|
|
RAKAMLARIN DİLİ; BİR AKILLI, BİR DELİ!
Bu gün Ordumuzun geleneksel Pazar günü, yâni günlerden Çarşamba. Çarşı-pazar dolar taşar bu gün her zaman olduğu gibi. Hele bir de havalar güzelse, eski Tahıl Pazarı’nın olduğu meydan başta olmak üzere her taraf bayram yerine döner. İğne atsan yere düşmez tâbiri câizse. Ne muhabbetler kurulur orada-burada, çay evi önlerinde, banklarda, oturaklarda, kahvehânelerde, iş yerlerinde.
O zaman biz de biraz “havadan-sudan!” demeyelim de, nefes aldıracak, gerçekleri nüktelerle süsleyerek hazmettiren, ortalıkta dolaşan değişik anekdotlardan bir-kaçını buraya getirip sizlerle paylaşmaya çalışalım.
Böylelikle muhabbete omuz verelim inşâllâh diyeceğim ama, Çarşamba günü diyerek, alış-veriş diyerek hesapla başlattık işi. Lâkin bu hesap, Ordu Çarşamba pazarının hesabı değil, daha büyük bir hesap. Hesaplar üstü hesap yâni, sizin anlayacağınız.
Her neyse, önce hesaba bir bakalım isterseniz, içinden çıkılacak gibi mi?
HESAP ÖZETİ
“Eğer "9" canlı olsaydın bile
En fazla "8" kez kaçabilirdin ölümden
Bil ki, "7" düvele sultan olsan dahî
Yerin "6" mekân olacak sana
En fazla "5" metre kumaş götürebileceksin
Kapatacaksın "4" açsan da gözünü
Bu dünya "3" günlük dünya
Azrailin yanında "2" kat olup yalvarsan da nafile
Elbet "1" gün öleceksin!
İşte o zaman herşey "0" dan başlayacak!”
Nasıl; hesabı iyi görebildik mi? Anlayabildik mi? bu, Ordu Çarşamba pazarının değil, dünyâ hayat pazarının hesabı. Matematikle aramız niceydi okul yıllarında? Bizim yaptığımız hesaplarla arasında bir benzerlik var mı burada yazanların? Rakamlar aynı rakamlar da, dili, anlatmak istedikleri farklı gibi sanki, değil mi?
Her neyse; şimdi de harcama stiliyle ilgili bir şeyler döktürelim! Öyle ya, bu gün ticâret günü; alacağız, vereceğiz, satacağız! Ancak, her şeyin bir ığrıbı olması gerek; bakalım piyasada dolaşan, zaman zaman gündeme gelen, bizim de burada hatırlatacağımız bu anlamdaki ölçüyü nasıl bulacaksınız?
HARCAMA ÖLÇÜSÜ
Olma keser gibi: Hep bana, hep bana!
Olma rende gibi: Hep sana, hep sana!
Olursan testere gibi ol: Bir sana, bir bana!
Bilmem aklınıza yattı mı? Yatmadıysa biraz daha düşünme molası verelim. Bu arada da bir de deli fıkrası anlatalım ki, onlar oyalansın da; akıllı düşünürken, deli köprüyü geçmesin!
"DELİLERDEN KORKAR MISIN?"
Adı, kurucusu olduğu, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastânesi’yle özdeşleşen, aynı zamanda hastânenin uzun yıllar başhekimliğini yürüten ve ülkemizde psikolojik tedâviyle psikiyatri dalının öncülerinden kabul edilen Mazhar Osman'a arkadaşları bir gün sormuşlar:
"Delilerden korkar mısın?" O da şöyle cevap vermiş:
"Ben delilerden değil, akıllı geçinenlerden korkarım! Bilhassâ psikopatlardan çok çekinirim. Onlar vefâsızdır, onların dostluklarına hiç güvenilmez. Kendilerini dev aynasında görüp, başkalarını küçümserler; bu sâyede büyüyeceklerini sanırlar. Tek amaçları kısa zamanda şöhretin yolunu bulabilmektir. Bunu başarabilmek için, şeytânî zekâlarıyla, her şeye başvurabilirler."
Bu günlük de bu kadar sevgili okurlar. Bizim pazarımızda da olan bu!
Üç nükte, acabâ, kaç hisse eder? Kimler kulak verir, kimler hisseder?
