|
|

SÜNNET AYNASI
Yaz mevsimi deyince akla daha çok merâsimler geliyor. Söz, nişan gibi haberci olaylar diğer mevsimlere serpiştirilse de, sünnet ve düğün gibi bağlayıcı olaylar daha çok yaz aylarına, bir nevî sıkıştırılıyor. Öyle ki, çoğu merâsimler birbiriyle çakışabiliyor. Bunun sebebi, yaz aylarının tâtil ve hasat dolayısıyla, bir araya gelmelere daha müsâit bir zaman dilimi olması, iklim şartlarının da daha elverişli olması elbette. Lâkin, sonuçta her kes, nasîp olana katılıyor.
Güzel milletimiz, tüm bu hayâtî safhaların altını kalın çizgilerle çizmek adına, yaptığı merâsimleri günbegün daha bir boyutlandırıyor. Nikâhı bereketlendirmek, sünneti hareketlendirmek gâyesi etrafında işi neredeyse isrâfa ve lüzumsuz masrafa kadar vardırabiliyor. Sünnet işliyoruz, bak işte dînin bir güzel tavsiyesini yapıyoruz diyerek çıkılan yollarda yapılan bâzı hareketlerle bu güzel niyetler gölgede kalabiliyor. İş haramlara varabiliyor ve mâsum yavrularımızın hayat çizgilerinin köşe taşları su yerine başka şeylerle harçlandırılıyor maalesef. Rabbimiz, kaş yapayım derken göz çıkarmaktan korusun hepimizi. Âmin.
Yalnız, şunu kabul etmek gerekir ki, milletimizin, ötedenberi gelen çizgisinde gerçekten güzel hareketler ve âdetler var. Zamanla dejenerasyona uğramış olsa da, bunlardan birisi SÜNNET merâsimleridir hiç şüphesiz. Âileler, her erkek çocuk için, kendisini çocuğu ve çevresi adına bunu yapmaya mecbur görür. Tüm bunlar sebebsiz de değil. Çünkü, Sünnet merâsimleri, yine sünnete dayanıyor sonuçta. Zîrâ, Efendimiz(SAV) buyuruyorlar ki;
“Beş şey fıtrattandır: Sünnet olmak, kasıkları temizlemek, tırnak kesmek, koltuk altını temizlemek, ve bıyık kısaltmak.”
Şâmil İslâm Ansiklopedisi’nde verilen bilgilere göre, Sahabe-i Kirâm Efendilerimiz sünnet olayına önem atfederler, onun için ziyâfet verip eğlenirlerdi. Hattâ, eğlenceye iştirak konusunda titiz olan Abdullâh bin Ömer, sünnet yemeklerine iştirak ederlerdi.
Biz de, geçtiğimiz Pazar günü EMİRÂLP’in böylesi bir sünnet dâvetine katıldık. Komşular da yardımlaşmış, dâvet sâhibi evin bir üst katını da erkekler için açmışlardı. İşin ilginç tarafı, evin belirli yerlerinde küçük yapıştırmalarla notlar vardı. Meselâ aynanın köşesine yapıştırılmış, buna benzer olarak, evin giriş kapısında, mutfakta da etiketler göze ilişiyordu. Oralarda da eve giriş-çıkış duâları, yemek duâsı gibi peygâmberimizin yaptığı duâların Türkçeleri yazıyordu.
"Bismillâh. Allah'ın ism-i şerifini zikrederek evimden çıkıyorum. Bütün işlerimde Allah'a tevekkül ediyorum. Allah'ım, doğru yoldan sapmaktan, başkalarını saptırmaktan; hataya düşmekten, başkalarını da düşürmekten; haksızlık etmekten, haksızlığa uğramaktan; hürmetsizlik ve cahillik etmekten, yahut bunlara maruz kalmaktan sana sığınırım."
"Allah'ım! (Evime) her giriş ve çıkışımda senden hayır ve iyilik dilerim. (Hayırlı bir şekilde girmeyi ve hayırlı bir şekilde çıkmayı istiyorum) Allah'ım senin mübarek adını anarak (Bismillâh diyerek evimizden) çıktık. Rabbimiz Allah'a dayandık. Ey Rabbimiz sana tevekkül ettik (Sana dayanıp, sana güvendik)."
