Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607172
 Sitede Aktif: 16
 Ip: 172.70.179.136
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2009

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
25
BAYRAMLARI BAYRAM YAPAN..
MIZRAP 2009

Yorumlar(0)

BAYRAMLARI BAYRAM YAPAN…

            Değerli okurlar! Geçen cumâ iki bayramı birden idrâk etmiştik; Kurban ve Cumâ bayramları olarak. İşte bir hafta geçip gitti. Bayramlarımız tekrar mübârek olsun.

Hatırlanacağı gibi, bayram öncesinde havalar çok soğuk, çepel ve fırtınalıydı. Arife gününü de görünce, havaların böyle açılacağı hiç tahmin edilemezdi. Bayram sabahı kalktığımızda havalar açılmıştı. Ondan bu yana her yer günlük-güneşlik. Hattâ, 4. günün gecesinde de bayağı yağmur yağdı. Artık güneşli günler geçti derken, sabah güneş yine pırıl pırıl karşıladı bizi.

Değişik ülkelerden bayram dolayısıyla arayan dostlara da sorduğumuzda, aynı şekilde; bayram sabahıyla birlikte havaların açıldığını ifâde ettiler. Sözün özü, Rabbimizin bu bayrama özel bir lütfu oldu bu. Her kes kurbanlarını bulaştırmadan rahat rahat kesti, ziyâretlerini ayağı kaymadan, paçası çamurlaşmadan, başına damla düşmeden gerçekleştirdi. Rabbim dilerse neler olmaz ki?!

KÖY SABÂHI

            Bayram namazlarına köye gitmeyi âdet edindik. Konu komşuyu bir arada görmek güzel oluyor. Başka zamanlarda böyle topluca bir araya gelinemiyor zâten. Sâdece bayramı köylüleriyle yaşamak için İstanbul başta olmak üzere uzak gurbetlerden gelenler var. Biz niye gidemeyelim 15-16 km’lik yolu? Gidiyoruz ve iyi de oluyor. Namazdan sonra toplu bayramlaşarak, bu günkü genel komşuluk ve kardeşlik görevi yerine getirilmiş oluyor en azından. Hocamızın verdiği çikolata ile ikramlar da başlamış oluyor. Sonra evlere…

            Hem, bayram namazları yıllık kongre gibi bir şey oluyor köyde aynı zamanda. Muhtar başta olmak üzere herkes köyle ilgili uygulamalar, projeler hakkında duygu ve düşüncelerini dile getiriyor. İçerde zaman almak istemeyenler dışarı çıkınca bahçede dillendiriyorlar meramlarını. Netîcede köy şuuru pekişiyor.

TABANCA SESLERİ

            Eskiden, câmiden çıkar-çıkmaz tabancalar atılırdı. Karşı köylerden, cevap mâhiyetinde sesler gecikmezdi. Buradan bir hamle daha yapılır, karşı köylerden tek-tük cevap sesleri yankılanırdı; derken sesler batardı. Bizimkiler eve varana kadar rahat dursalar da, ev yanına gidince bir fasıl daha geçerlerdi. Mahalle mahalle dolaşırdı sesler. Herkes tabancalarını şöyle bir denemiş olurdu böylece. Tâbiri câizse pasını silerlerdi namluların! Bayram bunun için bir fırsat olarak değerlendirilirdi. Son senelerde bu âdet unutulmaya yüz tuttu. Anlı-şanlı Eymür Köyü’müz bile bu anlamda uslandı.

            Ama, bizim bir adetimiz var ki devam ediyor. Tabiî kendi aramızda. Köydeki amcalarımızdan biri, gelecek bayram diğeri şeklinde bizi kahvaltıya alıyor. Câmiye gelen akrabalar olarak, eve gitmeden önce oraya geçiliyor. Lâfın, muhabbetin güzeli ve en tatlısıyla bayram sohbetleri başlamış oluyor. Sonra her kes evlerine dağılıyor.

ESAS, GELMESEYDİNİZ EZİYET OLURDU!

