Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607171
 Sitede Aktif: 16
 Ip: 172.70.179.135
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2009

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
25
SAYIN BAŞBAKANA KATILMIYORUM
MIZRAP 2009

Yorumlar(0)

SAYIN BAŞBAKANA KATILMIYORUM!

 

 

Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN bundan birkaç gün önce habercilere, Demokratik Açılım'la ilgili 10 Kasım tarihinde oturum yapılacak olmasıyla ilgili seslendirilen eleştirilere verdiği cevapta:

"10 Kasım matem günü değil. 10 Kasım'da yapılacak olan Demokratik Açılım oturumu Atatürk'ün anlayışına uygun." dedi.

Bu cevap istisnâsız bütün ajans ve basın-yayın organlarında yer aldı. Sen misin öyle diyen; çok yoğun bir saldırı hamlesiyle karşı karşıya kaldı Sn. Başbakan. Çünkü bu memlekette kendi çıkarlarına endeksledikleri bir takım mevhum hassâsiyetler üzerinden racon kesme alışkanlığı olan insanlar vardı. Bu hassâsiyetler üzerinden piyasa yapan, hattâ siyasa yapan, ekmek yiyen çevreler mevcuttu. Bu tezgâhlarını ellerinden almaya kalkanlara karşı feryâd ü figân etmeleri eşyânın tabiatına aykırı olamazdı. Çünkü, geçim kaynağıyla oynanan herkes bir şekilde tepki gösterir. Bu doğalın doğalı bir şey değil mi sizce de?!

Her ne kadar böyle söylesem de, maalesef bu gün ben de o tarafın tarafındayım!

Evet, 10 Kasım mâtem günüdür!

Hem de ilk günlerde olduğu kadar ağlanacak, yürekler dağlanacak, hattâ feryâd ü figân edilecek kadar sıcaklığı devam edecek bir mâtem günüdür!

Çünkü, bu gün, sâdece Atatürk’ün öldüğü gün değil; aynı zamanda Cumhûriyet’in kendisine emânet edildiği gençliğin de hem madden, hem de mânen öldüğü bir gün! Hem bedenen kesilip-doğranıldığı gibi, rûhen ve ahlâken de yozlaştırıldığı haberlerinin ekranları ve manşetleri doldurduğu gündür bu gün. Sembolik bir-kaç olayla konuyu açıklamaya çalışalım.

İşe, kendi vilâyetimizden bir örnekle başlıyoruz: Bir çok ulusal gazetede LİSEDE AŞK CİNÂYETİ, diğerlerinde OKULDA DEHŞET, SINIFTA CİNÂYET şeklinde dramatik başlıklarla manşetten verilen haber, Nuh KIRCA arkadaşımızın ordugazete.com’unda şu cümlelerle özetlendi:

AŞKINA KARŞILIK BULAMAYAN ÖĞRENCİ DEHŞET SAÇTI. LİSE SON SINIF ÖĞRENCİSİ AŞIK OLDUĞU KIZ ARKADAŞINI BIÇAKLA ÖLDÜRÜRKEN OLAYI ÖNLEMEYE ÇALIŞAN ARKADAŞINI DA OMUZUNDAN YARALADI.

Diğer haberlerin dehşet ölçüsü de bundan aşağı değil:

LİSELİ KIZ HASTANE TUVALETİNDE DOĞURDU!

15 yaşındaki H.D. doğurduğu bebeğini hastanenin tuvaletine bırakıp kaçtı. Görevliler tarafından bulunan kız bebek tüm çabalara rağmen kurtarılamadı.

“BEKARET ŞOKU! Yargıtay, tartışma yaratacak bir karara imza attı.

Evlilikte kadında gereken vasıflar arasında bekaret de sayıldı.

Karar eleştiriliyor.” Fesübhânallâh!

Bu haberlerin ayrıntıları çok daha acıklı. Meseleyi daha da detaylandırmaya gerek yok. bu kadar örnek yeter. Aslını sorarsanız her gün 10 kasım bu anlamda. Yâni bugünden aşağı değil yıl boyu yaşanan örnekler. Kesmeler, doğramalar, tâcizler, tecâvüzler, sapıklıklar. İnsanın mîdesini kaldıran, böyle bir dünyâyı paylaşmaktan dolayı iğrendiği nice nice olaylar var. Her gün, her gün yüzlercesini yaşıyoruz. Dolayısıyla, “10 KASIM MÂTEM GÜNÜ DEĞİLDİR!” diyen Sn.Başbakan’a katılmayanlar haklı. Ama bir farkla ki; Hak’sız haklılar! Neden mi?  

