Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4608361
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.70.131.212
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
DİL ve EDEBİYÂTIN ERDEMİ...
MIZRAP 2011

Yorumlar(0)

DİL ve EDEBİYÂT'IN ERDEMİ...

Sevgili okurlar. Dil ve Edebiyat Derneği Ordu Şûbesi kurucu üyeleri ve aynı zamanda Ordu Hayat Gazeteniz yazarları olarak dernek genel merkezimizin dâvetlisi olarak gittiğimiz İstanbul'da bu gün 3. günümüz. Bu gün akşam da dönüyoruz. Bu gazeteyi elinize aldığınız şu saatlerde bizler çoktan işlerimizin başına dönmüş olacağız inşâllâh. Bu yolculuk bizler için hem dernek faaliyetleri, hem gazete, hem de normâl hayat akışımız açısından çok verimli oldu. Hani ne derler; büyük bir doping oldu. Tazelendik ve daha bir motive olduk. Kaldığımız yerden, daha bir şevk ve heyecanla işlerimizi sürdüreceğiz. Mevlâ, üzerimize düşenl görevleri halk yanında da, kendi katında da mahcup olmayacağımız şekilde deruhte etmeyi nasip eylesin inşâllâh.
İlk günü dünkü EYÜP SULTAN'DAN SELÂMLAR başlıklı yazımızda anlatmıştık. Bizim, kurum içi olarak yoğun günümüz Pazar gün oldu. Kaldığımız Holiday İnn Otel'in kongre salonunda gerçekleştirilen Şûbeler Tanışma ve İstişâre toplantısında önce, başta Genel Başkanı'mız Ekrem Erdem olmak üzere Genel Merkez Yöneticilerimiz konuştular. Genel Başkan Yardımcıları kendileriyle ilgili bölümler hakkında bilgiler verdiler. Derneğin durumu ve gelecekte yapacağı çalışmalarla ilgili açıklamalar yaptılar. Sonra da şûbe başkanları kendilerini, beraber geldikleri arkadaşlarını tanıttıktan sonra çalışmalarının hangi aşamada olduğunu, projelerini, düşüncelerini, dilek ve temennîlerini dile getirdiler. Sorular sordular. İlgililer cevapladı. En son değerlendirme konuşmasını yine Genel Başkan yaptı.
Tanışmaları ve kaynaşmalarıyla çok bereketli bir toplantı oldu. Çorum ve Sivas gibi hârikulâde çalışmalar yapmış olan şûbelerin sunumları bizeleri âdetâ büyüledi. Belki Ordu için inanılması zor bir şey ama, bir çok ilde derneğin çalışmaları Vâliler, Belediye başkanları, üniversitelerin öğretim üyeleri, dâire âmirleri ve büyük iş adamları düzeyinde seyr ediyor. Eşler de kadın grupları olarak kendilerince faaliyet alanları oluşturup çalışmalara fiilî katkılarda bulunuyorlar. Birçok şûbenin binâsı târihî eser. Çoğunda da Belediyelerin katkıları var.
Derneğin misyonu büyük. İnsanlar inanmış ve katkı veriyorlar. Kültürün, Edebiyâtın, dilin önemi kavranmış. 25. sayısı çıkan Dil ve Edebiyat Dergisi şu an 6500 basıyor. Genel Başkan hedefi 100 bin baskı olarak koydu. Yayınlanan eserler ve dergi akademik çevrelerde beğeniliyor. Yurt dışındaki birçok üniversiteye gidiyor.
Genel Başkanımız bu işe odaklanmış. Bir çok alanda çalışmaları var. Ancak, endisini âdetâ bu ülkenin dil ve edebiyâtına, kültürüne adamış. Düşmüş öne ve gece-gündüz durmak yok. Zaman mefhumuna öncelik veriyor. Toplantının kaçta başlayacağı îlân edilmişse o dakîkada başlamasını, tüm teşkilâtta bunun böyle olmasını üzerine basa basa vurguluyor. Geç başlamaları, erken gelenlerin vakitlerini zâyî etmek şeklinde değerlendiriyor. Ve "bu çok önemli" diyor. 
Başkan Ekrem Erdem'in konuşmasından not ettiğimiz bâzı tespitleri sizlerle paylaşalım. Bakalım sizler nasıl bulacaksınız?!
"Şu zaman dilimini yaşayan gençleri şanssız hissediyorum. Bizim gibi çilekeş nesiller daha şanslıydı. Dernekler vardı, vakıflar vardı, üstadlar, sohbetler vardı. Dinliyorduk, diriliyorduk. Yeni neslin bu imkânları yok. Onlar yalnızlar. Özgüven yok. Dil bilinçleri yok. Yeni teknoloji de dilden öte kelimeleri bile bozdu. Dil olmayınca anlaşma nasıl olacak? Kırık-dökük kelimelerle nereye kadar gidilebilir?"
"Dil Edebiyât Dernekleri kültür, edebiyatın, dilin konuşulduğu yerler olacak. Sohbet, muhabbet ortamları olacak. Dil ve Edebiyat Dernekleri DİL EVİ olacak âdetâ. Dil gönüldür. Gönüller konuşacak, gönülden konuşacak, insanlar kaynaşacak. Kendi kültürüyle yoğrulacak. Kendi irfanıyla doğrulacak."