Gününüz hayırlı, ömrünüz huzurlu;
pazarınız hareketli, kazançlarınız da bereketli olsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
08.06.2010
|
|
|

‘YAŞ, OTUZ BEŞ’Tİ BİR ZAMANLAR…
Câhit Sıtkı TARANCI, “Yaş otuz beş; yolun yarısı eder!” dedi ama, 2. yarı, öyle tahmin ettiği gibi gitmedi! 10 yıl sonra vefat etti! Onun hesabı öyle, ya bizim ki! Kimbilir ne hesapları vardır her birerlerimizin?! Ama sonuçta hep; ALLÂH’IN DEDİĞİ OLUR!
Mâlum, bâzen akrostişler yazıyoruz ya, 36. yaşımıza girdiğimiz günlerde de bir OTUZBEŞ YAŞ AKROSTİŞİ yazmışız; geçen 35 yıla vedâ bûsesi mâhiyetinde!
Dünyânın gündeminde BOSNA SAVAŞI var. Vahşet son hızıyla devam ediyor. İçerde ise, hâlâ bu gün bile bitmemiş mâlum sıkıntılar şiddetini artırıyor. Sözü uzatmadan, o günlerin duygu, düşünce ve atmosferinden esintiler de barındıran o akrostişi, hâtıra defterimizden buraya alıp sizlerle paylaşıyoruz; 53’ü arkada bıraktığımız bu gün. 53’le 35 arasındaki simetrik tevâfuku da şimdi fark ettim! Ve işte, buyurun:
YAŞ 35 BİTTİ, 36’DAYIZ!
Yaşlar geçiyor bir bir; dakîka gibi, sâniye gibi
Anlayamıyoruz bir türlü, hesabını-kitabını
Şaşmaya bile vakit nerde; zaman öylesine hızlı?!
Ortada bir şey de yok hem; her şeyin olduğu dünyâda
Tekniğin büyüsüne kapılanlar, gerçeği kaybetmişler
Uçsuz-bucaksız imkânlar, anlamsızlığın emrinde!
Zehir kusuyor altın ağızlar gâyesiz, çâresiz kulaklara
Ben mi; bense, seyirciyim sâdece, olup bitenlere
Evet seyirci; hayır hayır, seyirci bile değilim!
Şâyet, seyirci olabilseydim, heyecânım olurdu!
Bir tarafı tutardım; bağırır, çağırırdım!
İtirâzım, infiâlim, ya da iştirâkim olurdu!
Topla birlikte koşardı, gönlümün ayakları
Taarruz ederdim rakip kaleye, hem de son tâkâtimle
İlgim olurdu, düşen-kalkanla; yenenle, yenilenle
Oturduğum yerde duramazdım; hop oturur, hop kalkardım
Takımım için kim bilir, ne fedâkârlıklar yapardım!
Upuzun kuyruklarda beklerdim gecelerden kalkarak
Zehir-zıkkım olurdu günler, mağlûp olunca bizimkiler
Açalım beyler, açalım; açalım gönüllerimizi
Lâfla kapamayalım iç dünyâmızın pencerelerini
Tuna’dan Nil’e, Hint’ten Fas’a perîşân coğrafya
Ipıssız ormanlarda, vahşîler elinde kuzu misâli
Doğranıyor, kesiliyor, eziliyor, çiğneniyor; oyuluyor gözleri!
Adamlara bir sor; “demokrasi, uygarlık, insancıllık!” her sözleri
Yaşlar geçiyor, yaş geçmiyor, gözlerden gönüllere!
Işıklı, pırıl pırıl dünyâyı karartmışız, karanlık işlerimizle
Zor, hem de çok zor, hedefe varmamız; bu gidişlerimizle…
10.06.1992 00.55, Yeni Mah. ORDU
İşte bir YAŞ OTUZ BEŞ hâtırası. Ayrıldıktan 3 yıl sonra, çok sevdiğimiz bir kardeşimizin düğünü dolayısıyla Akkuş’tayız. Damat Ordu İHL mezunu. Gelin kızımız da, Akkuş İHL’den öğrencimiz. Sevdiklerimizle bir aradayız. Târih: 05.07.1992, AKKUŞ
Soldan sağa: Rahmi SOYLU (Akkuş İHL, Öğretmen, Şimdi Gebze’de) Diğer yanımda Yaşar GEBEŞ (Akkuş, Öğretmen) Lütfi EFİL (Geçen Dönem Akkuş’da anlı-şanlı Belediye Başkanlığı yaptı. Ordu İHL mezunu) Yaşar GÜL (Damat. Hâlen Akkuş’ta Kur’an Kursu Öğreticisi olarak görev yapıyor.) Yüksel EFİL (İlâhiyâtçı-Psikolog. Hâlen İstanbul’da çalışıyor. O da Ordu İHL mezunu)
Yıl, 1992. Aylardan Temmuz. Kızım Betül’le Ordu İHL bahçesindeyiz.