Bu haberleri veren ve neyin sözcüsü olduğu meçhul bulunan gazetelerden biri, diğerlerinden bir çoğu gibi, bu sözü dolayısıyla ön sayfayı boydan boya Başbakan’a hakârete ayırmış. Başbakan’ı Atatürk üzerinden aklınca hırpalamaya çalışmış. Ama, asıl hırpalanması gerekenler, Atatürk’ü kendi ahlâksızlıklarına gerekçe yapmaya çalışanlardır. Aynı gazeteler ön sayfada Atatürk üzerinden ahkâm keserken, iç sayfalarda ahlâksızlıkları ve onun tezâhürü olan olayları ballandıra ballandıra anlatmaktan, bekâret üzerinden çağdaş uygarlık gösterisi yaparak güyâ Atatürkçülük tekeli sergilemeye çalışmışlardır. Şu sözlere göz atalım:

“Bir milletin ahlak değeri, o milletin yükselmesini sağlar.
Bir millet, zenginliğiyle değil, ahlak değeriyle ölçülür.”
”Medeniyetin esası, ilerlemesi ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır. Bu hayattaki fenalık mutlaka toplumsal, ekonomik ve politik beceriksizliği doğurur.”

“Mükemmel bir millette 'milli ahlak'ın icapları, o milletin fertleri tarafından, hiç tereddüt etmeksizin vicdani ve hissi bir zevkle yapılır. En büyük milli heyecan işte budur."

“Türklerin aşağı yukarı hep ahlâkları birbirine benzer. Bu yüksek ahlâk, hiçbir milletin ahlâkına benzemez. Ahlâkın millet oluşmasında yeri çok büyüktür, önemlidir.”
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk'ün El Yazıları, s. 358)

            Hiçbir başka gerekçeye başvurmadan, sâdece ön sayfalarıyla bile gençliği, âileyi ve topyekûn milleti ne hâle getirme peşinde oldukları açıkça belli olanların, insanlık, toplum ve millet adına, tamâmen ahlâktan, âileden ve fazîletten yana tavır sergileyen Atatürk konusunda kimseye söz söylemeye hakları yoktur.Yok olmasına yoktur ama, neylersiniz ki; bunu kabûllenmek de asgarîsinden bir ahlâkı gerektirir!

Böyle ucuzundan kısır çekişmelerin prim yapmadığı, ne madden ne de mânen mâtemlere sebep olacak olayların yaşanmadığı bir hayâtı hep birlikte paylaşmak dileğiyle ves’selâm!...

ORDU HAYAT GAZETESİ

10.11.2009


Mar`12
25
KARŞILADIĞIMIZ GİBİ..
MIZRAP 2009

Yorumlar(0)


KARŞILADIĞIMIZ GİBİ…

20 aydır ilimizde görev yapan Veysel ÇAKI Bey Hocamızın görev mâcerâsı, bilinen süreçlerin sonunda Trabzon İl Müftülüğü mecrâsına doğru seyretti. Hayırlı olsun. Dünyâda her kes, her şey gelip geçici. Rabbim hepimizin sonunu hayr’eylesin. Kendisinden çok güzel hizmetler beklediğimiz hocamızı büyük ümitlerle karşılamıştık. Kendisi de iddialıydı ve dinamik görünüyordu. Ve gerçekte de öyleydi. Ancak ne yaparsınız ki, her şey gönüllerce olmuyor. Biz de, aynı okul mezunu bir devre arkadaşı olarak, çevresinin ve yanılsamaların el verdiğince kendisine yakın durmaya, yardımcı olmaya çalıştık. Bu meyânda, dünden bu güne bakarken, hocamızın ilk geliş günlerinde yazdıklarımızın bir kısmını, geldiğimiz noktaya sağlıklı bakış açısından ilgilerinize sunuyorum.