ÇEKİRDEK ÂİLE ve DİL

"Asrın en büyük tehlikesi çekirdek âile! İnsan sosyal bir varlıktır. İnsanı rahatlatan bir araya gelmektir. Bundan dolayı bizler buluşma vesîleleri oluşturmalıyız. İnsanları en çok mutlu eden yine insanlardır. Evde çay rahat gelebilir. Ama, toplantı dönüşü daha rahattır.Yeni nesle, âdetâ bir vaha olmaktır misyonumuz."
"Dil çok önemli. Dil Allâh'ın insanlara en güzel ihsânı. Onunla konuşur-anlaşırsın. insan, dille insan oluyor. Dil, kimliktir, kişiliktir. Dilini kaybeden kimliğini de kaybeder. Bu derneğin çok önemli olduğu zamanla daha iyi anlaşılacak. Bu dernek toplumu değiştirecek. Dernek hep açık olacak. İnsandan tâviz yok. Para derseniz, para insanın kendisidir. Doğru proje olunca para bulunur."
"Dil, devlet politikası olmalı ve korunmalı. İyi öğrenilmeli ve öğretilmeli. Türkçemiz, dünyânın en köklü dillerinden biridir. Geleceğimizin daha iyi ve büyük olacağını düşünüyorsak dil olarak ta buna hazır olmalıyız. İnsanlar güçlü olanın dilini konuşuyor. Yarınki süper kimse, dünyâ dili odur."
" Bernard Şhaw'ın bir sözü var: Kendi dilini tam olarak bilmeyen, başka bir dili de öğrenemez, diye. Çok doğru. Dilimizi iyi öğrenmezsek birbirimizle bile anlaşmakta, millet olarak birbirimizi anlamakta zorlanırız. Bu gün dil bayağı bozuldu. Şu tabelaları ele alalım. Herkesin bir an sustuğunu, kimsenin konuşmadığını düşünelim. Meselâ İstanbu^'da bir caddedeyiz. Şöyle levhalara bir bakalım. Nerede olduğunuzu düşünürsünüz? Evet, dilim,ze mutlak sâhip çıkmak, onu geliştirmek zorundayız. Milleti kaynaştırmak, anlaştırmak adına bir mecbûriyet bu."
Evet, bu konu hep gündemimizde olduğu gibi, dernekteki görev bağlamında bundan böyle bir nevî uhdemizde de olması hasebiyle, başta başkanımızın sözlerinin devâmı olmak üzere sık sık bu konuya döneceğiz inşâllâh. ancak, bu günlük bu kadar diyelim. Zâten, toplantı da, plânlandığı şekilde akşama kalmadan bitti. Gezi faslı başladı. Önce, eski yıllarda Topkapı Otobüs Garajı olarak bilinen yere kurulmuş olan Panorama 1453'e gittik. Çok muhteşem bir şey. lâfla anlatılmaz. Başta gençler olmak üzere herkes görmeli. Kendinizi fethin ortasında buluyorsunuz. Açıya öylesine bir genişlik verilmiş ki, binâya çıktığınızda uçsuz-bucaksız bir yere gelmiş gibi oluyorsunuz. tek kelimeyle; sâdece burayı izlemek için bile gelinse değer diyorum. İnşâllâh, en yakın zamanda çocuklarla da buraya gelmeliyiz diye konuştuk arkadaşlarla.
Fetihten sonra, yemeği hak etmiş olmalıydık! Zeytinburnu Belediye Başkanı Giresunlu hemşehrimiz(herhâlde burada öyle oluyor!) Murat Aydın Bey de aramızdaydı. Birlikte bir akşam yemeğinden sonra bizi Yenikapı Mevlevîhânesine götürdüler. Anlatılacak gibi değil. Çok geniş. Şimdi bizimle beraber bizzat dolaşan Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR'in mütevelli Hey'et Başkanı olduğu FATİH SULTAN MEHMET VAKIF ÜNİVERSİTESİ'ne verilmiş. Restorasyon mükemmel. Her yer pırıl pırıl. Bir de Tasavvuf Müziği Konseri dinledik. Ardından da o ortamda bir de çay. Sonra otele döndük.
Sabah namazın ardından işte bu yazıya oturduk. Bugün de İstanbul'da bir kültür gezisi yapıp akşama döneceğiz inşâllâh. Sizin bu yazıyı okuduğunuz saatlerde, bir aksilik olmazsa inşâllâh Ordu'da olacağız. Bakalım, aldığımız motivasyonun etkileri işlerimize yansıyacak tai kısa sürede derneği gerçek anlamda ve ön görülen kıvamda hayâta geçirebilecek miyiz?
Birbirlerimize inanıp, güvenip yardımcı olursak ve de bir kaç samîmî gayret ve duâ ile berâber ve dahî Allâh'ın inâyetiyle neden olmasın? Bekleyeceğiz, göreceğiz ves'selâm?!....


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

03.01.2011


Mar`12
26
EYÜP SULTANDAN SELÂMLAR...
MIZRAP 2011

Yorumlar(0)

EYÜP SULTAN'DAN SELÂMLAR...

