|
|
“İlm-i siyâset”
Öncelikle, tam altı aylık bir aradan sonra yeniden bismillâh derken, Ramazan Bayramı sonrası 2. Cuma bayramımız olan bu gününüzü tebrik ediyor, tekrar buluşmanın hazzıyla hepinizi sevgi ve saygıyla selâmlıyorum.
Sebeplerini kısmen bildiğiniz, daha sonra –gerekirse- detaylandırabileceğimiz mızrap’sız bu uzun süre içerisinde, yazmaktan daha çok, bolca yapma fırsatı bulduğum okumalardan seçtiğim bir anekdotla başlamak istiyorum söze.
Meşhur hikâyedir; hep anlatıla gelir. Âileden başlamak sûretiyle cemiyetten siyâsete tüm yönetici konumunda olup da idâre sanatını, bir başka deyişle yolu-yordamı bilmeyenlere biraz olsun bir şeyler hatırlatma, yanlışlarını ihsas ettirme adına zaman zaman gündeme getirilir.
Çok eski zamanlarda ilim sevdâlısı gençlerden biri, tahsil için gurbete çıkar. Nice meşakkâtli yolculuklar yapar. Anadan-babadan, yârdan uzakta, gurbet ellerde senelerce ilim tahsil eder. Gün gelir; artık olgunlaştığına, öğrendiklerinin kendisine yeteceğine inanır ve hocalarına;
“-Ben artık memleketime dönmek, birikimlerimi orada değerlendirerek hizmet etmek istiyorum” der. Hocaları da;
“İyi güzel de, ilm-î siyaset diye bir ilim daha var. Onu da öğren öyle git. Sen çok başarılı bir öğrencisin, ilerisi için senden ümitliyiz. Bu dersi de mutlakâ okumalısın. Gerçi, senin bileceğin iş ama, bizim tavsiyemiz bu dersi almadan gitmemendir!””
diye ısrar ederler. Fakat, kendisine çok güvenen talebe söz dinlemez. Vedâlaşarak, memleketine doğru yola çıkar. O zamanların uzun süren yolculuklarında Cuma vakti girdiği esnâda namazı kılmak üzere en yakın câmiye girer. Bakar ki bir hoca efendi kürsüde harâretli harâretli va’z ediyor. Asıyor, kesiyor. Rasgele konuşuyor. Anlattıkları gerçeklere ters, âfâkî şeyler. Bizimki medresede sağlam bir eğitim aldığı ve hakîkî İlim öğrendiği için imam efendinin yanlış şeyler konuştuğunu anlıyor. Biraz da heyecanlı; yerinde duramıyor. Taptâze birikimleri onu rahat bırakmıyor. Sonunda, saçmalıklara daha fazla dayanamıyor ve müdâhele etme ihtiyâcı duyuyor. Cemaate;
“-Bu adam yanlış şeyler konuşuyor, sizi yanıltıyor; anlattıkları hep hurâfe. Dinlemeyin onu” diyerek bir çıkış yapıyor.
Hoca efendi de cemaat de bu beklenmedik durum karşısında şaşırıyor. Bir anlık duraksamadan sonra imam efendi durumun nezâketini anlıyor. Bakıyor ki, boşluktan istifâde elde ettiği üç kuruşluk îtibârı da uçup gidecek. Yılların hocası. Saçıyla sakalıyla bir imajı ve oturmuş bir kişiliği var. Gâyet sâkin bir şekilde, hiç istifini bozmadan şöyle sesleniyor;
“Ey cemaat, çıkarın şu zındığı dışarıya. Kimdir, neyin nesidir? Ne yapmak istiyor? Niyeti ne? Gelmiş burada saçma-sapan konuşuyor. Aramıza nifak sokmaya, huzûrumuzu bozmaya çalışıyor!”
“bu nasıl iş?”
Cemaat, yıllarca tanıdığı hocasının dediğini yapmaz mı hiç?! Yeni yetme olarak gördükleri bu yabancıyı bir güzel hırpalayıp dışarı atarlar. Allâme, “bu nasıl iş?” diye kendi kendine söylenirken, birden hocalarının, vedâlaşmadan önce söylediklerini hatırlar ve memlekete gitmeden tekrar geri dönmeye karar verir.
Üstadları başından geçenleri dinleyince;
“-Evlât biz sana hatırlatmıştık. Sen, diğer ilimlerin hepsine bedel, onların hepsini tamamlayan “ilm-i siyâseti” öğrenmeden gittin. Ama, zararın neresinden dönülürse kârdır derler. Tekrar gelmekle en iyisini yapmışsın. Göreceksin, bu ilmi alınca sonuç çok faklı olacak!”