O günkü, “MÜFTÜ BEY ve DÜŞÜNCELERİ IŞIĞINDA” başlıklı yazımıza, hocamızla ilgili biyografik bilgiler verdikten sonra, kendisinin basına deklare ettiği beyanları ekseninde şöyle devam etmiştik:

                   “…Ağrı Müftülüğü'nden Ordu Müftülüğü'ne atanan Veysel Çakı Bey’in ilimizde göreve başlayışı geçtiğimiz Cuma günü yerel gazetelerimizde de haber olarak yer aldı.

                   Haber metinlerinde verildiği şekliyle, aslen Giresunlu olan Çakı, eğitiminin bir kısmını Ordu'da aldığına vurgu yaptıktan sonra;

                   "Bu coğrafyayı tanıyorum, bu coğrafyanın insanıyım. Ancak elbette, ilk olarak meslekî gözle Ordu'yu tanıyacağız. Bunun için belki 6 ay belki daha az bir süre Ordu'yu her yönüyle yakından tanıyarak çalışmalara başlayacağız. Elbette bu bir ekip işi ve çok hassas bir görev, bir şeyler ortaya çıkacaksa onlarla birlikte olacak." dedi.

                   Bu sözleriyle, hatâ yapmamak, hassas ve kutsal din hizmetine halel getirmemek için bulunduğu yöreyi, görev yapacağı mahalli daha iyi tanımadan adım atmayacağını deklare eden sayın müftümüz, yeterli gözlem süresinin sonunda tanıyacağı çevresi ve belirleyeceği ekibiyle plânlı, programlı, disiplinli çalışmalar yapacağının sinyâllerini veriyor.

                   Görevin niteliği, hassâsiyeti çalışma tarz ve anlayışıyla ilgili görüş ve düşüncelerinin ağırlıkta olduğu haber metninde, büyük hedefler ortaya koyarak hiçbir şey yapamamaktansa ihtiyâcı karşılayacak adımlar atmanın daha tutarlı olduğuna inandığını aktaran Müftü Çakı,

                   "Dînî hayat için aslında herkesin yapabileceği, yerine getirebileceği görevler var. Bu öyle hassas bir görev ki bir iyiliğin karşılığını, hemen belki yarın değil, 20-30 sene sonra görürsünüz, ama aynı şeklide bir hatânın tamiri için de çok uğraş vermeniz gerekir. Ve o hatâ belki bir kanser hücresi gibi tek başına kalmaz, çoğalır. Onun için özenli olmak gerekiyor.” şeklinde konuşarak eğitimin ve din hizmetinin mes’ûliyet ve nezâketine dikkât çekti. 

                   Gelişigüzel davranışların, bilerek bilmeyerek yapılacak hatâların, düşünmeden yapılacak konuşmaların yaralarının tedâvîsinin çok uzun yılları alacağı, bilhassâ örneklik noktasında dâimâ izlenen din hizmeti mesleğinin sağlam deliller ışığında, kararlı, istikrarlı ve tutarlı yürütülmesi gerektiğini belirterek;    

                   “Ben televizyonlara çıkarak, tanınmak için ya da şöhret için ya da başka bir sebep için dînî hayat adına tutarsız şeyler söyleyenleri temiz insanların vicdanlarının ve dudaklarının bağışlayacağını sanmıyorum." diye konuştu. Çakı, sosyal bir görev yapmak istediklerini aktararak yapılabilecek işlerlerle ilgili olarak tekliflere de açık olduklarını sözlerine ekledi.

                   Kendisini ziyâret ettiğimizde de benzer düşüncelerini öğrenmiş, görüş alışverişinde bulunmuştuk. Ordu gazetelerindeki haber metinlerinde ve sohbetimizde de ifâde ettiği gibi tekliflere açık olduğunu belirten yeni müftümüze tekrar başarılar diliyorum. Ve, bundan sonra Ordu’muz ve yurdumuz adına, hep olacağını, şimdiden ifâde ediyor olduğum fikrî ya da fiilî katkılarımızdan ilkini burada belirterek bu günkü yazıma son vermek istiyorum:

                   Hangi görev ve makam olursa olsun birileri bir şekilde yapıyor ve gidiyor. Önemli olan gittikten sonrası. Geriye ne kalıyor? Hak defterinde ne kalıyor, halk vicdânında neler okunuyor? Tevâfukan denk geldiğim Ordu Müftülüğü İnterNet sitesinde, 1911 de göreve başlayan Ali Sabri Efendi’den bu yana Ordu’muzun 11. müftüsüsünüz. “Sel gider kum kalır” hesâbı hepimiz gelip geçiciyiz. Makamlarsa emânet. Bir Hak ve bin halk adına makamlardayız. Hak bizi halkla sınıyor. Bir devre arkadaşınız olarak teklifim yakın çevrenizi sınırlı tutmamanız, dînimizin öngördüğü istişâre ve adâletten ayrılmamanızdır. Makamdan ayrıldıktan sonra da saygı duyulan insan olmak istiyorsanız çevre halkanızı geniş ve dengeli tutmalısınız.

