Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607512
 Sitede Aktif: 6
 Ip: 172.69.17.202
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2010

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
26
ESKİPAZARA HİCRET
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ESKİPAZARA HİCRET

Geçen hafta Cumâ namazını Eskipazar’da kıldık. Câmi tıklım tıklım doluydu. İnsanlar biraz da nefes alma, şehrin gürültüsünden uzaklaşıp bağ-bahçe, taş-toprak havası soluma adına geliyorlar buraya. Gerçekten burası, daha önceleri de bir çok defâ ifâde ettiğimiz gibi ağaçları, yeşil doğası ve kendine özgü gizemli atmosferiyle câzibe merkezi.

Yıllarca, burada kır gezisi düzenlemiş olmamızın temelinde de bu özellik ve güzellik vardı. Lâkin, iyi örnek olamamış, gâye hâsıl edememiş olmalıyız ki, kimse Kır gezilerini devâm ettirmeye tâlip olmadı. Yazdığımız-çizdiğimiz, sık sık hatırlatmalar da yaptığımız hâlde, gençleri, -tâbiri câizse- gaza getiremedik. Ama, eğer gelecek sene de bu işe sâhip çıkan olmazsa, Rabbim fırsat verirse, bu işi kaldığı yerden devâm ettirmeye çalışacağım inşâllâh. Bir yere not ediniz ve eğer unutursam bana hatırlatınız. Çünkü, böyle bir yerin, fonksiyonsuz kalmasına gönlüm râzı değil. Kaldıki burası bizim her anlamda her şeyimiz. Her şeyden önce bir kültürel pusula niteliği var buranın.

Eğer bunu, etkili, yetkili ve de görevliler de fark edebilmiş olsalardı, orası ilimizin en gözde mekânlarından biri olabilirdi. Yine de olacaktır, inanıyorum; ama, orayı keşfedip mânâ ve maksûduna uygun bir şekilde değerlendirerek, insanlarımızın hizmetine sunma şerefi kime âit olacak, onu çok merak ediyorum. Bu, birilerinin gitmesine, birilerinin gelmesine mi bağlı, onu zaman gösterecek. Ancak, bunu böylesi bir beklentiden önce, bir himmetle yapmaya çalışmanın, şehrin târih, kültür, figür, otantizm ve mâneviyât açlığına bir çâre olmak adına daha doğru olacağına ve hattâ bunun gerçekleştirilme noktasında acele edilmesi gerektiğine inanıyorum.

Ben bildim bileli orada görev yapan, buranın durumunu hepimizden iyi bilen Hocamız biz câmiye vardığımızda vaaz veriyordu:

 “Sizden biriniz bir kötülük gördüğünde, onu eliyle düzeltsin; buna gücü yetmezse diliyle söylesin; buna da gücü yetmezse kâlbiyle buğz etsin ki, bu da îmânın en zayıf noktasıdır.”

Hadîsini anlatıp açıklıyordu. Komşular ve inanan kardeşler olarak birbirimizle yardımlaşmamız gerektiğine vurgu yapıyordu. Bu hadîsi nasıl açıklayabilirsiniz ki? Bunun ucu-bucağı gelir mi? Buna bugünün hocalarının ilmi ve yüreği yeter mi?  Bugünkü hâllerimizi, bu hadis ışığında açıklamaya kalksak buna ciltler yeter mi? Bunun ne anlama geldiğini, bizlere yüklediği sorumlulukları irdelemeye çalışsak, hangimiz onun ağırlığının altından kalkabilir?

Hocamız, hutbede de HİCRET konusunu işledi. Tüm bu konular, müesseseler ve kavramlar hep bizler için. Hepsini bir araya getirdiğimizde bir bütün sistem çıkıyor ortaya. Ve hepsi bir arada bir anlam taşıyor. Tıpkı, bir binânın ya da aracın, tek tek parçaları ne kadar kıymetli olursa olsun, bir bütün teşkil etmeyince, bir taraf eksik olunca ortaya istenen sonuç çıkmayınca bir anlam ifâde etmediği gibi, dindarlık da, bir takım esaslara uyup, diğerlerini göz ardı edince Allâh katında da, insanlar yanında da kıymet-i harbiyesini kaybediyor.