Talebe en sonunda bu ilimden de icazet alarak özellikle ve bir cumâ günü yine aynı camiye gelir. Artık kılık ve kıyâfetiyle de önceki gelişini hatırlatmayacak apayrı bir şahsiyet olarak oradadır.
Yine aynı imam ve yine aynı tarz, eski tas eski hamam kendince inciler döktürmeye devam ediyor. Din adına yalan-yanlış şeyler anlatıyor. Söylenenler, din ve îman konularının hassâsiyetini bilenlerin tahammül edilebilecekleri şeyler değil. Ancak bu defâ bizim ki daha temkinli ve usturupludur: Ayağa kalkar, gâyet olgun ve inandırıcı bir tarzda cemâate şöyle seslenir;
“-Ey cemaat karşınızda gördüğünüz bu imam efendi çok önemli biridir. Ben nice okullar okudum, memleketler gezdim; böylesini görmedim. O öyle biridir ki; böylesi zor bulunur. Demek istiyorum ki, bu hocanızın kıymetini iyi bilin. Ben inanıyorum ki sizin bu hocanın mübârek sakalından bir kıl koparan cennete gider!”
Bu lâf üzerine köylülerin tamamı sakalından bir kıl koparmak için hocaya hücûm ederler. Böylece imamın saçından sakalından en az birer tel koparmak sûretiyle zavallıyı âdetâ yolunmuş tavuğa döndürürler. Böylece cemaati yalan-yanlış bilgilerle yanıltan imamın cemaat nezdinde ki imajı sarsılarak, en azından taşın yerinden oynaması, her söylediği doğrudur algısının zedelenmesi sağlanmış olur.
Mübârek Ramazanın da motivasyonuyla yaptığımız okumalardan seçmeleri zaman zaman paylaşacağız inşâllâh… Okumak güzel, yazmak güzel. En güzeli de bildikleriyle amel etmek; diğer bir ifâdeyle özü sözüne uymak.
Son altı ayın bilhassa son bir ayında şehrimiz hızlı bir trafik yaşadı. Gelenler oldu, gidenler oldu. Hepsi de hayırlı olsun. Bu kıssamız da tepeden tırnağa hepimiz için ders verici olsun inşâllâh. Ki, üç günlük dünyâ için hırsların mahkûmu olarak birbirlerimizi kırmayalım. Kendi aramızda anlaşarak güzel güzel geçinip gitmenin ığrıbını öğrenelim. Netîcede hepimiz gidiciyiz.kalıcı olan yok. Bu anlamda, geride kâlp kırıkları bırakmamak çok önemli.
Mevlâ hepimizi kıssadan hisse alıp, bu vâdîde muvaffak olanlardan eylesin inşâllâh, ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
01.10.2009 |
|
|
HİZMET BAHARI!
Şu anda Ordu halkının duygularını ifâde edecek en güzel şarkı şu olabilir herhâlde:
“Şimdi bahâra erdim, gonca gonca gül derdim!”
Çünkü, Ordu halkının, bilhassa, bahâr’a erdiği bir vâkıa. Hem de bahar içinde bahar!
Üzerine bir de, “gonca gonca güller derme!” düşüncesinin tütsülü hayâlleri!
Onda da şüphe yok Allâh’ın izniyle. Çünkü bu konuda iddiâ büyük:
“ORDU SÜPER BÖLGE ŞEHRİ OLACAK!”
Başbakanımızın da katıldığı 11 Mart mitinginin ardından değerlendirme yapan,
AkParti Ordu İl Başkanımız Sn. Oktay ÇANAK Bey;
“Ordu’muz emsâlleriyle kıyaslanamayacak ölçüde süper bir bölge şehri olacak!”
diyerek çok iddiâlı bir hedef çıtası resmettiler. Bence, az bile söylediler.
Çünkü ben, Sn. Başbakanımızın Ordu’yla bizzat ilgileneceği düşüncesini taşıyorum.
Belediye Başkanımızın da, kafasına koyduğu bir iş konusunda
hiçbir engele takılmadan, istediği yere kolayca ulaşabileğine inanıyorum.
“AK BELEDİYELER, MARKA ŞEHİRLER, 2009”
AkParti, 29 Mart seçimini bu söylemle sloganlaştırdı.
Diğer bir ifâdeyle tüm çalışmalar bu marka altında yapıldı.