                   Yarım asırlık Orduluyuz. Din hizmetinin bir şekilde hep içindeyiz. Mezun olduktan sonra Millî Eğitim’i değil de Diyânet’i tercih etmiş olsaydık belki şimdi biz de yılların il müftüsü olabilirdik. İmam-Hatip Lisesi Meslek Dersleri Öğretmeni ve ayrıca Ensar Vakfı Şûbe Başkanı olarak yine de Diyânetle hep iç içe olduğumuzu kabul ediyoruz. Buraya kadar edindiğim izlenim ve tecrübeler bana, bilhassa din hizmetinde samîmiyet, şeffaflık ve adâletin ön plânda geldiğini gösterdi. “Açık yaradan zarar gelmez” sözü din hizmetinin günümüzde olmazsa olmazıdır. Hizmete dedikodu ve fitne bulaşmaması için elzemdir. Duyarlı bir Müslüman’ı en çok yaralayacak şey din adına ihraz edilen imkânların, her türlü maddî-mânevî değerlendirmelerin şu veyâ bu şekilde yandaşlar, zümreler, siyâsîler veyâ hatırlılar hatırına lâyık olmayanlara tevdî edilmesidir. Bir başka ifâdeyle her hizmet mevkiinde olduğundan çok diyânette olması gereken vakar ve ciddiyetin, mukaddes hizmetlerin, birilerinin gönlünü yapmak adına dedikodulara fedâ edilmesidir. Yüce Mevlâ tüm Müslümanları hayır yapayım derken şer yapmaktan korusun. Hak, hakîkât ve adâlet yoluna hidâyet eylesin.

                   Okuyucularım bilirler. Ordu’da dînî yaşayışla ilgili bu ve benzeri gibi çok yazılar yazdım. Gazetemizde haberler yaptık. Zaman zaman olumlu tepkiler aldığımız oldu. Sayın müftümüzün  haberde yer alan, tekliflere açık olduğu beyânı bizleri bu konulara daha çok değinmeğe sevk edecektir. Yeni müftümüzle birlikte ilimizin yeni bir hizmet performansı yakalayacağını düşünmek doğrusu bizi de heyecanlandırıyor. Biz de gazete ve yazar olarak hizmetlerin tâkipçisi ve destekçisi olacağız. Olumlu katkılarımız olabilirse kendimizi bahtiyâr addedeceğiz.

                   Muhterem müftümüze tekrar “Hoş geldiniz, hayırlı olsun, Allâh mahcûp etmesin” diyor, üzerimize düşenleri lâyıkıyle yerine getirebilme konusunda Rabbimizden bizleri uyanık, azimli ve başarılı kılmasını niyâz ediyor; hocamızı sevgi, saygı ve sonsuz mutluluk dilekleriyle selâmlıyoruz ves’selâm…” (17 Mart 2008 P.tesi)

Görüldüğü gibi hocamızın sözleri de, bizim değerlendirmelerimiz de güzel ve bunlar kehânet de değil. Aklın ve naklin emrettiği her dönem geçerli olan olmazsa olmazlar.

            Veysel ÇAKI Bey Hocamız daha büyük; âlimi-ulemâsı, ereni-evliyâsı bol ve ekâbir noktasında zor bir vilâyete gidiyor. Yukarıya aldıklarımızı, bu görev öncesinde kendisine yeniden, ayrıca ondan daha az çetin olmayan Ordumuza gelecek müftü bey hocamıza bir ipucu, okuyucularımıza da olan-bitenleri değerlendirme bâbında bir kıstas olmak üzere arz’ediyorum ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

08.11.2009


Mar`12
25
ORDULU MÜFTÜ
MIZRAP 2009

Yorumlar(0)

"Ordulu müftü" ifâdesi ne kadar sıcak! Ne kadar hoş! Ne kadar sempatik!