Defterden devâm ediyoruz: “Ve işte, yaş 36. Çocukluk günleri çoook gerilerde kaldı. Artık, kendi çocukluğumuzu değil, çocuklarımızın ve yeğenlerimizin çocukluklarını yaşama dönemindeyiz yaşayabilirsek! Belki de biz, yine de çocuğuzdur ve de çocuklarımız bizim oyuncaklarımızdır! Sanki, öyle gibi mi yoksa?!
Çocuklarımızla ilgilenebiliyor, onların bizden beklediği yakınlık, sıcaklık ve güveni verebiliyorsak, biz de bir parça çocuğuz demektir! Rûhumuzun, çocuklukla örtüşen bir saflık ve temizlik yanı hâlâ var demektir.
Ne mutlu, bu anlamda çocuk kalabilenlere! Dünyâsına, duygularına, sevgilerine, tavır ve tutkularına yanlışlıklar bulaştırarak kirletmeyenlere… Ve, çocuk dünyâsının güzelliğini keşfedip, gençlik ve olgunluk ufuklarına ondan çeşniler katabilenlere…”
Yüce Rabbimiz bizleri, çocuk safiyetiyle yaşayıp, niyetlerini, tavırlarını, söylem ve eylemlerini kirliliklere bulaştırmadan, şu fânî âlemden gerçek âleme doğru bir iyilik güvercini misâli kanat vurarak, ufuklarda kaybolup gidenlerden eylesin ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
07.06.2010 |
|
|
BİR GÜZEL CUMARTESİ…
O gün, Öğle namazını, yakın câmilerden birinde kılıp meydana gitmeyi plânlamıştım. Tam abdest alırken İrfan PAK arkadaşımız aradı.
- Namazdan sonra bir yere gideceğiz, senin de gelmeni istiyoruz.
- Ama miting var biliyorsun saat 14.00’de.
- Oraya yetişiriz! “Tamam mı, tamam!” Öyle de yaptık.
Meğer bir açılış varmış. Otel açılışı. AKTUĞ OTEL. Sâhipleri İrfan Bey’in arkadaşlarıymış. Onun için buradaymışız.
Açılış merâsimi yapıldıktan az sonra, Ünye İlim Yayma Cemiyeti’nden İshak SÖZEN Bey aradı, mitingin yerini soruyordu. Biz de fazla beklemedik. Arkadaşlarla izin isteyip yola koyulduk.
Daha indiğimiz yerde mitingin meydandan taşan mekanik sesleri duymaya başladık.
Plâtform kurulmuş, anonslar, takdimler yapılıyor; müzikler yankılanıyordu. Türkiye ve Filistin bayrakları dalgalanıyordu her yanda. Ön kısımlarda, gerçekten heyecanlı bir grup vardı. Plâtform gitgide kalabalıklaşıyordu. Gelenler ve temsil ettikleri kuruluşlar takdim ediliyordu. Coşku doruktaydı. Hele Ordu Sporlu gençlerin sonradan topluca sahaya gelmeleri, havaya ayrı bir heyecan kattı.
İsrâilin vahşeti sloganlar atılarak lânetlendi. Kâtil yöneticilerin kuklaları yakıldı. İsrâil yapımı ürünlerle ilgili listeler dağıtıldı. Yanlışlıkla yazıldığı anlaşılan yerel bir ürünümüzün listeden çizilmesi anons edildi.
Sonuç îtibârıyle bu miting Ordu STK’ları adına yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Son bir hafta berâber yüründü, birliktelik kültürü oluştu. GEMİ OLAYI nasıl, dünyâ için bir mîlatsa bu MİTİNG de Ordu için aynen öyle oldu. Göreceksiniz ki, bunun peşi gelecek. Bu ilki çok güzel bir tecrübeydi.
