|
|

UZUNİSA-EYMÜR YILDIRIM HATTI
Geçtiğimiz Pazar günü köye giderken, Karadeniz-Akdeniz yolu çalışmalarının son sürat devam ettiğini gördük. Ama, Dedeli Viyadüğü, yapılalı çok olmasına rağmen hâlâ trafiğe açılmamış. Sanırım, orada bir problem var. Bâzı evlerin duruşu öyle gösteriyor.
Çavuşoğlu Sapağı’ndan öteye de genişletme çalışmaları başlamış. Katırcıoğlu, Yemişli, Uzunisa, Dedeli yol boyunda örneklerine bol miktarda rastlandığı gibi burada da çok yerlerde kazılar evlerin balkonuna dayanmış ki, gelip-geçene bile rûhî sıkıntı veriyor. Vicdanını rahatsız ediyor!
Vatandaş olarak köylerde dahî evlerimizi dar yerlere yapmaya, işi sıkıntıya getirmeye meraklıyız. Sanki şehrin en göbeğinde bir arsa mübârek! Çıkmaz sokak gibi, ya da gürültüden başın ışımayacak yerlere konaklayacaksan, köye ev yapmanın esprisi ne?
Bu insanlara zamânında buralardan yol geçeceği illâki söylenmiştir. Gel gör ki, “ev yaparsam yol geçiremezler; yerimin, hiç olmazsa birazını kurtarırım” düşüncesi, işte böyle sürüncemeli bir noktaya getiriyor bizi. Ellerin köylerinden, memleketlerinden geçen geniş yolları anlata anlata bitiremiyoruz; ama iş bize gelince, evimizi bir-kaç metre daha içeriye götüremiyoruz!
Şimdi, ya evini yıkacaksın, ya da, balkonuna sürter gibi geçen, camları zangırdatan, tası-tabağı cangırdatan vâsıtaların tozuna-nazına, sazına-cazına katlanacaksın! Bir gün de, uykunun en derin yerindeyken duvarına toslayıp da seni havaya zıplatırsa kızmayacaksın. Adam ne demiş; “denizden ne çıkarsa yerim!” İşte böyle; o zaman, nasîbine çıkana îtiraz etmeyeceksin!
Köye vardığımızda ilk işimiz bu sezon kendi ellerimizle diktiğimiz fidanlara bakmak oldu çocuklarla. Derken o arada, harman boyunda çilekleri gördük. Bir, iki derken, çocuklar ocaklar arasında dağılıp gittiler. Oraydı-buraydı falan, bayağı yekûn teşkil etti toplananlar. Çocuklar o civarda bir tabaktan fazla köy çileği toparladılar. Arada, ağızlarına attıkları hâriç! En küçüğümüz Yûsuf Kerem, tabaktan da yemeğe kalkınca engel olundu tabiî:
Ama, anne, toplayın, sonra yine siz yiyeceksiniz dedin ya!
Tamam, sözümdeyim; ama reçel olduktan sonra!
Köy gerçekten bolluk-bereket. Her ne zaman gitsek, çiçekleri, yaprakları, cıvıltıları ve temiz havası yanında mutlakâ somut bir şeyler de ikram ediyor bize. İşte dutlar olmuş! En çok, geçenlerde babamın teneke içerisinde getirdiği salkım duta hayret ettik. Daha bir ay olmadan, şimdi meyvesi var. Kıpkırmızı. Tadına baktık; ekşimtırak! Demek ki cinsi böyle.
Bir dut daha var. O bildiğimiz normal parmak dut. Karadut aynı zamanda. Gelecek haftaya yemezseniz, peşinizden yollara dökülür! Kirazdı, vişneydi, erikti derken; işte fındık. Ondan sonrası zâten saymakla bitmez. Külliyen hasat mevsimi.
Çilek toplaya toplaya harmanın yukarılarına, bizim evin bulunduğu Azaklı Dağ dediğimiz tepeye vardık. Bir de ne görelim; orada, köy câmimizin bir hoparlörünü bizim tepeye dikilen direğe taşıyan telefon kablosu paramparça. Direk te; tâbiri câizse çii-parça olmuş! Aslı çiğ-parça mı, çığ-parça mı; onu da bilemiyorum. Dilbilimcilere havâle ediyorum!
