Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607931
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.69.17.203
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2010

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
26
CEZÂYİRDEN BİR ŞİİR, İKİ ANEKDOT:
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

CEZÂYİR’DEN BİR ŞİİR, İKİ ANEKDOT:

1989-90 eğitim-öğretim yılını, ülkemizin çeşitli bölgelerinden, 5 Türk öğretmen arkadaşla Cezâyir’de geçirdik. Arapça stajı için Millî Eğitim Bakanlığımızca gönderilmiştik. Eğitim aldığımız yer Cezâyir Üniversitesi Arapça Dil Enstitüsü. Oranın öğrencileriyle birlikte aynı okul ve yurt hayâtını yaşıyoruz. Yat saati, kalk saati, yemek saati vs. prosedür aynı. Ancak, ecdâdın kredisi, kardeşlik ve misâfir oluşumuzdan dolayı bize verilen değer çok ayrı.

Bunu söylemek bir borç. Rabbim atalarımızdan da, onlardan da râzı olsun.

Allâh için birbirini ivazsız ve garazsız sevenleri cennetinde buluştursun. Âmin.

Orada, Zencisinden Çinlisine, dünyânın her yerinden öğrenciler var. Tanışıyoruz, dertleşiyoruz, kaynaşıyoruz. Dertli olmayan yok ki! Ülkemizin haberlerini de tâkip edebiliyoruz. Büyük başın büyük ağrısı olur hesâbı, bizim diyârların derdi daha da büyük. Stratejik önemiyle orantılı büyük gâileler yaşıyor, başta Türkiye ve Cezâyir olmak üzere tüm coğrafyalarımız. Bunlardan etkilenmemek mümkün değil.

Üstüne üstlük, işin içinde gurbette olmak da var. Gurbet içinde gurbet!

Bir yandan da normâl hayat devam ediyor. Her şey yan yana, iç içe…

Vakit de el vermiş olmalı ki, çok notlar tutmuşuz. Koca koca defterler dolmuş.

Zaman zaman seçerek, çeşni kabîlinden paylaşacağız. İnşâllâh sıkılmazsınız.

İşte bugün, tam 20 yıl öncesi Cezâyir’inden, BİR ŞİİR, İKİ ANEKDOT:

       SELÂMI VAR, SANA YURDUM…

Selâmı var sana yurdum; mahzun akan derelerin!

Gözyaşlarından ıslanmış; puslanmış pencerelerin!

Kaybetmişler yönlerini, unutmuşlar evi-barkı;

Selâmı var sana yurdum; her yerde, bîçârelerin!

KİM DELİ, BU KADIN MI?

“Telefon etmek için genellikle gittiğimiz Osmanlı yapısı büyük târihî postânenin önüne geldiğimde yan tarafta bir kümelenme farkettim. Deli olduğu her hâlinden belli bir kadın. Elinde poşetler var; ne bulduysa doldurmuş, kâğıt parçalarına varana kadar. Onları koyduğu yerden çıkarıyor, açıp bakıyor; bir daha yerine koyuyor! İnsanlar da gülerek, ibretle izliyor.

Bir ara, telefon kuyruğunda bekleyenlerden biri, kadının hâline acıdı; yerdeki kâğıtlardan bir-kaçını toplamak sûretiyle yardım etmek istedi. Kadın birden bire nasıl feverân etti, bağırdı; bir görmeliydiniz! O genç dâhil, herkes neye uğradığını şaşırdı. Ağzında biriktirip biriktirip tükürüyordu gence doğru! Mikamsı meşrûbât kutularıyla uzana bildiği ve gücü yettiği kadar vuruyordu ayaklarına hışımla! Genç almıştı başına belâyı!

Ne kadar gülünç, değil mi? Akıl, büyük nîmet doğrusu. Lâkin, akıllı olanların, akıllı geçinenlerin de bu deliden ne farkı var ki? En başta, biriktirdiklerimizin? Ya da, eşyâmıza dokununca sergilediğimiz tavırların?! Belki biraz nezâket farkı vardır; o kadar! Eğer iyi düşünülürse, netîcede, olan şeyin aynı şey olduğu görülür! Bilmem, yanılıyor muyum?