Katılım belki azdı ama samîmî bir topluluk vardı. Bu biraz da doğaldı aslında. Çünkü, şehirde de kimse yoktu. Artık, niye yoktu; nasıl yorumlamak gerekir bilmiyorum? Çok da önemli değil. Bu iş kalabalıkla olmuyor zâten; aşkla ve inançla oluyor, içteki ateşle oluyor.
Bakınız, benim asıl dikkâtimi çeken şey; Ünye’den, Korgan’dan gelen o iki insanın farkıydı. Muhiddin AÇICI Bey’in yaptığı o konuşma, bizlerin, buraların alışık olduğu cinsten değildi. Ne insanlarımız var değil mi; elhamdülillâh?! Ciğerden mi geliyordu, kâlpten mi; her ikisinden birden ve son dozdaydı! Belki de gemide yaşadıklarının ateşinden kaynaklanıyordu her şey. Demek ki, onları oralara götüren ve bu kıvanca erdiren şey gemiden çok içlerindeki kıvılcımlardı.
Ya, Ünye’den Sümeyye ERTEKİN Hanım kızımız! Çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın kızıymış meğer aynı zamanda. Kendisi geçen senelerde vefat etti. Önceki günkü gazetelerden birinde adına anma proğramı yapıldığına dâir fotoğraflı bir haber vardı. Ben bildim bileli Ünye İmam-Hatip Lisesi’nin baş muâviniydi. Emekli olduğunu duyalı çok olmamıştı ki vefât haberi gelmişti.
Mehmet ERTEKİN Hocamız kibar, nâzik yapılı, ağırbaşlı, naif bir arkadaşımızdı. Şaka ve tebessümleri bile ölçülüydü. Lâubâlî hâline hiç şâhit olmadım. Aslâ rahatsız olmayacağınız ve güven duyacağınız asil bir duruşu vardı. Daha önce o da Akkuş’ta görev yapmış. O anlamda belki de biraz daha yakınlık hissederdik kendisine. Rabbimiz ganî ganî rahmet eylesin.
Akkuş’ta görev yaptığımız yıllarda gelip geçerken Ünye İHL’ye çok uğrardık. Çok ilgilenirlerdi bizlerle. O okulun havasına hep gıpta ederdim. Ne zaman Ünye’ye gitsem okula uğramayı arzulardım. Ordu’ya geldikten sonra da SENDİKA faaliyetleri ve ENSAR VAKFI konferans ve yarışmaları bağlamında Ünye’ye çok gittik. Okula çok uğradık.
Bizim ENSAR VAKFI olarak düzenlediğimiz yarışmalara en çok bu okuldan katılım olurdu. Kendi okulumuzda bu ilgiyi uyandıramazdık. Bu bizim beceriksizliğimiz miydi, yoksa bu iş bir kadro ve genel hava meselesi miydi, bilemiyorum?! Tabiî, derece ve ödülü de en çok onlar alıyorlardı.
Evet, bu Sümeyye ERTEKİN böyle bir yörenin, böyle bir okulun ve vakur bir idârecinin çocuğu. Rabbim selâmet versin. O şimdi artık hepimizin gurûru, Türk Milleti’nin, İslâm Âlemi’nin ve de tüm vicdan sâhibi insanlığın medâr-ı iftihârı. Böyle bir evlâdın peşinden hocaları da gelmişlerdi mitinge. Sağolsunlar.
Kızımızın ve Muhiddin Kardeş’in anlattıklarından birazını buraya yazmaya kalksam sığmaz. Benzerleri televizyonlarda çok var. Hem de canlı. Burada ne desek kuru kalır. Ama, her ikisinin de anlattıkları bir çok insanın hıçkırarak ağlamasına, bir çoğunun da gözlerinin yaşarmasına sebep oldu.
Kâlplerimizdeki tozu döktükleri, kardeşliğin gereklerine ve aslına, yaşadıklarıyla dikkât çektikleri için kendilerine çok teşekkür ediyoruz. “Bizim 2 güne sığdıramadığımız bu vahşeti, Filistinli kardeşlerimiz her gün yaşıyorlar!” mesajını verdiler ki; el’hak, doğrudur. Anlayana yeter de artar bile.
Bulancak’lı Nûri Hocamız da, günün anlam ve önemini vurgulayan veciz bir girişten sonra yaptıkları duâyla mitingi taçlandırdılar. Gerek GEMİ OLAYI, gerekse İSKENDERUN’da şehit olanlar için hâlisâne yapılan içli duâya bütün katılımcılar gözyaşlarıyla eşlik ettiler. Biz de burada tekrar tekrar yeniden âmin diyoruz.