Her neyse, mübâlağasız, 50 m. çapında civâra, ocakların arasına, dallara irili-ufaklı parçalar hâlinde dağılmış. Biraz ileriye gittik, öbür direk te aynı şekilde. Sonra öğrendiğimize göre, 1,5 km aşağıdaki câmiden gelen kablo ve direklerinin, bizim taraftaki yarı bölümü tamâmen aynı şekildeymiş. 10 gün kadar önce yıldırım atmış.
Hani, ne derler; KORKAN ALLÂH’TAN KORKSUN! Sen ne olursan ol, nerede olursan ol, hangi makâma, mevkîye gelirsen gel, hangi rakama ve rakıma yükselirsen yüksel HADDİNİ BİL! Neyin varsa, hepsi de Allâh’ın elinde! Ol der, olursun, öl der ölürsün! Bu kadar basit! Ben ve yâ sen, ya da o, her kim olursa, ona, -anlayacağı dil her neyse ondan- demek gerekir ki; Ey kardeş! Kıllığı bırak, kulluğa gel! Bu bir kardeşlik borcudur aynı zamanda.
Direkleri fotoğrafladım. Lâkin, dehşeti yansıtması mümkün değil. Yûsuf’u da kareye aldım. Parçalanan direkten fırlayan, kablosu dahi çözülmüş fincanı eline almak istemedi, korktu. Çarpar diye düşündü. Manzaradan etkilenmiş olmalı.
Döneceğimiz zamanlara yakın ALTUN TEYZE’ye gittik. O bizi sever ve hep görmek ister. Biz de onu severiz. Eskilerden anlattırırız. Eskiden ineklere, danalara, atlara, eşeklere verdikleri isimleri bile anlatsa yeter bize! Sonra, torunlarına çay yaptırtır. Yanında da Yokuşdibi dürmesi veyâ fasülyesinden turşu oldu mu, değme keyfine gitsin. Ama, hepsinden önemlisi, tatlı dil, güler yüz. Rabbim selâmet versin!
Köyden dönerken radyoda Mahmut Esat COŞAN Hocamız ÜÇAYLAR’ı anlatıyor: “RECEP Allâh’ın ayı; bol TEVBE edelim. ŞÂBAN Peygâmberimizin ayı; bol SALAVÂT getirelim. RAMAZAN zâten bizim ayımız; ümmetin ayı, rahmet ayı. Kısaca, Recep EKİM, Şâban BAKIM, Ramazan BİÇİM, yâni hasat ayı. Hepsini de iyi değerlendirelim” şeklinde konuyu özetliyordu.
İnşâllâh diyor, ÜÇAYLAR sürecinin bizlerin ve Muhammed Ümmeti’nin, ülkemiz ve tüm İslâm Âlemi’nin hayrına tecellî etmesi ve siyâsî, kültürel, ekonomik her anlamda bereketler getirmesi dileğiyle, siz sevgili okurlarımıza selâm, sevgi ve saygılar sunuyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
14.06.2010 |
|
|
“BEKİR BERK” DEYİNCE…
Bugün Bekir BERK deyip yola düşseniz ve rast geldiklerinize, “bu, yan yana gelmiş iki kelime size neyi hatırlatıyor?” şeklinde bir soru sorarak dolaşsanız, tahmin ediyorum ki insanların kâhir ekseriyeti, “o da ne, nasıl şey ki?” der gibi bakacaklardır yüzünüze. Onun, bir insan adı olup-olmadığı tereddüdü bile depreşebilecektir zihinlerde!
Çünkü, ülkemizin tanıdığı, hattâ dünyâ kültür çevrelerince hiç olmazsa ismen tanınan bu şahsiyet, ne yazık ki, kendi doğum yeri olan Ordu’da, neredeyse hiç bilinmez. Çünkü tanıtılmamıştır. Böyle bir kültürel tezâhür söz konusu olmamıştır. Burada bir ihmâl varsa bu hepimizindir. Tanımayanlarda değil, tanıyıp da, insanlara tanıtmayanlardadır noksanlık.
