|
|
GÜLE GÜLE EY EYLÜL;
YİNE GEL BÖYLE!..
Sevgili okurlar, bugün; iç içe süreçleriyle târihe geçen o meşhur 2010 Eylülünün son günü.
Bu Eylül var ya bu Eylül; güle güle gitsin sevgili dostlar. Çok yaşasın. Dinlenip tekrar gelsin!
Hoş gelsin, böyle hep safâlar getirsin. Târihe, coğrafyaya, matematiğe vefâlar getirsin!
Çünkü, bu başka, bambaşka bir eylüldü. Çok farklıydı, çok zorluydu, çok özeldi, çok güzeldi!
Bu Eylül diğerlerine benzemiyordu! Doğrusu bu eylül unutulacak eylüllerden değildi dostlar.
Çünkü, aklı başında herkes; biraz yorgunluk çekmiş olsa da bu eylülden memnun olmalıdır.
Çünkü bu eylül, gerek bizlere, gerek ülkemize, gerekse bölgemize ve de tüm insanlık âlemine, perdeler araladı, ümit pencereleri açtı, tüm mazlumların yüreğindeki özgürlük ateşini şavkıttı.
Horlanan, zorlanan, dâimâ körlenen insanlarımızın gönüllerine kendine güven duygusu geldi.
EYLÜL ORDUSU…
Bir düşünelim; Eylül ordusu, ya da Eylül'de Ordu denilince, bu neleri akla getirmeli sizce?
Elbetteki, bu ay içerisinde yaşanan ve bizleri etkileyen, toplumun geleceğiyle yakından ilgili, hepimizin kişisel ya da genel gündemleri gelmeliydi akla. Özel gündemlerimiz bir yana,
genel anlamda hangi birini sayalım ki? Zîrâ, bu defâki Eylül harmanı oldukça yüklüydü…
Harman diyoruz, çünkü her şeyden önce, mevsim îtibârıyle harmanlarda fındıklarımız vardı.
Eylül Ordusunda bu defâ bir de mânevî harmanımız vardı. Rahmet ve bereket ayı Ramazan.
Bir de, millet olarak kendimize, komşularımıza ve tüm insanlığa karşı sorumluluğumuzun ifâdesi olan siyâset harmanı. EVET ya da HAYIR; yâni REFERANDUM…
ÜÇ SÜREÇ, ÜÇ İMTİHAN…
Evet, bu Eylül'de bu üç süreç de geldi geçti. Üçü de zorluydu. Ama, Rabbimiz kolaylığını verdi ve sonuçta bu günlere geldik. Nihâyet, gide gide, gele gele en sona varacağız. Önemsemediğimiz, hevâ ve heveslerimizle, anlık hırslarımızla çalakalem yaşadığımız gündemlerin en sonunda, "tamam!" denilince, geriye ne kalacak? Milim milim hakla-hakîkâtle süslenmiş bir bahçe mi, yoksa, meyvesinin ötede tattırılacağı zakkumlarla dolu gayyâ mı?
İnşâllâh, tüm bu imtihanları başarıyla geçenler arasındayızdır. Tam burada, îman hassâsiyetinin gereği olarak her hâlükârda dikkât etmemiz gereken bir husûsu vurgulamak adına Âl-i İmran Sûresi 77. âyetin meâlini vermek bizim için kaçınılamaz bir görev olarak gözüküyor:
"Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur; Allah kıyamet günü onlarla hiç konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azab vardır."
Elmalı'dan, sâdece meâlini aldığımız bu âyetin tefsirine bakarak ayrıntılı yorumlara ulaşabilirsiniz. Bizim söylemek istediğimiz, hiçbir önemli ya da önemsiz sebep, şeriatın sınırlarını çizdiği ruhsat boyutlarının ötesine geçerek bizi Allâh'a verdiğimiz sözler dâiresinden çıkarmamalı. Aksi takdirde, Allâh korusun, dünyâyla âhireti değiştirme konumuna düşeriz.