Son olarak, İNSANLIK İÇİN AYAKTAYIZ plâtformunda görev yapan bütün kardeşlerimizi, göğsümüzü kabartan başarılı çalışma, organizasyon ve sunumlarından dolayı tebrik ediyorum.
Bilhassa, yöremizin çok muhtaç olduğu, uyarıcı, aydınlatıcı, hattâ sarsıcı böyle güzel faaliyetler etrafında, yeniden ve kardeşâne olarak buluşup, hep birlikte daha nice başarılı hizmetlere imza atmaları temennîsiyle bu yüzakı insanlarımıza kâlbî selâm, sevgi ve saygılar sunuyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
06.06.2010 |
|
|
NEREDE KALMIŞTIK?
Piyasadaki İmam-Hatip câmiası dünkü yazımızı, okulun, câmianın ve tüm ilgililerin hayrı noktasında geç kalmış ve hafif geçilmiş bir yazı olarak değerlendirirlerken, bu okullarda okumayanlar, yazının muhtevâsının biraz ağır kaçmış olabileceğini belirttiler.
Dün, “can alıcı” olarak nitelediğimiz ve sonra yazacağımızı belirttiğimiz, bizi asıl harekete geçiren konu şu: Dün konu ettiğimiz ORDU İMAM-HATİP LİSESİ GECESİ’nde, bir de ORDU İHL’den MEZUN ÜNLÜLER mâhiyetinde bir sunum yapıldı. Nâmık ALTAŞ hâriç, tümünün fotoğraflarla verildiği isimler, sırasıyle şöyle:
Eyüp FATSA, Engin TEKİNTAŞ, Mustafa YILMAZ, Yılmaz UZUN, Yılmaz DÜNDAR, Hüseyin YAŞAR, Selahattin AYDIN, Nâmık Kemâl UZUNLAR, Sezâyi AKARSU, Mehmet ARSLAN, İsmail ÇAĞLAYAN, Temel COŞKUN, İbrâhim YÜKSEL, Özcan GÜRSOY, Burhânettin TOPRAK, Âdil AKYURT, Beşir ÇİÇEK, Erol AKÇAY, Hamdi ÖZCAN, Mustafa AKKOZ, Nâmık ALTAŞ, Temel ÖZTÜRK, Emin AYDIN, Beytullâh ŞAHİN, Mustafa ÇAVUŞOĞLU, ? MURTAZAOĞLU, Ergün TAŞÇI, Kerim ÜSTÜN, Uğur TOPARLAK, Kadir ÇANAKÇI, Muammer ÂŞIK, Nâhit KÖSEOĞLU, Mehmet Âkif ERSOY, Âdem ALTAŞ, Seyfettin ERDEM
Tespit edebildiğimiz kadarıyle isimlerimiz bunlar. Daha niceleri var aslında. Bu kadarıyle bile çok çok gurur verici. Rabbim hepsine de İmam-Hatip misyonu istikâmetinde hayırlı kazançlar, hizmetler ve başarılar versin.
Değerlendirmeye gelince; bir defâ, bu isimlerin hiç birine îtirâzımız olamaz. Îtirâzımız, İmam-Hatip ismi ve câmiası üzerinden şahsî ve indî tasarruflara gidilmesine, bir taraf yapılırken, diğer tarafın yıkılmasına, kimilerinin gözlerin içine baka baka ve pervâsızca yok sayılmasına; gönül kırılmış, yok darılmış, hiç umûra gelmiyormuşçasına hareket edilmesine, ve dolayısıyla, böylelikle kardeşliğimizi zedeleyen tavırlaradır.
İsimleri yukarıya yazdık. Siz de değerlendirin. İşte benim ilk etaptaki tespitlerim. Daha çok şeyler tespit ederdim. Ona göre hazırlıklı gelirdim. Yerimi de ona göre seçerdim. Her şeyi tam izleyemedim aslında. Ama, isimlerden kaçırdığım olmadı gâlibâ.