            Bu bayram teyzemlerdeydik. Babamla amcam bacanak olduğu için, teyzem aynı zamanda amcamın hanımı. Amcalar, yeğenler, eskilerden, yenilerden, yerlerden-yurtlardan konuşuldu. Ballar, börekler atıştırıldı, çaylar içildi. Çok hazırlık yapılmıştı. Ama artık kalkma zamanı gelmişti. Çok teşekkürler ettik. Büyüklerin ellerini öptük. Çıkarken de, iltifat olsun diye;

<!--[if !supportLists]-->-         <!--[endif]-->Teyze, sabah sabah size çok zahmet verdik, eziyet ettik! dedim.

İşte örnek bir Anadolu kadını örneği; cevâbı ânında yapıştırdı:

            -    O nasıl söz? Esas, gelmeseydiniz eziyet olurdu!

NAMAZSIZ BAYRAM OLMAZ!

            Günlerden bayram sabahı! Baba oğlunu namaza kaldırmaya çalışıyor:

<!--[if !supportLists]-->-         <!--[endif]-->Oğlum kalk, Bayram sabahı! Namaza gidelim birlikte!

<!--[if !supportLists]-->-         <!--[endif]-->Hiç olmazsa bu sabah kalk! Namazsız bayram olur mu?

Sonra, öylesine ağzından çıkan bu sözler dilinde dönenip duruyor. Arkadaşlarıyla paylaşıyor. Herkes hoş bir deyim olarak karşılıyor. İşte ben de buraya yazıyorum:

“NAMAZSIZ BAYRAM OLMAZ”

 Ve bu sözü biraz açarak diyorum ki, ne bu dünyâda, ne de gerçek âlemde olmaz! Namazın ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Anlatmaya, ne zaman ne de zemin yeter. Onun için bu sözü kestirmeden bir darb-ı mesel gibi dağarcığımıza nakşetmemiz, bir hayat formülü hâline getirmemiz, sonsuz bayramlara ermede belki bir vesîle payı teşkil edebilir. Bayram güzelse, sevinçse, mutluluksa ve coşkuysa, onu hep yaşamak, sonsuzda da yaşamak kim istemez?! İşte o zaman ve her zaman diyoruz ki; Namazsız bayram olmaz!

            Yüce Mevlâ bizlere nîmet ve lütuflarının farkında olmayı, sabırsa sabır, şükürse şükür, her ne ise, yeri ve gereğine göre müslümanca hareket edebilmeyi, gösterdiği istikâmeti lâyıkıyla anlayıp, sapmadan gidebilmeyi nasîp eylesin…

            Böylesi, daha nice güzel cumâlara ve bayramlara millet, ümmet ve insanlık âlemi olarak hep birlikte tekrar tekrar ulaşabilmek dileğiyle ves’selâm…

ORDU HAYAT GAZETESİ

03.12.2009


Mar`12
25
MEZAR ÜSTÜ ÇİÇEKLERİ..
MIZRAP 2009

Yorumlar(0)

MEZAR ÜSTÜ ÇİÇEKLERİ…

Bu bayram, daha arifesinden başlamak sûretiyle güzel ve bereketli geçti. Arife günü, önceleri gide geldiğimiz mezar üstlerinin hepsine de uğramak nasîp oldu. İnsanlarımız dirilere gitmeden önce ölüleriyle hem hâl olup bayram vaziyetini alıyordu. Çünkü bayram, ölüsüyle dirisiyle herkesi buluşturan bir coşku biçimiydi. Onlar unutulmamalıydı ki, yarın bizler de unutulmayalım! Hem, hayat ölümle bitmiyor, gerçek boyutunu kazanıyordu. Bayram bir bakıma, onlarla bütünleşebilme duygusuyla anlam kazanabiliyordu.

Bir ucu sonsuza varmayan bayram hakîkî bayram olamazdı. Bunun için de örfümüz, bayram arifesinde yollarımızı mutlak mezarlıklara uğratıyordu. Belki de biraz, bayram diyerek, seyran diyerek,  sevinç ve neşenin ölçüsünü kaçırmayalım diye!

Ama, yer kabristan da olsa şakalar, takılmalar sürüp gidiyor. Hayat da bir şaka gibi değil mi zâten sonsuz hayâtın aynasına vurduğumuzda?! Gerçi, gerçeğinden daha ciddî bir şaka! Çünkü, sonsuz hayâtın meyvelerinin tarlası bura. Hiç de şakaya, boşluğa ve boş bulunmaya gelmez aslını sorarsanız!

