|
|
|
ŞİMDİ UZAKLARDASIN!
Gittiniz bayım, gittiniz. Çünkü bittiniz! Kendilerinizi kendileriniz bitirdiniz.
Kimsenin bir katkısı olmadı Allâh için. Yalnız başlarınıza başardınız.
Bizim hiç suçumuz yok. Zâten böyle bir şeye fırsat da vermediniz.
Bizleri biz olmaya, çorbada bir zerre tuz olmaya değer görmediniz.
Ne yaptınız, ne ettiniz; ne ettiyseniz, kendiniz kendinize ettiniz.
Arabesk tâbirle; “kendiniz ettiniz, kendiniz buldunuz!”
“Mâziye bir bakıver”ince, hani geldikleri ilk zamanlar;
Gelir-gelmez bir büyük heyecanla ayıklamaya çalışmışlardı
Daha ilk gördüklerinde ayrık otları, hem de gayrık otları.
Can’dan değil demişler, kan’dan değil demişler! Nasıl da bilmişler?!
Nasıl anlamışlar derseniz, anlamışlar işte; farkları bu.
Çünkü klikleri, grupları, kanları, hem de çarkları bu!
***
Bayım, gelir-gelmez, daha hemencecik nasıl kankalaştınız?
Aranızda kardeş kardeş ve de mardeş mardeş ne de güzel anlaştınız!
Haşır-neşir olup, bağ-bahçe, dağ-bayır, çimen-çayır ne güzel dolaştınız.
“Biz biliriz bizim işlerimizi, işimiz kimseden sorulmamıştır!”
deyip arkaya bakmadan koşarken, hizmet yolunda, tablolaştınız!..
Ha gayret dağlar, ha gayret tepeler aştınız.
Az gittiniz, uz gittiniz; dere tepe düz gittiniz.
Bir yere geldiniz, öyle bir yere ki; dümdüz gittiniz!
“Aman hâ, durun hâ” diyenlere aldırmadınız.
“Zaman hâ, vurun hâ!” diyenlere kulak verdiniz!
Ne gücünüz varsa bu uğurda ortaya serdiniz!
Ne geçti elinize sonuçta, nerelere erdiniz?
Herhâlde bir hassas noktadan geçerken, anlaşılamadı; neye çarptınız!
Gönül kırıkları battı ayağınıza, gözleriniz hiçbir şeyi görmüyorken!
Öylesine ki, kördüğüm olup birbirinizin ayağına dolaştınız.
Bizlere seyretmek kaldı yalnızca uzaklardan, öteden beri her şeyi.
Hak bildiğiniz yolda yalnız başlarınıza gittiniz çünkü hep.
Kınayanın kınamasına, gönüllerin kanamasına aldırmadınız.
Göz kamaştırdınız, kıskandırdınız; yapışık ikizleri andırdınız.
Anca berâber, kanca berâber. Bu ne güzellik be birâder?!
Ordu içinde bir-kaç kişilik ordu. Ordu sanki yıllardır sizi arıyordu!
Artık, ne lâfa ne söze geldiniz. Amma velâkin, netîcede göze geldiniz.
Tebrik ederiz. Hayırlı olsun. Hem Ordumuz hem de yurdumuz için.
***
Gelişlerinizde de demiştik hayırlı olsun diye. Ümitlenmiştik.
Çünkü her yenilik bir ümittir. Ümit te fakirin ekmeği!
Lâkin, nâfile; ye yiyebilirsen ama onu da yedirmezler.
Kimseye söz hakkı tanımazlar, lâf dedirmezler!
Her şeyi kendileri bilirler. İşleri kimseden sorulmamıştır.
Başkaları da azıcık bilebilecek olsalardı oralarda olurlardı!
Ordu dediğin memleket bol fındık bahçeleri.
Bin bir çeşit bitkiler kaplamıştır her yeri.
“Her yer karanlık, pürnûr o belde!”
Değdi mi bunca tantanaya, ne kaldı elde?
“Şimdi uzaklardasın, gönül hicrânla doldu
Hiç ayrılamam derken, kavuşmak hayâl oldu!” ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
28.10.2009 |
|
|
DEDE-NÂME
Gözlük gözlük üstüne
Gözlükler kaş üstüne
Dedeler kahvelerde
Taş vurur taş üstüne!
Dört gözünü de dikmiş
Seyirciler birikmiş
İlk oyun pişpirikmiş
Çaylar peş peş üstüne!
Sonra sırada okey
Neşe, muhabbet çok ey!