EMİRÂLP’in sünnet merâsimi KİTAP-SÜNNET’e uygun icrâ edilmek istenmişti. Bunun için KUR’AN tilâvet edildi. İlâhiler okundu. Sohbetler edildi. Konuşan Hoca efendiler sünnet hakkında bilgi verdiler. Nasîhatten de geri durmadılar:
“Değerli müminler, SÜNNET sâdece EMİRÂLP ve benzeri yavrularımıza yapılan işlemden ibâret değil. Bütün hayâtımızı kapsamalı. Nitekim, bakınız şu bulunduğumuz evde aynada yazanlara bakınız; aynen okuyorum:
“Peygâmber Efendimiz(SAV) aynaya baktığında şöyle niyâzda bulunurdu:
Allahım! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlâkımı da güzelleştir!
Sevgili kardeşler. Hâne sâhiplerini kutluyorum. Düşününüz ki, her aynaya bakışımızda bu duâyı yaptığımızı ve bu şuuru tâzelediğimizi düşünelim, hayâtımız baştanbaşa güzelleşmez mi? yüce Mevlâ hepimizi sünnet şuuruyla yaşayanlardan eylesin. Bu noktada bayanlarımıza çok görev düşüyor. Nitekim, böyle ayna kenarlarına iliştirilen notlar da daha çok kadınların işi oluyor. Bundan dolayı, yuvayı, yâni dünyâ evini dişi kuş yaptığı gibi, âhiret evini de yapacak onlar gibi gözüküyor. Belki, biraz da bundan dolayı; “CENNET ANNELERİN AYAKLARI ALTINDADIR”
EMİRÂLP’e, yüz bin kere MÂŞÂLLÂH! Sâdece Sünnet’ten dolayı değil. En sonunda kendisine verilen mikrofona; “SÜNNETİME KATILDIĞINIZ İÇİN HEPİNİZE TEŞEKKÜR EDİYORUM!” sözünü, dedesinin ve diğer bir sürü büyüklerinin de bulunduğu o ortamda, takılmadan ve de sesi titremeden söyleyebildiği için. Neme lâzım, şimdiki çocuklar bizim gibi değil. Onlar bambaşka zâhir. Rabbim nazardan, kötü çevre, etki ve arkadaşların şerrinden esirgesin.
Biz de sizlere teşekkür ediyoruz, SÜNNET’e uygun bir SÜNNET merâsimi düzenlediğiniz ve bizleri böyle ölçülü, güzel bir ortamda buluşturduğunuzdan dolayı. Yüce Mevlâ siz yavrukarımıza, daha nice güzel merâsimleri sevdiklerinizle berâber yaşamayı nasîp eylesi inşâllâh.
Cumâmız mübârek, tüm işlerimiz ve dâvetlerimiz bereketli olsun.
Hayât çizgilerimizin her safhası SÜNNET motifleriyle dolsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
15.07.2010 |
|
|
GÜZEL-NÂME
Ey güzel, sokaktan geçip giderken
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Gözlerden günâhı içip giderken
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Çapa gelmez, edeplere uymazsın
Âyet, hadis, öğüt, îkaz duymazsın
Ne büyüğü, ne sözünü saymazsın
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Örtülesileri açıp nereye?
Ahlâktan, hicaptan kaçıp nereye?
Neyin var neyin yok saçıp nereye?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Giyimciler, hep çıplaklık satıyor
Moda deyip ateşlere atıyor
Gönüllerde cehennem mi yatıyor?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Kötü örneklik var bir de ayrıca
Günâhı katlamak çok mu kârlıca?
Deliliğe verip, hem efkârlıca
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Nedir şu burunlar, edâlar öyle?
Gezersin pespâye sokakta böyle
Uyar mı bu bize, Hak için söyle?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Yaz dersin, güz dersin; tozar gidersin
Meçhûllere doğru uzar gidersin
Kendine kuyular kazar gidersin
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Dizileri izler, taklit edersin
Rollerin izinden sen de gidersin
Yaprağın dökülür, bir gün gidersin
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Ne kadar şirinsin, ne kadar hoşsun!