ÖLÜMÜN YÜZÜ!

Evet, mezar üstlerinde ağlansa da, sızlansa da, ölenler için yanılıp-yakılınsa da, yine de kimse ölmek istemiyor. Nitekim o gün uğradığımız mezarlıklardan birinden tam çıkarken diğer bir grup çıka geldi. Karşılaşınca, özellikle bayramdan bayrama görüşme imkânı olabilen yakınlarla ister istemez hasbihâl ediliyor ayaküstü de olsa. O arada 50-55 yaşlarında biri 70’ine yaklaşmış akrabası bir teyzeye takılıyor:

<!--[if !supportLists]-->-         <!--[endif]-->Yenge; Hasan Amca, bir kenarda tek başına yatıyordu zavallı!

Teyze, daha bir şey söylenmesine fırsat vermeden ânında yapıştırdı cevâbı:

            -     Aman aman yalnız yatsın; aman, lâzım değil!

Tamâmen soğuk bir duş etkisi yaptı sözler. Hani ne derler; “ölümün yüzü soğuk!”

Bir de şöyle bir söz var; “Herkes cennete gitmek ister lâkin, kimse ölmek istemez!” diye. Görüldüğü gibi, aynen öyle!

Ölümün şakası bile güzel gelmiyor. Kaldıramıyoruz insanlar olarak. Ama, istemesek de başlara gelecek. Ne mutlu tedbirli olabilenlere!

Hz.BİLÂL-İ HABEŞÎ, MÜMİNLERİN KARDEŞİ!

            Çakalçıkmaz’da, bana adını verdikleri, babamın anadan dedesi Nûri ODABAŞ (Gümüşhâneli Nûri Ağa diye mâruf) ve âilesi yatıyor. Mezarları, Boztepe Hastânesi’nin olduğu yerdeydi. İnşaat sebebiyle buraya taşındı. Genellikle ilk orayı ziyâret ediyoruz.

Ve genellikle ben oradan sonra, aynı mezarlıkta yatan ve 1992 yılında oraya defnettiğimiz Ünyeli, Hâfız Mahmut YILDIZ Ağabey’i de hep ziyâret etmeye, bir fâtiha olsun okumaya çalışırım. Kendisi Ordu İmam-Hatip Okulu’nun ilk mezunlarından, bizim nesle ağabeylik etmiş, çok babacan ve hizmet mesleğinin önde gelen dirâyet ve kâbiliyetlilerinden birisiydi. Aynı zamanda Osman ALTAŞ Hocamızın da dâmadı olan Ağabeyimiz, gerek insan, gerek hoca, gerekse öğretmen olarak, bizim câmianın yıldızlarındandı. Allâh rahmet eylesin.

            Bu defâ da ziyâret ettim mezarını. Bir fâtiha, üç ihlâs okuduktan sonra duâ ederken, merhûmun sesinin gürlük ve güzelliğinden ilhâmla şöyle bir cümle döküldü ağzımdan:

            -   Allâh’ım, onu Hz. Bilâl Efendimiz’e yoldaş eyle! Bizleri orada buluştur!

Nasıl, güzel bir duâ olmuş değil mi? Kendimizi de araya sıkıştırmışız! Neden olmasın? Rabbimizin lûtuf ve keremine had ve hudud var mı? O buyurmuyor mu, rahmetimden ümit kesmeyin diye?!

NÜKTE TOPRAĞI

            Daha nice nükte ve hikmetler gizli bizim toprağımızda. Yeter ki duyargalar açılsın, etrâfa dikkât gözüyle bakılsın, bir şeyler görülmeye çalışılsın. Aslımız toprak değil mi zâten? İnsan ona kavuşunca yuvasına kavuşmuş oluyor sonuçta. Orada neşelenmesi, çiçeklerle, böceklerle, ağaçlarla yârenlik etmesi, hattâ biraz şımarması çok olağan değil mi?