Bir de bize, akıllı, normâl, standardlara uygun ve herkes, yâni, gülme konumunda olanlar gibi hareket ettiğimiz için gülmüyorlar; ciddî gözüyle bakıyorlar!”

‘DELİDİR; NE YAPSA YERİDİR’ Mİ?!

“O, onlarla oyalanıyor, bizler de başka şeylerle! Onunkisinin mantığı var; “Delidir, ne yapsa yeridir!” Bizimkinde o da yok gibi! O, sokaklardan, çöplerden, karşılık vermeden topluyor. Biz efendiyiz, yerine göre büyük büyük paralar karşılığı ve de modaya, yâni prosedüre uygun, satın alarak topluyoruz.

Çok şey alabilmekten dolayı, kimseye muhtaç değiliz; bakın işte biz farklıyız, ne kadar çok harcayabiliyoruz, siz avucunuzu yalayın gibi havalardan çalımlanıp böbürleniyoruz bir de! Delide bu yok! Ne de olsa deli; akılsız, öyle değil mi?”

HAYVANLARIN DİLİ; AYNEN BURDAKİ GİBİ!

“Yemekhânedeyim. Köpek havlamaları geliyor dışardan. Zaman zaman kediler bağrışıyorlar. Miyavlıyorlar. Aynen Türkiye’deki gibi!

Bütün dünyâda da bu böyle olmalı. Dilsizler de, aynı işâretlerle anlaşıyorlarmış dünyânın her yerinde. Diğer her şeyin dili aynı yâni. Sâdece ve sâdece insanlar ayrı ayrı diller ve lehçelerle konuşup anlaşıyorlar.

Bu da akıl bereketi. Allâh’ın (CC) insanlara bahşettiği bir elvân; lütuf. Hikmet. Dünyâ renklerinin en güzellerinden. Tıpkı çeşit çeşit çiçekler, elvân elvân güller gibi. Elhâmdülillâh… 22 Mayıs 1990 Alger-CEZÂYİR

            Aslında, ırklar da, her türlü farklar da böyle! Elvan çiçekler ve güller gibi.

Rabbim, cümle kardeş coğrafyalara, kin, nefret ve saldırganlıktan uzak,

aynı bahçenin çiçeği olma şuuruyla  içten kucaklaşarak, tekrar, yeniden

elele, gönül gönüle, cennetsi bir hayâtı hep berâber yaşamayı nasîp etsin.

Fitnecilere, fesatçılara, hâin işbirlikçilere fırsat vermesin, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

21.05.2010


Mar`12
26
GÖLKÖY İRFANI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

GÖLKÖY “İRFAN”I

Geçen hafta sonu, KIRK KERE İRFAN yazısıyla söz ettiğim İrfan ÖZBİLEN Ağabey Gölköylü. Anlattıkları, öyle üç-beş yazıyla bitecek gibi değil. Biz, yalnızca tanıtmak ve genel hatlarıyla ipucu vererek yerel târih meraklılarını haberdar etmek ve de ilgilileri harekete geçirmek adına bir-kaç yazıyı sizinle paylaşmak istiyoruz; o kadar. Yoksa, geçen yazıda da belirttiğimiz gibi, bize göre bu işin boyutu biyografilik. Ama, tabiî bu, bir ilgi, merak ve yetişme tarzı meselesi.

Her neyse; İrfan Ağabey, Ordu Endüstri Meslek Lisesi 1961-62 dönemi mezunu. Ordumuzun tanınmış mühendis-müteahhitlerinden Remzi KAYAHAN’la  okul arkadaşı. O yıllarda aynı okula devam eden amcalarımızı da tanıyor.

“Bizim zamanımızda müdür Hakkı ÇAVULDUR’du. Baban Sâlim Âbi de tanır. Yakışıklı bir adamdı. Hanımı da Kız Sanat Okulu Müdiresiydi. Biz Metâl İşleri bölümü öğrencisiydik. Zâten bir de, Marangozlukla, Torna-Tesviye bölümleri vardı. İmkân nerde? Sâdece iki makine vardı koskoca okulda!”