Listeye iyice bakınca siz de görürsünüz düpedüz yapılan haksızlıkları! Meselâ aynı devlet dâiresinde KÜLTÜR MÜDÜRLÜĞÜNDE yardımcı konumunda olan Uğur TOPARLAK Bey Kardeş, meşhurlar listesinde yer alırken, onun yıllarca âmirliğini yapmış, yine Ordu İHL Mezunu, aynı zamanda, kitapları, televizyon programları ve sosyâl aktiviteleriyle herkesin tanıdığı Muzaffer GÜNAY yok!? Bunda kasıt yok denilebilir mi? Ama, aramızda mesele var diyorsanız, okul herkesin okulu! Eğer, böyle bir şey yoksa, o zaman, hâfızanız zayıfsa, câmiayı tanımıyorsanız, böyle bir şeye tevessül etmeyin! Ya da sorun, soruşturun, danışın! Sizi böyle bir uygulamaya zorlayan ne ki? Orada kendi isminizin de geçmesi mi?
Bana gelince; herhâlde böyle bir kıyağa ya da taltife ihtiyâcım olmadığı düşünülmüş olmalı! Hâlbuki, belki de öyledir ama, biz her zaman kardeşlerimizin ilgisine, sevgisine, her şeyden önce duâsına muhtaç olduğumuzu düşünüyoruz. “Bizim kimseye, kimsenin ilgilenmesine ihtiyâcımız yok!” gibi bir kabadayılığı aslâ yapamayız! Durumumuz ne olursa olsun. İnancımız da, örfümüz de bunu söylüyor bize.
Ama, anlıyorum, geçenlerde okul mescidiyle ilgili bir yazı yazmıştım. Allâh rızâsı için fikirlerimi serdetmiştim. Belki ondan kaynaklandı tüm bunlar. Olabilir, insanlık hâli. Ama, Recep AZAKLI Ağabey gibi çilekeş, cefâkâr, hizmete adanmış, şu an belediyede önemli bir görevde bulunan akademik dergilerde makâleleri yayınlanan münevver bir isim, Dr. Abdurrahman TOMAKİN gibi yıllarca Başhekimlik yapmış, Milletvekili adayı olmuş, gece-gündüz dememiş, kapı kapı dolaşarak hepimizin hizmetine yetişmeye çalışmış, nereye giderse gitsin Ordu’nun gündeminden hiç düşmemiş bir isim!
Ya Ahmet ÇAKIR! Yıllarca yaptığı Millî Eğitim Müdürlüğü görevleri yanında, 10’a yakın kitabı da var. Yoksa onların da suçu Ordu Hayat Gazetesi’nde yazmaları mı?
Yoksa, bu saydığım isimlerin hepsi belli siyâsî görüşlere daha yakın olduğundan mı? Daha yeni avukat olmuş, dolayısıyla bir çoğunun adı belki ilk defâ burada gündeme geliyorken, yılların avukatı ve siyâsetçisi, eski ve yeni İl Başkanı Erkan TEMİZ’in isminin orada olmamasını nasıl yorumlayacağız?
- Hiç öyle düşünme hocam dedi yanımdaki bir arkadaş. Evet, kıyıdan-köşeden bulup getirilmiş gibi gözüken bâzı isimler, tercîhde siyâsî bir temâyül, ve yâ doğal çevre hissi veriyorsa da, asıl unsur, isimlerin süreç itibârıyle işe yarayıp-yaramayacağıdır. Meselenin özü bir yerlere şirin gözükmektir. Hiç kendini yorma!” dedi.
- Peki, Hüseyin BAŞKÖY, Sabahattin ÖZTÜRK, İsmail KAHRAMAN vs. neden yok öyleyse? Hattâ Tevfik KARABULUT!
- Dedik ya ihtiyâç ve süreç meselesi!
Değişik görüşlere gazete olsun, web olsun, sayfalarımız açık. Bizden şimdilik bu kadar. Rabbim gerek şahıslar, gerek müesseseler olarak, emânet ve sorumluluk bilinciyle hareket etmeyi, istikâmet’in doğrusunca gitmeyi nasîp eylesin.
Bu gün HEP BERÂBER İNSANLIK İÇİN AYAKTAYIZ! Ordu târihinde ilk defâ böyle bir gâye etrafında, böylesine kararlı, kenetlenmiş bir gün yaşayacak. Hepimiz için güzel bir birliktelik başlangıcı olacak bu aynı zamanda. Hayırlara ve bereketlere vesîle olsun inşâllâh.
Hep berâber oradayız inşâllâh. Tek yürek üzre buluşmak dileğiyle ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
04.06.2010 |
|
|

BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT!