Meselâ, mezarlıklarda doğayla birlikte kendi doğanızla da buluşuyorsunuz. O çiçekleri görünce, susamlara toslayınca, çimenleri çiğnedikçe, rüzgâr sonbahar yapraklarını yollarınıza serdikçe, çevrenize serpiştirdikçe, bu dünyânın parkelerden, mermerlerden, karolardan, taşlar, plâstikler, vernik ve sayısız kimyasallardan ibâret olmadığını hissediyorsunuz. Tabiatın sâdelik ve yalınlığı kuşatıyor sizi. Rûhunuz diriliyor, kâlbiniz duruluyor. Mezarlıklar, bir yandan ölümü hatırlatırken diğer yandan sizi kendiniz ve gerçeğinizle yüzyüze getirerek âdetâ yeniliyor.

            Öbür yandan, kimileri Kur’an okurken, kimileri de çapalama yapıyor kabir çevresinde. Yanlarına kazma-kürek, bıçkı-bıçak almış ayrık otları temizliyorlar. Çiçekleri düzenliyorlar. Genelde, giyim-kuşam îtibârıyle de nispeten derlenme-toparlanma çabaları göze çarpıyor. Mezarların hem içini, hem de dışını güzelleştirmeye çalışıyorlar.

Yüce Rabbimiz, bu çabaları yaygınlaştırmak sûretiyle kendi içimizi ve dışımızı ve de tüm hayâtımızı güzelleştirmeyi, böylece güzel insanlar arasına karışarak Efendimize komşu olmayı ve her şeyden önce bundan böyle bu şuurla yaşamayı bizlere nasîp eylesin inşâllâh. Âmin…

Sonuçta hepimiz, bir müddet sonra evlerimize, yuvalarımıza, kendi âlemlerimize doğru akıp gitmiş ve gidecek olsak da, ziyâret için geldiğimiz bu yerlerin dönüşü olmayan yolcularıyız. Mezar çiçekleri de bu yolun cennet işâretleri gibi. Ne mutlu sâdece üsttekilerine değil, toprağın altındaki çiçeklere de ulaşabilenlere.

Yüce Mevlâ, o sonsuz bayramın çiçeklerini görenlerden eylesin cümlemizi ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

02.12.2009


Mar`12
25
BAYRAM ÖNCESİ, GREV GÜNCESİ..
MIZRAP 2009

Yorumlar(0)

Bayram öncesi, arifenin arifesi gün, Çarşamba gün grev vardı ülke çapında. Şehrimiz de bundan nasîbini aldı. Ortada, karıştırıcılar tarafının istismarına açık kritik bir durum söz konusu olduğu için tüm güvenlik birimleri ve memleketin eski günlere bir daha dönmesini istemeyen sağduyulu yürekler endîşeliydi doğal olarak. Duâ ediyorlardı için için, aman huzûr bozulmasın, bayram arifesinde bir tatsızlık çıkmasın, bulanık suda balık avlamak isteyenlere gün doğmasın diye!

O gün ben de işlerim dolayısıyla şöyle bir dolaştıktan sonra, gazeteye uğrayıp iş yerine döndüm. Herhangi bir olağanüstülüğe şâhit olmadım. Yalnız uzaktan davul gırnata sesleri geliyordu. Bir taraflarda bir coşku vardı. Bayram mıydı, yoksa seyran mı? Ne olduğunu, nasıl olsa duyardık! Onun için pek de ilgilenmedim.

Ama, edindiğim intibâ, vatandaş ekseriyeti bu tür zoraki çıkışlara prim vermiyor artık. Sokaktaki konuşmalara kulak kabartmanıza gerek yok. İnsanlarımız birbirleriyle ayaküstü konuşurken bile seslerini özellikle yükseltiyorlar ki çevreden de duyulsun ne dedikleri:

Selâmün aleyküm! Hayr’ola, nereden böyle?

Aleykümselâm. Mâlum bu gün hafta. Bayram öncesi, Çarşamba pazarına bir uğrayalım dedik. Belediyede işlerim vardı. Grev varmış, öğleden sonra gel dediler.

Ben de denk geldim. İki saat kadar önce ben de oralardaydım. Neymiş; grev varmış. Memurlar orada. Öğrenciler zâten bayılıyor!