Ne mutlu, bahânelere sığınıp kendini aldatmadan, her adımda, her hâlükârda, tüm süreçlerde, Allâh'ın râzı olacağı tercihleri isâbet ettirmek için gayret gösterenlere. Önemli olan bu irâde, bu niyet ve samâmiyettir. Sonuç bizim için çok da önemli değildir. Çünkü, biz yapacağımızı yaptıktan sonra iş Allâh'a kalmıştır. Sonuçta biz nasılsak öyle idâre olunuruz ve de nihâyetinde, hayrın ya da şerrin nerede olduğunu lâyıkıyla ancak Allâh bilir:
"Sizin hayır zannettiklerinizde şer, şer zannettiklerinizde ise hayır vardır" (Bakara, 216)
DEĞİŞİM GELİŞİM OLSUN İNŞÂLLÂH!
Diyânet hizmetlerine fetret dönemi yaşatan 3 yıllık süreç te bu ay, yeni müftümüz Mustafa KOLUKISAOĞLU Bey'in atanıp geçen hafta göreve başlamasıyla sona erdi. Bu da çok hayırlı bir gelişme.
Bu Eylül'ün Ordu'ya getirdiği bir şey daha var; okul müdürleri arasındaki genel yer değişiklikleri. Bu da, eğitim dünyâsına bir yeni soluk getirecektir. Darısı, başta imamlar olmak üzere diğer değişiklik gerektiren birimlerin başına… Bu paragrafı, -önemine binâen- genişleterek bir başka yazıda işlemeye çalışacağız inşâllâh.
FEYZ'DEN FEYS'E!
Şahsım olarak da, Eylül ayı bize facebook getirdi. Yıllarca direndik ama, geçen gün yazarımız Mustafa ÖZATA Bey, yeni iş yerine hayırlı olsuna gidince, bunun büyük bir eksiklik olduğunu söyleyerek beni kendi elleriyle sisteme kaydetti. Bu değişikliğin de bizler için hayırlı olmasını diliyorum. Hazırını sâdece daktilo niyetine değerlendiriyoruz da, bilgisayarın bakalım bu sistemine ayak uydurup ta hayırlısıyle becerebilecek miyiz? Eskiden FEYZ vardı, -tabiî yine var da,- şimdi moda ve yaygın olan FEYS! (Face yâni) Haktan hayırlısı.
Tüm aylarımızın, en az bu Eylül kadar, şahsımıza, milletimize, Ordumuza, yurdumuza gözle görülür hayırlar getirmesi, Rabbimizin bizleri daha nice böyle güzel aylara yıllara hayırlısıyla ulaştırması dileğiyle ves'selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
29.09.2010 |
|
|
BÜRODA BİT, AMBARDA TAVUK!
İşyerimizdeki büroya müşteriler gelmez yalnızca. Başka başka misâfirler de gelirler sık sık; sağ olsunlar. Çok şükür ki tüm bürolar, mağazalar, işyerleri böyle toplumumuzda. Çünkü, sonuçta muhabbetli bir toplumuz. Konuşmayı seviyoruz.
Her neyse, geçen haftalardaydı. İsmini yeni öğrendiğim İsmail ÇAKMAK Amca da arada-sırada uğrayanlardan. Hangi kategoride olduğu önemli değil şu anda; müşteri mi, misâfir mi? Ne fark eder. Sayki, her ikisi! Ama anlattıkları ilginç sonuçta. Kendisi 70-75 yaşlarında. O anlatıyor, biz dikkâtle dinliyoruz:
“Biz çavdar ekmeği ile büyüdük. Ayakkabı görmedik. Çarık vardı. O da ancak 2-3 gün dayanırdı. Onun için çarşıya girerken giyer, onun dışında cebimizde taşırdık. Sonraları kara lâstik çıktı. Onu da zenginler giyebiliyordu.
Falancı kara lâstik giyiyormuş yâhû! deniliyordu.
Ben, MENDERES’in parti kurduğu zamandan berisini biliyorum.
ESKİDEN BİR BİT VARDI; BİZİ YER BİTİRİRDİ!
