçemediği, din düşmanlığından başka bir şeyle nitelendirilemeyecek uygulamaları sebebiyle de bir türlü tam olarak ısınamadığı CHP’yi bu yönüyle sevecen hâle getiren de oydu. Bu yenilik ve açılımıyla halkın gönlünde taht kuran KARAOĞLAN hareketinin günümüz temsilcileri ise, maalesef oldukları yerde sayıyorlar.
SAVAŞ KANADOĞLU
Bu arada CHP, çalım mı yaptı yoksa açılım mı, şaşkınlığından dolayı kimsenin tam olarak kavrayamadığı bir takım çıkışlarla Türkiye’nin gündemine gelip oturdu yeniden. Her dönem bir şekilde gündeme gelip oturmayı iyi beceriyor CHP doğrusu. Öyle ki, bu defâ Sabih KANADOĞLU ve Vural SAVAŞ gibi isimler bile neye uğradıklarını anlayamadılar. Verdiler veriştirdiler CHP’ye. Ama, demokrasi işte; ne yaparsınız!? CHP gibi, “dediğim dedik” partileri bile yumuşatıyor; açıyor, saçıyor. Sağ olduğunu söyleyen partiler yamultulagelen demokratik gelenek adına çarşaflılarla yan yana görünmekten fellik fellik kaçarken, bizim CHP, çarşaflılara tüm dünyânın gözü önünde rozet taktı. Şimdi de CHP’li belediye başkan adayları her mahalleye Kur’an Kursu yapmayı vaat ediyorlar. Üstüne üstlük tüm kurmaylar da bu açılımı savunup destekliyorlar. Sanki CHP dinle, diyânetle ilgili her konuda der-der tepinen, bu vâdîdeki her adımı kösteklemek için, nâzik kavramlarla bir şekilde set çeken, o yıllar yılı bildiğimiz CHP değilmiş gibi.
Sevgili okuyucular, görüyorsunuz ya, Rabbimiz nelere kâdir! Bize bunları da gösteren Rabbimize sonsuz şükürler olsun! Saff Sûresi 8. âyette belirtildiği gibi;
“Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki zalimler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”
BIRAKIN KURSU, CÂMİ GARİBİYİZ!
Geliniz, görünüz ki, Kur’an Kursu’ndan geçtik, bizim her mahallemizde Câmi bile yok sevgili dostlar. Her mahalleye muhtar evi, sağlık ocağı açmayı ilke edinen bizler, câmiye gelince resmen yan çiziyoruz. İlçe boyutlarını kat kat geçen sitelerimizde, semtlerimizde câmi yok. Bunlar sorulmayacak mı zannediyoruz?
Kimse kusura bakmasın. Meselenin içinde birisi olarak bunu rahatlıkla söylüyorum. Ne belediyeler, ne muhtarlıklar, ne de ülke çapında sıralamaya giren zenginlerimiz bu konuda bir şey yapmıyorlar. Öncülük yapsalar, yol gösterseler, arkanızdayız deseler yetiyor. Ama böyle bir derdi, niyeti ve samîmiyeti olanlar yok ortalarda.
Allâh’ın verdiklerini hep kendilerinin kazandıklarını zannediyorlar. Aklı, zekâyı bakkaldan satın aldıklarını düşünüyor olmalılar. Bir ev yapan iki peşinde, üç yapan beş peşinde. Tapulardan dosyalar, klâsörler oluşturulurken, bir de Allâh’ın evi denen câmi yapalım, yer verelim, yol gösterelim diyen yok. Eğer aramızda böyle yöneticiler olsaydı, kamu alanlarını eşe-dosta, eften-püften gâyelere peş-keş çekme gayretinin yüzde biri kadar câmi konusunu düşünecek içi yanan dertli belediyeciler ya da müslümanlar olsaydı şimdikinin en az iki katı kadar daha fazla câmi olurdu bu şehirde.
CÂMİ ŞEHRE KARŞI MI?
Câmi olsaydı ne olurdu yâni, kötü mü olurdu? Şehir ne kaybederdi?
Bir şey kaybetmez, aksine; bir şehirde câmi ne kadar çok olursa o kadar iyidir. Neden derseniz, hem madden hem de mânen daha çok nefes alır o şehir. Çünkü câmilerin etrafı açıktır genelde. Parkıyla, bahçesiyle, mânevî havasıyla nefes aldırır çevrelerine. Gerçi Ordu’muzda var olan câmiler de sık-boğaz edilmiş. Canı çıkacak gibi. Şöyle bir genişlik, ferahlık, rahat, huzur yok. Bu gidişle madden de mânen de her yönüyle boğulmaya doğru gidiyoruz Allâh korusun!
Yöneticiler ya da etkili ve yetkililer, bu konuda bir şeyler yapmak isteyenlerin önüne de insânî boyuttan ve gerçeklikten uzak kuşbakışı krokileri seriyorlar ve oradaki derelerin her birinden olimpik havuzlar dolusu su taşıyorlar kelime değirmenlerine. Siz cevap vermeye çalışırken nefessiz, soluksuz kalıveriyorsunuz ortada! Bu işin samîmî sâhipleri yok maalesef!
Sizin anlayacağınız, her mahallesinde câmi olmayan nâdir kentlerden bir kent bizim kentimiz. Ordumuz bu anlamda yurdumuzun en garip ve mahzun illerinden biri. Hatâ kimde? Seçtiğimiz yöneticilerde mi, bizlerde mi?
Sevgili okuyucular. Şu yerel seçimler öncesinde olaylara biraz da bu pencereden bakmamız gerekir mi gerekmez mi diye kendi kendimize soralım mı sormayalım mı, ne dersiniz? Yoksa, burası Ordu, burası çağdaş bir şehir; bunlar, sonra düşünülecek, hattâ dünyâ işlerine aslâ karıştırılmayacak, öldükten sonra gündeme getirilecek(!) şeyler şeklinde mi değerlendirilmeli mesele?
SİZLERİ YORUYORUZ!
Özür dilerim; güzel Ordu’muzun yöreye özel dindarlarına bile câmi konusunu anlatmakta zorlandığımız için, bizce çok önemli bu meseleyi ortaya koyarken, biraz da kimseyi kırmamak gayretiyle lâfı çok dolaştırmak durumunda kalarak sizleri de peşimizde koşturup yoruyoruz.
Ne diyelim, çeliğine-çocuğuna, gelecek nesillerine dinlerini-diyânetlerini, kültür ve medeniyetlerini kolayca yaşayabilecekleri bir şehir bırakmak diye bir sorumluluğun farkında olmayıp, oyunu da, boyunu da geçici çıkarlar uğruna, arkadaş hatırı ya da parti taassubu çerçevesinde değerlendiren bizleri Allâh bir an evvel, hemen bu günlerde, hattâ şu atmosferde islâh eylesin de kendimize ona göre bir tavır belirleyip yol tutalım ves’selâm.
ORDU HAYAT GAZETESİ
08.02.2009