Hâlbuki, ülkemiz bir mazlum ve maznun insanlar diyârıdır. Bin yıllık İslâm hizmetkârlığı, dünyânın yeni efendilerince cezâlandırılmak istenmiş; bu zulüm projesi, ülkemize el altından tensip ettikleri güçlerce de en şiddetli bir şekilde uygulamaya konulmuş.
Kânun, hak, hukuk hiçe sayılarak keyfî bir şekilde sergilenen zulümler milletimizin bağrında onulmaz yaralar açmış. Yüreğini dağlamış. Sâdece anası değil, yedi ceddi ağlamış!
Milletin cihan harplerinde, üç kıtâda, onlarca cephede, istiklâl savaşında yaşadığı çileler, yorgunluklar yetmemiş, bu defâ da kendi içinde, içindeki beyinsizler eliyle hırpalanmaya çalışılmış. Âileler parçalanmış, nesiller mahvolmuş. Toplum yapısı tepeden tırnağa tepetaklak edilmiş. Yeni sevdâlara düşülüp, yeni yollara gidilmiş, yeni yeni yokuşlara sürülmüş, kaşlardan-bayırlardan uçurumlara fırlatılmış, yarlara atılmış!
Mazlûm halkımız inançlı, kararlı ama, bir o kadar da yoksul ve çâresiz. Şaşkın. Ne yapacağını, nereye gideceğini, derdini nereye ve kime yanacağını bilemiyor. Aynı zamanda kimsesiz ve savunmasız. Gittikleri yerlerde, derdini dinleyen, hâlinden anlayan yok! Anlayacak olanlarla da, yan yana gelmesine bile fırsat verilmiyor. Hem gece, hem gündüz; müthiş bir tâkip söz konusu.
Suçlanman için kitap okuman yeterli. Hayır hayır, evinde kitap olması bile yeterli. İstersen hiç okuma. Kafaya koymuşlar ya bir kere; bahâne kıtlığı mı var? Bir şekilde bir şeyler buluyorlar.
Her neyse; sizin anlayacağınız, ceberutlar meydanı boş bulmuş; zulümlerini her anlamda hoyratça ve pervâsızca uyguluyorlar ve durmaksızın, büyük bir aşk ve şevkle sürdürüyorlar. Haçlıların, asırlardır biriken kinlerinin öcünü, kendileri eliyle aldıklarının farkında olamayacak kadar sâfiyâne bir içtenlikle ve acımasızca yerine getiriyorlardı uhdelerine tevdî edilen görevleri.
Tâ ki, Bekir BERK adında, soyadının taşıdığı anlamda ŞİMŞEK gibi bir avukat, bir savunma kahramanı piyasaya çıkana kadar. Adam, hakîkâten ŞİMŞEK! Sâdece risâle dâvâları değil, İslâm adına her kimin tutuklandığını duysa, hemen soluğu orada alıyor.
Hücrelerde çâresizlikten, sâhipsizlikten, açlıktan, susuzluktan, ümitsizlikten bitme noktasına gelmiş insanlar, kendileri için gelmiş, -ziyârete bile olsa- korkmadan, çekinmeden gelebilmiş bir insanı karşılarında görünce şaşırmayıp ta ne yapsınlar? Hele, bu insanın bir de, kendisini savunmak için yüzlerce km. yol kat edip gelmiş bir avukat olduğunu düşünün! Oradaki sevinci, mutluluğu hayâl edin!
Öyle ya, avukat ne? Kim görmüş o târihlerde? Kim, niye tutuklandığını tam olarak biliyor mu ki her şeyden önce? Kimin aklı eriyor avukat tutmaya, aklı erse nerde bulacak ve de hem aklı erse cebi erecek mi? Ama, bu avukat için, MAZLUMLARIN AVUKATI BEKİR BERK için hiç biri önemli değil bunların!