Hicret, yalnızca kişisel anlamda bir yerden bir yere gitmek değil; aynı zamanda toplumsal anlamda, bir yerleri bir yerlerden bir yerlere, daha doğrusu, topluma ya da çevreye yapılacak hizmet, himmet ve gayretlerle onları bulundukları durumlardan daha güzel bir hâle getirmektir. Tıpkı, insanın kendini fikirle, zikirle, sabırla değiştirmesi, bulunduğu hâlden daha güzel bir hâle geçmesi, ahlâkını, edebini artırmaya çalışması gibi.

Yüce Mevlâ hepimizi, dînini-diyânetini samîmiyetle yaşamaya gayret edenlerden,

bir kul olarak üzerine düşenleri bir hicret duygu ve rûhuyla îfâya çalışanlardan,

eliyle, diliyle, kâlbiyle Hak için, hakîkâtli gayretler gösterenlerden eylesin…

Cumâmız mübârek olsun. Gönüllerimiz, Eskipazar Câmii ve avlusunun serinliği,

inancımız, örfümüz ve de irfânımızın derinliğiyle dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

22.07.2010


Mar`12
26
İLGİLİLERE ÇAVUŞOĞLU MEKTUBU
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

İLGİLİLERE ÇAVUŞOĞLU MEKTUBU

Sayın İlgililer; öncelikle hepinizi sevgi ve saygıyla selâmlıyor, işlerinizde hayırlar diliyorum.

Şu an, bu satırları okuyanlar dâhil, aklı-fikri, his ve kâlbi olan herkes bu hitabın muhatabıdır.

Bugün sizlerle hepimize özel ve aynı zamanda güzel bir konuyu paylaşmaya çalışacağız.

Bilmem bunu nasıl karşılarsınız? Ben söyleyeyim de, sonuçta takdir tamâmen sizlere âit.

Hepimiz olduğumuz yerlerde hem ülkemizin hem de toplumumuzun birer parçasıyız.

İster âmir olalım, ister memur; ister asker olalım ister sivil, ister seçilmiş olalım ister seçen.

Sonuçta hepimiz aynı topraklarda yaşıyor ve aynı havaları teneffüs ediyoruz. O hâlde herkesin hepimizin, kendine âit yükümlülükleri kadar milletine ve vatanına dâir sorumlulukları da var.

Bunu söylemek zâid aslında belki ama, yer yer birbirimize hatırlatmalar yapmada fayda var.

Artık, gitgide daha sivilleşen bir toplum oluyoruz. STK’lar her konuda daha faal durumdalar. Bizler de, çevremizin ve bütünüyle şehrimizin daha iyiye gitmesi için yardımlaşmalıyız.

Bu madden olduğu kadar, fikren ve mânen de olabilir, bizim yapmağa çalıştığımız gibi.

Ordumuz güzel. Mevlâ’nın doğal letâfetleri bol ihsan ettiği bir yer. Şehrimizi seviyoruz.

Ancak, her verilen şey emânettir. Korunmak ister. Îtinâ ister. Hizmet ve de samîmiyet ister.

Unutmayalım ki bu şehir de bize bir emânettir.

Sâdece sefâlar değil; vefâlar da görmek ister.

Sevgili okurlar, değerli ilgililer!  Bu gün vefâ adına, Ordu’muz için güzel bir iş yapabiliriz.

Hem şehre vefâ, hem köye, hem tüm geçmişe; hem kültüre, hem edebiyâta, hem de değerlere.

Bakınız, hükûmet yıllarca beklenen bu hizmeti projelendirip, kısa sürede tamamladı.

Bunda başta bakanlarımız, milletvekillerimiz olmak üzere, tüm ilgililerin katkısı oldu.

Vâlimizin Kültür-Turizm’den gelmesi ayrıca bir şans oldu ve hizmete ivme kazandırdı.

Kültür sarayımız bitmek üzere. Bu şaheser Ordumuz için şimdiden hayırlı-uğurlu olsun.

İşte, tam bu noktada, şunu kamuoyuyla paylaşmayı vaz geçilmez bir görev addediyorum.

Gelin bu güzel esere, onun güzelliğine ve yöremiz kültürünün özelliğine göre bir ad koyalım!

Prof. Dr. Mehmet ÇAVUŞOĞLU KÜLTÜR SARAYI

Perşembe İlçemizin Sarayköy’ünden, Türk Edebiyâtı’nda dünyâ çapında zirve bir ilim adamı.  Ordu’dan öteye, Türkiye’ye mâl olmuş bir isim; Prof. Dr. Mehmed ÇAVUŞOĞLU.