Sevgili okurlar. Sizlere bugün, adı bile bir şiir gibi, varlığımızın ruh derinliklerinde akan bir nehir gibi olan İstanbul'dan sesleniyoruz. Dil ve Edebiyat Derneği'nin Ordu Şûbesi'nin kurucu üyeleri olarak, genel merkezimizin organize ettiği 1. İstişâre ve Bilgilendirme Toplantısı'na katılmak üzere buradayız. Havanın güzel olduğu güzel bir günde İstanbul'a vardık. İlk gün, ilk iş olarak derneğin Eyüp'teki genel merkezini bulduk. Câmi'den 100 m. kadar mesâfede, târihin kucağında şirin bir yer. Bizleri çok güzel ve ilgili karşıladılar. Üst yönetim oradaydı. Genel Başkan Ekrem Erdem, Yardımcısı Üzeyir İlbak, aynı zamanda okul arkadaşımız da olan Recep Garip, M. Kâmil Berse, Prof. Dr. Hikmet Özdemir. Görevli gençler bizimle yakından ilgilendiler. İkramlarda bulundular. Yol gösterdiler. Kendilerine çok teşekkür ettik. Oradan ayrılıp namaza gittik.
   Eyüp Câmii hemen yakınımızda. Duâ ederken, Urfa Milletvekili, şâir yazar M. Atilla Maraş'ı farkettim cemaat arasında. Namazın ardından hasbihâl ettik. Yanında iki milletvekili daha var. Kendisiyle şiirleri bağlamında gıyâben çok eskiden tanışıyoruz da, yüzyüze şiir şölenleri için Ordu'ya geldiklerinde tanışmıştık. Bizi hemen tanıdı. Ordu'dan özlemle söz etti. Tanıdıklara selâm etti. Kültür ve Edebiyat çalışmalarının önemine vuırgu yaptı. Dil ve Edebiyat hareketi düşüncesinin, mecliste yaptıkları dille ilgili çalışmalar ve verilen önergelerden kaynaklanarak şekillendiğini anlattı. Onlardan izin isteyip biz Eyüp Sultan Mezarlığını gezmek, orada medfun, başta Mahmut Esat Coşan Hocamız olmak üzere Necip Fâzıl, Ahmet Kabaklı gibi kültür, edebiyât ve irfanımızın zirvesi büyüklerimizi ziyâret etmeyii düşündük. Sonra, öncelikle İlim Yayma Cemiyeti'ne uğramamızın daha isâbetli olacağını, yoksa zaman kalamayabileceğini düşünerek oraya yöneldik.
   Meğer orası da Eyüp Sultan Câmii'ne çok da değil ama yine de yakınmış. Yerlerinin nerede olduğunu öğrenmek üzere telefon açtığımız İlhan Kılıç Bey bizi arabasıyla almakta ısrar edince 5 dakika içerisinde buluşup İlim Yayma Cemiyeti'nin Genel Merkezi'ne ulaşmış olduk. İlhan Bey bu dönem hacca gitmişti. Bize hurma ve zemzem ikram etti. Epey sohbet ettik. Bu arada kendisi bir Ordu Hayat okuru. Teşkilâtlanma mâhiyetinde Ordu'ya geldiğinde tanışmıştık. Ondan bu yana zaman zaman telefonlaştığımızda internetten tâkip ettiği yazı ve haberlerden konuşuruz. Sağolsun, ilgileniyor, yapılan işin ciddiyeti ve önemi noktasında bizi daha bir gayrete getirmeğe çalışıyor. Bu defâ da önüne Ordu Hayat Gazetesi nüshalarından bıraktık. Öncelikle, "İlim Yayma Cemiyeti Ordu Şûbe Başkanı M.Esat Kılıçkaya" haberi olanı. Oradan başlayıp Ordu teşkilâtı, yapılabilecek, yapılması gerekenler, yol haritası ve öncelikler noktasında fikir teâtisinde bulunduk. Ahmet Çakır Ağabey'in tecrübeleri de sohbeti oldukça zenginleştirdi. M. Esat Bey'i söylemeye gerek yok. O zâten birikimli ve hoş sohbet bir insan. İlim Yayma Cemiyeti şube başkanımız olarak güzel faaliyetlere imza atacağından şüphemiz yok.
İlhan Bey iyi bir teşkilâtçı. Kişilik olarak ta sâkin ama vakûr, bilinçli, sözleri açık ve samîmî. İkindi namazını merkezin mescidinde birlikte kıldık. Ayrılmak istediğimiz noktada bizi bırakmadı. Eyüp Sultan Mezarlığını birlikte dolaştık. Kendisi de bundan memnun olduğunu, çoktandır burnunun dibinde olmasına rağmen buralara gelmemiş olduğunu belirtti. Biz de, hep olduğu gibi, Boztepe örneğini verdik. Bizim de oraya ancak misâfirler sâyesinde çıkabildiğimizi söyledik. Aynı zamanda doğruyu da söylemiş olduk.