Lâyıktır dünyâlar peşinden koşsun!
Akıl yoksa, içmesen de sarhoşsun
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Söyler misin; seni sen mi yarattın?
Kara kaşla, elâ gözle donattın?
Kul iken kullara havalar attın!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
“Veren” alsa, görmeleri gözünden!
Akıl uçsa, eyleminden sözünden!
Ne yaparsın, derman gitse dizinden?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Namazdan, oruçtan uzaklardasın
Yalanda, yanlışta, tuzaklardasın
Yazıkta, yazlıkta, kızaklardasın
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Ne umarsın bu gidişin sonundan?
Haberin yok eteğinden kolundan!
Mes’ul değil midir insan “yol”undan?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Dedenin, ninenin yok mu hatırı?
Örflere, âdetlere çektin satırı
Nerelere gidip kurdun çadırı?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
“Güzelsin” der el üstünde tutarlar
Zevk ile safâda öne katarlar
Gezdirir-tozdurur; sonra atarlar
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Arzular peşinde hep koşa koşa
Hayâtı tükettin, geldin bu yaşa
Şimdi günâhlarla kaldın başbaşa
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Hâlâ bildiğinden şaşmaz gidersin
Pişmanlık yoluna düşmez gidersin
Bir kez Allâh deyip coşmaz gidersin
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Gelir bir de hep bilgiçlik taslarsın
Biri bir şey dese; hemen küslersin
Fazla sürmez, bir yerlere toslarsın
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Şâir, süslü sözden gelir mi fayda?
N’olur meşhur olsan, dünyâda, ayda?
İstikâmet nasıl, yol hangi rayda?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Nûrânî bak, sözü yine uzattın
Tam tadında pişmiş aşa su kattın
Gelin kıza kaynanayı arattın!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Kaynana, kaynata; hepsi latîfe
Hayat değil yalnız; pâzen, kadife
İşin ciddiyeti gelmez târife
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Bil ki sözlerimiz kardeşânedir!
Kalıp, kâlptekine bir nişânedir!
Hakîkâtsiz dünyâ bir virânedir!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
ORDU HAYAT GAZETESİ
13.07.2010 |
|
|

ÇAVUŞOĞLU DEYİNCE
ÇAVUŞOĞLU deyince akla ne geliyor en başta? Çoğumuza, sanırım Ulubey yolundaki kavşağı hatırlatıyor öncelikle. Burası Karadeniz-Akdeniz yolu dolayısıyla epey zamandır gündemde aynı zamanda. Dün köye giderken ilk defa DEDELİ VİYADÜĞÜ’nden geçtik besmeleyle. Hemen yukarısında ÇAVUŞOĞLU sapağı. Yol oradan Melet tarafına dönüyor. Eymür, Çatalkaya, Dereyolu derken, Mesûdiye üzerinden tâ Akdeniz’e ulaşacak. Çavuşoğlu’ndan
îtibâren de çalışmalar başlamış. Hayırlısı olsun. Rabbim cümlemize yapıldığını görmeyi
nasîp eylesin…
Ancak, bizim sözünü ettiğimiz ÇAVUŞOĞLU, Perşembe’yle alâkalı. Kendisinden,
ölüm yıldönümleri dolayısıyla sık sık söz ediyoruz. Hocamız Dîvan Edebiyâtı Profesörü
olan, dünyâ ilim çevrelerince tanınan seçkin bir ilim adamı. 1987’de Balıkesir-İzmir
karayolu üzerinde geçirdiği bir kazâda hayâtını kaybetti.
Dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi, Mâhir İZ hocamızın talebesi. Geçen gün
görüştüğümüz, Mâhir İZ’in en yakın talebesi Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK’e merhum ÇAVUŞOĞLU’yu sorduk. Kendisini tanıdığını, sık sık hocayla görüşüp sahasıyla ilgili
istifâde ettiğini belirtti:
“Milliyetçilik duyguları ağır basan, heyecanlı bir insandı. O günlerin
şartlarında sahasında otorite sağlam bir kültür adamıydı. İyi bir Eski Türk
Edebiyâtı Hocası, dolayısıyla Osmanlı kültürü âşıkıydı. Osmanlı kültürüyle
yoğrulmuş, Osmanlı muhibbi bir insandı. Mâhir Hoca’ya çok geldi gitti.