Okuldan mezun olunca, o da sanatkâr âilenin tâmirhânesinde çalışmış doğal olarak. O zamanlar, öyle fazla araba nerde; hele minibüs, otobüs gibi kapalı olanları?! Yükü de, yolcuyu da kamyon ya da kamyonetler taşıyor! Hem, yol nerde doğru-dürüst? Fren nerde, rot nerde; düzen-takan nerede?

“Şu sizin BEDFORD çok namlı arabaydı. Baban yeni almıştı. Çok temiz tutuyordu. Gıcır gıcır, yeşil mâvisi bir araba. Gören, dönüp bir daha bakıyor. Biz de genciz; yeni olduğu için çok heves ediyoruz.”

“Sene 54’de bizim de 48 model Ford’umuz olmuştu, kamyon. Ona, yolcu taşımak için Görele’de kasa yaptırdık. Zâten bölgede kasa sâdece orada yapılıyordu. Ordu’da frezeci yoktu, Bulancak’a gidiyorduk. Penceresi aşağı-yukarı, elle çalışıyordu. Böylelikle, Gölköy’e ilk kapalı arabayı biz getirmiş olduk.”

İrfan Ağabey’in kendi çevresiyle ilgili anlattıklarından not alabildiklerime gelince, şöyle bir şeyler;

“Babam Fatsa, Tokat, tam 22 sene okumuş. Arapça, Osmanlıca icâzet almış. Adı; Abdullâh Şükrü.  Kişi olarak, sözü dinlenen, hitâbeti ve güzel konuşmasıyla kendisini dinleten, sohbeti özlenen, ulemâdan bir insan. 50 sene fahrî hatiplik yapmış. Sonraları devlet maaş tahsis etmek istemiş ama kabul etmemiş.

Meselâ, bizim bir edebiyât öğretmenimiz vardı Ordu’da, Endüstri Meslek Lisesi’nde okuduğumuz yıllarda. Babama hayrandı. Muzaffer AKDOĞAN diye bir adam.

Yusuf isimli Amcam Mısır El’Ezher Üniversitesi’nde okumuş, İstanbul Süleymâniye Medreselerinde ve Şeyhülislâmlık makâmında görev yapmış, ilmiyyeden bir insan. Dedemden daha âlim. Çanakkale’ye katılıyor ve orada kalıyor, yâni şehit oluyor.

Ahmed Amcam da Kurtuluş savaşı sırasında Kütahya’nın Köte yöresinde Yunanlılarla çarpışırken şehit düşüyor. Onun – o zamanki tâbirle karalı’sı, yâni- şehitlik beratı gelmiş, ama Yusuf Amcamın ki gelmemiş.

Bir amcam da Tokat’tan Sarıkamış’a geçerken yolda hastalanmış. 20-25 günde zar-zor Gölköy’e gelebilmiş. Öyle bir hâle gelmiş ki, görenler tanıyamamış. Onun adı da Mehmet.

Sülâle olarak Tokat’tan, Turhal kazâsı TUCUK Köyü’nden -ki bir Türkmen köyüdür- buralara ilk gelişimiz 1700’lü yıllarda olmuş. Dedemiz, kadılık ve müftülük yapmış, Müftü Ali Osman Efendi olarak mâruf. Gölköy, yâni o zamanki adıyla HAPSAMANA MÜFTÜSÜ.”

Burada, Ahmet ÇAKIR Bey;

“-Dedeleri kadı bunların. “Müftünün Şükrü” derlerdi. Babası da kadı. Üç göbek kadılık yapmışlar burada!” sözleriyle araya girerek İrfan Bey’in sözlerini teyid etti.

İrfan Ağabey, kaldığı yerden devam ediyor:

“ Dedemizin çocukları, yâni babamlar 5 kardeş. Mehmet Amcamı görünce o da tanıyamamış. Saç-sakal karışık. Durum permeperişan. Hemen banyo yaptırmış. Sakalını traş ettirmiş. Şöyle bir çeki-düzen vermiş hâline. Ancak, 3 gün sonra ölmüş evde!