Sn. Başbakanımız; il il, ilçe ilçe dolaşarak, basın-yayın ve îlân yoluyla deklare ettiği,
âdetâ, millete verilmiş bir senet niteliği taşıyan mesajlarında
AK PARTİ’nin ve AK BELEDİYELER’in genel çerçevesini şöyle çizdi:
“Biz Türkiye’nin partisiyiz.
Türkiye’yi muâsır medeniyetler seviyesine taşımak için
yapılmayan hizmetleri yapan, milleti için çalışan, Türkiye için başaran partiyiz.
Çünkü; AK PARTİ’nin hamurunu millet yoğurdu,
AK PARTİ’nin kumaşını millet dokudu.
AK PARTİ milletin partisi, milletin iktidarı.
İŞİMİZ HİZMET, GÜCÜMÜZ MİLLET!
BİZ MİLLETİN HİZMETKÂRIYIZ!
Aziz Miletim;
Belediyecilik sadece yol yapmak, su getirmek, çöp toplamak değildir.
Bu anlayışla; her zaman insanımızın yanında yer aldık.
Gün oldu birlikte ağladık, gün oldu birlikte güldük.
Üşüyenin yuvasını ısıttık, yoksulla soframızı paylaştık.
Karne alan öğrencimizin heyecanına,
meslek sahibi olan kursiyerimizin sevincine ortak olduk.
Belediyelerimizin kapılarını ardına kadar halkımıza açtık.
Vatandaşlarımıza sunduğumuz sosyal hizmetlerle
AK Belediyecilik farkını ortaya koyduk.”
TÜRK Milleti de büyük oranda bu sözlere güvenerek;
“BÜYÜK DÜŞÜNÜYORUZ! HİZMETİ SEÇİYORUZ!
Kentimiz için, ülkemiz için, geleceğimiz için büyük düşünüyoruz.
Kavga yerine sevgi, sorun yerine çözüm, boş vaat yerine hizmet,
küçük hesaplar yerine dev projeler üreten
AK PARTİ’ye EVET diyoruz, Hizmete EVET diyoruz.” dedi.
Ve AkParti’nin yerel yönetimlerdeki çoğunluk iktidârını tekrarladı.
Bu defâ Ordu’muz da mâkûs tâlihini yenmek adına
hep muhâlefetlere ikram ettiği yerel iktidârı da ülkeyi yöneten iktidara verdi.
Ve uzun sözün kısası, baharla birlikte bahara erdik!
Şimdi sıra, şarkıda söylediği gibi “gonca gonca güller dermekte!”
İnşâllâh, hayâl kırıklığına uğramayacağımızı düşünüyoruz…
Vaatlerin tâkipçisi olmayı bir vatandaşlık görevi biliyoruz.
Gelişmeleri ve düşüncelerimizi burada devamlı sûrette sizlerle paylaşmayı
yönetimin başarısı ve de daha güzel Ordu adına bir borç olarak görüyoruz…
HEMŞERİN İŞİ GÖTÜRÜYOR!
29 Mart sabâhı oylarımızı kullandık.
Karşıyaka İlköğretim, farklı mîmârîde ve kısa sürede şehre kazandırılmış güzel bir eser.
Sabahın erken saatleri olmasına rağmen, tüm mahalle oradaydı sanki.
Çok kalabalık. Bayram yeri gibi. Nice tanıdıkla karşılaştık. Hoş-beş ettik.
Eve döndükten sonra, akşamdan plânladığımız şekilde köye gitme hazırlıkları başladı.
Öğlede oraya varacaktık. Ben bu arada yukarıdaki yazıyı hazırlamıştım.
Akşam dönüşte de tekrar gözden geçirir, tamamlayıp gönderirim diye düşünmüştüm.
Havalar güzeldi. Köy seferi de güzel oldu. Bahar iyiden iyiye alâmetlerini belli etmiş.
Toprak uyanmış. Tarlalar, bahçeler canlanmış. Yapraklar açmış.
Çocuklar hep dışarılarda oynadılar. Bizler de güzel güzel sohbetler ettik.
29 Mart bizim için ayrıca güzel bir Sıla-i rahm günü oldu sizin anlayacağınız.
Büyüklerin, akrabâların, komşuların duâlarını aldık. İkindiyi de kıldıktan sonra döndük.
Bilgisayarın başına geçtim. Sabahleyin hazırladığım yazıyı açtım. Rötüşlüyorum.
Bu arada, sandıkların açılma saati geleli epey olmuştu. İlk sonuçları öğreneyim istedim.
- Alooo! Selâmün aleyküm. Üstad ne var, ne yok; haber var mı, nasıl gidiyor?
- Vallâ, hemşerin işi götürüyor! Hem de 6-7 bin farkla!