O, hem bir yerel değerimiz hem de Üniversite Şehri Ordu’ya adıyla-sanıyla kültürel

ve de akademik bir tad katacak, kişiliği ve kimliği ile bizi temsil edecek liyâkâtli bir isim.

Onun ismi, başlı başına kültürü, edebiyâtı, sanatı ve bilimselliği çağrıştıracak bir isim.

Verdiği eserler, çalışma disiplini, bilimsel ciddiyeti ile gençlerimize örnek bir isim.

İnternet’e giriniz. Sahasıyla ilgili eserlere ve ansiklopedilere bakınız. Araştırınız.

Karşınıza bizim burada sık sık anlatmaya çalıştığımızdan çok daha fazlası çıkacaktır.

ÜNYE-FATSA ARASI

Ünye ilçemiz bir okula verdiği Ömer ÇAM ismiyle bunu yaptı. Anmalarla sürdürüyor vefâyı.

Fatsa ilçemiz de, Necip Fâzıl KISAKÜREK ismiyle kültürel ve sanatsal bir trend arayışında.

Ordumuza da hem kültürel, hem akademik boyutu, hem de yöreye sıhrî âidiyeti dolayısıyla bu ismin çok uygun düşeceğini belirtmek istiyorum. Böyle bir girişimin, tüm bürokratik, akademik çevrelerde, kültür, sanat ve edebiyât dünyâsında çok olumlu yankılar yapacağını,

Ordu, Ordulular ve önayak olanlar için artı teşkil edeceğini şimdiden rahatlıkla söyleyebiliriz.

Üniversite Şehri Ordu’nun Kültür Sarayı’na bu isim çok yakışacaktır doğrusu:

Prof. Dr. Mehmet ÇAVUŞOĞLU KÜLTÜR SARAYI.

Bence çok güzel olacak. Bu ismin çağrışımları doğal bir kültürel zenginlik getirecek yöreye.

Bu ismi duyan tanımak isteyecek, eserlerine yönelecek, kültür ve edebiyâtımızla karşılaşacak.

Gençlerimizin öz güveni, aşkı, şevki, iştiyâkı artacak; kelimeleri ve ümitleri çoğalacak.

Bu isim adına düzenlenecek yarışmalar, panel ve sempozyumlar gibi tüm bilimsel aktiviteler, ve diğer etkinlikler Ordumuz için, başlıbaşına 2. bir üniversite fonksiyonu teşkil edecektir.

Siz okuyucularımız ve ilgililerden, siyâset, bürokrasi ve kültür çevrelerinde bulunanlardan, sorumluluk mevkiindeki yetkililerden  istirhâmımız,  bu husûsu ilgi alanlarında tutmaları, 

her vesîleyle gündeme getirmeleri, dilek, arzu ve temennîleri ilgililerine ulaştırmaları,

bu vâdîde üzerlerine düşen her ne olabilirse onu yapmaktan geri durmamalarıdır. 

Çocuklarımızın ismi önemliyse, onların her gün okuyacağı, örnek isimler de önemlidir.

İsimler bizim duygu, düşünce ve kültür kodlarımızdır. Toplumların işâret taşlarıdır.

İSİM-CİSİM

Sözün özü, KÜLTÜR SARAYI’na verilecek isim de en az onun binâsı kadar önemlidir.

Dolayısıyla, inşâllâh merâmımızı arz edebilmiş olmayı gönülden diliyorum.

Bundan sonrası sizlerin ve de bizlerin gayretleriyle etkili, yetkili olabilecek herkesin,

Vilâyetin, siyâsetin, bakanlarımızın, vekillerimizin; kısaca hükümetin,

ve de bilhassâ Sn. Ertuğrul GÜNAY Bey’in uhdesinde ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

21.07.2010


Mar`12
26
ORDU, ŞEHRİN NERESİNDE?
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORDU, ŞEHRİN NERESİNDE?

Hep berâber bizzat şâhit olduğumuz gibi, güzeller güzeli bir bölge ve yörede yaşıyoruz.

Boztepe’si, karşı sıra dağları, yaylaları, sâhilleri, yerleşimiyle müstesnâ bir doğamız var.