Çoğu öğrencilerin nerelerde dolaştığı belli değil. Bir kısım öğretmenler öğrencileriyle bir aradaydı. Belediye Meydanında davul çalıyorlardı. Memurlar çalıyor, çocuklar oynuyor gibiydi. Neşeleri yerindeydi.

GÖREVSİZ GREV!

N’olacak, maaş geliyor. Kömürler veriliyor. Bayram da geldi. Domuz gribi, domuzların bahçeleri harap ettiği gibi okulları ve resmî dâireleri birer-ikişer yokladı, hasır etti! Millet izinli, raporlu. Tâtil üstüne tâtil. Görev zâten yapılamıyor. Bu neyin grevi, anlayamadık! Yapılmayan görevin grevi!

Her hâlde zamdır dertleri. Neye zam geliyor ki maaşa da gelsin?! Hem, görev alana kadar başvurmadık kapı bırakmıyorlar, ayaklarına yer ettikten sonra da devlete kafa tutuyorlar! Hiç maaşı olmayan bir sürü insan var memlekette. Onlar ne yapsın?

İki kişi böyle konuşurken, diğer taraftan bir kişi daha girdi söze:

Bunlar öğretmen ya da memur olacakları zaman ne kadar maaş alacakları belli değil mi? Azınsıyorlarsa, baştan görev istemesinler! Başkalarına da sebep olmasınlar hiç olmazsa! Komşumun üç çocuğu da üniversite mezunu, hiç birinin işi yok. Peki bunlar ne yapsın? O da grev yapsın diyeceksin ama önce işe girmesi gerekli onun için de!

Hem, memur grevinde parti arabalarının ne işi var? CHP otobüsünü gördüm orada. Memurlar üzerine çıkmış bağırıp-çağırıyorlardı!

Arkadaş, bu işler derin fitne-fesatçıların işi! Huzurdan rahatsız olanlar var. Bana kalırsa bu işin arkasında Ergen derin karıştırıcılar var. Âh bir karıştırabilseler ortalığı ve eski günlere dönebilseler yok mu; seyret sen o zaman! Allâh korusun!

Desene hiç iyiye gitmiyoruz!

Öyle değil. İnşâllâh olmaz. Allâh bu günleri gösterdi, çok şükür. Karıştırıcılar cezalarını bulacaklar. Günlerin daha iyilerini göreceğiz inşâllâh. Ben ümitliyim. Bu millet duâlı millet!

Biraz ilerliyoruz. Bir kavşağı geçtik gidiyoruz. Vatandaş yanındakiyle konuşarak geliyor. Hem trafiğe dokunduruyor, hem millete, hem grevcilere:

Kriz diyorlar! Ne krizi arkadaş? Kriz, nasıl krizse yolları kesmiş; baksana! Her yer araba! Yürü yürüyebilirsen!

Kriz var olmaya var da, yokluk krizi değil; varlık krizi beyim!

Çok doğru. Geçen hafta yayla yollarına giden-gelen arabaların haddi-hesabı yoktu. Neyle gidiliyor oralara? Tabiî ki arabayla ama, araba neyle gidiyor? Elbetteki parayla!

MİLLET İŞİN FARKINDA

Millet böyle konuşuyor. İşin farkında. Ağzını tutamazsınız. Bir şey de yutturamazsınız! Siz ne derseniz deyin! Demenize de gerek yok aslında. Tıpkı bizim şu an yaptığımız gibi. Bizim yaptığımız ayna tutmak. Elçiye zevâl olmaz.

İşte, böylesi konuşmalar ve kafa karışıklıklarıyla arife gününe geldik. Bereket, korkulan olmadı. Bayramsa, havasıyla suyuyla tam bir bayram oldu çok şükür. Yarın da, Bayramın ardından diyerek devâm edeceğiz inşâllâh.

            Bayramınızı tekrar tebrik ediyorum.

Yüce Mevlâmızın, bayramlarımızı, bizi sonsuz  bayramlara ulaştıracak

hidâyet yolunun basamakları eylemesini niyâz ediyoruz ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

30.11.2009


Mar`12
25
KURBAN NÜKTELERİ
MIZRAP 2009

Yorumlar(0)

KURBAN NÜKTELERİ

Yarın Arife Günü, öbür gün Bayram. Şimdiden mübârek olsun. Yarın sabah başlayacak olan Tekbir çağıltısı bayram boyunca bizleri cennet iklimlerine kanatlandıracak. Kurbanın getireceği terbiye ve vereceği ders bizi Rabbimize daha da yakınlaştıracak, aramızdaki kurbiyet ve muhabbeti artıracak. Bayramları “bayram” gibi yaşaya yaşaya sonsuz bayramlara erişeceğiz inşâllâh!