Elbiseyi çıkartır ateşe silkelerdik. Bitler ateşe düştükçe, mısır gibi, pat pat patlarlardı! Sonra bir DDT çıktı. Bit bitti! Sürmeye bile gerek yoktu. Sanki, duyan gitti!”
Sonra babam girdi söze;
“Ben, dedemler falan hep bir arada otururken bir tarafta ders çalışırdım. Başım kaşınırdı. Bilirdim ki bit var. Onlar sohbet ederken ben başıma tarak vurur, bitleri önümdeki kitaba düşürürdüm. Götürür yanan ateşe atardım. Bitler, pat pat pat diye patlarlardı! Hey gidi günler, ne zamanlardı!”
Bu kez Halil ARSLAN Amca da katıldı bit muhabbetine;
“Ben 58-59 yıllarında geldim Ordu’ya. Demokrat Parti dönemiydi. DDT o günlerde yeni çıkmıştı. Sokaklarda bile, sanki müjde verir gibi bağıra bağıra satılıyordu:
BİTLERE PİRELERE SON! BİTLERE PİRELERE SON!
diyerek! İsmail Amca, kaldığı yerden devam etti söze;
“Onu demek istiyorum. Halk Partisi’nin bu memlekette dikili taşı yoktur. Vatandaşın hazır yaptığını da elinden alırlar. Sâdece hep konuşurlar. İşleri bu. Kırık iğneleri dahî yok. Elbette EVET çıkacak!
Çocuklarım telefon ettiler referandumdan önce. Aman sola oy vermeyin diye. Kendim de ömrümce zâten hiç vermedim. Onların biz ne devirlerini gördük. Hadi mânevî yönü bir tarafa, madden de nefes aldırmıyorlar! Onların AŞAR’larını, SİRKÂT’lerini; hepsini gördük.
Eskiden neydi; ekinleri, buğdayları, arpaları hükümetten saklamak için toprağı kazar içine gömerdik. Bize yetmiyordu ki, verebilelim. Hükümet te bulduğunu vergi diye alıyordu.
Hayvanlar da öyle; türlü türlü şekillerde saklanır, gizlenir; gelen memurlardan kaçırılırdı. O günün şartlarında kaçmaktan, kaçırmaktan başka çâremiz yoktu. Zâten kıtlık günleriydi. Yoksulduk, açtık!”
Gençliğinde, CHP’de yıllarca yöneticilik yapmış olan İrfan Ağabey de en sıcak haberlerden biriyle katıldı sohbete:
“Bir arkadaş var, akşam oturup çay içtik. Bana dert yandı. Ne heveslerle binâ yaptırdı sâhil boyunda bir yere. Bulunduğu yörede 574 oyun 500’ü HAYIR çıkmış. Çoğunluk solcuymuş. Her akşam evlerin balkonlarında, ya da bahçede içkili sofralar kuruyorlarmış! Bu hayat tarzından bu sonucun çıkması normâl. Bu sonuç ta gösterdi ki; BURASI BİZE GÖRE DEĞİL. EVİMİ SATILIĞA ÇIKARDIM! diyor.”
Evet sevgili dostlar. CHP bu. Çizgisi belli. Onlar bundan rahatsız değiller. Kendileriyle de oldukça barışıklar. Çünkü onların kimlikleri ve hayat tarzları böyle. Bunu onlar da biliyor, halk da biliyor. Biz de biliyoruz. Çeşitliliğin gereği de bu. Bu tablo, manzara ve gerçeği onlar dâhil herkes kâbullenmeli. Herkesin aynı olma imkân ve ihtimâli zâten yok. O zaman huyu-suyu, alışkanlıkları farklı olanların farklı tercih yapmaları gâyet doğal ve birbirinden oy beklemesi biraz hayâl ürünü gibi değil mi sizce de?