Ondan çok istifâde etti. Hocamızın, her sohbetine katılmasa da, bilhassâ
edebiyâtla ilgili sohbetlerine devam ederdi. Hepsine katılabilseydi çok
daha farklı olabilirdi. Hocamız öylesine feyizli bir insandı.
Mâhir İZ Hoca, dîvân edebiyatında otoriteydi. Sâdece ÇAVUŞOĞLU değil,
Avrupa’dan, Amerika’dan gelenler vardı ilim ve feyz almak için. Hamid
ALGAR bunlardan biri meselâ. Ona talebe olabilen herkes bahtiyâr bana
göre. ÇAVUŞOĞLU da bunlardan biri…”
Ancak, böyle değerli bir hocamızın gözden kaçırılması, gündemimize girmemesi
biraz düşündürücü. Ordumuz bu anlamda çok duyarsız gözüküyor. Bu anlamda,
kardeşi Gürbüz hanımla haberleşiyoruz. Onlar da bu durumdan muzdarip. Son
yazışmamızı gördüğünüzde duygu ve düşüncelerine muttalî olacaksınız. Kendisine
bu ayın başında şöyle bir mesaj gönderdim. O da, hemen akabinde cevaplandırdı. İşte yazılanlar: “Gürbüz Hanım, Ölüm yıldönümünde ağabeyinizle ilgili kendimce, yerel imkânlar ölçüsünde
gazetemizde bir şeyler yazacağım. Konuya dikkât çekeceğim. Ancak sizin bizim
kanalımızla iletmek istedikleriniz varsa değerlendirebiliriz. Her hangi bir yeni
çalışma ve de gelişme var mı? Sizin kaleminizle de olur, ve yâ biz sizden
aldıklarımızı okuyucularımızla köşemizde sizin adınızla paylaşırız. bu konu
soğumasın istiyorum. Bu hep böyle gitmez ya. Bir gün bir vefâlı çıkar, bir
himmet eden olur inşâllâh. Biz elimizden geleni yapalım da, gerisi ehli insafa
havâle olsun. Ben en azından, bir Mehmet ÇAVUŞOĞLU Biyografisi, ya da
ÇAVUŞOĞLU KİTABI yazılsın, kütüphânelerimizi renklendirsin istiyorum.
Sizler ya da başkaları yapabilir bunu. Ordu'nun buna ihtiyacı var. Mevcutlara
kızsak da, gelecek nesillerin suçu ne? diye düşünüyoruz âcizâne. Ordu'nun
kültürel aktivasyonuna katkı sadedinde yardımlaşmamızda, fikrî teâtîde
fayda var. Tabiî uygun ve de gerekli görürseniz. Takdir sizin... Durali Ağabey'e selâmlar, saygılar... N.K. “Aziz Kardeşim, Beslediğiniz güzel duygular için ne kadar teşekkür etsem azdır. Çavuşoğlu
öyle bir meyveli ağaç idi ki, gelen taşladı, geçen taşladı. Şimdi de öbür
dünyadan gelir de bizler birer "Hiç" oluruz diye korkmaktalar. Rahmetli,
adam yetiştirmek için üniversite değiştirdi, orada da rahat bırakılmadı. İlk ve
tek doktora öğrencisi Durali Yılmaz oldu. Sevincini görmeliydiniz. Bundan
sonra seyreylesinler neler yapacağımı, demişti. Ama kader izin vermedi. Durali
de çok şey yapmak istedi Çavuşoğlu için. Ama yoluna engeller kondu. Zor zahmet kitaplarından birini yayınlattı Kitabevi Yayınevinden çıkmıştı. Yayıncı,
Çavuşoğlu adına yarışma açacaktı, "Ödüllü Divan Edebiyatı-Şiir Yarışması."