Mâlum, bayram günleri, neş’e ve sevinç günleridir. Elbette, yine de ve her zaman olduğu gibi, ölçüyü göz ardı etmemek kaydıyla nîmetlere rağbet günleridir. Bayram günlerinde orucun tasvip edilmemesi bu anlamdadır. Sohbet, muhabbet, arkadaşlık, samîmiyet ve kardeşlik kavramlarının ön plânda olduğu demlerdir bu demler.

Biz de bu Kurban Bayramı yazımızı, bir nükte, bir söz, bir şiirle değerlendireceğiz:

SAÎD’İN BAŞINI KESECEKLER!

20. asrın ilk çeyreğinden başlamak sûretiyle günümüze ve gelecek çağlara hayâtı, mücâdelesi ve ahlâkıyla, Allâh ve Peygâmber (SAV) yolunun en güzel örneklerinden biri olarak damgasını vurmuş olan ve bundan dolayı da kısaca BEDÎUZ’ZAMÂN olarak adlandırılan Üstâd Saîd-i Nursî Hazretleri, bir dâvet üzerine Ankara’ya gelir.

Günlerden Kurban Bayramı arifesidir. Orada, o zamanlar Siverek Mebusu olan, tanıdıklardan Yüzbaşı Abdülgânî Ensârî’yle karşılaşır. Sohbet arasında:

- Ensârî, biliyor musun? Yarın Saîd’in başını kesecekler! Haberin var mı?

Ensârî şaşırır. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemez! Onun, görevleri ve konumu gereği kendini sorumlu hissederek, bir şeyler yapabilme düşüncesiyle telâş içerisinde kıvrandığını gören Bedîuz’Zamân, yaptığı nükte konusunda, muhâtabını rahatlatan açıklamayı geciktirmez:

- Saîd kelimesinin başından Sin harfini alırsan, geriye Îyd kalır ki, o da Bayram demektir. Mâlum, yarın da Kurban Bayramı.

SENİN VE BENİM KANIM

Kurban, bir rutin ibâdetin ötesinde, yılda bir yaşanan ve çok farklı boyutları olan bir ameliyedir. Bir yanda hayvan, onun sevgisi, maddî bedeli var. Öte yanda kan var, infak var, sadaka var. Gerek ferdî, gerekse toplumsal çok yönlü ve çok canlı yaşanan bir süreç. Hayvan her ne kadar kesilse de çok şey söylüyor bize. Bizim de ona söyleyeceklerimiz olabilir. Bu noktada Halil Cibran’ın söylediklerinden tüyo alabiliriz. Söz onda:

BİR HAYVAN KESTİĞİN ZAMAN, İÇİN İÇİN ONA DE Kİ;

“Seni kesmeyi emreden kuvvet beni de öldürecek,

Ben de senin gibi bir varmış, bir yokmuş olacağım!

Sen, benim elime teslim eden kânun

Beni de daha kuvvetli bir ele teslim edecek!

Senin ve benim kanım,

Ecel ağacını besleyen bir sudan ibârettir!”

Halil  CİBRAN

BAYRAM, O BAYRAM!

 Son söz, hepimiz için sonsuz bayramlara ulaşmak olsun inşâllâh. “Sonsuz bayram” da nedir? Diye sorarsanız, onun cevâbını da Alvarlı Mehmet Efe Hazretlerinden alalım. Ne kadar güzel özetlemiş, bakınız:

MEVLÂ BİZİ AFFEDE

BAYRAM, O BAYRAM OLUR

CÜRM Ü HATÂLAR GİDE

GÖR NE GÜZEL ÎYD OLUR…

Kurban Bayramımızın milletimiz, memleketimiz,

tüm İslâm Âlemi ve insanlık için

-hem madden hem de mânen- insan kurbanlarının olmayacağı

bir dünyâya doğru gidiş vesîlesi kılmasını

Cenâb-ı Hakk’dan niyâz ederek, bayramınızı kutluyor,

en kalbî selâm, sevgi ve saygılar sunuyoruz ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

24.11.2009


Mar`12
25
SEVİYENİN BÖYLESİ
MIZRAP 2009

Yorumlar(0)

SEVİYENİN BÖYLESİ!