Duygularımızı da öylesine okşuyor ki! Gözlerimiz ışıldıyor ister-istemez!

Ama, ben kökten muhâlif miyim nedir, hemen aykırılıklarım depreşiyor!

Her şeye maydanoz olacağım, limon sıkacağım ya! İşte buyurun:

.....

İSİMLER…İSİMLER…

Ordulu çok arkadaş var il müftüsü olabilecek konum ve kapasitede.

Hepsi de iyi yetişmiş, Ordu adına kıvanç duyulacak değerlerimiz.

Ama, kendi çevresinin kıymetini takdirde çok cimri davranan bir halkız.

Bununla ilgili çeşitli atasözlerimiz de var. Birini bile hatırlamanız yeter.

Bir çırpıda akla gelen isimler olarak; Fatsa müftüsü Şenel YILMAZ,

Gürgentepe Müftüsü Hacı KAHRAMAN, Ünye eski müftüsü Şâkir PİNAL,

âileden ulemâ müftümüz Kabataşlı Şemseddin YEDİYILDIZ,

hâlen Ordu müftü yardımcılığı görevlerinde bulunan Sâim ŞİRİN

ve Kemâl MENCELOĞLU beyleri ilk etapta zikredebiliriz.

Hepimizin yakından tanıdığı Ayhan OKUR, Mehmet AKYÜREK,

Muzaffer ŞAHİN ve benzeri daha nice isimler sayılabilir.

Ayrıca, İl müftülüğünden gelme Aydın İŞBAKAN hocamız zâten burada.

Daha önce Ordu'da görev yapıyorken Samsun'a atanan Sâid ALVER Bey,

Perşembe'den Bulancak'a yeni atanan Şaban SADAN Bey,

Diyânet İşleri Teftiş Kurulu başkanlarından Kemal ULUDAĞ Bey.

Hemşehrilerimizin hepsi de yakından tanıdığımız nitelikli şahsiyetler.

ORDULUDAN ORDULU!

Yıllardır Ordu gündeminde bulunmasıyla bir çok Orduludan daha Ordulu,

benim Çarşamba'lı olarak hatırladığım şu anki Piraziz Müftümüz,

sosyâl kişilik, girişkenlik ve hatipliğiyle mâruf Mesut ÖZTÜRK Bey de

Ordu Müftülüğü için düşünülebilecek isimlerin başında geliyor.

Bu isimlerin hepsi de lâyıktır ve en güzeliyle yaparlar da.

Siz bunlara başka isimler de ekleyebilirsiniz. Elbette ki vardır.

Ancak, önemli ve öncelikli olan, bu tâyin işini kendilerinin kotarmasıdır.

Birileri ve hele, irilerinin tavassutuyla geldikleri zaman çok sıkıntı olur.

En başta kendileri ve de müesseseleri için. Hep ola geldiği gibi…

                                   ORDU ve  TSUNAMİ

Gelecek olan arkadaşımız gelsin gelmeye, ama dolduruşa gelmeden gelsin!

Önce, kıyı şehri Ordu'nun zaman zaman tsunamileşen iri dalgalarına, azgın

boralarına göğüs gerebilecek çelik irâdesi olup olmadığını gözden geçirsin.

Ordu siyâsası ve de piyasası, dışardan hayâl edildiğinden çok farklıdır çünkü.

Bu anlamda, Ordulu olmanın bir avantaj olmayacağı da aslâ unutulmamalı!

Yerli yöneticiler her zaman en çok zorlanan yöneticiler olmuşlardır burada.

Yöresel yandaşçılıkla ya da kandaşçılıkla suçlana gelmişlerdir hep.

Yapılanların âdil olması durumunda bile, yorumlar çığırından çıkabiliyor.

Bizden söylemesi. Tüm bunları göz önünde bulundurup da,

"Buradaki noksanlıkların, mukaddes vazîfenin hassâsiyet ve ciddiyetinin, 

Hak katındaki vebâlinin farkındayım. Ben bu işin üstesinden gelirim!"

diyebilen her kes için Ordu müftülüğü hayırlı olsun…

EKMEK ve SU!

Biz, gelecek olan herkese aynı mesâfedeyiz. Hizmetin dâimâ yanındayız.

Her kim olursa olsunlar bizim doğal arkadaşımız ve kardeşimizdirler.