Doğrusu, beklemiyordum ama, şaşırma da şaşırmadım. Hayırlısı olsun dedim.
Evet, sonuç buydu. Mecbûren, yeniden bir yazı yazdım. Pazartesi günkü yazı.
Bu bana yapılır mıydı Seyit Bey?!
Ayda-yılda bir erkenden yazı hazırlamıştım akşam köyden geç döner de yetiştiremem diye!
Şimdi de, yeniden yazı yazmamız gerekti. Ama, sonra bu yazı da garip kaldı. Bizler de!
Her şey kaldığı yerden…Ve insan, düştüğü yerden kalkarmış! Tabiî şehrimiz de…
İnşâllâh, tâze güvenin verdiği heyecanla yepyeni, cesurca, daha güzel şeyler yapılır da
yukardaki yazı ve hayâllerin tadı unutturulur bizlere! Ne kadar çok isterim!
Bizim derdimiz, falancı, feşmekâncı değil. Şehrimiz, neslimiz ve de geleceğimiz.
Bu üçü adına Allâh rızâsı için, elinden geleni yapacak herkes bizce muhteremdir.
Sevgiye, saygıya ve duâya lâyıktır. Seyit Başkana bu anlamda tekrar başarılar diliyorum…
Ama, bilemiyorum. Garip dediğim bu yazı bana çok tatlı geldi. Paylaşmak istedim.
Aslında, hep birlikte o heyecânı Ordu’nun yaşamasını isterdim.
Lütfen, Başbakanımızla ilgili bölümleri tekrar bir okuyun, göreceksiniz!
Oradaki sıcaklık ve samîmiyet, bırakın başkasını, kaç AkPartili yetkilide var acabâ!
Çalışıp kazananlara kızma hakkımız yok. Yolları açık olsun. Başarılar diliyoruz.
Benim sözüm, yukardaki o tatlı cümleleri ve yazıyı sâdece bir nostalji hâline getirenlere,
Başbakanımızın gayret ve hayâllerini, tavırlarıyla bozuk para gibi harcayanlara,
böylelikle, “Halka hizmet, Hakk’a ibâdettir!” anlayışının önüne betondan duvar çekenlere.
Ne diyelim, kader! Bu seçimin de hem yerelde hem genelde çok farklı bir mantığı oldu.
Dileğim, bu dönemin sağduyu için, kazâsız-belâsız, hasarsız bir onarım dönemi olabilmesi.
Kadere keder olmaz, ve de –inşâllâh- bir beş yılımız daha heder olmaz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
31.03.2009 |
|
|
ŞEHRİN ÜSTÜ, BOZTEPE’NİN ETEĞİ
Kusura bakmayın arkadaşlar. Mesele hassas, biliyorum. Bile bile de yazıyorum.
Ben ne yapayım? Sizler de komik ve de konik olmayın! Malzeme vermeyin!
Bayramımız olan şu mübârek cumâ gününde, bana bunları yazdırmayın!
Bu redler, huzura almamalar, muhâtap kabul etmemeler nedir Allâh aşkına?!
Bu kopukluklar, çekişmeler, didişmeler, hırslar, kinler ve münâferet neyin nesi?
Neden, niçin ve kim adına? Böyle inatla ve ısrarla nereye varılmak isteniyor?
Bir olun, berâber olun diye nasihat verdikleri milletin tepesinde sergilenenler ne?
Câmi, cumâ, cemiyet, cemâat kelîmelerinin sıcaklığıyla hiç örtüşüyor mu bunlar?
Vâlisiniz, hacısınız, hocasınız, müftüsünüz.
Milletin nezdinde kaş altı, baş üstüsünüz!
Tüm bu sıfatlar, okumuşluklar, mevkîler faydasızsa; bu insanlar nereye gitsin?
LÜTFEN BEYLER!
Adınıza-sanınıza ve de şânınıza, ayrıca yüce makamlarınıza uygun düşeni yapın!
Netîcede sizler Devleti, Hükümeti, Diyâneti özellikle de adâleti temsil ediyorsunuz.
Bildiğimiz kadarıyla, devlette devamlılık esastır! Bürokraside hislik- küslük olmaz.
Allâh (CC)bile, sonsuz yüceliğine rağmen mel’un şeytânı muhâtap kabûl etti.
A’raf Sûresi’nin ilgili âyetleri aynen şöyle: (Türkiye Diyânet Vakfı Meâli)
Öyle ise, «İn oradan!»
11. Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin! diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı.
12. Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.
13. Allah: Öyle ise, «İn oradan!» Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir.
Çık! çünkü sen aşağılıklardansın! buyurdu.