Önceki gün, Çarşamba akşamı Ordu İmam-Hatip Lisesi Müdürlüğü’nün GELENEKSEL YIL SONU ETKİNLİĞİ ve HATİM DUASI MERASİMİ Programı vardı. Geçen yıl başlatılmıştı bu etkinlik. Bu defâ 2.si yapıldı. Çok güzel ve tek kelimeyle muhteşemdi. Akledenlerden ve emeği geçenlerden Rabbim râzı olsun.
Tam 99 hatim yapılmış yıl boyu. Duâsını, okulun ilk kurucuları arasında da yer alan, emekli vâiz M.Hulûsi MURTAZAOĞLU yaptı. Gerek sunucu Tâlip CAN Bey ve gerekse duâyı yapan hocamız, geçen gün yaşanan GEMİ ve PKK baskını dolayısıyle duâlarında FİLİSTİN ve MEHMETÇİKLER’e özel vurgu yaptılar. 2000 civârındaki katılımcının coşkun âminleri hepimizi duygulandırdı.
Emektar büyüklerimiz, kurucularımızdan, okulla özdeşleşmiş isimler Osman ALTAŞ ve M.H. MURTAZAOĞLU hocalarımıza, okulumuzun 1 numaralı öğrencisi ve ilk mezunları olan Mehmet Ali KEÇECİ ve Resul UÇAR Ağabeylerin elleriyle PLÂKET verilmesi âdetâ, çınarların buluşması denilebilecek özellik ve güzellikteydi. Gerçek bir kadirşinâslık ve vefâ örneğiydi.
Biz yıllarca bu ve benzeri tablolar için uğraştık. Sanırım 10’a yakın yıl bu anlamda PİLÂV GÜNÜ ya da KIR GEZİLERİ adıyla, tüm halkımıza açık Ordu İmam-Hatip Câmiası eksenli piknikler düzenledik. Çoğu defâ da çok sınırlı kişilerdik. İş, bir-kaç samîmî arkadaşın ve öğrencinin fedâkârlıklarıyla yürüyordu. Böyle elimizde, devlet hazırı mutfak, eleman, öğretmen, öğrenci de yoktu. Sandalye, sıra, oturak, masa, kürsü, mkrofon, bardak, tepsi! Hepsi, hepsi ordan-burdan bulup-buluşturmaydı.
Hattâ, ENSAR VAKFI olduğumuz için, okulla ilgili bir etkinlik olmasına rağmen Sn. Âdil AKYURT’tan bir naylon sandalye bile alamamıştık. Bir defâsında, öğrencilerimizi şehirde piknik dâvetiyesi dağıtırken görmüşler de, ondan dolayı hem öğrenci hem de biz azar yemiştik. Tavrı anlaşılınca da, sonraki senelerde bu konuda herhangi bir talepte bulunmamayı yeğlemiştik.
Nedense, bize ve bizim gibi düşünen arkadaşlara karşı aynı tavır hâlâ devam ediyor. İşte bu akşam da ortaya çıktı; içten içe devâm eden, 28 Şubat bahâne edilerek, o rûha eklemlenmiş tavırlar.
Çocuklarımızı izlerken ağlayasım geldi. Onlar ne güzel, ne efendi, ne tatlı çocuklar öyle. Hele öğretmenleri; ne kadar beyefendi ve de hanımefendiler. Öğrenciler, öğretmenler bir arada; birbirlerini gördüklerinde gözleri ışıldıyor. Evlerinden daha mutlular sanki onların arasında. Bu öğrencilerle, bu öğretmenlerle neler yapılmaz? Her ay, hattâ her hafta! Çocuklar bence bu akşam kendilerini ispat ettiler.
Sunculuk yapan yavrularımız da, çağırdıkları öğrencileri tanımlama metinleri de hem akıcı, hem esprili, hem de ağır başlıydı. Öyle, adı âmire çıkmış, meşhurlar arasına girmiş bâzı kişilerin argo ağzı ve cıvıklıklarından eser yoktu! Hele dizilerde sergilenen, internet ekranlarını ablukasına almış pespâye dili gördükten sonra bu çocukların, hep çevrelerinde dolaşan bu sululuklardan nasıl etkilenmemiş olduğuna hayret ediyorsunuz! Tekrar tebrikler; bu nezih çocuklara, onları yetiştirenlere ve âilelerine…
Şennur BİLGİN kızımız nasıl bir çocuktu öyle? O mezunlar konuşması neyin nesiydi? O nasıl metindi, nasıl okuyuştu? İnsan olan insanın içinin titrememesi mümkün değil. Bizim neslin yaşadıklarının dramatizesiydi sanki! Yavrumuzu tebrik ediyorum. Âilesini de ayrıca kutluyorum.