Ancak, bizler için daha önemlisi, o toprakların geçmiş üzerinden bizlere taşıyıp getirdikleri,

bizlerin de emânet edilen o kazanım ve birikimler üzerine neler katabilmiş olabildiğimizdir.

Bu anlamda, o yörenin yetiştirdiği değerler ve onlara gösterilen vefâ tezâhürleri önemlidir.

Hep biline gelir ki, dünyanın her çağa ilişkin, her şehrin de kendine mahsus bir dili var.

Bu dil, hareket ettikçe, konuştukça, hayâtiyet gösterdikçe şehir de kendi varlığını hissettirir.
İrfanımızda şehir; “yaşanmaya değer hayat”ın sürdürülebileceği yer ve çevreyi ifade eder.

Daha yeni idrâk ettiğimiz hicrî yeni yıl bize bu anlamda yenilikler ilham edebilmelidir.

Hicretin, bugüne bakan yüzü gösterilmeden, yalnız olayı anlatmakla gâye hâsıl olmuş olmaz.

Bulunduğumuz yer yaşanabilir bir yerse problem yok. Ya değilse; o zaman arayış başlayacak!

Yaşadığımız çevre daha güzel olsun için sürekli bir çaba göstermek hepimizin görevidir.

Bu gerçek, ekonomik, siyâsî, sanatsal, mîmârî, kültürel ya da çevresel, her anlamda böyledir.

Nitekim, büyüklere göre şehrin anlamı; tarihsel süreçte geçirdiği değişimler ne olursa olsun,

bütün zamanlar boyunca onu değerli kılan, sâkinlerinin  “nasıl bir hayat tarzı”nı seçtiği,

gelecek nesillere neler bıraktığı, hangi ‘değer, eser, kriter ve mânâ”lara yataklık ettiğidir.

Dolayısıyla, bir mekân ya da yerin değeri orada yetişen ve oturan kişilerin değeriyle ölçülür.

İnsanca ve hakça yaşama ideâli olan insanların sıkıldığı şehirler kasvetli şehirlerdir.

Özellikle ilimiz için bu anlamda bir mütâlaaya girişmek çok abestir. Zîrâ, şehrimizin bu anlamda bir fikrî jimnastik geleneği, sancısı ve de bir arayışı hâlâ, ne yazık ki yoktur.

Bizde, şehircilik diye bir anlayış zâten yok. Var olan da sağ ve sol gibi, iktidar ya da muhâlefet gibi en sığ ve basit kavramlar üzerinden tartışılarak götürülmeye çalışılmaktadır. 

Böyle bir ihtiyâcın bile farkında olamayacak kadar meselenin çok uzaklarında bir yerlerdeyiz.

Her anlamda bir karambol ve kör dövüşü var ilimizde. Her şey el yordamıyla götürülüyor.

Tıpkı, nereden gelip nereye gittiğini, aslını-asâletini bilmeden yaşayan bohem insanlar gibi.

Şehri bir yere oturtamıyoruz. Şu dönemin şehri diyemiyoruz. Bir yabancı gelse, Allâh vergisi doğanın ötesinde sunacağımız bize ya da soyumuza, geçmişimize âit bir şeylerimiz yok.

Kültürel dinamikler yoksunuyuz. Bunu kabul etmeliyiz. Ve bir hâll yoluna gitmeliyiz.

Mevcut hâliyle şehrimiz, üniversitesine gelen öğretim üyeleri bir yana, öğrencilerine bile hitap edecek sosyâl olgunluktan ve de kültürel gelenek, birikim ve çeşniden uzaktır.

İşin garibi, bunu fark ve dert edecek ne toplumsal, ne siyâsî, ne de entelektüel bir sancı yok.

Bunu Ünye, Fatsa ve Akkuş gibi ilçelerimiz yapmaya çalışıyor. Değerlerine sâhip çıkıyor.

Akkuş’ta AKPINAR BELEDİYESİ ÖMER ÇAM KÜLTÜREL ETKİNLİKLERİ vardı.

Daha önce Ünye eksenli dernek ve kuruluşlar defâlarca ÖMER ÇAM HOCA’yı andılar.

İlçelerimizin yayınladığı dergiler de benzer çabaların ürünü. Kendilerini tebrik ediyoruz.