14. İblis: Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi.
15. Allah: Haydi, sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu.
16. İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.
17. «Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.
18. Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!
Netîcede kovuldu ama; nereden? Huzurdan! Huzurdaydı yâni! Ama, zamânımızda;
bir kul, sanki çamurdan değil de ateşten yaratılmışçasına bir kibirle
diğer bir kulu, muhâtap bile kabûl etmeye biliyor; hem de dîne-diyânete hizmet adına!
YAZACAĞIZ
Bu garâbetlerde ısrar edildiği sürece biz de yazmaya devam edeceğiz. Bu konu çözülmeli.
Seçimden sonra farklı konuları yazma imkânımız daha da çok ve kolay olacak!
Bu ve benzeri konuları daha rahat dile getirebileceğiz inşâllâh. Kimse lâ yüs’el değil.
TAKDİR-NÂME
Cumânız mübârek olsun
Duâm sonsuz; üstü kalsın
Ordu lâyığını bulsun
Takdir sizin elbette ki!
Yirmi dokuz martta seçim
Adaylar var biçim biçim
İşin özü güzel geçim
Takdir sizin elbette ki!
Kalem elde, yağdık estik
Gâhi biçtik, gâhi kestik
Ne darıldık, ne de küstük
Takdir sizin elbette ki!
Hay hay’ladık, hey hey’ledik
Durdurduk, işten eyledik
Ve, sözümüzü söyledik
Takdir sizin elbette ki!
Güzel şehir, güzel ordu
Yöre bir âlperen yurdu
Gelen durdu, giden durdu!
Takdir sizin elbette ki!
İlerletemedi kimse
Enkazdan başka, yok hisse
Derim, seçmen artık küsse
Takdir sizin elbette ki!
Ne alt yapı, ne üst yapı
Ne pencere, ne de kapı
Bu kez de yutmasa hapı
Takdir sizin elbette ki!
Manzaralar abur-cubur
Cadde bozuk, sokak çukur
Arabalar gacır-gucur
Takdir sizin elbette ki!
Aldanma yaldızlı söze
Kara kaşa, elâ göze
Kim çıkarır şehri düze?
Takdir sizin elbette ki!
İnat değil, hizmeti seç
Çalışmayı, zahmeti seç
Gazap değil, rahmeti seç
Takdir sizin elbette ki!
Yirmidokuz Mart sabâhı
Söylemeli Bismillâh’ı
Şehrimizin yok günâhı
Takdir sizin elbette ki!
Nûrânî, söze elvedâ
Sandıktadır şimdi sedâ
Ya önceki, yeni ya da;
Takdir sizin elbette ki!...
PARTİLER DÎNE SAYGISIZ MI?
Söylenemez. Ancak, saygı göstermeleri gerektiğinin farkında değiller; o kadar!
Hepimiz gibi, onlar da duyarsızlar. Câmideyken gürültüleri gelirse fark ediyoruz.
Dışarıdaysak, bizler de farklı hareket etmiyoruz. Kaçımız duyarlıyız ki ezana?
Ezana duyarlılığın en güzeli namaza gitmek! Hiç olmazsa sigarayı söndürmek.
Konuşmayı kesmek ve ezanı dikkâtle dinlemek. Oturuş ve duruşumuzu düzeltmek.
Müezzinle birlikte tekrarlamak. Ezanın anlam ve çağrısına yoğunlaşmak vs. vs.
Önceki gün DSP’nin konserli mitinginde ezana ve namaza rağmen sesler durmamış.
Namaz zâten çadırda kılınıyor. Namazı nasıl kılabildiklerini düşünün artık! Demek ki,
coşku haddinden fazlaymış. O, cenâzeleri ve dînî törenleri hiç kaçırmayan, hattâ;
“Başkanım, bu kadar yorulmayın!”
dedirtebilen, hepimizin tanıdığı Sayın Seyit TORUN eğer ezanı duyabilseydi
orkestrayı kesinlikle durdururdu. İnanıyorum. Bu konu dikkâtlerden kaçmış anlaşılan.
Ancak, her şeyden önce tüm partiler bu noktada elemanlarını uyarmalılar.
Bilhassa namaz vakitlerinde, okul yanlarında ses kirliliğine meydan verdirmemeliler.
Bir-kaç seçime kalmaz bu ve benzeri rahatsızlıklar son bulacaktır diye düşünüyorum.
Ve bununla birlikte sevgisizlikler-saygısızlıklar, yozluklar ve de hoyratlıklar ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
26.03.2009 |
|
|
SEÇMENLERE MEKTUP
Sevgili okurlar, değerli seçmenler; Hepinizi sevgi ve saygıyla selâmlıyorum.