Eyüp Sultan Mezarlığı bir deryâ. Nasıl anlatmalı bilmiyorum? Ama, şunu söyleyebilirim ki, ecdadın mezarlıkları bile huzur verici, rahatlatıcı. Çünkü, başta insanlar güzel insanlar. İnsan, şuraya da ben yatsam diyor. İşte M. Esat Coşan ve damâdı. Biraz gidiyoruz Bekir Berk. M.Emin Bezirci, M.N.Polat, Zübeyir Gündüzalp. Fevzi Çakmak, Bestekâr Zekâi Dede. Piyer Loti'ye geliyoruz. Ortalık ana-baba günü. Hafta sonu ve havalar da güzel ya; iğne atsanız yere düşmüyor. Eyüp Sultan Türbesi de öyleydi.
   Piyer Loti'den dönerken teleferiği tercih etmek istedik. Orada da kuyruk alıp başını gitmişti. Bir başka yoldan inerken Ahmet-Meşkûre Kabaklı çiftinin kabrine denk geldik. Hepsinde olduğu gibi burada da Fâtihamızı okuduk. Duâlar ettik. Ençok dikkâtimizi çeken şey Üstad Necip Fâzıl'ın kabrinin de kendisi gibi ilginç olmasıydı. Mezarının baş ve ayak yanında yerden bitme gibi iki taş var. Tabiî ki yontulmuş. Ama, ne isim var ne de yazı. Bir nokta bile yok. sâdece, mezarın dip tarafında bir yere, ufacık bir mermer üzerine Üstad'ın imzası kazınıp monte edilmiş, o kadar. Hemen alt yanda, ayağının dibinde denecek yerde, éNecip Fâzıl'ın Dâvâ arkadaşlarındané notu düşülmüş Hilmi Oflaz'ın kabri. Bir emir eri gibi ayağının ucunda duruyor sanki. Rabbim mekânlarını cennet eylesin. Âmin.
   Bu arada, Mümin Esat Bey, Mahmut Topbaş Hocaefendi'nin, mezarlara el'Fâtiha yazılmasının câiz olmadığını söylediğini belirtti. Zîrâ, fâtiha emr-i vâkiyle değil, içten gelerek ve amellerinin güzelliği dolayısıyle okunmalıdır şeklinde açıkladığını söyledi. Gerçekten, meseleye hiç böyle bakmamıştık.
   Her neyse.İlhan Bey yakamızı bırakmadı. Eyüp Sultan civârında mîdemîzi de besleyerek bize ayrılan otele doğru yol aldık. Yemeği ikram eden ve arabasıyle bizi araya sora tâ Havaalanına yakın yerdeki otele kadar götüren ve oradan da o saatte, o trafikte Kadıköy'deki evine geçecek olan yine İlhan Kılıç Bey. Ne diyelim? Allâh (CC) râzı olsun. Rabim Haccını mebrûr, tüm sa'ylerini meşkûr eylesin. Himmet, hizmet ve de hikmet yol ve bahtı açık olsun. Kendisine de söylediğimiz gibi, bizlere de misâfir geldiğinde, hiç olmazsa İlhan Ağabey'in çeyreği kadar ilgilenebilmeyi nasîp eylesin... Âmin.
   Otelde de çok tanıdıkla karşılaştık. Başta Çorum DED başkanı, hemşehrimiz Turan Candan.  Kendisi Ordu İHL mezunu. Aynı zamanda Çorum Belediye Başkan Yardımcısı. Ordu'da da böyle insanların Belediyede üst düzey görev yapacağını Rabbim bize gösterecek mi? İnşâllâh diyelim. Yine hemşehrimiz Ârif Çelenk Bey. Bursa'dan gelmiş. Çok selâmı var. Gebze'den Ramazan Seydaoğlu Bey bizi tanıdı. Ben sîmâen çıkardım ama, ismen tahmin edemedim. Ama, Gebze deseydi hemen hatırlardım. Ordu'yu unutamadığını, çok güzel bir yer olduğunu ve güzel günlerinin geçtiğini söylüyor. Bir-kaç defâ Yazarlar Birliği Ordu Şûbesi olarak düzenlediğimiz şiir şölenlerimize iştirâk etmişti. oradan tanışıyoruz. Şimdi, Yazarlar Birliği Ordu Şûbesi'nin kapandığını duyunca çok hayret etti ve üzüldü.
Ama, sevgili okurlar, o da, sizler de biliniz ki, artık Dil ve Edebiyat Derneği Ordu Şûbesi var. İnşâllâh dil, kültür ve Edebiyât bağlamında güzel faaliyetlere imza atacak. Sizlerin de ilgi, yardım ve katkılarıyla üzerimizdeki mes'ûliyet ve vebâllerin yükünü hafifletmeğe çalışacağız.
   Ramazan Bey de Ordu'ya selâm ediyor. Bizler de Ahmet Çakır Ağabey ve M. Esat Kılıçkaya olarak buradan, Kültür, Edebiyât, Târih, İrfan ve Medeniyet burcumuzdan sizlere selâm ediyor, inşâllâh yârın buluşmak üzere diyor, sevgi ve saygılar sunuyoruz ves'selâm...