Biz Ordumuz için yalnızca ve yalnızca hayırlısını istiyoruz, o kadar.

Çünkü Ordunun artık hizmete ihtiyâcı var. Tantana ve sansasyona değil.

Ne kendi zaaf ve saplantılarının, ne de her hangi bir etkenin oyuncağı olmadan,

işin karakteriyle mütenâsip olarak adâlet, asâlet ve dirâyetle hizmet edecek

muhterem bir âlim müftü hocaya Ordu'muz ekmek ve su kadar muhtaç!

Sizce de öyle değil mi? Eğer, "çok doğru, aynen öyle!" diyorsanız;

"bu duâya hep birlikte âmin diyelim" ves'selâm…

ORDU HAYAT GAZETESİ

03.11.2009



Mar`12
25
PALMİYEDEN İLMİYEYE
MIZRAP 2009

Yorumlar(0)

PALMİYEDEN İLMİYEYE

 


Sevgili okuyucular… Değerli dostlar…Muhterem kardeşler!..

Şu Ordu denen yer, güzeller güzeli ve de özeller özeli bir yer gerçekten.

Doğasının hârikalığı bir yana, kent olarak da kıyı özelliklerini yansıtıyor.

Şehrin, şöyle tam orta yerinden doğru volta atıp Fidangör’den geçerek

Rıhtım taraflarına uzandığınızda, palmiyeleri de görünce; kentin,

sosyâl, kültürel, doğal yapısıyla ve çağdaş denen görüntüsüyle

güney sâhillerini aratmadığını söylemekten kendinizi alamazsınız.

Palmiyeler bir nevî Bodrum havalarını tamamlar gibidir manzaranın.

Böyle olmasına böyledir de, sevgili okuyucular, kıymetli canlar;

bir o kadar da diyânetine düşkün bir kenttir Ordu, aynı zamanda.

MAZHARİYET

Arz edeyim efendim; -Tabiî ki, bir kıstas olarak kabul edilirse!-

Mâlumunuz Ordumuz, iki müftüyü bir arada gördü elhamdülillâh…

Onca patırtı kütürtü arasında târihe geçtiğimizi hiç fark edemedik!

Bu, her memlekete nasip olabilecek bir mazhariyet değildir!...

Kurtuluş ve bağımsızlığımızın sembolü, anlı-şanlı Ankara’ya,

hattâ Osmanlı pâyitahtı İstanbul’a bile böylesi nasîp olmamıştır!

Vekiller dâhil, herkes olağanüstü bir gayret gösteriyor Ordu için!

Biz bir istiyoruz, karşımızda iki tânesi birden arz-ı endam ediyor!

Ama gelin görün ki, bu bile hayr’etmedi bizlere maalesef!

Çekişmeler, çakışmalar, çokuşmalar, tokuşmalar sürdü gitti!

ORDU NE DEMEK?

Ordu demek dile kolay netekim(!) azîzim değerli okuyucular!

Çünkü, Ordu arenasında akıllı çok; aklına güvenmeyense hiç yok!

Akıllının çok olması, iyi olmasına iyi gibi gözükse de

akıllıca sonuçlar ortaya çıkmasına engel olabiliyor ne yazık ki! Çünkü;

“Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını beğenmiş!”

Ne güzel söylemiş bizim büyük atalarımız değil mi? Bir de şuna bakın:

“Danışan dağlar aşmış; danışmayan düz yolda şaşmış!”

Bunu bilen devletler, mekanizmalarını hep istişâreyle, müşâvirlerle,

müsteşarlarla işletirler. Baştakiler, daha çok, temsil konumundadırlar.

Ancak onların atadıkları, yukarda sözleri verilen ataların torunları

onlardan gelen “şanlı târih!” gazının etkisiyle olsa gerek

“tek başına ordu” gibi hareket etmeye yelteniyorlar genellikle.

Vekillerimiz öyle, asillerimiz öyle; bürokratlarımız öyle.

Bakanlarımız öyle, hattâ bakmayanlarımız da!

ŞEHZÂDE ŞEHRİ!

Ne de olsa Ordu’yuz! Ama, sonuçda olan Ordu’ya ve Ordululara oluyor.

Gelen gidiyor, gelen gidiyor. Ordu bir şehzâde şehri olup çıktı.