Sayın yetkililerimizi ve sermâye sâhiplerimizi bu anlamda biraz tefekküre çağırıyoruz.

Kültürel dinamiklerimizi harekete geçirmek adına, isimler tespit edilmeli. Onlar adına bir şeyler yapılmalı. Ya da yapılanlara onların isimleri verilerek, nesillerin tanıması sağlanmalı.

Bu konudaki duygu ve düşüncelerimizi her zaman olduğu gibi paylaşacağız inşâllâh.

Güzel Ordumuz, muazzez yurdumuz her türlü güzel çalışma, gayret ve hizmete lâyıktır.

Bizim de anılacak, isimleri mekânlara verilecek, eserlerinden yararlanılacak insanlarımız var.

Geçmişi ve geleceğiyle bütünleşmiş Ordu şehrinde buluşmak dileğiyle ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

19.07.2010


Mar`12
26
AKKUŞ-AKPINARDA, AK VEFÂ..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

AKKUŞ-AKPINAR’DA, AK VEFÂ…

O zamanlar Akkuş ilçe olmadığı için, doğduğu belde KUZKÖY, Ünye sınırları içerisinde olduğundan, Ünyeli olarak bilinen Ömer ÇAM Hoca için, dün, şimdi Akkuş’a bağlı olan ve adı AKPINAR olarak değişen beldede, AKPINAR BELEDİYESİ ÖMER ÇAM 1. KÜLTÜR ETKİNLİKLERİ programı yapıldı. Bu vesîleyle biz de, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde 4 yıl dersimize giren ve rahmetli olana kadar irtibatımızı sürdürdüğümüz hocamız için, daha sağlığında yazdığımız bir akrostiş şiiri paylaşmak istiyoruz sizlerle bugün. Merhum Hocamıza buradan sonsuz rahmetler, vefâlı hemşehrilerine de hayırlı uzun ömürler, faaliyetlerinde de, gerek kendileri, gerekse çevreleri için bereketli istifâdeler diliyorum. 

YILLAR, ASIRLAR GİBİ GEÇTİ

                    -Muhterem Ömer Çam Hoca’mıza sevgi ve saygıyla-

 

Ömür boyu şafakları gözledim hep, sürgün ufuklar ötesinden

Merdivenler kurdum çıkmak için, kara bulutların üstüne

Ellerimle toplamak yıldızları ve serpmek ülkeme

Rûhumu titreten fırtınalara karşı, ateşler korlaştırdım içimde

Çocuklarımı, gözlerimin aydınlığında, kâlbimin sıcaklığında büyüttüm

Ağlayan mâzîmin gözyaşlarında hayat buldu baharlar

Merhamet sancağını dikmeye çalıştım burçlara, yeniden…

***

Hey gidi Çanakkale ve O’nu destanlaştıran koca Şâir!

Ordularımız, o atlılardı hep; küfre, zulme geçit vermeyen

Cilveler gördüm; çiçekler filizlendirdi kader, aysbergler üstünde

Ağlayan gözlerimde kristâlleşti ümitler; “Şu Boğaz Harbi!” seanslarında

Mısrâlarında eridim SAFAHAT’ın ve geleceğe döktüm özümü

Işıksız, zifiri gecelerde, aydınlıklara diktim hep gözümü

Zâlimler, zulümleriyle zulmet perdelerini sahnelediler; dursuz-duraksız

Ağladım, içime döktüm göz yaşlarımı; çağlayanlar köpürdü gönül steplerimde

***

Ezanlar bile soyuldu rûhundan; örneği olamaz ne geçmişte, ne gelecekte

Bir gün minâreler, gerçek dilini konuştu; ben yine ağladım, yine ağladım

En müstesnâ çiçekler döküldü o sabah avuçlarımıza; şerefelerden

Daha çok, ama çok yol vardı alınacak, geçit vermez dağlarda

Îmânımın dili çözülmüştü, fakat yoktu elimde bir şey

Sâdece, kötü hâtıralar vardı, kesiyordu yolları gece-gündüz

Akkuş diyarlarından kanatlanan ak güvercin, çınarlara koştu, en son; İstanbul’a

Âhıyla, vâhıyla geçti günler; ilden ile, okuldan okula…

Devirler değişti; değişmedi, doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovmak!