Kusura bakmayın, çok başınızı ağrıtıyoruz. Belki bu kadarı hakkımız değil.
Seçim seçim seçim! Belediye belediye belediye! Başınızın etini yiyoruz!
Sanki, memleketin, üzerinde durulacak başka meselesi yokmuş gibi!
Ama, siz bizi az-çok tanıyorsunuz. Bir sebebi olmasa böyle yapar mıyız hiç?!
Hem Başbakanımız da bakınız nasıl koşturuyor meydan meydan; köşe-bucak!
Çünkü, akla gelebilecek bütün meseleler bu seçim noktasında düğümleniyor!
Eğitim, kültür, sanat, turizm, gençlik, ekonomi, şehircilik, inşaat, işçilik, mîmâri!..
Tüm bu alanların ümîdi, heyecânı, hayâtiyeti hepsi buraya bağlı. İstiyoruz ki;
koskoca bir kentin, güzeller güzeli, anlı-şanlı Ordu’muzun bir beş yılı daha
gülücükler, öpücükler, bee bücük’ler
arasında karambole gitmesin! Güzel Ordu’m, inat kurbanı olmasın!
Şehir meselesi mühim. Orası hepimizin evi, yuvası ve aynı zamanda aynası.
Biz neysek, şehrimiz de o! Hep, örnek şehirler kuran atalarımız ne demişler;
ARSLAN YATAĞINDAN BELLİ OLUR!
Bu meseleyi en iyi il dışından gelenler fark eder. Onlara sormak lâzım!
Ordu doğasıyla güzel güzel olmaya da, ya şehircilik, belediyecilik nasıl?
Çoğunluğun, en hafifiyle; hiç bir ilerleme olmadığını söylediğini göreceksiniz!
Gerçekten, şimdiye kadar Ordu’da şehircilik adına bir şey yapıldığı söylenemez.
Vatandaşın yaptığı evler, apartmanlar yapılar tamam da, belediyeninkiler hani?
Şehre yeni bir şekil, nezih bir kompozisyon, şânına yakışır bir çehre kazandıracak,
Ona alâmetifârika olacak, marka şehir yapacak projeler, programlar! Hani, nerde?
Varsa siz söyleyin, gösterin. Ben de şehrim adına sevinmek isterim herkes gibi.
Nitekim, Sn. Seyit TORUN da bu noktada sıkıntılı.
Bir şey bulamayınca gidip heykelciklere sarılıyor;
figürlere, amblemlere, alt geçitlere sığınıyor!
Otogar’ın yazısı önünde, büyük bir proje gibi poz verilmek zorunda kalınıyor.
Trilyonlar problemsiz geliyor, problemsiz gidiyor! Ama, nereye, göremiyorsunuz?!
Bu zamana kadar her şey, yer ya da su altında. Bütün vâriyetler karanlığa gömüldü.
Bunun, yâni mevcudun üzerine de, belediyecilik adına hiçbir şey binâ edilemedi.
7 milletvekili gördük, 5’i gördük, tek başına çok iktidarlar gördük; yine olmadı.
Niye olmadı? Sebebi biziz. Bizim, bir inatçı muhâlefet damarımız var da ondan!
ÇATAL KAZIK YERE BATMAZ!
Ya da çok dengeliyiz! Vekiller hükümete, reisler de muhâlefete! Haksızlık olmasın!
Kimsenin hatırı kalmasın! Öyle mi? Oh ne güzel adâlet! Diyelim ki, öyle olsun!
Ama bu sefer de kendimize ve de kentimize haksızlık etmiş olmuyor muyuz?!
Çünkü o zaman her kafadan bir ses çıkıyor; herkes bir tarafa çekiyor! Durum ortada!
Ordu da ortada kalıyor ve hep olduğu gibi, bir başka bahara kalıyor ümitler yeniden!
Dolayısıyla sâdece gündelik, rutin hizmetlerden söz edilebiliyor Ordumuzda.
Artık güzel Ordu’muza güzel hizmet edecekleri seçerken gerçekçi olalım.
Bütün şehirlere âdil ödenek gidiyorsa, biz neden bir Samsun gibi, Rize gibi,
ya da, Trabzon olamasa da Giresun, hattâ Bulancak kadar olamıyoruz?
Kaldı ki, Trabzon’da da Belediye başkanı muhâlefet partisinden. CHP’den.
Peki, muhâlefete para az verildiğini, adâletsizlik yapıldığını var sayarsak,
DSP’li Eskişehir Belediyesi nasıl dillere destan hizmetlere imza atabiliyor?!