Dağ, taş, dere, tepe, güney, kuzey, doğu, batı tanımıyor bu adam. Kar, kış, tipi, boran engel değil. Kendini, hak dâvâyı savunmaya programlamış ve hedefe kilitlenmiş. Bu uğurda hiçbir şeyi gözü görmüyor! Hiçbir mevhum ya da mutlak âkıbet, onu yola koyulmaktan alıkoyamıyor. Bununla ilgili ilginç hâtıralar, ilgili internet siteleri, kitap, dergi ve gazetelerde bol miktarda mevcut.
Bakmayın yöremizde, yâni kendi memleketinde tanınmadığına. Meğer İstanbul’da her sene anılıyormuş da ondan bile haberimiz yokmuş! Bilgisayara tıklayınca bununla ilgili bir sürü haber çıkıyor karşınıza. Adına düzenlenmiş özel bir internet sitesi bile var!
İnşâllâh bundan sonra, Bekir Berk’i hemşerileri de anacaklar ve bilgisayar sitelerinde ve zihinlerde, BEKİR BERK MEMLEKETİNDE ANILDI başlıkları altında verilecek haberlerle, vefâ ve kadirşinâslık hânesindeki yerlerini alacaklar.
Bu anlamda bu akşam Ensar Vakfı Ordu Şûbesi bir anma programı yapıyor. Sanırım bu Ordu’da bir ilk ve Vakfın yeni yönetiminin de ilk etkinliği olacak. Nereden bakarsanız bakınız güzel bir başlangıç. İnşâllâh bereketlere vesîle olur. Böyle bir Besmele’nin, Ensar Vakfı’mız ve güzel Ordumuz için hayra alâmet ve aynı zamanda bunun, anlamlı bir tevâfuk olduğunda hiç şüphe yok.
Çünkü BEKİR demek, her şeyde SIDK demek, dâvâda SADÂKÂT demek. BERK demek, ŞİMŞEK demek, YILDIRIM demek, IŞIK demek, merhamete GÖZ KIRPMAK demek. Karanlığın böğrüne saplanan bir HANÇER, zulmetin tâ kâlbine inen bir KILIÇ, zâlimlerin suratında şaklayan bir ŞAMAR, kısaca, Hakka-hukûka, hakîkâte adanmış bir ÖMÜR demek BEKİR BERK.
Nereden bakarsanız bakın sevgili dostlar; BEKİR BERK, adıyla, sanıyla SIDK-SADÂKÂT, BED ve de BERK-BEREKET; kanı ve de canıyla HAREKET demek.
Mâlum; NERDE HAREKET, ORDA BEREKET!
Hoş geldin üstad. 18. yılda ve zâten hiç yaşlanmamış rûhunla hoş geldin aramıza ey Bekir BERK. Sana çok ihtiyacımız vardı. İyi ki geldin. Gençlerimiz seni tanıdıkça ve hepimiz senin hak-hakîkât, adâlet tutkunu ve mücâdele azmini örnek aldığı sürece, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Dâvet edenlere ve emek verenlere teşekkürler. Hepimiz bu akşam Ensar Vakfı’ndayız. Bu vesîleyle, ilk defâ bir araya geleceğimiz yeni Ensar kadrosunu kutluyor, başarılar diliyoruz.
Ayrıca, Ordumuz için de “Bekir BERK’li yeni dönem hayırlı olsun!” diyor,
bu vadîdeki gayretlerin somutlaşarak devâm edeceğine inanıyoruz…
Son söz, son kelâm; Bârekâllâh ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
13.06.2010 |
|
|
PARA ARTTIKÇA NE OLUR?
Bu gün söz atalarda ve ustalarda. Birkaç da, kırık-dökük ara nağmemiz var…
Bakalım sizler için seçtiğimiz sözler, deyimler ve dizeleri nasıl bulacaksınız?
İşte bizler, işte sizler ve de işte, yararlanacağınızı umduğumuz sözler:
SÖZLER, DEYİMLER, DİZELER:
Büyük insanların ideâlleri, sıradan insanlarınsa hevesleri vardır!
*
Eldeki yara, duvardaki delik gibidir.
*
Ben umarım bacımdan; bacım ölür acından!
*
Utanma bazar, dostluğu bozar!