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

02.01.2011


Mar`12
26
YER SOFRASI, GÖK KUŞAĞI..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

YER SOFRASI, GÖK KUŞAĞI…

Önceki gün, başta ara veren yazarlarımız olarak herkese seslenen YAZIYA DÂVET başlıklı çağrımız meğerse bir nevî önseziymiş. Hiss-i kablel’vukû denen şey yâni. Bizim dileklerimizi dillendirdiğimiz saatlerde yazılar kaleme alınmışmış. Yukarki yazının yayınlandığı günün akabinde iki yazarımızın birden yazısı düştü sitemize ve dünkü gazetede yer aldı. Gazete olarak sevindik. Ayten Hanım, yazıları yazdıktan sonra bizim yazımızı görmüş ve belki de biraz da bu tevâfukun sıcaklığıyla gazetemizin sitesine ayrıca bir de bir bilgi notu göndermiş. Kendisine, güzel yazılarından ayrı olarak, bu ilgili tavrından dolayı da ayrıca teşekkür ediyoruz. Dilek, temennî ve duâlarına da katılıyoruz. Mesaj şöyle:

“Selamün aleyküm,

 Az önce Nuri beyin yazısını okuyunca bu satırları yazmak vacip oldu. Kendisine selamlarımı yolluyorum.  Bu vesile ile elimde yayına uygun görürseniz bi kaç yazım var onları göndermek istedim. Yazıya ara verme sebebim ise kendimi fazla tekrar ettiğim ve biraz okuma dönemine girmem gerektiğine inandığım içindi. Bu arada kızımın doğumu var önümüzdeki ay. Hayat akışı her ne kadar beni yazıdan uzaklaştırır gibi oluyorsa da bırakmış değilim inşallah. Yazdıkça göndermeye çalışırım. Tabii ki yeni kalemler bulmanıza da ayrıca duacıyım. Gayretlerinizle yerli basında yerinizin en önlerde olacağına inanıyorum.

Selam ve dua ile. Yazıları ayrıca gönderiyorum.”

            Ayşe Aydın Hanım da YENİDEN MERHABA dedi. Biz de kendisine, “yeniden hoş geldiniz!” diyoruz. İlgiyle okunan yazılarını, yeni dönemde öngördüğü insan hikâyeleri ekseninde renklendirmesini diliyoruz. Bizim daha ilk başlarda kendisini yazmaya dâvetimizde de o espri vardı zâten. Merakla bekliyoruz.

            Bu arada, bayanlarımız birer anne olmaları hasebiyle sorumlulukları daha ağır. Daha doğrusu, sorumluluklar belki görüntüde eşit ama, kadınlar daha hassas ve ilgili oldukları için kendilerini yükün altına daha bir iştahla atılmış gibi algılıyorlar olayı. Birisinin oğlu nişanlanmış, diğerinin kızı doğum yapacakmış. Rabbim, çocuklarının da, torunlarının da güzel günlerini göstersin. Rabbim cümleleri iyilerden eyleyip, hayat yolculuğunda da iyilerle karşılaştırsın.

            Ayten Hanım’ın yazılarına burada zaman zaman değiniyoruz. Ayşe Hanım da o formata doğru evrilecek gibi gözüküyor. Yerel târih ağırlıklı portre yazılarını bekliyoruz. Aslında, bu noktada, Ayten Hanım’ın nostaljik örnekleri var. Oradan aldığım cesâretle, TESK’teki panel sonrası, kendisine, orada birlikte gördüğüm anne-babasını yazmasını söyleyecektim. Paragrafı yazdım ama, sonra yazıya koymadım, erteledim. Nasip bu güneymiş.

            Bizim büyüklerimiz çok farklı. Onlar çilelerin, sıkıntılı dönemlerin insanları. Bizler onlara nispetle hazırcı bir nesiliz. Onun için hiçbir şeyin farkında değiliz. Onların yaşadıkları filimlerden, tiyatrolardan çok öte, gerçekliği olan ve etkileyici, ibretli şeyler. Onların kayıt altına alınması gerekir. Yarınlar adına, gelecek adına.

Başta Ayten Hanım’ın olmak üzere, herkesin büyüklerinden bir kitap çıkarmak mümkün. Kendilerinin kalem ve uslûbuna güvendiğimiz için bunu öncelikle ondan istiyoruz. Meselâ bu benim işim değil. Her gün fıkra yazıları yazmakta zorlanmıyorum ama, bunu göze alamıyorum. Meselâ Muzaffer Bey bu anlamda velut. 1-2 ayda bir biyografiyi rahatlıkla yazabiliyor. Duyduğum kadarıyle, Osman ALTAŞ Biyografisi bitmek üzere.

Gerçi, insan kendi çevresini yazamıyor. Şurada yazarken bile, kendisinden, çevresinden söz etmesi sanki hoş olmuyor gibi. Biz, samîmiyet deyip, yarına doğal notlar deyip yazıyoruz da okuyucu nasıl karşılıyor bilemiyoruz. Ama, çok ta düşününce hiçbir yere varamıyoruz. Böylesi gel-gitlerle birlikte yol almaya çalışıyoruz.

Ne diyecktim? Meselâ, kendimizden örnek vermek gerekirse, babam da konuşturulsa kitaplık çapta materyâl çıkar ortaya. Dayım, amcam vs. sizler için de bu böyledir. Ama, bunu bizler değil de başkaları yapabilir. Maalesef, toplumumuzda büyüklerle küçükler arasında hep mesâfe var. Fazla bir arada bulunabilme, muhabbet kurma geleneği yok.

Ama, bir şekilde birikimler değerlendirilmeli. İbretlik olacak, gelecek nesle mukâyese, ya da güzel dersler çıkarma imkânları sağlayacak hâtıralar gidenle gitmemeli. Geriye bir şeyler kalmalı. Mîras denilen şey yalnızca maddeden ibâret değil.