Bizim kısmetimize niye hizmet düşmüyor? Bu Ordu’da bir şey var dostlar:
Ya hareketsizlik, ya bereketsizlik; ya da her ikisi!
Ama artık Ordumuzda bir tâzelik, bir heyecan, bir hareket olsun. Bereket olsun!
Dallar meyveye dursun!
Bu yavan gidişe bir dur denilsin. Bunu hep birlikte bizler yapacağız tabiî ki!
Caddeler gülsün, sokaklar gülsün, binâlar gülsün. Kaldırımlar gülsün!
Ordu’muzun sâdece başkanları değil,
kendisi, kentlisi-köylüsü, herkes gülsün.
Şunu bilelim ki, burada bir iş yapılacak. Film çevrilmeyecek. Mesele rol değil.
İş çok. Konu ciddî. Bir şehir ve nesil adına geleceğin temelleri atılacak.
Tüm plânlar-projeler, Ankara’yla eşgüdümlü olarak yeniden ele alınacak.
Tepeden tırnağa her şey gözden geçirilecek. Ordu baştanbaşa değişecek!
Ordu’nun buna ihtiyâcı var!
Sizlerin, bizlerin de böyle bir şehirde yaşamaya hakkımız!
Sevgili seçmenler, değerli okurlar; Öyleyse, Ordu için yepyeni bir sayfa açalım.
Oyları verirken plâna, projeye, kaliteye, işe, harekete, bereket ve ümîde verelim.
Bu defâ yalnızca Ordu’yu düşünelim; Ordu’ya odaklanalım. İyi ölçüp tartalım.
Meselâ, kendisine faydası olamayan DSP’nin Ordu’ya nasıl faydası olabilecek?
Şimdiye kadar yapabildikleri için teşekkür bir insanlık borcudur.
Ancak, şehrimize daha iyi hizmet edilmesi adına, eğri oturup doğru düşünmeliyiz.
Hattâ, eğri de düşünebiliriz; yeter ki kararlarımız bir düşüncenin mahsûlü olsun!
Kısır particiliğin, ahbaplığın; hemşerilik, inat gibi liyâkât ölçüsü olamayacak,
netîce îtibârıyle şehrimizi ve de insanlarımızı en az bir beş yıl daha
hizmetten mahrûm edecek hevâların, heveslerin ve anlık duyguların eseri olmasın!
TAKDİR SİZİN AMMÂ
Takdir sizin ammâ sevgili kardeşler; sonuç da çok önemli
Artık yeter; günlerce “siyâh ufka bakmayalım gözleri nemli!”
Beş yıl değil sâdece, tümüyle geleceğimiz söz konusu; netîce-i kelâm
Artıları eksileriyle her şeyi iyi hesaplayalım ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
25.03.2009 |
|
|
KİBAR AMCA’NIN DERSİ
Sevgili okurlar. Hepinize merhabâ! Hayırlı sabahlar, hayırlı haftalar, hayırlı seçimler.
Nihâyet süreçte finâle yaklaştık. Son hafta içerisindeyiz. Sesler yüksek, nefesler tutuk.
Bugünü saymazsak 5 gün sonra sandıktayız. Bu arada yarış, kıyasıya devam ediyor.
İktidar projeler ve avantaj üzerinden, muhâlefet de felsefeyle işi götürmeye çalışıyor.
Bakalım sonuç nasıl olacak? Bir defâ sürecin normal bir seyir tâkip etmesi çok güzel.
Bu seçimde birbirinden iyi ve insânî niteliklere sâhip dört başkan adayı yarışıyor.
Onların şahsında duygular, düşünceler; ümitler ve hayâller yarışacak.
Sağlar, sollar, hizipler ve yollar; âidiyetler ve ideolojiler yarışacak.
En doğrusunu söylemek gerekirse; iktidar ve muhâlefet yarışacak.
Kimi, iktidara olan muhâlefetini normâl partisi üzerinden yürütecek.
Dolayısıyla, sonuç hiç umûrunda olmadan kendi sol ya da sağında duracak.
Kimisi de, iktidarın kazanmaması adına daha ileriye giderek;
sağını-solunu, yelpâzesini unutup iktidarın zıddına oy verecek!
HIRS PAZARI
Diyelim ki böyle yapılıp da istenilen sonuç alındı.
Sağı-solu, genci-ihtiyârı, kızı-kızanı hep bir olduk;
inadımız inat dedik ve “eski tas eski hamam” yola devam kararı çıktı.
Hırsımız yerine geldi; kazanmanın keyfiyle o gece gözlerimize uyku girmedi.