*
Para arttıkça, para sevgisi de artar!.. UVENAL
*
Göz yummakla gece olmaz. Üflemekle güneş sönmez…
*
Edep öğrenilmeden ilim öğrenilemez!
SÜFYÂN-I SEVRÎ
“Baş, dil ile tartılır.” “Bülbülün çektiği dili belâsı”
*
Dil söyler, saklanır; baş, belâya katlanır!
*
Lâfını bilmeyen hödükler, sönmüş ateşi körükler!
*
Ağızdan çıkan, başa değer!
*
Ayı yoğurdu yer; maymun yüzüne çalar!
*
Horozu çok olan köyün, sabahı geç olur!
*
Elin yanında eşeğin kuyruğunu kesme; kimi kısa der, kimi uzun!
*
Çalışanlar, kötülük düşünmeye vakit bulamazlar.
Çalışmayanlar ise, kendilerini kötülükten kurtaramazlar!
Hz. ALİ (kv)
Bir hakîkâti savunurken, ona önce kendimiz inanmalıyız.
Sonra da, başkalarını inandırmaya çalışmalıyız.
Hz. ALİ (kv)
Maddî hayattan hoşlananlar, deniz suyu içenlere benzerler.
İçtikçe susuzlukları artar. M. ARABÎ
Borç, köle olmanın başlangıcıdır. Victor HUGO
Hayâtımdaki bütün hatâlarım ana terbiyesi görmeyişimdendir.
Şefkâtin en büyük âmili analardır. J.J. RUSO
Tuzağa saçtığın tâneler cömertlik sayılmaz ki! MEVLÂNÂ
Kurdun elinden çobanlık gelmez! SÂDÎ
İyi bir gezginin amacı bir yere varmak değildir. LAO TZU
İSTİKÂMET
Yardım eyle Yâ Rabbi, bırakma bana beni
Koşturma yâdellerde, râm eyle sana beni
Aldatmasın yıldızlar, şaşırtmasın yaldızlar
Yürüt hep hakîkâtten, doğrudan yana beni…
N.K.
Hiçbir olağanüstü durum, gelişme, gerekçe ve sebebin bizleri, aslâ ve aslâ,
Hak ve hakîkâtten ayıramayacağı bir şuur ve kararlılıkla yaşayabilmemiz,
ve gerçek bir kul olarak, ak alınla huzûra gidebilmemiz dileğiyle ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
11.06.2010 |
|
|
GÜLYALI’DA AÇAN GÜLLER…
Geçen Cumâ’yı Gülyalı’da kıldık. Biz bunu hep yapmaya çalışıyoruz bir grup arkadaşla. Bâzen Eskipazar, bâzen Yemişli veyâ YukarıTepe, kimi zaman Kumbaşı, Perşembe ya da Efirli, Beyli gibi köy câmileri. Bir bakmışsın Kışlaönü’ndeyiz. Her câmiin, her cemâatin, her yörenin kendine has özellik ve güzellikleri var. Rabbimiz lûtfetmiş. Güzellikleri yaşamak, verilen nîmetlere iltifat edip âdâbınca değerlendirmek güzelliklere güzellik katıyor.
Hem, Cumâ günü bayramımız ya; biraz açılma ihtiyâcı duyulur şöyle çevreye doğru, doğal olarak. Ziyâretler yapılır. Farklı yerlerde, farklı insanlarla ve değişik cemaatlerle kılınan namazlar yeni dostlar, yeni kucaklaşmalar, yeni tanışmalar ve kaynaşmalar demek aynı zamanda. İmkânı ve fırsatı olanlar için çok güzel bir şey ve hem, bulundukları yerde değişiklik arzulayanlar için, bir teneffüs anlamına geliyor bu.
Tıpkı, Ramazan’da çeşit çeşit yerlerde teravih kılmaya çalıştığımız gibi. Bu değişiklikler, çevreye açılmalar, yaşanan zaman dilimini bir mânevî şölene dönüştürüyor. Hayâtı monotonluktan kurtarıp, canlandırıyor. Dînimizin öngördüğü birlik-berâberlik, kaynaşma, kardeşlik rûhuna da çok uygun düşüyor bu hareket tarzı. Bu anlamda, en azından bu hafta bu câmideyse, öbür hafta bir başka câmide kılınması uygun düşebilir.