Bu tat-tuz evde yok, ey!
İş vardır iş üstüne!
Oyunları açıyor
Zamanları saçıyor
Fırsat elden kaçıyor
Yaş gelmiş yaş üstüne!
Bu yaşta bu nesine!
Yenik düşmüş nefsine
Uyar şeytan sesine
Ne derse baş üstüne!..
Ne bıyık var, ne sakal
Ver papazı, kozu al
Gün hikâye, dün masal
Hayat dü-beş üstüne!
Bilmiyor ilmihâli
Yok bir güzel hayâli
N’olacak yârın hâli?
Sorgu peş peş üstüne!
Dizilerden haberdar
Ne tasa ne keder var
Kıkır kıkır kıkırdar
Her şey beleş üstüne!
Ona nasıl acınmaz?!
Yaptığından gocunmaz!
Uyarsan da kaçınmaz!
Düşmez telâş üstüne!
Yazık böyle dedeye
Yaşamakta, ne diye?
Kârı yükler kediye
Gider ateş üstüne!...
Böylesi ne demektir?
En kötü bir örnektir
Nesilleri sürmektir
Bir keşmekeş üstüne!..
Nerde dünkü dedeler
Hep câmiye gideler
Hakk’a kulluk edeler
Beş katar beş üstüne
Torunlar ellerinde
Nasîhat dillerinde
Duâ gönüllerinde
Gül açar döş üstüne!
Gelir tonton dedemiz
Eli-yüzü tertemiz…
Melek-sîmâ ninemiz;
Doğmaz güneş üstüne!
Dede, gerçek dostu bul
Hayâttaki kastı bul
Oturacak postu bul
Artık yerleş üstüne!
Kendine yeni çehre
Şerden sakınan çevre
Olursun kısa devre!
Varma serkeş üstüne!
Câmi, cumâ, cemâat
İslâm, teslim, itaat
Tevbe, duâ, salavât
Bunca cümbüş üstüne!
Ümit kesmek yok Hak’tan
Teğet geçmek, uzaktan
Kurtulmalı tuzaktan
Sahte gülüş üstüne!
Ak koyun, kara koyun
Ayrılır, biter oyun
Artık değişsin huyun
Düşmeden kış üstüne!
Nûrânî’nin merâmı
Yürektendir selâmı
Belki, bettir kelâmı
Lâkin, kardeş üstüne!
ORDU HAYAT GAZETESİ
22.10.2009 |
|
|
SELÂM DEDE’YE SELÂM!
Önceki gün de, dün olduğu gibi havalar çok güzeldi. Biz o günün büyük bir kısmını, Köseoğlu Dursun GÜMÜŞSOY Amcamızın cenâzesi dolayısıyla Eymür Köyümüzde geçirdik. Kendisi köyümüzün en yaşlılarındandı. Mâlum, yaşlıların yaşları hep tartışma konusudur; yüzünde var, ya da o civârlarda diye. Dursun Amca da onlardan.Yıllardır, hanımı Havise yengemizle berâber yatağa mahkûm olarak yaşıyordu. Büyük oğulları Halil Amca da yıllardır rahatsız. Kaç defâ ameliyat geçirdi. Gelini Dursîne yenge de öyle. Netîcede onlar da 70’li yaşlara gelmişlerdi. Biz, aynı sedirde yatan büyükleri ziyârete her gittiğimizde, diğer odalarda da hastalar olabiliyordu. Torunlar ve gelinin gelinleri hizmet konumunda oluyorlardı. Gelen giden ziyâretçileriyle de manzara hastâne ortamını aratmıyordu. Dolayısıyla evleri son on-onbeş yıldan beridir bir kliniği andırıyor gibiydi. Köyümüzü anlattığımız EYMÜR-NÂME isimli manzûmede bu duruma işâret için şöyle demiştik:
Dursun Amca, Havse Ana, bir de oğul Halil
Günâhlara keffâret; işte çileler delil
Akar Saz’da çeşmesi, sızlanır melil melil
Şırıl şırıl sulardan içebilecek miyim?
Evet, evlerinin alt tarafında, su sızıntıları sebebiyle “SAZ” diye adlandırılan bölgede bir çeşme yaptırmışlardı. O gün de, Dursun Amca’nın cenâzesi için abdest aldığımız çeşmenin alnında, “DURSUN, HAVİSE ve FİKRİYE GÜMÜŞSOY HAYRATI” yazıyor.