Buna da engel çıktı. Söylesem şaşırırsınız. Ben bazı yerlerle irtibat kurdum ve
Çavuşoğlun için bir sempozyum yapılmasını istedim. İnşallah şeytanlar
uyanmazlar da yerine getirebilirim. Bunu size ayrıca uzun uzadıya anlatmak
istiyorum meseleyi sizinle paylaşmak istiyorum. Sizin için, yani gazeteniz için
yazı hazırlığına başladım. Ancak tatildeyiz Altınolukta. O yüzden biraz yavaş
ilerliyor. Durali, bir seri göz ameliyatı geçirdi. O sebeple biraz dinlenmesi
gerekiyor. O da size yardım etmek istiyordu... Aslında Ordu İl Teşkilatına
veya Gençlik Teşkilatına hatırlatmak gerek. Çavuşoğlu adını yaşatacak bir
etkinlik veya bir HATIRA KİTABI çıkartılmalı... Memlekette iki adam
görülüyor, biri Erol Güngör, -ki ona Kırşehirliler sahip çıkıyorlar.- Bir de
Cemil Meriç. Adına sıklıkla sempozyumlar düzenleniyor, anma toplantıları
yapılıyor... Bütün bunlar sevindirici olaylar muhakkak. Ancak başka aydınımız
yok gibi... Bir Mehmet Eröz, Bir Nihat Çetin. Bir Hakkı Dursun Yıldız. Bir
Bekir Kütükoğlu. Ve Erol Güngör'ü yetiştiren Mümtaz Turhan...Bunların
herbiri, sahalarında otorite olan hocalarımızdı. Allah rahmet eylesin... Bir Hayırhah insan çıktı ortaya ve Çavuşoğlu ve eserleri hakkında mezuniyet
tezi yaptırdı bir öğrencisine. Şimdi o tezi Eski Edebiyattan anlayan bir yiğit
adam çıkıp elden geçirecek ve yayına hazırlayacak. Elbette bu görev
öğrencilerine ve arkadaşlarına düşer... İşte kardeşim dert çooook, derman yok. Allah Kerim... Allah sizden bin kere
razı olsun. Yolunuz açık, ömrünüz bereketli olsun... Sağ ve sağlıklı olduğum
sürece sizin yanınızdayım. Benden isteğiniz ne olursa elden geldiğince yerine
getiririm... Allaha emanet olunuz... Baki selamlar Aziz Kardeşim. GÜRBÜZ
ÇAVUŞOĞLU merhumu, ölümüne ebced hesabıyla târih düşürdüğü
Mâhir Hocasıyla tevâfuk eden ölüm yıldönümünde rahmetle anıyor,
hepimize ve yöremize kültürel hareket ve bereket getirecek, yakınlarının
da gönlünü hoş edecek, kendisiyle ilgili hayırlı çalışmaların bir an önce
gerçekleşmesi dilek ve temennîsiyle bugünkü sözlerimizi de bağlıyoruz
ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
09.07.2010
|
|
|

“YILLARIN İZİ”NDE
Geçen hafta sonu köye gittiğimizde, tavan arasından indirdiğimiz eski dergi, gazete ve kitaplar arasında Mâhir İZ Üstâdımızı anlatan bir broşürle karşılaştım. Bir çırpıda okudum yeniden. ENSAR VAKFI haber bülteninin ücretsiz eki olarak verilmiş 1993 yılı temmuzunda. Meğer, bir-kaç gün sonra üstadımızın ölüm yıldönümüymüş. Üstâd’ın en yakın talebesi olan ve bizim de İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden hocamız olan Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK’le yapılan röportajdan oluşuyor broşür.
Bu vesîleyle hocamızı arayayım, bir hâl-hatırını sorayım, sesini duyayım dedim.
Hocam nasılsınız, ne âlemdesiniz?
Hayrola, oralara geleceğimi mi hissettin yoksa?
Hayır hocam, Mâhir İZ Hocamızla ilgili broşür geçti elime de eski kitaplar arasında. Hem merak ettim, acabâ üstadla ilgili yeni yazı yazacak mısınız diye?!
Aslında doğru da, ben de yola çıkıyorum. Hafta sonu Batum’da konferansım var. Samsun’a kadar uçakla, oradan da bir arkadaşla sâhil boyu gideceğiz. Yarın akşam inşâllâh Ünye’deyim. Arkadaşım oralı. Ona dedim ki, orada bir sohbet düzenle, gitmişken hasbihâl edelim.