Evet, Gülyalı’ya vardığımızda ezan başlamıştı. Arkadaşlardan biri diğerine;
Hani, ezana yetişiriz, hem de biz okuruz demiştin! dedi.
Hele, dur bakalım; ezan bir tane değil ya, biz de öbürünü okuruz!
dedi öbürü de. İçeriye girdik. Müezzinlik boş. İmam Efendi minberin önünde. Ama, çok beğendiğimiz, ilmiyle, ahlâkı, meslekî edâsı ve duruşuyla beğendiğimiz Vehbi AÇIKSÖZ Hoca değil oradaki. Her hâlde bir misâfir derken, baktık ki, şimdiye kadar hep müezzinlikte gördüğümüz Burhan DUMAN Hocadan başkası değildi. Bu gün görev onda olmalıydı.
O arada ezan bitti. Gelen, Gülyalı’da görevli öğrencimiz Sezâyi YÜCESOY’du. Müezzinlikte, misâfir arkadaşla yan yanalar. Namaz başladı. Müezzinlik misâfire ikrâm edildi. Arkadaş da bu işi seviyor. O gün de sanki bir başka hâl vardı onda. Ezana bir asıldı ki, pek nâdir olur böyle durumları. Bir duygusal okudu, bir tizlere çıktı ki, anlatamam. Bereket ki iç ezandı. Kısa kesti. Yoksa dış ezan olsaydı 5 dakikayı geçerdi her hâlde.
Asıl konuyu getirmek istediğim yer Hoca Efendi. Tek kelimeyle Burhan DUMAN beni duman etti! Şaşırttı demeyeceğim, çünkü öteden beri zâten iyiydi de, bu defâ onu böyle bir merkez câmide imam ve hatip olarak ilk defâ görüyorduk. Bir de, Diyânet İşleri Eğitim Merkezlerinde 6 ay KUR’AN TİLÂVET UZMANLIĞI EĞİTİMİ almıştı bu arada. Bunun da fevkâl’âde etkisiyle, gerek Arapça metinleri, gerekse Türkçe hitâbeti son derece düzgün ve akıcıydı. Kur’an tilâvetleri de hârikul’âdeydi.
Müezzin efendi, dedim ya bu gün gününde olmalıydı, kâmette güzel bir makam tutturdu. Burhan Hoca da ona en güzeliyle ayak uydurdu. Ama, aslâ kıraat ve tilâveti makam ve teğannîye fedâ etmedi. Hattâ, yersiz tizlere girmedi. Gâyet ağır başlı, harflerin hakkını vererek, ama aslâ abartmadan namazı kıldırdı.
Hutbede ÜÇ AYLAR konusu işlendi. Orada geçen ve aslâ unutmamamız gereken bir Hadîs-i Şerîf’i sizlerle paylaşmak istiyorum. Özellikle cenâzelerde, öğüt dinlemeye hazır topluluğa mutlakâ ulaştırılması gerektiğini düşündüğümüz hadis şöyle:
Resûlu Ekrem (SAV) Efendimiz; Siz; korkmak ve gayrete gelmek için, şu 7 şeyden daha kötü bir şey mi bekliyorsunuz? İnsana her şeyi unutturan FAKİRLİK, azdıran ZENGİNLİK, aklı ve vücut sağlığını bozan HASTALIK, şuuru giderip, saçma sapan konuşturan bunaklık derecesindeki İHTİYARLIK, ansızın gelen ÖLÜM, korkulan ve ne zaman çıkacağı belli olmayan, tehlikelerin en fenası olan DECCAL ve fitneleri, belâsı en büyük, ürpertici ve en acı olan KIYÂMET" buyurdular. (Tirmizî/2307)
Evet, işte böyle. Namazdan sonra Ercan ŞAHİN Kardeş’in düğün dâvetine iştirak ettik. Yahni ve Keşkek yedik yâni. Mutluluklar dileyip ayrıldık. Çayı da Millî Eğitim Müdürümüz Murat ÇULFAZ Bey’de içtik. Eh, ne de olsa Cumâ ve de aynı zamanda “gezen tilki yatan aslandan yeğdir” bereketi.