Sabah gözlerimizi ovuşturarak uyanıp, zar-zor ayağa kalkabildik!
Yepyeni bir güne gözlerimizi açtık. Eskiden, Tercüman gazetesinin bir sloganı vardı:
“Her sabah tâze bir başlangıçtır ve her sabah dünyâ yeniden kurulur!” şeklinde.
Peki, o kadar patırtı-kütürtüden sonra Ordu’nun kazandığı şey ne olacak?
Hangi yeni projelerle, hangi ümitlerle ve hangi beklentilerle yürüyeceğiz yıllara?!
Sokakta, caddede, şehirde, insanlarımızda hangi değişiklik heyecanları depreşecek?
Her şey kaldığı yerden, mâlum olduğu üzere; ite-kaka, taka-tuka rutinini tâkip edecek!
HERKES İYİ!
Akkuşta görev yaptığım yıllarda, gelip-geçerken ilçelerimizde duraklardım.
Ünye’de, Fatsa’da, Perşembe’de meslektaşlara ve bilhassâ kitapçılara uğrardım.
Fatsa’da bir kitabevi var, hâlâ da var; SÖNMEZ KİTABEVİ. O zamanlar çok ünlü.
Değil sâdece Ordu; Karadeniz Bölgesi’nin en büyük kitabevlerinden. Bir gün oradayım.
Kitaplar arasında dolaşırken, yapılan harâretli sohbete ben de dâhil ve şâhit oldum.
Kitabevinin sâhibi M.Şeref KİBAR da orada. Ayrıca GÜNEŞ adlı gazetesi vardı.
Zamânın ANAP Miletvekili Bahri KİBAR’ın da amcası. Faal ve heyecanlı birisi yâni.
Sohbet arasında, biraz da siyâsetçi olarak, yaşın da verdiği ağırlıkla soruyor oradakilere:
“Nerede çalışıyorsun? Çok iyi. Orası güzel bir yerdir. Müdürün kim? Nasıl bir adam?”
- Efendim, müdürümüz iyi, iyi adam, problem yok; iyi anlaşıyoruz.
- Kardeş, her kes iyi, her kes hoş! Herkesin iyiliği kendine!
Hizmet ediyor mu, çalışkan mı, girişken mi?
Bulunduğu yerde insanlara, topluma faydalı olabiliyor mu?
Ses getirebiliyor mu? Onu söyle sen bana!
deyişini hiç unutmam. Nitekim, bizler de hep demez miyiz;
DOSTLUK BAŞKA, ALIŞVERİŞ BAŞKA!
Evet dostlar; “Dostluk başka, alışveriş başka” deyimi bir gerçeği vurguluyor:
Biz burada seçim yaparken, şehrimiz ve geleceğimiz adına bir tasarrufta bulunuyoruz.
Dostluğumuz dostluk ama, bu pazarda kentimizin menfaatlerini gözetmek zorundayız.
Sâdece dostluk hatırına, toplum için daha az kârlı olacak bir tercihi onaylayamayız.
Kim kazanırsa kazansın, sonuçta hiç imse, öbürünü makâmından kovacak değil.
Hangisi kazanırsa kazansın, öbürlerinden hiç biri kötü değil çünkü.
Dünyânın sonu zâten, hiç değil. Netîcede her kes lâyık olduğu idâreye kavuşur.
BİZİM KAYBIMIZ YOK, AMA…
Bizim bir kaybımız olmayacak ama, önemli olan kazancımızın ne olacağı değil mi?
Ve özellikle de kentin, neslin, gençlerin ve de ümitlerin ne kazanacağı?!
Görünen o ki, iki aday diğerlerinden öne geçmiş; yarış bu ikisi arasında.
Söylemek istediğimiz, tercihler belirlenirken kişisel dostluk ve çıkarların,
komşuluk, tanışıklık, akrabâlık gibi özel bağların tek kriter yapılmadan, önceliğin;
şehrin ve neslin önümüzdeki 5 yıldan öte, tüm geleceğini etkileyeceği husûsuna verilerek,
daha iyi, daha güzel, daha avantajlı ve yararlı olacak olanın objektif olarak,
açık yüreklilik ve samîmiyetle araştırılarak karar verilmesidir.
Herkes kendi içerisinde bunu yapabildikten sonra her sonuç hoş ve güzel olacaktır.
30 Mart sabâhı doğacak yepyeni bir günle berâber, şehrimizin tâze bir başlangıç yapması Ordu’muzda yepyeni bir dönemin başlaması dileğiyle ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
22.03.2009 |
|