Tamam, hocam. İnşâllâh, yarın akşam görüşürüz.
Sonuçta geçen akşam, Ordu’dan Şenel ÖZATA ve M.Esad KILIÇKAYA’yla 3 kişi olarak Ünye Çakırtepe’de, İlim Yayma Cemiyeti ve Ensar Vakfı’ndan eğitimci ağırlıklı arkadaşlarla beraber 3 saate yakın sohbet ettik hocamızla. Sağolsun, yorgun-argın olduğu hâlde, özellikle kendisinin bunu arzulamasından, geç vakitlere kadar bizlerle samîmî hasbihâllerinden dolayı hocamıza teşekkür ediyoruz.
Hocamızın, hocası Mâhir İZ gibi, gençlerle ve hem ülke, hem de dünyâ gündemiyle ilgilenen bir hoca olduğu için başta siyâset, edebiyât ve diyânet olmak üzere ülke çapında etkili yerlerde bulunan bir çok öğrencileri ve arkadaşları mevcut.
Bu sebeple sohbet Erbakan Hoca’dan Erdoğan’a, Abdullâh GÜL’den Ali Bardakoğlu’ya, Mehmet ÇAVUŞOĞLU’dan Ömer ÇAM’a bir çok konulara doğru dolaşıp durdu. Bunlara yeri geldikçe değineceğiz.
Biz bu gün özellikle 36. ölüm yıldönümü vesîlesiyle hocamızın hocası, dolayısıyla hepimizin hocası ve üstâdı olan MÂHİR İZ’i konu edeceğiz. Merhum, aynı zamanda, daha önce konu ettiğimiz ve önümüzdeki günlerde de değineceğimiz gibi, çoğumuzun tanıdığı merhun Prof Dr. Mehmet ÇAVUŞOĞLU’nun da hocasıdır.
Biz, muhterem Osman ÖZTÜRK hocamıza, broşürdeki yazıdan aklımızda kalan “başmuâvinlik” konusunu hatırlattık en başta. Olay şu: Söz konusu röportajı yapan A. Emin ÇİMEN, hocamıza soruyor. O da cevaplıyor bir bir. İsterseniz, hocamızın, o akşam da tekrarladığı düşüncelerini buradan iktibas edelim:
<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Siz, Mâhir İZ hocanın “başmuavinlik” rütbesine layık gördüğü çok yakın talebesi idiniz. Öncelikle bize Mâhir İZ’i kısaca tanıtır mısınız?
<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Önce bahsettiğiniz “başmuavinlik” pâyesi hakkında birkaç kelime söylemek isterim. YILLARIN İZİ, s.405’de yer alan bu ünvanın aslı bidâyette “SER-HALÎFE” idi. Lâkin hâtırât (YILLARIN İZİ) tab’ edilirken: “Bu isim senin başına iş çıkarabilir. HALÎFE diye resmî makamlar peşine düşebilir. Bunu, “BAŞMUÂVİN” yapayım demişti.
“Merhum hocam; baba ve ana cihetinden âlim bir âileye mensuptu. Çocukluğundan beri hususi hocalar nezdinde İslâmî bir tahsil görmesinin yanı sıra, kadı olan babasının ve şeyhulislâm olan dayısının sohbet meclislerinde yetişmişti. M.Âkif, Ferid KAM ve isimleri hâtıratta geçen pek çok âlim, fâzıl, edîb zevât ile hemhâl olmuştu. Dolayısıyla, çok cepheli bir kültür ve fazîlet âbidesiydi. Hurâfelerden ve ezbercilikten âzâde bir İslâm tebliğcisi idi. Türk, Arap ve Fars edebiyatına bu lisanları iyi bilmesiyle bihakkın vâkıf idi. Çok güzel şiir okur ve heyecanıyla insanı tesiri altına alıp, âdetâ sözlerini muhâtabının hafızasına nakşederdi. Dünya ve dünyalıklara hiçbir zaman metelik vermedi. Daima veren el olmayı tercih etti. Öyle ki, hocayı yakînen tanıyanlar bile onun maaşıyla geçinen birisi olduğunu bilemezlerdi…
Sözünün, tam manasıyla eriydi. Randevularına daima vaktinden önce gelirdi. En küçük tebliğ fırsatını bile kaçırmaz, değerlendirirdi. Camide gördüğü gençlerin elinden tutmak en büyük zevki idi… Selâmlaştığı her gence dedesinin yazısını bilip bilmediğini sorduktan sonra muhakkak bir şey vermek isterdi.