Havise Yenge beş sene kadar önce rahmetli olmuştu. O da çok iyi bir insandı. Güleryüzlüydü. Kocası gibi o da, Peygâmberimiz (sav)’in “Müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların emin olduğu kimsedir.” târifine uyan bir insandı. Kimselere zararları olmadığı gibi herkese yardımcıydılar. Yengeleri Fikriye teyze de ondan 3-5 sene önce vefat etmişti.
Dursun Dede’yle berâber çeşmede ismi yazanların hepsi rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş oldu. Sadaka-i câriye olarak yaptırdıkları çeşme aktığı sürece onların defterlerine hayırlar da yazılmaya devam edecektir. Mevlâ cümlesine ganî ganî rahmet eyleye… Âmin…
Dursun Dede’nin diğer oğlu, Ordu’muzun ilk buzdolabı îmâlâtçılarından, ORBUZ’un kurucusu Kâni Ağabey 70’li yılların sonunda rahmetli olmuştu. Kendisi aynı zamanda iyi bir marangozdu. Birçoklarımızın evlerinin ustasıydı.
Orbuz Kâni Usta’yı ecel buldu Çaka’da
Kendi yaptığı kazâ, götürdü o dakkada
YâRabb, yakınlarıyla buluştur Sen ukbâda
Rasûlün civârına göçebilecek miyim?
İnşâllâh hepsi de Rasûle komşu olarak buluşanlardan olurlar. Bu noktada ümitli olmamız için sebep çok. Çünkü, bu gidenler başta olmak üzere onların hayattaki çocukları da aşağıdaki hadîsin çerçevesine uyan insanlar. Komşularına karşı değil kötülük ya da eziyet, ağızlarından küfür bile çıkmaz. İçki, kumar gibi haramları işlediklerini ise ne gördük, ne de duyduk. Rabbim cümlesine hayırlı, uzun ömür ve selâmetler ihsan etsin.
“Allâh’a ve Kıyâmet Günü’ne îmân edenler, komşusuna eziyet etmesin. Allâh’a ve Âhiret Günü’ne îmânı olan, misâfire ikram etsin. Allâh’a ve Âhiret Günü’ne îmân etmiş olan, ya hayır söylesin veyâ sussun.” Buhârî-Müslim (Riyâzüs’Sâlihîn’den)
Niçin SELÂM DEDE derseniz, arz edeyim: İlkokula gittiğimiz yıllarda Dursun Amcalar bizim okula gidip-geldiğimiz yol üzerinde, köy içinde ikâmet ediyorlardı. Biz de kardeşler olarak hep o yolu tercih ediyorduk. Dursun Amca, çalışmayı seven, kendi hâlinde bir insandı. Havise teyze de öyle. Bizim gönüllerimizi hep hoş tutarlardı. Güleryüzlerini esirgemezlerdi. Bağırırlar, çağırırlar diye endişe duyduğumuz, karşılaşmaktan kaçındığımız türden insanlar değillerdi. Selâm verdiğim ilk kişi olarak, daha doğrusu, selâm idrâkine erdiğim ilk örnek olarak Dursun Amca’yı hatırlıyorum. İlk selâmımı o da ilgi, ciddiyet ve sevgiyle karşılamış tebessüm ve iltifatlarıyla selâm duygularımızı kanatlandırmıştı.
Kılığı, kıyâfetiyle de farklıydı. Saçıyla-sakalıyla bir Anadolu insanı örneğiydi. Şimdi nerede, böyle kılık-kıyâfetiyle, namazı-niyâzıyle, edebi-vakarıyla torunlarına iyi bir örnek teşkîl eden insanlar?! Cenâze günü Ziyâ Hoca’mız, görev yaptığım günlerde, arkamda vakit namazı kılan cemaatimin sonuncusunu da uğurluyoruz bugün diyordu yaşlı gözlerle. Herkes de iyiliğini konuşuyordu. Kimsenin aklına bir olumsuzluk gelmiyordu. Ne mutlu!
Onu, bu duygularla, güzel bir günde, cennet bahçelerinden bir bahçe olacağını umduğumuz istirahatgâhına tevdî ettik. Mevlâ taksîrâtını afveylesin… Âmin…
İkibin dokuz yılı, ekimin on sekizi
Hastânede kaybettik asırlık dedemizi
Güzel bir güz gününde köye çağırdı bizi
Dursun Amca, selâmsız geçebilecek miyim?