Elimden geleni ardıma koymadım hiçbir zaman, yanlışlar karşısında

Tevfîk’ini umarak Hakk’ın, özüme yâd Fikret’lerle savaştım; kelâm ü kalemle

Lâkin, düşmanla dost, bizimle düşmandılar; ve hâlâ, sarmaş-dolaşlar el-âlemle

“Eğer Rûmun Revân’ında, görürsem ben dilârâyı” diye diye büyüttüm gayretimi

“Revânına revân edem, Semerkand ü Buhârâ’yı!” dercesine güttüm dâvâmı

***

Dolmadı çilesi coğrafyamızın; yıllar asırlar gibi geçti

İstanbul’un başı dönmüş çılgınlıklardan; fetih garip, Fâtih garip

Lâle Devri’ni, Bizans’ı bastırdılar; kanıyorken memleketimin her yanı

“Ey Yüce Rabbim! Sen acı bize, bu millete, bu ümmete!” diye, duâlar ettim hep

Gurbet şimdi bize öz yurtlarımız, doğrar gibi çizmişler sınırları

İnşâllâh bir gün, Safâ ile Merve arasında koştuğu gibi Hacer Ana’mızın

Yarınlarımız birbirine koşacak ve yepyeni bir dünyâ kuracaklar el ele

Lütufsuz kalmaz; Ömer’lerin, Nasûhî’lerin, Mâhir’lerin, Runyun’ların, Sadak’ların emekleri…

Elimiz yine erecek, inanıyorum muhterem Hocam; hem kendimize, hem de kardeşlerimize…

***                                ***                                ***

Akpınar Belediyesi’ni bu anlamlı faaliyetinden dolayı tebrik ediyor,

hepimize örnek teşil etmesini umuyoruz ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

18.07.2010


 


Mar`12
26
DERZLER ve de DERSLER
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

DERZLER ve de DERSLER!

Geçen ay içerisinde köye gittiğimiz bir gün, yıllar yılı çatılarda, bırakıldıkları yerlerde ümitsizce, el atılacakları günleri bekleyen kitap, dergi, gazete, eski evrak poşetlerini merdiven başlarına kadar indirmiştik. Hafta sonu, son gidişimizde o kolileri açtık. Hepsini de şöyle bir elden geçirerek, en azından havalandırmış olduk. Fazla ayrıntıya girmememize rağmen, bizi çok önceki zamanlara götüren kitaplar, kupürler ve yazılarla karşılaştık. İleriki zamanlarda, kâğıt yumaklarını çözdükçe, kitapları, dosyaları açıp karıştırdıkça içlerinden neler çıkacak kimbilir?

Kitaplar, yalnızca zaman içerisinde çoğaldığından değil, biraz da meşgâlelerimiz gitgide artıp, kitaplara olan ilgilerimizin de doğal olarak azaldığından dolayı yavaş yavaş çekiliyorlar hayâtımızdan. Bunu, kitapların başını alıp gitmesi olarak değerlendirsek suçu onlara yıkmış oluruz. Çünkü, sonuçta onları yalnızlaştıran bizleriz. Üstüne üstlük, kendimizin de yalnızlaştığını akl’edemeden.

Televizyon derken, ardından bilgisayar ve dijital teknoloji, kitabı daha bir kovdular hayâtımızdan. Hem görsel anlamda, hem fizikî olarak, hem de genel çizgi îtibârıyle kitaptan, defterden uzaklaştık. Çocukları onlardan uzaklaştırmaya çalışırken, kendi ilgilerimizin mantığı ve sonucunun da onlarınkinden çok farklı olmadığını göremedik. Artık kendi hayâtımızı değil, sanal bir hayâtı yaşadığımızı, bunun dışında kalan bölümleri de, oraların kurgularıyla şekillendirdiğimizi bir türlü düşünemedik. Düşünemiyoruz. Bir rüzgârın önünde savrulup gidiyoruz.

Paketlenmelerine, kaplanmalarına, onca sarılıp-sarmalanmalarına rağmen, hemen hemen hepsi de sararmış-solmuş, değişikliğe uğramışlar. Durdukları yerde bir şey olmayacaklarını düşünmek büyük bir yanılgı. Hiçbir şey yerinde durmuyor. Hiçbir nesne aynı kararda kalmıyor. Değişikliğe direnmek mümkün değil. Devletler arşivlerini korumak için ne yatırımlar yapıyorlar ama, her şey bir yere kadar olabiliyor sonuçta.