İçimizde, mesâiye yetişmesi gereken arkadaşlar olduğu için Burhan Hocamızla yeterince hasbihâl edemedik ama, kazâsı mümkün. Biz buraya nasıl olsa yine geliriz inşâllâh. Gülyalı’yı seviyoruz. Câmide oluşturduğunuz kütüphâneli oda her şeye değiyor. Kitaplar arasındaki huzur, muhabbet ve sohbet bambaşka.
Son üç müftü hocamızı tanıyoruz, biliyoruz. Vâiz kardeşimiz Mustafa Bey’i de. Hepsi de ehl-i sohbet ve muhabbet şahsiyetler. Dâvet te alıyoruz devamlı kendilerinden. Özellikle kandilleri ve teravihleri birlikte idrâk etmek arzusuyla çağırıyorlar. Mâlum, mutluluklar da paylaşıldıkça çoğalıyor.
Onlar, Gülyalı’nın gülleri. Gülyüzlünün gül yolunun muhabbet fedâileri. Rabbim cümlesine selâmet versin. Tüm dostları buradan sevgi ve saygıyla selâmlıyoruz.
Cumâmız, ayrıca Pazar gün girecek olan ÜÇ AYLAR ve önümüzdeki Perşembe akşamı idrâk edeceğimiz REGÂİP Kandilimiz mübârek olsun.
Tüm dostluk ve arkadaşlıklarımız da bizi, sahabe efendilerimizle sohbete
Rabbimizin hoşnutluğu ve Peygâmberimiz (SAV)’in komşuluğuna ulaştıran
Hakîkâtli, gerçek dostluklar olsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
10.06.2010 |
|
|
| BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ MAHALLESİ!
Hastâneye gidince ne tanıdıklarla karşılaşıyor insan. Muâyene sırası beklerken ki muhabbetin de apayrı bir tadı oluyor doğrusu. Sanırım bunu yaşamayan yoktur. Ama, her zaman da tatlı olamayabiliyor bu diyaloglar.
O gün, hafta başıydı ve çok kalabalıktı her zaman olduğu gibi. Hastâneye gittiğimizde bir amcaya rast geldik. Oturakta kaykılmış zar-zor duruyor gibiydi. Anlaşılan sırasını bekliyordu. Bağırır-çağırır, öyle sızlanır bir hâli yoktu ama yüzünden ızdırap akıyordu. Bizi gördüğünü tahmin etmiyorum. Babam;
- Ne haber ağabey. Ne yapıyorsun burada?
deyince farkımıza vardı ve tanımış olmalı ki, sıkıntının da verdiği can azlığı ile bir kıyıdan sıraladı sözlerini; sanki hepsini söyleyebilecek zamânı kalmamış gibicesine;
- Hakkınızı helâl edin. Sizlerle çok alışveriş yaptık. Hukukumuz oldu. Durumum hiç iyi değil. Bende kâlp vardı. Onunla uğraşırken prostat çıktı. Çok ağrım, sancım var. Ameliyat gerekli diyorlar ama, kâlp engel oluyormuş. İşim zor. Ne olacak bilemiyorum?! Yolcuyuz gibi görünüyor!
- O nasıl söz? Allâh'tan ümit kesilmez. Kimin önce yolcu olacağını yalnızca Allâh bilir. Şimdi tıp ilerledi. Bir kolayı bulunur inşâllâh. Ama yine de helâllik istemek güzel. Bizden yana helâl olsun. Sen de helâl et. Hadi geçmiş olsun. Allâh şifâ versin…
Oradan ayrıldık. Sırasını beklediğimiz kliniğe doğru giderken;
- Kim olduğunu çıkarabildin mi? dedi babam.
- Bakacak'tan Ömer Amca değil mi; rahmetli Boz Bayram'ın oğlu?
- Evet; çok değişmiş değil mi?
- Görmeyeli yıllar oldu. Bayağı yaşlanmış. Allâh yardımcısı olsun!