Umarım, iyi anlatamasak ta, merâmımız anlaşılmıştır. Başta, YENİDEN MERHABA diyerek müjdelerle gelen ve bizi yeryüzünün patırtı-kütürtüsünden uzaklaştırıp, gökleri hatırlatarak, GÖKKUŞAĞI ümit, renk ve güzelliklerine, ilâhî âlemlere götüren yazarlarımıza teşekkür ediyor, yüreklerine sağlık diyorum.

Sevgili okurlar! Bütün yazar arkadaşlarımız, personelimiz, müessese sâhiplerimiz ve siz okuyucularımızla birlikte daha hareketli ve bereketli bir yıl geçireceğe benziyoruz. Gelişmeler onu gösteriyor. Biz, hepimiz bir âileyiz. Birbirimize duâ edelim ve yardımcı olmayı da ihmâl etmeyelim inşâllâh…

Cümlemizin, cümlenizin, sonlu-sonsuz, cümle hayat yolları ve bahtı,

Hayırlı, uğurlu, bereketli ve açık olsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

31.12.2010


Mar`12
26
NE ÇAMIN KESERİ, NE NOELİN YÜZÜ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

NE ÇAMIN KESERİ, NE NOEL'İN YÜZÜ!

Günler, haftalar, aylar konu değil artık. Şimdi yıllar gündemde. Yılımız yıl olsun öyleyse. Başka ne olacak ki! Demek ki, yıllar bile yıl olamıyor, bir ay gibi, hafta gibi, hattâ bir gün gibi göz açıp-kapayıncaya kadar geçiyor olmalı ki, yıl yıl, yıl da yıl deyip duruyoruz şu sıralar.

Aslında, zaman gibi, mekân gibi, ömür gibi, hayat gibi öyle bir dert edinme, ciddîye alma ve şuurdan değil bu. Tam aksine, şuursuzluktan. Yıl geçti diye sevinmenin ne anlamı olabilir? Ölümü isteyen var mı? Yılların geçmesi, ölümün yaklaşması anlamına gelmiyor mu? Peki o zaman, bu yapılan iş ne demek oluyor?

Bu çılgınlıkların, masrafların, pespâyeliklerin, kendinden, örfünden, âdetinden, dîninden, diyânetinden, târihinden ve hattâ hattâ coğrafyandan kaçışın anlamı ne? Tüm bu piyangolar, içkiler, açkılar, kaçkılar neyin nesi? Ya şu kılıksızlık-kıyâfetsizlik, hele hele şu başındaki fes kimin fesi? Noel Baba ne kadar da cömert?! O eğri şapkasını herkese yağma gibi dağıtıyor.

GEL VATANDAŞ GEL; GEL KUÇU KUÇU!

 Ne kadar da iyi, değil mi? Gel vatandaş gel, sen de bizdensin. Sen de zâten bizim gittiğimiz izdensin. Nitekim, sonuçta hepimiz AB’liyiz. Bu ağaçlar güzel kuşlar, yürüyelim arkadaşlar! Nereye mi? Takma kafana! Bana takıl, hayâtını yaşa! Hem, ne yaşama, bir gör! Şampanya, kampanya, kumpanya, Almanya, İspanya, hegemonya…

Ne güzel değil mi? Şiir gibi. Al sana, edebiyat ta tamam! Örfünden, âdetinden, edebinden, hayândan soyunup cıscıbıldak olunca çağdaş sanatın zirvesine zâten çıkmıştın. Şimdi bir de anya, manya, kumpanya derken edebiyâtı da döktürmüş oldun.

Gel babam yeni yıl. Gel kuçu kuçu. Hem, hemen geç. Bir daha yıl başı olsun; bir daha, bir daha. Çabuk tarafından gidelim Allâh’a. Bir merak ettiğimiz öte taraf kaldı. Güzelim yılları,  başıydı, döşüydü derken kutlaya atlaya, çatlaya patlaya buralara kadar geldik. Gâhî ağladık, gâhî güldük. Bilmeyizki neyledik, n’olduk? Neler umduk, neler bulduk? Gel dediler geldik, dol dediler dolduk. Yol dediler yolduk. Yapraklar tekrar tekrar açtı; biz günden güne solduk. Söyler misiniz, biz şimdi n’olduk?

Şu yılbaşı da, adamı baştan çıkarıyor yâhû. Durduk yerde şâir olup çıkacağız. Adımızı, şâir listesinde görmek istemeyenler görmek,  anmak istemeyenler anmak ve de yılbaşının tutuşturduğu ateşe yanmak zorunda kalacaklar. Al sana iş. Kardeşlere yoktan yere eziyet. Aman kalsın. Ağızlarda bir yılbaşı sakızı, noel çerezi olmak istemiyorum.

HEM KESECEKLER, HEM DEVİRECEKLER!...

Yıl başı, çam devirmek isteyenlerin ilgi alanına giriyor. Nitekim, çamlar çağdaş safsataseverlik dîninin kurbanı gibi bir şey. Ama, yapılan işin, sonuçta azıcık bir faydası olmalı. Çam kesmenin ve de devirmenin neye faydası olduğuna dâir kendisine bir bilgi ulaşan varsa bize haber versin.