Hâl böyleyken, ortada değişen bir şey olmadığı, kimse de başkasının yoluna gelmediği, kimse ne inancından, dininden-îmanından, ne mezhebinden, ne meşrebinden, ne de yaşama biçiminden tâviz vermediği, milletin CHP’ye karşı geleneksel tutumunun da referandum sonucunda apaçık belli olduğu hâlde, CHP Ordu Milletvekilimiz Rahmi GÜNER Bey, geçen hafta sonu(23.09.2010) yaptığı açıklamada rüyâ mı, hayâl mi, her ne ve nerede gördüyse, şöyle buyurmuş:
“CHP olarak ülke genelinde oyumuz artıyor. Yavaş yavaş iktidara yürüyoruz.”
Artık, bu söz üzerine ne denir dersiniz? Siz ne diyeceğinizi daha iyi bilirsiniz sevgili okurlar, ben artık ne diyeyim?!
Öyle de, şimdi asıl şöyle bir durum var; Referandum öncesi iktidarla kanlı-bıçaklı, pardon KANLI-KILIÇLI olan KILIÇDAROĞLU, şimdi Başbakan’la yan yana görünmeye başladı. Sandıktan gerekli ders alınmış olmalı!
Ve de, Rahmi GÜNER vekilimizin İKTİDARA YÜRÜYORUZ sözünü, İKTİDARLA YÜRÜYORUZ olarak anlamalı ve el’hak doğru diyebilme erdemini göstermeliyiz.
Ancak, biz ne dersek diyelim, gerçek olan şey; yalnızca sözlerle değil,
özleriyle de halkla bütünleşebilenlerin iktidâra yürüyebilecekleridir.
Hükûmet iktidara bu yoldan gelmiş, muhâlefet te bunu nihâyet anlamış,
ve de o yolu keşfedip izleme turlarında gibi gözükmektedir.
Özlemişiz doğrusu. Ne güzel bir manzara! Haydi hayırlısı ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
28.09.2010 |
|
|
YENİ MÜFTÜ, YENİ SAYFA…
Sevgili okurlar; Müftülük ve Ordu İmam-Hatip Lisesi, her ne kadar emekli de olsak bizim için ikinci adresler olmaya devam ediyorlar. Birinde hem okuduk, hem de yıllarca görev yaptık. Diğeriyle, branşımız ve de Diyânet Vakfı üyeliği dolayısıyla devamlı iç içeyiz. Tüm faaliyetlerine katılmaya çalışıyoruz. Ayrıca çalışanları içerisinde yakınlarım, arkadaşlarım ve de çok sayıda öğrencimiz var. Tüm bunların ötesinde, gazete bağlamında da doğal olarak ilgilenmek durumundayız.
İşte bundan dolayı, önceki Cumâ günü yeni İHL müdürümüz Mustafa AKKOZ Bey’i ziyâret ettiğimiz gibi, geçtiğimiz Cumâ günü de, geldiğini yeni duyduğumuz, yeni müftümüze sıcağısıcağına hoşgeldine gittik bir arkadaşla. Çünkü, Ordu’da, özellikle müftülük konusu bir-kaç yıl süren evlere şenlik olaylar dizisine dönüşmüştü. Bu karışıklıkta bâzen 2 müftümüz bile olabilmişti aynı anda. Sonra ikisinin de gitmesiyle bir boşluk oluşmuş, o bile bize çok iyi gelmiş, onca sinir harbi ve yorgunluğun üzerine biraz nefes alabilmiştik.
Şunu söylemek gerekir ki, bu tansiyonu yüksek sürecin ardından görevi vekâleten yürüten Kemâl MENCELOĞLU Bey dengeli, dikkâtli ve istişâreli idâreciliğiyle kurumu bugünlere taşımış, hattâ güzel hizmetlere imza atmıştır. Bildiğimiz kadarıyla, öncelikle fizikî kapasite îtibârıyle bünyesel anlamda gözle görülür ilerlemeler kaydedilmiştir. Binâlar yükseldikçe, açılışlar ve programlar yapıldıkça, -biraz da dikkâtler başka olaylara kaydığı için- bu, sessiz gibi seyreden dönemin sesleri çıkacak ve emeği geçenler hayırla yâdedilecektir. Rabbim cümle ilgililerden râzı olsun…
Evet, ne diyorduk; yeni müftümüz Mustafa KOLUKISAOĞLU Bey bizi oldukça doğal ve sıcak karşıladı. Samîmî ve resmiyetten uzaktı. Bizde bıraktığı ilk izlenim bu. Ulusal medyadan öğrendiğimiz kadarıyla, hizmet ettiği tüm yerlerden de sitâyişkâr izlerle ayrılıyor. Rabbimiz, hocamıza burada da şahsiyetiyle mütenâsip olumlu, erdemli ve iyi icraatlara muvaffak eylesin inşâllâh. Din gibi, çok hassas bir konuda ölçüyü denk getirmek oldukça zor.