Dünyâ Harbi sonlarında erkek nâmına kimse kalmamış civarda. Dedem,  Gölköy’de KADI. O zaman,  

“Benim üç oğlum harp kaybı. Bir oğlum var, onu da geri hizmete jandarma yazdırın” diye ricâ etmiş. Bunun üzerine babamı Rize’ye veriyorlar, Lütfullâh Amca’mı da Trabzon’a jandarma olarak gönderiyorlar.

Babam eski yazıyı zâten biliyor doğal olarak ama, yeniyi de öğrenmiş. Rize’de bölük komutanlığı yapıyor. Şapka isyânında orada. Atatürk’ün el yazısıyla taltifnâmesi var babamın; ne de güzel yazmış. M. Kemâl yazıyor altında. İmzası da var.”

Soruyorum kendisine; “Ağabey, bu belge duruyor mu?” diye ve, cevâbı, “EVET” oluyor.

Geçmişlerimize rahmet, kalanlarımıza sıhhat ve âfiyet;

Cumâlarmız mübârek olsun, gönüllerimiz sürûrla dolsun ves’selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

20.05.2010


Mar`12
26
POPÜLER MASONLAR ORDUDA
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

“POPÜLER MASONLAR” ORDU’DA!

Bu bir suçsa, bana âit değil! Eğer bir vebâl söz konusuysa, belirtelim ki; bizi bu konuya getiren ve POPÜLER MASONLAR’ı Ordu’ya getirttiren Teyneli Köyü’nden Hüseyin KILIÇKAYA Ağabey oldu! Ben sâdece marabayım, o kadar! Ne demişler; ELÇİYE ZEVÂL OLMAZ!

Kendisi millî-mânevî, ve bilhassâ bunların siyâsî olanlarında fevkâlâde duyarlı, sempatik, sevilen, daha doğrusu kendisini çene, mene ve de mete-zoruyla sevdiren ve herkese nazı geçen bir ağabey! Allâh(CC) selâmet versin.

Bu kitabın adını duymuş ya da gazetede görmüş; benim kitaba ilgimi bildiğinden, “Bul, al, getir; anlamam!” dedi kesti-attı! Ordu’da bulamadım. Geçen Ankara’ya gidince AŞTİ’den aldım. Çünkü artık kurtuluş yoktu. Çünkü mâzeret ileri sürecek bir bahâne kalmamıştı. İyi de oldu. Biz de istifâde ettik. İnşâllâh şu anda sizler de ediyorsunuz.

Mâlumunuz; bizler de sizler gibi, taa 70’li yıllarda duyduk MASONLUK denen şeyi. Aziz milletimiz boş durur mu? Hemen, bir sürü uyarıcı kitaplar kaleme almışlar, ya da tercüme etmişlerdi. Bunlardan birisini iyi hatırlıyorum; çok ince ve 75 kuruşluk bir kitaptı. Ama, adı çok vurgulayıcıydı: DİNSİZLİK DÎNİ; MASONLUK!

Çocukluk ve gençlik yıllarımız dâhil, ülkemiz 40 yıl boyunca, Süleyman DEMİREL adıyla yattı, kalktı. Bu muhteremin şahsıyla özdeşleşen masonluk, onun sahneden çekilmesiyle gündemden düşmüş gibi oldu. Ancak, şu an ülkemizde kıyasıya yaşanan mücâdelelerin derin boyutlarında, gizli güçlerin parmağı, hattâ eli, kolu, irâdesi olduğu muhakkak.

Hatırlıyorum; daha o yıllarda bir köy meydanında bir seçim dönemi öncesi vatandaşlarla sohbet ederken, propaganda ve uyarı mâhiyetinde, Süleyman DEMİREL’in masonluğundan dem vurmuştuk. Hiç ummadığımız, oradakilerin en yaşlısı, câmi cemaatı bir vatandaş, “Masonluk ne demek? Yardımlaşma demek; NE VAR BUNDA?” diye îtiraz etmişti. Doğru; ancak, neyin ve kimlerin yardımlaşması?