Geçen hafta sonu yapılan ve bir önceki yazımıza konu ettiğimiz KUR’ÂN TİLÂVETİ yarışmasına katılan bir öğretmen arkadaş vardı; adı önemli değil. Öğrencisiyle berâber aynı yarışmaya katılma olgunluğunu sergilemişti.

Kişiliği, duruşu ve okuyuşuyla başlı başına bir değer olan arkadaşımız, yarışmaya bir ilgi ve seviye katma adına oradaydı. Hakîkâten, öyle de oldu. Kendisini buradan tekrar tebrik ediyor, takdirlerimi sunuyorum.

Ne yalan söyleyeyim; yarışmacılar okurken, keşke ben de okuyabilseydim diye geçti içimden zaman zaman. Ama, acabâ, yaş haddi müsâit olsaydı ben de katılır mıydım? Böyle bir durumla karşı karşıya gelmeden bir şey söylemem zor. Ancak, bu arkadaş gibi olup katılabilmeyi çok isterdim! Neden mi; bu bile başlı başına bir yiğitlik istiyor da ondan?!

BİR TAKDİR, BİR TEKDİR…

Nitekim, aldığı eğitimin bu öğretmen arkadaşdan daha yüksek olamayacağını tahmin ettiğim bir meslekdaş ise, kendi seviyeleriyle mütenâsip görmediklerini söyleyerek yarışmaya katılmaktan imtinâ etmişler. Arkadaş, sözünün de eriymiş ki, o gün o civarlarda yağmur altında dolaşıp durduğu hâlde, yarışmayı izleme lütfunda dahî bulunmamış! Tenezzül buyurmamışlar yâni! Ordu’da neler varmış da, haberimiz yokmuş! Belki bu yazı vesîlesiyle görüşmek nasîp olur da, kendileriyle teşerrüf ederiz!

Demek ki değerli okurlar, yarışmaya katılmak sâdece bir tilâvet ve kâbiliyet meselesi değil; her şeyden önce bir terbiye meselesidir. Arkadaş, efendice bir mâzeret belirtip kenara çekilmiyor da, girmedikleri ve de izlemedikleri yarışmanın seviyesinden dem vuruyor!

Ancak, o arkadaş(öğretmendir, imamdır, müezzindir, ya da Kur’ân eğitimi almış esnaf bir arkadaşdır, her kimse) bu noktada haklı gibi. Daha önce bir çok birincilikleri olan ve gerçekten güzel okuyan arkadaşlar arasında dereceye girme şansları olamayabilirdi. Bu seviyeli kardeşimize de 2.lik, 3.lük yakışmazdı ve seviyesi de bayağı düşerdi! Sonra halkın gözünden de düştüğünü düşünür, hafakanlar basar, en son da kafa karışıklığından, merdivenlerden yuvarlanabilirdi günün birinde!

Yanılıyorsunuz, mesele öyle değil! diyorlarsa, kendilerinin seviyesine uygun hiç mi yarışma olmuyor memlekette; oralarda girsinler de bir görelim seviyelerini?! Türkiye’de yoksa, Dünyâ’da da mı yok böylesi yarışmalar acabâ?!

AYIP MI, GÜNÂH MI?

Kusura bakma kardeş, din, diyânet, Allâh, peygâmber deyip, ilk ve en büyük günâhın kibir, gurur olduğunu bilip de, Allâh’ın verdiği imkân ve kâbiliyetlerle, O’nun kullarına havalanmak hangi kitapta yazıyor, söyler misiniz?

Belki şaka kabîlinden söylediniz bu cümleleri. Ama, şakası bile güzel değil! Bizim câmiada, bu ve benzeri tavır ve hastalıkları olanlar olabiliyor zaman zaman ama bu bize, -hele hele birbirimize karşı olunca- hiç yakışmıyor! “Çok ayıp!”ın ötesinde, çok çok günâh!