HİZMET ORDUSU…
Hele bu, Ordu gibi yerlerde, zorun da zoru. Çünkü, geçen dönem Ordu, giden Vâli Ali KABAN’ın kişisel yönetim tarzlarından kaynaklanan gerginlik ve kırgınlıklarla dolu bir keşmekeş süreci yaşadı. Bundan en çok etkilenen kurumların başında da müftülük vardı. Müessese çok yara aldı. Bu arada dikkâtler makamdaki gelgitlere yoğunlaşmışken, o karambolde bünyeden bâzı rahatsızlıklar zuhur etti.
Nitekim, müftü beyle görüştüğümüz geçen günün akşamında bir câmideki görevlilerle ilgili internet sitelerine düşen uyumsuzluk haberleri hem sendikalar, hem de görevlilerin fotoğrafı bağlamında ipuçları veriyordu. Buradan 2-3 ay öncesine gidince, belki ıslak imza gibi değil ama, daha organize ve kirli, din adına daha fecî sahtekârlıklar vardı merkez görevlilerle ilgili olarak medyada.
Şunu söylemek isteriz ki, ilimizde, “el çabukluğu mârifet” kabîlinden yöresel, töresel ya da başka türsel indî kayırmalar bilhassâ mânevî hizmet sistem ve dokusunu tahrip etmiştir. Olmadan oldurulanların şımarıklık ve taşkınlıkları, ne oldum delilik ve sonradan görmelikleri, çok hassas olan din hizmetinin vakarıyla bağdaşmayan çiğliklere sebebiyet vermiştir. Hem il olarak, hem câmiâ olarak, tüm bunların sonucu ortaya çıkan çalkantılardan artık gınâ gelmiştir.
ŞANS, KADER, KISMET…
Mh. Hocam. İşte, tam bu noktada sizi Ordu için, her şeyden önce, bir toparlanma şansı olarak gördüğümüzü söylemek istiyoruz. Yaklaşık 3 yıldır bu makam polemikleriyle ülke, tatsızlıklarıyle de halkımızın gündeminde. Durum ortada. Siz, aynı zamanda kendi bölgeniz olması îtibârıyle ister-istemez burayı tâkip ediyor ve de bura insanlarını da zâten tanıyor, biliyor olmalısınız.
İnanıyoruz ki tüm bunlar ve bizde bıraktığınız intibâ ve olgun kişiliğinizin avantajıyla berâber, her şey, sizin önderliğinizde rayına oturabilir. Öteden beri samîmiyet ve gayretlerine şâhit olduğumuz birikimli, deneyimli mesâi arkadaşlarınız da zâten yanınızda. Bizler başta olmak üzere, tüm kamuoyunun da, her zaman olduğu gibi, samîmî gayretlere kendi imkânları ve kâbiliyetleri ölçüsünde katkıda bulunacağı muhakkaktır.