Her neyse. Gidenler gitti. Biz şimdi sizlerle yine baş başa kaldık.

İki müftünün birden gitmesi de hiç alışık olduğumuz bir şey değil!

Öyle ya, ilk defâ oluyor! Tamâmen müftüsüz kaldık! N’olcak şimdi?

Ama biz bunu hak ettik. İkisini birden verdiler. Biz n’aaaptık?

Aldık birini vurduk ötekine! Onlar kapıştı, biz de def çalıp oynadık!

Bu tamâmen, ciddî meseleleri ve müesseseleri, kendi siyâsî emelleri ya da

kişisel hırs ve çıkarları uğruna polemik malzemesi yapanların suçu.

Şimdi, ne olacağını, ancak bilenler biliyor. Yâni devrede yine onlar.

Karizma yapmak, prestij kapmak adına yollara düşmüşlerdir bile çoktan!

NASIL MÜFTÜ?

Herkes keyfine ve dişine, kendi işinin gidişine göre bir arayış içerisinde.

Bizse bekliyoruz. Ağzımız yandı. Şimdi yalnızca “hayırlısı” diyoruz.

Ama birileri hâlâ “şu olsun, yok bu olsun, yok öteki!” peşindeymiş.

Şuralı olsun, buralı olsun; allı olsun, karalı olsun! Nereli olsun?!

Nereli olursa olsun, yeter ki çıkarımın kralı olsun diyor kimi de!

Bir de, kayda değer; “neden Ordulu olmasın?” kampanyası var ki

üzerinde biraz durulmadan, önemsenmeden geçilecek gibi değil!

Mâdem öyle, biz de geçmeyelim öyleyse…Ama gelecek yazıya inşâllâh…

Yarın, “Neden Ordulu olmasın?” meselesini irdeleyeceğiz, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

02.11.2009


Mar`12
25
YAKIŞIR MI?
MIZRAP 2009

Yorumlar(0)

YAKIŞIR MI?

 
 
Helâl varken haram yemek
Yakışır mı, yakışır mı?
Besmelesiz iş eylemek
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Kaşlarını çatıp gezmek
Yola günâh katıp gezmek
Yiyip-içip, yatıp gezmek
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Yolda burun karıştırmak
Sebepsiz yüz buruşturmak
Günâhları yarıştırmak
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Tükürmek sümkürmek yola
Çer-çöp atmak sağa-sola
Yolu kapatmak kolkola
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Selâmsız-sabahsız geçmek
Hayır varken şerri seçmek
Hem ayakta yiyip-içmek
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Günâh-sevap ne, bilmemek
Hatâyı görüp silmemek
Câmi-cumâya gelmemek
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Küçüklere sevgisizlik
Büyüklere saygısızlık
Tavırlarda kaygısızlık
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Ele ne gelirse takmak
Cilt gerdirmek, baldır sıkmak
Mümin kılığından çıkmak
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Hakka değil nefse uymak
Şeytânî sesleri duymak
Çeliği-çocuğu soymak
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Anayı babayı üzmek
Fakiri, mazlumu ezmek
Sonra adam gibi gezmek!
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Giyin yaşa-başa göre
Gözet inanç, ahlâk, töre
Hakk'a isyân göre göre
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Sözü söyle tarta tarta
El bakmaz kimliğe, karta
Tırnak kesmek ulu-orta
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Aylak aylak gezip durmak
Yanlış yolda tozup durmak
Gün geçtikçe azıp durmak
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Ne ders, ne ibret almamak
Bir türlü yola gelmemek
Sanki ölümü bilmemek
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Sihir, büyü, ruh çağırmak
Sövmek-saymak, bas-bağırmak
Asmak-kesmek, çır-çığırmak
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Aklı, iz'ânı sıyırmak
Ruh açken nefsi doyurmak
Îkaza burun kıvırmak
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Hak varken bâtıla koşmak
Rasgele yollara düşmek
Sonuçsuz işlerle coşmak
Yakışır mı, yakışır mı?
 
Nûrânî, yazar ne varsa
Uyarır her ne zararsa
Eğer bilip de susarsa
Yakışır mı, yakışır mı?! 
                                    28.07.2003 Lyon

ORDU HAYAT GAZETESİ

29.10.2009


Toplam 65 Blog, 13 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 1 2 3 4 [5] 6 7 8 9 10 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...