Güzelim ağaçları kesmenin ne eski çağlarda, ne de yeni çağlarda îzâh edilebilir bir zemin ve mantığı var mıdır? Hristiyanlık ya da Yahûdîlikte böyle bir şey olacağını düşünemiyorum. Çevre çevre derken, bir dal kesmek yerine, adam kesmeyi göze alacak gibi gürünen çağdaşlıkla şu çam kesme bir arada nasıl gidiyor; bir türlü anlayamıyorum!

ÇAĞIN ÇAM ÇELİŞKİSİ

Bana sorarsanız, çağımız insanının en belirgin çelişkilerinden biri bu. Bu olsa olsa, çağdaş bir hurâfedir. Çünkü, bozulmuş ta olsa , adı dîne çıkmış bir öğretinin, böyle bir ameliyeye izin vermesini düşünemiyorum. Eğer varsa, o zaman bu din hepten bozulmuş, ilâhî esprisini tamâmen kaybetmiş demektir.

Ama, burada bir kültürel gerçek söz konusu. Meselâ Osmanlı’da, bizim medeniyetimizde tevhid esastır. Mezarlıklarımız servilerle doludur. Servi, elif gibidir. İnce, uzun gövdesiyle vahdeti, birliği, yâni tevhid inancını temsil eder. Çam ise, yana açılan kollarıyla,  uzaktan üçgen şeklini yansıtır silûet olarak. Bir nevî haçı çağrıştırır. Hrıstiyân dünyâsının onu tercihi boşa değildir.

ONLARA UYAR, BİZE ASLÂ!

Aslında, özünü kaybetmiş, pratiğini unutmuş batı dünyâsının, kendi evren bilincini diri tutmak adına böylesi sembollere ağırlık vermesi anlaşılır bir tutumdur. Anlaşılır olmakta zorlanan şey, İslâm gibi Hak bir dîne mensup, yolu-yordamı net ve açık olan -sözüm ona- Müslümanların, birilerinin bilinçli olarak önümüze getirdiği bu safsatalara kapılıp, kendisini ve kötü örnek oldukları çocuklarıyle birlikte, ülkemizin pırlanta gençlerini sonu belirsiz mâcerâlara sürüklüyor olduğunun farkında olmamasıdır.

Farkında olmamız gereken bir şey varsa ömrün bir su gibi akıp gittiği ve bizlerin nişleyip, nittiği? eğer bir şey yapmak lâzımsa o da, Hz. Ömer'in(ra) her gün yaptığı şeyi hiç olmazsa yıllık olarak yapmaktır, yâni muhâsebedir. Efendimiz(SAV)in, "Hesâba çekilmeden önce kendinizi hesâba çekiniz!" sözüne kulak vermektir.

Zîrâ, hayat, öyle boşa ve bilinçsizce, verenden habersizce harcanacak bir şey değil, şuurla, hikmetle ve iyilikler, güzellikler, hizmetlerle dolu dolu değerlendirşlecek bir emânettir.

ne mutlu, aylarını, yıllarını, günlerini, hattâ sâniyelerini bu şuurla değerlendirme gayretinde olanlara ves'selâm...

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

30.12.2010


Mar`12
26
YAZIYA DÂVET
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

YAZIYA DÂVET

Sevgili okuyucular. Elinizde, şimdi gerçek âlemde bulunan büyüklerinize âit kâğıtlar, kalemler, kitaplar, defterler olsaydı onlara bir mîras gözüyle bakmaz, değer vermez miydiniz? Annenizin, babanızın, dedenizin ya da diğer büyüklerinizden herhangi birinin kaleminden çıkmış yazılar, bilgiler, defter notları olsaydı sevinmez miydiniz? Onlardan hâtıra bir kitap olsaydı da, o kitabın bir yerlerinde bırakınız notlarını, çiziktirmeleri, öylesine atılmış imzaları bile bulunsaydı bunlar sizin için bir değer ifâde etmez miydi? Onlarla iftihar etmez miydiniz?

            Peki, onlar yapmamışlarsa siz bunu yapmak istemez misiniz? İşte, takvim ve ajanda günlerindeyiz. Onlardan bir tane edinsek, günü gününe bir şeyler yazsak. Olaylar, ya da hoşumuza giden sözler, hâtıralar, fıkralar yazsak, kötü mü olur? Âyet, Hadis, vecîze, atasözü, şiir vs. Ya da, televizyondan, radyodan, bir misâfirin anlattıklarından güzel seçmeler yapsanız da zaman ayırarak lûtfedip yazsanız, onlara zaman zaman baksanız, sevdiklerinizle paylaşsanız n’olur?

            “Yazacağız da n’olacak, kime faydası olur, kim okur ki?” demeyiniz, dememelisiniz. Tüm bunların, en azından size faydası olur. Yazmakla oyalanır da, meselâ, vakti boşa geçirmekten kendinizi alıkoymuş olursunuz hiç olmazsa.

            Bunun ötesinde, çocuklarınız ilerde o notlara bakarak sizi hatırlar. Güzel notlar tutmuşsanız, tekrar bile olsa, onları hatırlatmış olmaktan, büyüklük görevini yapmaktan dolayı sevap alırsınız. Bir de fâtiha okundumuydu bu vesîleyle, sizden mutlusu olmaz. Gözler kapandıktan sonra, onu açacak şey iyiliklerden ve de fâtihalardan başka ne olabilir ki?