Bakınız, adı geçen kitapta ne yazıyor? “Siyonizm’in vazgeçilmez uzantısı konumundaki mason localarına üye olmak, bu asil millete karşı yapılan alçaklıkların en büyüğüdür. Çünkü, açıklıkla görüldüğü kadarıyla her iki şer odağının da yegâne amaçları, dünyâ üzerinde hükümranlık kurdukları yerleşim merkezlerinin insanlarını ekonomik kaosa sürüklemekten başka bir şey değildir.”(Shf.9)”

Masonluk, bize her zaman soğuk ve sevimsiz gelmiştir. Anadolu insanının o derin sezgisi, bu kelimenin içselleşmesine aslâ müsâde etmemiştir. Siyâsîlerimizin de, karşı tarafı mason olarak nitelemesi bu konudaki bilinci pekiştirmiş, yazılan kitaplar da zihinlere perçinlemiştir.

Lâkin, bu dâvâ bitmiş değildir. Hak-Bâtıl mücâdelesinin somut tezâhürü şeklinde, gizli ya da açık olarak bütün dehşetiyle devam etmektedir. Millet olarak son 300 yılın bütün belli-başlı olaylarında, yabancılaşma mâhiyetli tüm kültürel hareketlerinde bu kavramın parmağının olduğu görülür ya da hissedilir.

Popüler Masonlar Ordu’da derken bir şey bildiğimi sanmayın. Ordu’da mason var mı yok mu? Bu konuda herhangi bir fısıltı duymuş değiliz. Ancak, masonluğun arka bahçesi diyebileceğimiz, kitaplarda masonlukla yan yana yazılan Rotary Kulübü’nü duyuyoruz yalnızca. Görüldüğü kadarıyla, faaliyetlerini de açık yapıyorlar. Bir de Masonluğun fideliği niteliğinde LİONS kulüpleri var. Uluslar arası derin siyâsî boyutu ifâde eden BİLDERBERG var.

Hattâ meşhur TV Programcısı ve yazar Hulki CEVİZOĞLU’nun, MASONLUK ve ROTARYENLİK adlı, iki kavramı ve diğer ilgili kuruluşları anlatan geniş boyutlu bir kitabı da mevcut. Bu kitap ve masonlukla ilgili diğer konular detaylandırılmak istenirse; kütüphânelerde ve sanal âlemde içte ve dışta yayınlanan sayısız materyâl var. Oralara başvurulabilir.

 

Konumuz olan POPÜLER MASONLAR adlı kitapta, bu gün ERGENEKON soruşturmaları bağlamında adları sık sık geçen isimler yanında, hiç umulmadık, ilginç isimler de var:

Sinan Aygün, Mehmet Haberal, İhsan Doğramacı, Bedrettin Dalan, Turhan Çömez, Doğan Hızlan, Dinç Bilgin, Ali Avni Balkaner, Selçuk Yaşar, Şarık Tara, Faruk Süren, Fehmi Tahincioğlu, İshak Pinhas, Necdet Tokatlıoğlu, Bülent Akarcalı, İlhan Kesici, İlnur Çevik, Gabriel Esmersoy, Telman İsmailov; aynı zamanda BİLDERBERG üyeleri de olan Kemal Derviş, Gazi Erçel, Cem Boyner, Mustafa Koç.

Gayretini bu ve benzeri konulara hasr’etmiş yazar Süleyman YEŞİLYURT, kitabın önsözünde şöyle diyor:

“SİYONİSTLER’in payandası olarak bütün üniteleriyle kronikleşmiş bir yapı teşkil eden MASONİZM, liyâkâti ve bilgisi ne kadar üst seviyede olursa olsun, gerçek ANADOLU insanlarına hayat hakkı tanımadığı gibi, arzuladığı makamlara erişmelerini her zaman ve her devirde engellemektedir.” Shf:9

Bu gün ülkemizde, ekonomiden siyâsete, hattâ spordan medyaya, her sahada sergilenen mücâdele, tam da bu değil midir? O zaman, ne masonluk, ne bahçesi ne de çevresi; bizim yerimiz, durağımız, hele hele çerağımız aslâ olamaz!