Hemen onun ardından, BU SEVDÂ SENİN adlı şiirimi okumak geldi içimden. Kızımızın konuşmasının üstüne öyle bir giderdi ki; en azından tamamlayıcı olurdu. Ömrümüz olur da, idâreci arkadaşlarımız da bu sözlerimizden alınmazlar ve yâ insafa gelir de lûtfederlerse, gelecek seneye belki, inşâllâh! Biz, ondan önce, önümüzdeki günlerde şiiri buraya yazarız da, haklı ya da haksız olduğumuz konusunda karârı siz verirsiniz!
Peki ya Esrâ YURTTAŞ! Efendimiz(SAV)in VEDÂ HUTBESİ’ni okudu baştan sona; hem de ezbere olarak. Öylesine içten, öylesine duygulu, öylesine etkileyici. Kızımızı ve okulumuza, onun gariban öğrencilerine, herkese, işinin hakkını vererek, güler yüzle ve ibâdet aşkıyla hizmet eden annesini, tüm âileyi, böyle bir çocuk yetiştirerek bu anlamda, bir çok, bizler gibi işin sâdece edebiyatını yapanlara örnek olduğu için tebrik ediyor, yavrularının daha nice güzel günlerini görmelerini Cenâb-ı Hak’tan niyâz ediyorum.
Sevgili Muhammed KILIÇ’a gelince; SAKARYA TÜRKÜSÜ güzeldi. Önemli olan da bu. Ancak, fon yüksek verildiği için okuyuş biraz gölgede kaldı, o kadar. Benzer ilgi ve başarılarınızın devâmını dileriz. Tavsiyem, bir-kaç arkadaşınızla bir-kaç şiir daha belirleyip, İmam-Hatip Lisesi adına bir şiir gecesi yapmanızdır. Aslında bunlar çok basit şeyler. Niyet edildiğinde, bu yaz size fazlasıyla yeter. 10. sınıfta olduğuna göre, gelecek yıl ilk aylarda programı uygular, bizi de dâvet etmeyi unutmazsın inşâllâh.
Niye mi böyle diyorum? Çünkü, bu programa beni dâvet eden, okulumuzun Vakıf Başkanı İbrâhim YÜKSEL oldu. Geldim ama, selâmım bile kerhen alındı sanki. Ben bundan, bu dâvetin bile İbrâhim YÜKSEL’in özel tasarrufu olduğu düşüncesine kapıldım akşamki bu tavırlardan sonra.
İşin enteresan tarafı İbrâhim YÜKSEL Bey, öz be öz dayımdır. Demek ki, 7 yıl okuduğun, yaklaşık 17 yıl öğretmen olarak görev yaptığın okuluna gelebilmen için bile “DAYIN OLACAK!”
Bakın işte, “dayı!” denince akan sular bile duruyor! Nitekim, söz bitmeden, yer bitti. Başlıkta vurgulamak istediğimiz yere hiç gelemedik. Ki, asıl can alıcı nokta orada! Bu konu başladı ki, daha bitmez. Artık bu iş, hatır-gönül barajını aşmıştır…
Her neyse… Biliyorsunuz, ülke ve dünyâ gündemi de çok yüklü ve oldukça kritik bir yerlerde. Devletimizin karşı karşıya bulunduğu durumlara bakın, bir de, milletin binbir ümitle yetiştirdiği, kâlbinin en güzel yerlerinde taşıdığı bizlerin buralarda sergilediğimiz ucuzluklara! Allâh(CC) hepimizi ıslâh etsin! Başka ne diyeyim?!
Yarın, tüm STK’larımızın ortaklaşa düzenlediği FİLİSTİN MİTİNGİ var.
Saat 14.00’de Cumhûriyet Meydanı’nda. Halk olarak hepimiz dâvetliyiz,
ve zulmü lânetlemek, millet olarak tek yumruk olduğumuzu göstermek adına
inşâllâh hepimiz cümbür-cemaat oradayız… Herkese hatırlatalım inşâllâh!
Cumâmız mübârek, yarınki mitingimiz hayırlı ve bereketli olsun…
Hepimizin yüreği ihlâs ve samîmiyet nurlarıyla dolsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
03.06.2010 |
|