Aslında her zaman helâlleşmeli. Ölümün kime ve ne zaman geleceği bilinmez. Öyle ya, günde nice insanla karşılaşıyoruz, telefonla, yüz yüze ya da gıyâbında konuşuyoruz, gülümsüyoruz, kaş çatıyoruz. Bir şekilde çevremizdekilerle ilintiliyiz. Komşu olarak, arkadaş olarak, alan ya da satan olarak. Tüm bunlar hak sebebi. Mâliyeyle ilişkilerimiz var, sadaka, zekât, öşür, ölçü-tartı; hepsi hepsi hesap-kitap, hak-hukuk meselesi. Yerine getirdinmi, güzel. Fakat es geçtin mi; kendini kandırmaktan, kendini göz göre göre odlara yandırmaktan başka bir şey değil!
Zîra, Cenâb-ı Hak, huzûruma kul hakkıyla gelmeyin buyurmuyor mu? Bunu bilmeyen var mı içimizde? Yok, yok ama; davranırken hiç nazar-ı îtibâra alan da yok! Öyle değil mi?
Çok afedersiniz; yere tükürerek, sigara içerek, gereksiz taşkınlıklar yaparak insanları rahatsız ediyorsanız hak doğar. Arabanızla hızlı geçip korku salıyor ya da su sıçratıyorsanız, annelerin-babaların yüreklerine sokakta oynayan çocukları dolayısıyla ürperti veriyorsanız, bunlar hep haktır. Kendinize yapılmasını istemediğiniz şeylerden yaptıklarınızın hepsi kul hakkı cümlesindendir.
Kötü ahlâkınızla, çirkin, argo konuşmalarınızla, edepsiz tavır ve giyim-kuşamınızla, namazsızlık, oruçsuzlukla vs. çocuklara, çevreye kötü örnek oluyorsanız, bunda kul hakkı, vebâl yok mu zannediyoruz?
Dinimizde öyle paldır-küldür yaşamak yok. Edep var, ahlâk var, ölçü var. İnsan insandır. Akıllı, ölçülü bir varlıktır. İşte bu sınır geçilirse, ötesi bir şekilde tecâvüzdür. Hakkı mûciptir.
Dolayısıyle mutlak, hayat tarzımızı gözden geçirmemiz gerekiyor. Yaz deyip yazlamamalı, edebi hayâyı azlamamalı! Tam aksine, artık insanlığı ele almalıyız. Onu yaşamalıyız. Müslümanlık bize bunu emrediyor. Gerisi boş; varacağımız yer, neresi?
ALLAH'IN KULLARI ÇOKMUŞ;
BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ MAHALLESİ!
Bindiğimiz dolmuş bizi nereye götürüyor sanıyorsunuz? Ya otobüsler, trenler, uçaklar? Avrupa'ya mı, Amerikaya mı? Sonra? Peki daha sonra, daha daha sonra?!
GİT, GİT, GİT; NERESİ? EN SON DURAK; KOSKOCA BİR BOŞLUK ! PEKİ YA NEDİR BU AKILSIZLIK, BU FİKİRSİZLİK, BU SARHOŞLUK?!
Değerli dostlar! Her zaman adâletli davranalım ki, hak terâzisi ağmasın. Hak terâzisi ağdığı sürece dengelerin bozulduğu, günâhların yağdığının resmidir. Bu anlamda, bir şekilde görüştüğümüz, tanıştığımız insanlarla aramızdaki hak-hukuk konusunu tatlıya bağlamaya çalışmalıyız. Aksi takdirde, Hakkın huzûruna hakla gitmek, hakkımızda hiç de iyi bir sonuç doğurmaz.
Gözler kapanmadan, sözler bağlanmadan, yollar açıkken yollara düşmek; alış-veriş ettiğimiz, bir şekilde görüştüğümüz, darılduığımız, barıştığımız, gücendiğimiz, gücendirdiğimiz insanlarla görüşüp, meseleyi daha burada kısmen de olsa hâlletmek en akıllıca bir iş gibi gözüküyor.
Haydi, rasgele! Yolumuz ve bu anlamda bahtımız, açık olsun ves'selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
09.06.2010 |
|