            Ama bizler, bizlere hediye olarak verilen ajandalara çoğu kez bir çizgi bile atmıyoruz. Bir yerlerde unutuluyor, atıntı muâmelesi görerek heder olup gidiyor. O zaman, onları niye alıp da, belki bir yazacak olanın önünde engel teşkil ediyoruz ki?

           

                            OKUMAK MI ZOR, YAZMAK MI?

            Sevgili okurlar. İşin aslına bakarsanız, hazır yazılmışları okumak bile zor, değil mi? Ne güzel, düşünmeden, taşınmadan, kafa yormadan seyretmek varken, kim uğraşır kitapla, kalemle, defterle? Evet, aynen öyle. Nefse hoş gelen bu! Kabul ediyorum. Zîrâ, bizim gibi, okuduğu zannedilenler için bile bu böyle. Biz de bâzen, yerel ya da ulusal gazeteleri tâkip edelim derken bir yazının daha yarısına gelmemişken pes ediyoruz.

            Peki bir de yazmayı düşünün bakalım! Sizce yazmak daha mı kolaydır okumaktan? Tabiî, yazmak daha zor diyeceksiniz. Ama, yazan için belki de yazmak daha kolay olabilir. Orası istisnâ da olsa, ayrı mesele. Ancak, okumadan yazmak, yazmağa saygısızlıktır. Okumadan yazmak dâimâ yarımdır.

            Ne olursa olsun, şu veyâ bu şekilde yazmak, sonuçta önemli bir şey. Artı bir değer. İlkokul mezunu bile olsanız, istediğiniz takdirde yazabilecekleriniz vardır ve de yazdıklarınız sizi büyütecektir. Farkınızı gösterecektir.

                                   YER SOFRASI, GÖK SOFRASI...        

Peygâmber Efendimiz (SAV) de yazmayı tavsiye etmiştir.

            Enes bin Mâlik (ra)’in rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’e göre Efendimiz (SAV);

            İlmi yazarak (sağlama) bağlayın (kaybolmaktan koruyun).”

            buyurmuşlardır. Yine, Ashaptan biri Efendimiz(SAV)e gelerek;

            “YâRasûlâllâh! Hâfızam  kuvvetini kaybetti.

            İşittiğim sözleri aklımda tutamıyorum!” deyince, Efendimiz(SAV):

            “Sağ elinden faydalan!” buyurdu. Adam tekrar:

            “Nasıl faydalanayım, ey Allâh’ın Rasûlü?” deyince;

            “İşittiğin sözleri yazıp bir yere sakla!” tavsiyesinde bulundu. (Tirmizî)

            Tamam da, neler yazacağız? Meselâ, hâtıra yazmak, ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır derler. Hakîkâten, nice ibretli, aydınlatıcı hâtıraları bulunan insanlar bunları alıp toprağa götürürler. Ne yazarlar, ne de birine anlatıp ta yazdırırlar. Hâlbuki yazmak, geleceğe mîras bırakmaktır. Güne şâhitlik etmektir. Öldükten sonra, bıraktıklarıyla 2. bir dünyâ hayâtı yaşamaktır.

            Yazar çağının başta gelen tanığıdır. Çağına tanıklık etmek, geleceğe söz söylemek, çelik-çocuğuna ve gelecek nesillere ışık tutmak isteyen herkes yazmalıdır. Sonuçta yazılanlar, samîmiyet özlü ve hayır sözlü olduğu sürece, Hak katında kaybolmadığı gibi, halk yanında da zâyi olmayacaktır.

            Kendiniz yazabilirsiniz. Yazamıyorsanız, çocuklarınıza, torunlarınıza, ya da yazanlara yazdıra bilirsiniz. Yeter ki anlatacağınız şeyler olsun ki, illâki vardır. Yazının ve yazılanların yazgıya katkısı da unutulmamalıdır.

                         YAZANLARIMIZA, YAZMAYANLARIMIZA...

            Başta, tüm yazarlarımıza, yazıyorken ara verenlere ve de siz okuyucularımıza sevgi ve saygıyla arz edilir. Yazıların çeşitlenmesini isteyenler bu çağrımıza özellikle kulak kabartmalıdırlar.  Bu arada, Recep Azaklı Ağabey’in, Dr.Beylerimizin yazılarını özledik.

            İlgiyle okunan, adları ve muhtevâlarıyla gazetemize çeşniler katan Yer Sofrası, Dem-lik, Şenhâneler, Akarsu her nedense sukûta büründü. Bizler de, okuyucularımız da bunun farkındayız. Bu noktada bir şey söylememek için epey direndik. Ama, mevcutlarla birlikte yeni isimlerle, yeniliklerle yeniden ve tâzelenerek başlamak istiyoruz.

            Değerli yazarlarımızı ve tüm sizleri, Ordumuzun kültür, sanat, edebiyât ve yazı âlemine katkı ve omuz vermeye dâvet ediyoruz. Bu anlamda yardımcı olmaya, fikir üretmeye, teklif getirmeye dâvet ediyoruz. Sayfalarımız ve gönüllerimiz herkese açık.

            Çocuklarımız, milletimiz ve ülkemiz adına, daha güzel bir gelecek;

            yeni bir ruh ve heyecan için, “bilelim, bilesiniz, bilsinler” ves’selâm


ORDU HAYAT GAZETESİ

29.12.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 40 41 42 43 44 [45] 46 47 48 49 50 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...