Deruhte etmek durumunda olduğunuz bu misyon ve yapacağınız mukaddes görevinizde Rabbim yardımcınız olsun. Siyâsetçisi, sendikacısı, yakını ya da arkadaşı, her kim olursa olsun, sizi liyâkât, hakkâniyet ve adâletle icraat yapmaktan alıkoymaya çalışacak, böylelikle kendi çıkarı için selim akılları ve kâlpleri huzursuz edecek, zâten yok noktasına gelmiş bulunan müesseseye güven duygusunu tamâmen pörsütebilecek olan böylesi sürüyle insanlardan hiç birine fırsat vermesin…
“HİTÂMUHÛ MİSK”
Ordumuz bu ay sizinle berâber değişiklik ve yeniliklerde zirveyi yakaladı. Câmiamızı -yakından demiyorum- doğrudan ilgilendiren İmam-Hatip Lisesi’ninki dâhil, hemen hemen tüm okulların müdürleri değişti. Tüm Orduluların mânevî eğitiminin öncüsü olan sizinle bu süreç taçlanmış oldu. İnşâllâh, yeniliklerle, tâzeliklerle, güzelliklerle geldiniz. İnşâllâh, gelişinizle Ordu’da her türlü hayırlı hizmet kıvamı; “HİTÂMUHÛ MİSK”e tekâbül etmiş olacak.
İçimde bir ses, Güzel Ordu’da her şeyin, dünden daha güzel olacağını söylüyor…
Sizlerin, bizlerin, Ordumuzun, yurdumuzun hepimizin yolu ve bahtı açık olsun.
Aramıza, tekrar HOŞ GELDİNİZ, SAFÂLAR GETİRDİNİZ Muhterem Hocam.
“MEVLÂ GÖRELİM NEYLER; NEYLERSE GÜZEL EYLER” ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
26.09.2010 |
|
|

BİR ZAMANLAR GÜNLERDEN
YİNE BÖYLE BİR EYLÜLDÜ…
Bu Eylül niye böyle farklı? Niye adı da tadı da bir burukluk hissi veriyor. Sanki bu ayın ismi bile sizi hem bedenen hem rûhen başkalaştırıyor gibi. Duygular yoğunlaşıyor, kavak yelleri fırtınalaşıyor. Eylül adı, romanlara, hikâyelere, şiirlere damgasını vuruyor. Her taraflarda melânkolik bir hava esiyor. Doğada bir telâş, bir telâş; hem de açıktan açığa! Bunu ayan-beyân görüyorsunuz!
Ağustos bitmeyiversin hele; hemen, güneşin yakışı, dağların bakışı, suların akışı, toprağın nakışı değişiveriyor. Her şey birden bire hareketleniyor; yapraklar-çiçekler, havalar-sular, ağaçlar-taşlar; velhâsıl her şey, her şey değişiyor; evriliyor, çevriliyor sözün özü…
Toplumsal ve siyâsî havalar da öyle değil mi? Dünyâdaki ve ülkemizdeki en etkili olaylardan, değişim ve dönüşüm ifâde eden hadîselerden bâzıları da bu aya tevâfuk etmiştir. Dünyâda (bir) 11 EYLÜL var. Türkiye’de de (iki) 12 EYLÜL. Mâlum, hepsi de, önemli değişiklikleri ifâde eden târihler.
Acabâ, okullar da bunun için, sînesinde değişime en müsâit havaları barındırdığı için mi Eylül aylarında açılıyor? Ne dersiniz?! Bana sorarsanız; kesinkes öyle gibi sanki!
Her neyse, bizim konumuz bunlardan hiç biri değil şimdi. Yıllar öncesinin, daha doğrusu, son referandumdan çok öncesi yılların, yine okulların yeni açıldığı, böylesi bir Eylül gününün, ajandamıza düşürdüğü notları paylaşacağız sizlerle. Ayın 9’u, 10’u bayrama denk geldiği, sonraki heyecanlı gündemlerin de bu güne savurduğu -ve böylesinin daha iyi olduğunu düşündüğümüz- hâtıra notları şöyle:
“9.9.1989 günü, hayâtımın sürprizli günlerinden biri oldu. İlkokul 2’de okuyacak olan Beyzâ yeğenimin kitap-kırtâsiye ihtiyaçları alınmıştı. Kitapları karıştırırken, bir de ne göreyim; yeni müfredâta göre yazılan GÜZEL TÜRKÇE Kitabı’nın 78. sahifesinde benim de bir şiirim var. Adı, AYLAR GEÇİYOR. Şiirle ilgili resimler, kareler ve sorular da var. Şiir, konu olarak işleniyor yâni. Sevindim doğrusu. Yarın, Allâh (CC) izin verirse, kitapçıları dolaşıp, diğer kitaplara da bakacağım inşâllâh.