Sözün özü şu ki; hiçbir zaman, “adam, aldırma da geç git!” demedi, aldırdı ve daima hakkı tutup kaldırdı.”
Size burada, Mâhir İZ’i anlatmaya sahifeler yetmez. En iyisi YILLARIN İZİ adlı, özellikle yakın târih ve sosyo-kültürel hayatla ilgili engin ve zengin bilgi, fotoğraf ve sahnelerle dolu hâtırat kitabını okuyunuz.
Ya da, Mâhir İZ yazınca, ekranların sizin önünüze getireceği bilgileri değerlendiriniz. Özellikle yagmurdergisi.com’da Cihan OKUYUCU, eilahiyat.com’da Ahmet KARATAŞ, www.iz.com’da M.Ertuğrul DÜZDAĞ’ın yazıları ilk göze çarpanlar.
Abdullâh Mâhir İZ, izinden gidilip örnek alınacak, Allâh’ın kullukta, dostlukta, kardeşlik, diğergâmlık, fedâkârlık ve asrın idrâkine her anlamda örneklikte mâhir bir kuluydu. Rabbimiz mekânını cennet eylesin. İçinde bulunduğumuz Üç Aylar ve idrâk ettiğimiz Mîraç hürmetine, onun ve cümle ehl-i îmanın taksîrâtını afveylesin.
Yüce Mevlâ bizleri Resûlü ve O’nun izinden gidenlerin izinden yürütsün.
Cumâmız mübârek olsun, yüzlerimiz de her iki cihanda gülsün ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
08.07.2010 |
|
|
ERKAN TEMİZ’E PİLÂV MEKTUBU!
Sevgili Erkan Bey Kardeş. Bilmiyorum, bizi sizlerle ilgili söz söyleme makâmında görür müsünüz? Ama, âcizâne günlerdir ele almayı plânladığım düşüncelerimi bu gün burada serdetmek istiyorum.
Sevgili Kardeş! Size, “Bırak şu siyâsetin peşini artık!” demek istiyorum öncelikle. Lidere rağmen kazandınız. Yine feshedildiniz. Siz, “arkasını bırakmayacağız, hukûkî yollara baş vuracağız, mücâdele edeceğiz!” diyorsunuz. İşte, gelinen nokta burası. Sonuçta, vefâ denen şey yok ortalarda. Bir kalemde çizgi ve stop!
Hem de söz konusu olan, ülke siyâsetinin en güvenilir olarak değerlendirilen bir özge çizgisi. Maalesef, sizin gibi birçok değerli arkadaşımız siyâset peşinde tüm birikimlerini hebâ ettiler. Ordu ölçeğine göre konuşuyorum. Birçok partide yıllarca il ya da ilçe başkanlığı yapanlar var. Şu veyâ bu sebeple hâlâ sürdürenler, yeni başlayanlar var. Herkes bir yerlerde, darmadağınık.
On yıllardır günleri günlere, geceleri gecelere eklediler. Sonuç; sıfır, elde var, yine sıfır! Evlerinden, âilelerinden, kazançlarından, sağlıklarından, misyonlarından hep vere geldiler.Gel gör ki, siyâsete ayırdıkları zamânı, harcadıkları parayı, sarfettikleri o canhıraşâne eforu misyonları ve eğitim sürecinde kazandıkları yüksek ideâlleri için kullanmış olsalardı, bugünün Ordusu çok daha farklı olabilirdi diye düşünüyorum.
Her şeyden önce, şu, hep şikâyetçi olduğumuz siyâset, Ankara’nın çok çok aksine, böylesine bereketsiz olarak şekillenmezdi. İmam-Hatip câmiasına böylesine duyarsız, alâkasız bir tezâhür söz konusu olmazdı.
Bugün Ordu siyâsetinde beklediğimizi bulamıyorsak, ortada gözle görünür bir problem varsa, onun sebebi biziz; daha doğrusu “BİZ” olamayan bizleriz.