Yöremizdeki her ev gibi, buradaki evimizin de çatısı var. Zaman içerisinde problem olmaya başladı. Su sızdıran yerler var. Yarım balkon şeklinde olduğu için, çatı katının bir kısmı doğrudan yağmur alıyor. Damdaki kiremitlerde kaymalar olmuş. Saclar çürümüş. Anten bakımı, ısıgün bakımı derken kırılmalar olmuş. Derzler, zaman içerisinde kimyasal değişime uğrayınca fonksiyonlarını yitirmişler. Sâdece kitaplar değil, onlar da, tüm sertliklerine rağmen, ne güneşin sıcak bakışlarına, ne de yağmurların yumşak akışlarına dayanabiliyorlar. Bir gün bakıyorsunuz teslim olmuşlar. Ve bizler, usta çağırmak durumunda kalmışız!

Elbette kalacağız. Herkese bir şekilde iş düşecek, herkes bir şeyler yapacak bu sebepler dünyâsında. Nitekim ustamız bir-kaç günlük gecikmenin sonunda geldi. Çatı katına geldiğinde ilk tepkisi;

Bu ne kadar kitap? Peki aradığınız kitabı nasıl buluyorsunuz? şeklinde oldu.

Aslında öyle abarttığı kadar bir kitap ta yoktu. Her neyse; çatıyı gözden geçirme faslında oluklara bakarken, normal akan yerlerde değil de, en art kısımlarda ve akarının tersine, bayık yapıldığı için normal çalışmayan bölümlerde toz yığılması olmuş. Bir çamur hâline dönmüş. Usta, burada da gösterdi ustalığını, tabiî burada söz konusu olan söz ustalığı;

-     Hep okumakla olmuyor. Arada buralara bakmak gerekli!

      Doğru söze ne denir? Ustamız haklıydı. Aslında, sâdece çatılarımız değil, sâhip olduğumuz her şey zaman zaman şöyle bir gözden geçirilmeli. Hem maddî olanlar, hem de mânevî. Her anlamda kendimizi murâkabe altında bulundurmalıyız. Nasıl ki, çatımızdaki ufak bir akıntı döşemenin, döşemenin çürümesi de tüm binânın çökmesine sebebyet verirse, aynı şekilde, îmân binâmızda, ibâdet hayâtımızdaki ihmâlkârlıklar da tüm hayâtımızdan öte, mânevî âlemimizin de çökmesine sebebiyet verebilir Allâh korusun.

            Bu anlamda, haftada bir, topluca kılınan namazlar toplumsal bünyemizin takviyesine, dostlukların gözden geçirilip tâzelenmesine imkân vermektedir. Hele bir de, özel çevre kuranlar, haftada bir akşam olsun bir araya gelerek millî-mânevî eksenli sohbet cemiyetleri oluşturabilirlerse, Allâh’ın izniyle, sapasağlam temeller üzerine kurulu millet binâmızın çatısının nem almasına, bünyesinin hastalanmasına engel olmuş, îmânımızı, irfânımızı, memleketimizi, vatanımızı her türlü zâfiyetten korumuş oluruz.

Ekrem Ustamız çok haklı. Her şey bakım ister. Titizlik ister, temizlik ister. Evlilik için bile aynı şeyi söylerler. O bile derken, başta asıl o özen ister, dikkât ister, yenilik ister, tâzelenme ihtiyâcı duyar. Çocuklarımızla, dostlarımızla, komşularımız, akrabalarımız ve bizimle ilgili herkesle olan diyaloglarımızın tâzelik ve canlılığı çok önemli. Her ne ki; canlı ve heyecanlı olsun, parlak olsun istiyorsak, onun üstünün tozlarla kaplanmasına, bayatlamasına, paslanmasına ve durağanlaşmasına müsâade etmemeliyiz. Tıpkı, olukların akan kısmı temiz olduğu hâlde, arkaya bakan durgun kısmının çamur kütlesi hâline, dolayısıyla akışa geçit vermez hâle geldiği gibi.

Ne demişler; “Çalışan demir ışıldar.” , “Akarsu yosun tutmaz!” ves’selâm…


 

 ORDU HAYAT GAZETESİ

16.07.2010


Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 16 17 18 19 20 [21] 22 23 24 25 26 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...