Sâdece benim değil; bizim kuşaktan Mustafa Rûhi ŞİRİN, Üzeyir GÜNDÜZ, Hasan DEMİR, Abdülbâki KOŞAR, A.Vahap AKBAŞ gibi, başta DİYÂNET ÇOCUK, SELÂM ÇOCUK, GÜL ÇOCUK gibi muhâfazakâr dergilerde zaman zaman isimleri gözüken arkadaşlarımızın da yazı ve şiirleri var.
Bizim için, çok mutluluk verici bir olay. Sebep olanlardan, Hakk Celle Hazretleri râzı olsun. Beklemiyordum. Bu vâdîde, herhangi bir teşebbüsüm de olmadı. İnsanın sevinmemesi elde değil. İnşâllâh daha güzel eserler vermeye çalışmamıza vesîle teşkil eder.
Burada, merak ettiğimiz bir hususu belirtmeden geçmeyelim! O da şu; İlerici, çağdaş ve süper özgürlükçü geçinen, sözüm ona yobazlar, kuyruklarına basılmışçasına ne zaman feryâda başlayacaklar bakalım?! Fark ederlerse, güzel bir mâlzeme bulmuş olurlar. Evire-çevire işlerler. Bir yerlere mesajlar verirler! Birilerini dâvet ederler! Hazmedemezler ves’selâm!
Ama, onlar istemese de, bu kervan yürüyecek! Buna inancımız tam. Yüce Mevlâ’dan, behemehâl yürüyecek bu kervanın yolunda, -nefsin ve yandaşlarının engellemelerine rağmen- en azından bir toprak olabilmeyi niyâz ediyorum. Allâh (CC) cümlemize, râzı olduğu işleri yapmak ve rızâsına ermek nasîp eylesin. Âmin.
Bu güzel vatanın, yiğit evlâtlarının duygu âlemlerine bir nebzecik de olsa, temiz olduğuna inandığım katkılar sağlayabilmek güzel bir şey olsa gerek. Kitabın baskı adedi 1.825.000 olarak not düşülmüş. Ayrıca, kim bilir kaç baskı yapacak? Gerçekten mutluluk verici bir şey.
Yüce Mevlâm’dan, dînim, milletim, vatanım için, daha nice hayırlı güzel çabalar sergilemeyi nasîp eylemesini tüm kâlbimle niyâz ediyorum. 10.09.1989 00.35 Ordu”
Sevgili okurlar. Bizler geçmiş süreçleri hep birlikte yaşadık ve ülkemiz için hiçbir zaman ümidimizi kaybetmedik. İnancımız gereği ümitsizlik bize zâten yakışmazdı. Yukardaki satırlarda burukluk ve sitem yanında ümit hep var görüldüğü gibi. Bu gün artık, herkesin açıkça ayırt edebildiği çok farklı eylüllerdeyiz çok şükür.
Ve, bundan böyle eylüller artık, bizler için yalnız ve yalnız; hep tatlı bir mevsimi,
Milletçe okumayı-yazmayı, değişmeyi, yenilenmeyi, tâzelenmeyi, silkelenmeyi,
madden-mânen, zihnen ve ahlâken gelişmeyi ifâde edecek inşâllâh ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
24.09.2010 |
|
|
“OKU”L HAFTASI…
Önceki hafta minikler başladı oku’l yolculuğuna. Bu hafta da onların ablaları, ağabeyleri…
Okumak kelimesi insana heyecan veriyor. Kâlbini sevinçlerle, muştularla dolduruyor…
Burada insanlığın serüvenini gözden geçirmek, idrâk yolculuğunu irdelemek gerekiyor.