Bizler, biz olamadığımız için kimse bizi ciddîye almadı.
Siyâsîler almayınca, onların ağızlarına bakanlar da birbirlerine hiç ehemmiyet atfetmediler. Makam-mevkî sâhibi olanlar, onlara yaranmak adına birbirlerini görmezden gelmeyi bulundukları yerlerin güvencesi olarak gördüler. Şu âna kadar bir derneğimiz bile yoktu. Şimdi elhamdülillâh ORİMDER var; sizin öncülük ettiğiniz. Artık ona yoğunlaşınız.
Şu an derneğin durumu hakkında ayrıntılı bilgi yok elimizde. Son olarak gazetemizde haber yapmıştık. Haberi görüp görmediğinizi bilmiyorum. Dernek için yer tutulduğu, toplantı yapılacağı, açılış için büyük bir program düşünüldüğü konuşuluyordu.
Aslında, bu dönem, Ticâret Liselilerin yaptığı gibi bir PİLÂV GÜNÜ bile yapılabilirdi. Yine de zaman geçmiş değil. 1 Ağustos çok uygun bir târih. Bu konuda büyük bir talep var. İstenirse yetiştirilebilir. Dernek için de en güzel açılış bu PİLÂV GÜNÜ olabilir. Katılım da çok olur. Çünkü, civar ilçelerde her okul bunu yapıyor. İlâhiyâtlar yapıyor. Geçen hafta sonu ilimizden birçok arkadaş tâ Konya’ya pilâv gününe gittiler. Ankara’ya gidenler oldu. TOKAT İHL’de de PİLÂV GÜNÜ yapıldığını ulusal gazeteler yazdı. Dün, HABERORDU Portalı’nda
Ünye İmam Hatip Mezunları 18 Temmuzda Çet Dağında
diye bir haber vardı. Koskoca Merkez İl İmam-Hatip mezun ve mensupları ise beklemede. Bence, yarından tezi yok çalışmaya başlanmalı. 1 Ağustos güzel bir zamanlama. Herkesin fındık için memlekette bulunduğu ve kimsenin de hasada başlamadığı bir târih.
Bunun için, her senenin Ağustos ayının ilk pazarı sâbit bir zaman olarak tespit edilebilir. Bu konuyu açtığım, mâlî durumu müsâit olan arkadaşların olaya sıcak baktığını gözlemledim.
Şu an dernekteki durum ne, bilemiyoruz. “Biz kurarız herkes uyar!” diye düşünülürse yanılırız. Dediğim gibi, bu anlamda her kesin topluca dâvet edileceği PİLÂV GÜNÜ çok önemli. Orada oluşacak tabloya göre vitrin oluşturulursa daha iyi olur diye düşünüyorum. Çünkü, isimlerin garazsız-ıvazsız insanlardan oluşması çok çok önemli. Yoksa, ORİMDER’in internet sitesinde serdedilen bâzı aykırı düşünceler haklı çıkarsa bir ümîde yazık olur. ORİMDER her anlamda ümittir. Siyâsete girmeden siyâsete yol gösterecek yegâne yerdir. Ama önce kendisi, siyâsetten, makam-mevkî, mal-mülk edinme, kazanç elde etme, reklâm olarak kullanma kaygısından, atlama taşı olarak değerlendirilme tasalarından uzak, hasbî olabilmeyi, öyle bir imaj sergilemeyi becerebilmelidir.
Bunu becerdiği, ağırbaşlılığını ispat ettiği takdirde çok büyük işler yapabilecek potansiyele sâhiptir. Yapmak, aynı zamanda boynunun borcudur. Hepimizin üzerine terettüp eden şeyler, öncelikle öndekilerin yapması gereken şeylerdir.
Bunları ve benzeri konuları yazmaya, fikirlerimizi paylaşmaya devam edeceğiz işâllâh.
Şimdilik bu kadar sevgili kardeş. Daha asıl söyleyeceklerimize gelemeden yerimiz bitti. Yine görüşmek üzere, tüm hayırlı çalışmalarınızda üstün başarılar diliyor, sevgiler sunuyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
07.07.2010 |
|