Sâdece hayatta değil, mematta da selâm gerekli! İhmâl edilmemeli! İşte hadîs-i şerîf:
“Bir kul, dünyâda iken tanıdığı bir kimsenin kabrine uğrar da selâm verirse muhakkak o (mevtâ) kendisini tanır ve selâmını alır.” Feyz’ül Kadir C.5
Selâm, İslâm, selâmet, dârüs’selâm(selâm yurdu cennet) hepsi aynı kökten kelimeler. Bir nevî birbirlerini tamamlıyorlar:
“Siz îman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de hakkıyla îmân etmiş olmazsınız. Onu yapınca birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi size; ARANIZDA SELÂMI YAYINIZ!” Hadis
Demek ki, selâm deyip geçmemeli. Çünkü ondan cennete bir yol var!
Hülâsa-i kelâm, selâm(et) yolun açık olsun Selâm Dede, ves’selâm!...
ORDU HAYAT GAZETESİ
20.10.2009 |
|
|
MELİSALAR NEREYE?
Geçen haftanın günlerinden birinde öğle namazı için câmiyi tercih ettim. Yakınımızda mescid var ama, câmi daha bir çekiyor insanı. Öyle ya; câmi cemaat demektir. Cemaatin çok olduğu yerde insan kendini namazdan beklenen sonuçlara daha yakın hissediyor. Çünkü “rahmet cemaat üzerinedir.” Çünkü orada daha çok kardeşinle, büyüklerinle, küçüklerinle görüşme, konuşma, selâmlaşma, musâfaha etme ve hasb-ihâl imkânı buluyorsun. Cemâate daha çok sevâbın kaynağında da bu özellik ve de güzellik var zâten.
Daha avludan içeriye adım atarken çocukların fazlalığı dikkâtimi çekti. Girişin iki yanında da küme küme çocuklar vardı. Namazı kıldık. Son cemaat yerinin öbür tarafındaki girişten çıkarken çocuk gruplarının öbekleştiği yerde bulunan musallâda, daha önce onların kalabaklığından dolayı gözüme çarpmayan, üzeri yaşmaklı bir tabut gördüm. İmam efendinin duâsından, dışarıda bir cenâze olduğunu anlamıştım zâten. Çünkü, namazın sonrasındaki duâya, cenâze namazında okunan özel duâdan, kız çocuklarına âit bölümleri de katmıştı:
“Allâhümmec’a’lhâ lenâ feratâ, Allâhümme’c’alhâ lenâ ecran ve zuhrâ. Allâhümmec’a’lhâ lenâ şâfiaten ve müşeffeâ…”
Bizim her şeyimiz duâ. Her şeyimiz ümit. Her şeyimiz rahmet. Karşılaştığımız hâdiselerin en ağırı olan ölüm ve bilhassâ evlât acısı bile hemen rahmete bürünüveriyor; giden için de, kalanlar için de! Şu duâdaki anlamın güzelliğine, kuşatıcılığına ve tesellî ediciliğine bakınız. Yeter ki siz “SİZ” olun. Bir kul olarak, yerinizi, konumunuzu iyi bilin ve dâimâ Allâh’ın huzurunda oluş bilinciyle duruşunuzu şekillendirin. O zaman, tâbiri câizse ölüm bile tatlıların tatlısı hâline geliverir! Mevlânâ’nın ifâdesiyle, bir düğün gecesi hüviyetine bürünür. Her neyse…
İnsanların kimileri, ayakkabılarını ararken, kimileri de giyerken bir yandan konuşuyorlar:
- Cenâze mi var; kimmiş?
- 9 yaşında bir kız çocuğu. Kimdir, nerelidir, bilmiyoruz.
Buradan anlıyoruz ki, bu cenâze, şehrimizin gündemine oturan, bir önceki günki o meşhur kurşunlu cinâyete âit değil. Daha sonra öğrendiğimize göre, benim dün kalktığını zannettiğim o cenâze bu gün Akyazı Câmii’ndeymiş.
- Çocuk kâlp yetmezliğinden ölmüş diyorlar.
- Vah, yazık! Daha çok da küçükmüş. Allâh rahmet eylesin!
- Biz kendimize acıyalım kardeş. Çocuk günâhsız olarak gitti. Şu pespâyeleşen toplumun çirkinliklerine, çirkeflerine bulaşmadı.
Cemaat bir yandan konuşurken, bir yandan da saf düzeni alıyor.
- Çok doğru! Şimdi namazdan sonra caddeye doğru gideceğiz. Manzaranın nasıl olduğunu hepimiz biliyoruz.
- Maalesef kardeş. Kendini toparlayan yok. Dağıtan dağıtana!