Bu konuda o kadar çok âyet, hadis, kelâm-ı kibar, vecîze, menkıbe, kıssa, hikâye vs. var ki, anlayana aşağıdaki hadis-i şerif hepsini özetliyor:

“ Bir kimseye günâh olarak mü’min kardeşini hor görmesi yeter!” BUHÂRÎ

Evet, bu yarışmaya hiç olmazsa izleyici olarak katılma inceliğini göstermeliydin sevgili kardeş. Sende tevazûdan hiç mi behre yok?! Bu kadarcık bir lûtfu esirgememeliydin Kur’ân atmosferinden! Ama, olmadı. Olsun! 

İyi niyetlerle ve nice meşakkâtlerle sergilenen gayretlerin ve emeklerin de mi hiç hatırı yoktu? Sizi bu seviyelere getiren, hattâ –anlaşıldığı kadarıyla!- çok ötelere geçiren de bu gayretler değil mi? Herhâlde, iddiâ ettiğiniz bu seviyeye yalnız başınıza gelmediniz!

BEREKET VERSİN Kİ…

Bereket versin ki, herkes sizin seviyenizde değil! Yoksa KUR’ÂN YARIŞMASI öksüz kalacaktı! Ya izleyiciler câhildi, ya da gerçekten seviyeliydiler de, Kur’ân denilince, yağmur-yağış demeden yollara döküldüler! Allâh hepisinden râzı olsun! Yoksa, seviyelilere(!) kalsa gayretlerin yorgunluğu çıkmayacaktı gibi!

Bu insanoğlunun burnu büyüyünce ne oluyor;

cennet kokusunu daha mı çabuk ve kolay alıyor?

SEN ORDU İÇİN BİR NÎMETSİN!

Sevgili arkadaşım, bilmem farkında mısın, bu vesîleyle bir gerçek ortaya çıktı ki; aslında sen yöremiz için bir nîmetsin! Her kim isen çık ortaya ve bir kurs aç da millet seviye kazansın! Mâdem, jüri dâhil, yarışmaya katılan ve daha önceden Türkiye 1.liği olan yarışmacılar ve hâfızlar dâhil herkeste bir noksanlık gördün; sende de bunu giderecek imkân ve meziyet var; o hâlde ne duruyorsun?

Eğer duruyorsan, Hak kelâmının daha iyi okunması için bir çaban yok demektir. Dolayısıyla, mes’ûliyetinin boyutunu sen düşün! Seviyesini ihraz ettiğiniz bu ilim için mutlakâ bir başlangıç yapmalısınız. Aksi hâlde Hak katında da, halk yanında da mes’ûl duruma düşersiniz. Benden söylemesi! Eğer değerlendirmelerinizde samîmiyseniz tabiî!

YARIŞMANIN KAYBEDENİ VAR MIYDI?!

Bu son yarışmada, öğrencisiyle yarışmaya katılan o değerli öğretmen arkadaş en başta olmak üzere izleyenler dâhil herkes kazandı. Tek kaybeden, havalanarak gururistan ve kibiristan semâlarında kanat vurmayı tercih eden, -dolayısıyla yarışmaya katılmamış olduğunuz hâlde- sizdiniz.

Kibir bizi ne kadar uçursa da, en son herkesin

gelip konacağı yer kabir değil mi aziz kardeş!

Ne gerek var kardeşlik muhabbetini bozan havalara;

insan ve aynı yolun yolcuları olarak, aramızda böyle dâvâlara?

Bize düşen, kardeşlerimizi ve faaliyetlerini önemsemektir.

Hattâ, ne tür imkânımız varsa katılıp, destek olmaktır.

Sesimizin güzelliğini köstek havaları çalarak göstermemektir!

Biraz iltifat görünce şımarıp, ne yaptığını bilmez hâle gelmemektir.

***

Sevgili kardeş. Her kim isen, sana yine de teşekkür ediyorum!

Neden mi? Bir hastalığımızı teşrîhe vesîle olduğun için.

Mâlum, dertler paylaşıldıkça azalırmış, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

22.11.2009


Toplam 65 Blog, 13 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 1 2 [3] 4 5 6 7 8 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...