Selâm ve selâmet; İslâm’a tâbî olanlar içindir, yalnızca; ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

19.05.2010


Mar`12
26
ORDU, GÖLKÖY; MÜBÂDELE..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORDU, GÖLKÖY; MÜBÂDELE…

Bu ayın ilk günleriydi. Dükkândan içeri bir adam girdi. 70-80 arası yaşlarda. Biraz tedirgin gibiydi. Buraya, ilk defâ geldiği anlaşılıyordu. Meğer o da, İrfan ÖZBİLEN gibi, gezide tanıştığı arkadaşlarındanmış babamın. Bir önceki hafta kâfileyle birlikte EGE taraflarına yaptıkları grup gezisinde tanışmışlar. Ayrılırlarken, babamın dâvetine, “gelirim” diye karşılık verdiği için burada şu an. Adı, soyadı; İLYAS ALTUNORDU. Neneli’den.

            O sırada tevâfukan İrfan Ağabey de; o meşhûr “SALAAAMÜN ALEYKÜM”üyle girdi içeri. Muhabbet ortamı tamamlanmış oldu böylece.

            Sohbet arasında, İlyas Amca’nın TURİST OTEL’de muhâsebeci olarak çalışıp emekli olduğunu öğrendik. O zaman ister-istemez şu soruyu sorduk;

TURİST OTEL, bizim talebelik yıllarımızda Ordu’nun dışa dönük tek oteli gibiydi. Hâriçten gelen siyâsîlerin, yetkililerin, ünlü misâfir ve turistlerin kaldığı yegâne mekândı. Bu anlamda, meşhurlarla ilgili hâtıralarınız olabilir. Bize neler söyleyebilirsiniz?

Biraz düşündü; sonra, ünlülerle ilgili değil ama, şöyle ilginç bir hâtırasının olduğunu belirterek söze başladı:

BOZTEPE’DEKİ  EV!

            “Kulaklarımla duydum, gözlerimle gördüm. Bir araba geldi otelin önüne ve durdu. Şoförle arkadaşı hemen inerek kapıyı açtılar. Yaşlı bir kadını arabadan indirdiler. Kadın 105-110 yaşlarında var. İner-inmez ilk işi, şöyle bir durup Boztepe’ye doğru bakmak oldu.

İşte, benim evim, daha orada! dedi ve hemen toprağa kapanarak öptü, öptü!

Memleketime geldim, ölmeden bir daha gördüm, çok şükür!

İki yanından koluna girilerek yürüyebiliyordu. Yunanistan’dan gelmişti.”

Demekki burada doğmuş kadıncağız, burada büyümüş. Ama sonra, mübâdelede gitmek zorunda kalmış tabiî!

GÖLKÖYLÜ YORGO!

İrfan Âbi! Gölköy’de de yaşanmıştır benzer örnekler değil mi?

Sen ne diyorsun?! Bi târih, Gölköy’e bir adam geldi; foterli, kravatlı. Gölköy’de doğmuş. Şu anda doğduğu ev hâlâ duruyor. Sâlim Âbi de bilir belki. Ama, adamı, şimdiki sâhipleri evine sokmadılar. Müsâde etmediler yâni. 20 sene kadar önce oldu bu olay. Ev, kim bilir kaç senelik?

Gayr-imüslim unsurların orada yaşadığı yıllardır işte!

Elbette. Rumların dönemi. En az 100 yıllık vardır. Her neyse; biz adamı 15 gün misâfir ettik. Gezdirdik, dolaştırdık.

SİZİ ÇOK SEVDİM! dedi bize. Bizi, siyâsîler birbirimize düşman etti. Bizim örf ve âdetlerimiz Türk Milletiyle aynı!