- Seller, âfetler, cinâyetler! İbret alan yok; aksine daha da kötüleşiyor!
- Allâh bu sabiyi o isyânlara, aldırmazlıklara, açık-saçıklıklara bulaştırmadan aldı.
- Hem âilesine bile faydası olacak bu günâhsız hâliyle!
Konuşmalar böyle sürüp giderken cemaat avluyu doldurdu. Konuşmak kolaydı. Bir de cenâze sâhiplerine sormak gerekirdi tabiî ki! Ancak yine de konuşulanlar yabana atılacak şeyler değildi. Olayın tâze etkisinden uzaklaşıldıkça cenâze sâhiplerinin de bu yaklaşımları benimseyeceğine inanıyorum. Çünkü en güzeli Allâh’a sığınmak. Çünkü o; “Nİ’MEL MEVLÂ VE Nİ’MEN’NASÎR= O NE GÜZEL DOST VE NE GÜZEL YARDIMCIDIR!”
Beni en çok şaşırtan şey, şu dışarılardaki manzarayı ve piyasadaki çirkinlikleri sergileyen insanlarla yukarda ki değerlendirmeleri yapan insanlar aynı toplumun insanları, hattâ çoğunun da konuşanların çocukları olmasıydı. Ama, bu devran da işte böyle sürüp gidiyordu ve nereye kadar gidecekti? Ekonomik krizin şişkinlikleri cinâyetlerle patlıyordu. Ahlâkî çözülme, duyarsızlık ve krizin de bir sonuçları olacak elbet. Yüce Mevlâ, çok büyük dünyevî ve uhrevî felâketlere uğramadan hepimize bir an evvel aklımızı başımıza devşirmeyi nasîp eylesin.
Çocuğun ismi önemli değildi. Öğrenmek de istemedim. Ama, bir tanış görünce de sormaktan kendimi alamadım. Ne de olsa isim konusu benim öteden beri hep ilgi alanımdadır. O arkadaş da, çocuğun yakınlarından olduğunu söylediği hâlde bir an hatırlayamadı. Tam ayrılırken MELİSA diye seslendi peşimden.
Daha çok batı çağrışımları olan ve yabancı ya da yabancılaşmış dizilerden alınmış intibaı veren bu isim bunca güzel duyguların üzerine yüreğimi burktu. Bunun çocuğa hiçbir zararı yoktu muhakkak. Ancak, bence her isim bir dilekçedir. Çocuğun ne olmasını istiyorsak ona göre isim koyarız, ya da koyulmalıdır. İsim bir sıfattır. Kıyâmet gününde herkes ismiyle çağrılacaktır. Böyle olunca verilecek isimlerin her şeyden önce İslâmî çağrışımları olmalıdır.
Belki çok büyütülecek bir konu değil ama, hepimiz Allâh’ın huzûruna çıkacağız. İslâm gibi bir dînimiz ve medeniyetimiz var. Bu koskoca manzûmenin içerisinden bir isim bulamadık da mı ithâl etmek durumunda kaldık diye bir soru akla gelemez mi?
Sözlüklere baktım. Bu isim Yunanca. Batı mitolojisinde bir hükümdar kızının adı. Ancak, esas îtibarıyle bir bitki adı. Biz onun da Cennet bahçelerinde dolaşan bir çiçek olacağına inanıyor ve sözümüzü, yukarda Arapçasını yazdığımız duânın Türkçe meâliyle bitiriyoruz:
“Allâhım! Bu çocuğu bizim için önden gönderilmiş bir ecir vesîlesi kıl. Allâhım! Onu bizim için sevap vesîlesi ve âhiret azığı eyle. Allâhım! Bu çocuğu bizim için hem şefaatçı, hem de şefaati kabul edilmiş kıl.”
Melisa’mızın âilesi ve yakınlarına, aynı zamanda önceki hafta uğurladığımız gençlerin âilelerine ve cümle yavrularını ve sevdiklerini kaybedenlere de sabr-ı cemîller niyâz ediyor, göz nurları gönül çiçekleriyle Cennet bahçelerinde kavuşmalarını diliyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
18.10.2009 |
|
|
CUMÂ ÇARŞISI
Bu gün günlerden cumâ. Haftalık bayramımız mübârek olsun.