Bir zamanların dünyâsına, Efendimizden önceki yıllara şöyle bir göz gezdirelim isterseniz:
Güçlülerin, herhangi bir kriter kırıntısı taşımayan güçlerinin topluma hükmettiği çağlar…
Kadınların, yaşlıların, kız çocuklarının, zayıfların hiçbir hak iddia edemediği dönemler…
Cehâlet sarmıştı her yeri sözün özü; akılları, fikirleri, zenginleri fakirleri, horları-hakirleri…
Durum, bugünkü teknik destekli zâlim dünyânın sapık ve iğrenç manzaralarından farksızdı…
Bir gidişler vardı, bir koşuşturmalar; savaşlar, barışlar, yarışlar; hepsi meçhûllere doğruydu…
Ahlâksızlık, haysiyetsizlik, fuhuş, zinâ, işkence, gasp, tecâvüz, hakâret, her türlü mel’anet…
Dünyânın her yanında, kelimenin tam anlamıyla bir câhiliyye yaşantısı hüküm sürüyordu...
İnsanın mîdesinin kaldıramayacağı, haysiyetinin kâbul edemeyeceği bir durum sözkonusuydu.
Mehmet Âkif ERSOY merhûmun dile getirdiği gibi;
Bir kere de, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
***
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
***
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin.
Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.
Ama, Rabbimiz bu durumdan hoşnut değildi. Çünkü cehâlet ve câhiliyye karanlık demekti…
O, insanların dâimâ mutluluğunu isterdi. Bunun için de kitaplar ve peygâmberler gönderirdi.
Evrende esas olan, güzel yaratılışlı insana yakışan nurdu, aydınlıktı, iyilik ve güzelliklerdi…
O hâlde, cehlin, cehâletin ve câhiliyyenin yerini ilim almalıydı, îman ve irfan kuşatmalıydı…
İnsanlar oku’malı, nurlanmalı, gerçekleri görmeliydi; kısaca, işin aslını faslını öğrenmeliydi…
Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
***
Bir nefhada insanlığı kurtardı o Ma'sum,
Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!
"Oku, yaratan rabbin adıyla. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Oku! Ki rabbin sonsuz kerem sahibidir." (Alak 96/ 1-3)
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi geberdi!
***
Âlemlere rahmetti evet şer’i mübîni,
Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi.
***
Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;
Medyûn ona cemiyyet-i, medyun O'na ferdi.
***
Medyundur o mâsûma bütün bir beşeriyet...
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Oku’l deyince hep oku’mak gelir akla. Oku’mak, sâdece oku’lla bağlantılı ve de zamantılı da değildir aslında. Oku’mak her zaman, her yerde, her hâlükârdadır. O zaman oku’yacağız. Okulların başlamasıyla birlikte biz de çocuklarımızla birlikte, hem onları hem de kendimizi motive etmek adına bunu fırsat bileceğiz.
Çünkü okumak Rabbimiz’in emri; O "Sakın cahillerden olma!" (En'am 6/35) buyuruyor. " Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer 39/9) buyuruyor.
Evet, OKU emri geldi, uygulandı; tüm dünyâ değişti. Kıyâmete kadar da bu böyle olacak; emre uyup oku’yanlar değişecek, güzelleşecek. Allâh’ın emrine uymayanlar, Resûlün çağrısını duymayanlar, daha doğrusu “OKU!” denileni okumamakta ısrar edenler kendi aleyhlerine tercih yapmış olacak ve hem dünyevî, hem de uhrevî sonuçlarına katlanacaklardır.
“Her kim ki doğru yolu izlemeyi seçerse, bunu kendi iyiliği için yapmış olacaktır.
Ve her kim ki yoldan saparsa, bu kendi kötülüğüne olacaktır; kimse kimsenin yükünü taşıyacak değildir. Ayrıca, Biz, (kendilerine) bir elçi göndermeden (yaptığı haksızlıklardan ötürü hiçbir topluma) azap etmeyiz. İsrâ;15 M. Esed”
Cumâlarımız, OKU’llar haftamız ve tüm oku’malarımız mübârek olsun…
HAYDİ ÇOCUKLAR OKU'LA! HAYDİ BÜYÜKLER OKU'MAYA!
Hep birlikte câmide, cumâda; kitapta, sünnette buluşmaya,
sonuçta, sonsuz mutluluk kavşağında kavuşmaya ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
23.09.2010 |
|