Öncelikle, Cumâ’yı, gazete ve dergilerdeki köşelerinde CUMÂ eksenli yazı ve kitaplarıyla gündemimize daha bir taşıyan, bizlerin ruh hamurunun yoğrulmasında ve kültür hamûlemizin şekillenmesinde büyük katkıları bulunan kültür ve mücâdele adamı, önceki gün rahmet-i Rahmân’a kavuşan Ergun GÖZE Ağabey ve hemen ardından, bir konferans dönüşü geçirdiği elîm bir kazada kaybettiğimiz, dün defnolunan hakîkâtli ilim adamı Prof. Dr. İbrâhim CÂNÂN Bey Hocamıza Mevlâ’dan sonsuz mağfiret ve kalanlara da tâziyelerimizi bildiriyoruz. Milletimizin başı sağ olsun! Âmin.
Beldelerin, yörelerin, kasabaların haftalık günleri olur. Çarşılar, pazarlar kurulur o gün. O gün, o yöre için bolluktur, sevinçtir, neş’edir. Ticârettir, harekettir, berekettir. İşte, cumâ günü de tüm Müslümanların ortak çarşı günüdür. O gün tüm İslâm Âleminin maddî-mânevî pazar günüdür.Cemaat olduğu kadar, cemiyet ve meşveret günüdür o gün. Dostluk, kardeşlik, dayanışma, dertleşme günüdür. Hasb-i hâl ve sohbet günüdür. O gün herkes bir şeyler alır Cumâ çarşısından. Biz de sizlerle, iki hadîs-i şerîfi kısa açıklamalarıyla paylaşmak istiyoruz bu gün:
DÎN NASÎHATTIR
"Dînin medâr-ı kıyâmı ve diriği nasihattır. İhlâstır, samimiyettir.”
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu cümleyi üç defa tekrar buyurdu. Dedik:
"Ya Rasûlâllah bu nasîhat kimedir?"
"- Allah’a, Rasûlüne, müslümanların imamlarına ve umum halkadır." buyurdular. BUHÂRÎ
Allâh’a nasihat, onun birliğine sağlam itikad, ibadet ve taatında tam ihlâstır.
Rasûlüne nasihat, onun risalet ve nübüvvetini tasdik, şeriatını hüsn-i kabul, emir ve nehyine inkıyaddır.
Kitabına nasihat, Kur’an-ı Kerim’i tasdik ve hükümleriyle ameldir.
Müslümanların imamlarına yani bugünkü tabirle devlet reislerine nasihat, meşru olan emirlerine itaattır.
Ammeye nasihat ise, herkesi doğru yola irşad ve hayra delâlet etmektir.
(Bu Hadis-i Şerif ve açıklaması ERKAM YAYINLARI'nın Mahmud Sâmi RAMAZANOĞLU’ya âit MUSÂHABE - 5 adlı eserinden alınmıştır.)
ALLÂH’IN BEĞENDİĞİ ve BEĞENMEDİĞİ YERLER
Yine Erkam Yayınları’nın Riyâzus’Salihîn tercüme ve şerhinden bir iktibas:
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ’nın bir beldede en beğendiği yer oranın mescitleri, bir beldede en sevmediği yer de oranın çarşı-pazarıdır.” Müslim, Mesâcid 288,
Hadisden Öğrendiklerimiz
1. Allah Teâlâ cami ve mescidlerde ibadet için bulunan kullarının hayrını ve iyiliğini diler.
2. Çarşı-pazarda dünyalık uğrunda insanları aldatan ve yalan söyleyen kimselerin hayır ve iyiliğini dilemez.
3. Meslekleri icabı çarşı-pazarda bulunan kimseler Allah’ı ve âhireti unutmamalı, kendisi çarşıda bulunsa bile kalbi mescide yani Allah’a bağlı olmalıdır.
4. Bir kimse insanları aldatmasa bile, başkalarının ahlâk dışı davranışlarda bulunduğu çarşı-pazarda gereğinden fazla kalmamalıdır.
5. İslâmiyet helâl kazancı ve ticareti teşvik eder; çarşı-pazarda boşu boşuna vakit geçirmeye karşıdır.
Evet, bu hadîsleri iyi anlamalı ve o çerçeveden kendimize ve çevremize şöyle bir bakıp, tüm tavırlarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Bu konuda derdimiz çok. Kriz sâdece maddî pazarlarda değil. Mânevî pazarların durumu da hiç dile gelebilecek değil gibi gözüküyor.
Son söz; çarşıdan alınanlar çarşıda kalmaz, evlere gider ve oradakilerle paylaşılır değil mi? Hem de sevgiyle, saygıyla, muhabbetle. Öyleyse, hep birlikte buyuralım cumâ sofrasına. Âfiyetler olsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
15.10.2009 |
|