Nûri Bey, inanki adam ağladı; sicim sicim yaş döktü gözlerinden! Bâzı şeyler sordum, kendi antika meraklarımla ilgili. Giderlerken, çok özel bâzı eşyâları dışında hiçbir şey almadan, yine gelecekleri düşüncesiyle burada bırakmışlar. Sonra dedi ki;

Seni anlıyorum ama, BİZ KİLİSEDEN YEMİNLİ GELDİK! Yunanistan’a gel, orada bâzı söyleyeceklerim olabilir! Yedik-içtik; sağolun. İlginize teşekkürler…

Adam bize mektup yazdı oraya gittikten sonra. Mutlaka gelmemizi istiyordu. Hattâ, kara yoluyla gelirseniz İpsala’da karşılarım, hava yoluyla gidersek alandan bizleri alacağını, orada bulunacağımız süre içerisinde de bütün masraflarımızın kendisine âit olduğunu belirtti.

Bizim, bir dişçi arkadaş vardı. Gidelim falan derken, irtibat kesildi. Bu arada, adam da ölmüş.

BÜRÜK KÖY’DE KUYUMCU ATÖLYESİ!

Hele, bir köyü anlattı. Bürük Köyü. Mesûdiye’nin, Erik, Bürük diye köyleri vardır. Bu adamların BÜRÜK’te kuyumcu atölyeleri varmış. Yüzük, boncuk, küpe gibi şeyler işlerlermiş. O zamanki şartlarda, tâ İstanbul’a götürürlermiş satmaya!

O anlattı değil mi bunları; adı neydi adamın?

Evet ama, adını tam hatırlayamıyorum. Yorgo’ydu gâlibâ! Yorgo bilmem ne?!

BARIŞ EKSENLİ DEVLET GELENEĞİ

Sevgili okurlar. Hükümetin Yunanistan bağlamında batı, Îran bağlamında doğu komşularıyla ilişkilere getirdiği yeni çehre bir büyük bakış, komplekssiz yaklaşım ve asil duruşu ifâde ediyor. Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi.

Anlaşıldı ki, gitmemiz gereken yol, geldiğimiz güzergâh doğrultusundadır. Bunu keşfetmişçesine hareket ediyor gibi gözüküyoruz son yıllarda. Ancak tüm bunları kendi çıkarları için olumsuz gören ulusal ve de küresel odaklar boş durmayacaklardır. Rabbimiz, bir gram menfaat için tüm dünyâyı göz kırpmadan yakmaya hazır olan zâlimlere fırsat vermesin.

Hem biz, hem de komşularımız için, içte ve dışta süregiden bu dostluk, kardeşlik ve de sevgili-saygılı barış yürüyüşümüz, hayırlı olsun.

Eskiden olduğu gibi insanlarımız, civar coğrafyalarla birlikte yine, güzel güzel geçinenin yolunu bularak; topyekûn huzûrlarla dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

18.05.2010


Mar`12
26
İHL CÂMİİ, MESCİD ve ŞADIRVANI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

İHL CÂMİİ, MESCİD ve ŞADIRVANI

Daha Perşembe gün akşamdan İmam-Hatip ve İslâmî İlimler Hizmet Vakfı Başkanı İbrâhim YÜKSEL aradı. Yarın Cumâ’da İmam-Hatip Lisesi Tatbikât Câmii’ndeyiz dedi. Tamam dedik. Burası çifte minâreli, cemaati bol gözde câmilerimizden. Her zamanki gibi neşeli bir günü civârın. Her şeyden önce günlerden cumâ ve cemaat oldukça kalabalık.

Murat SAYLAN Hoca hutbede. Her zamanki heyecanıyla okuyor hutbesini. Helâl rızık kazanmaya vurgu yapıyor. Rüşvet ve benzeri yolsuzlukların yasaklığından dem vuruyor. Onun, gerek tilâvette, gerekse hutbedeki o coşkusu gözden kaçmıyor. Mübâreğin hiç mi morâli bozuk olmuyor? Her zaman, her yerde ve ortamda performasını koruyor. Bunun için de cemaat tarafından tercih ediliyor. Allâh (cc) nazardan esirgesin. İnsanlarımız kalitenin farkında. Öyle olmasa böyle hep lebâleb olur muydu cemaat? Cenâzelerde tercih edilmesinin temelinde de bu özellik yatıyor kanaatimce. Halkla diyalog da iyi. Görevliler arasındaki uyum da çok çok önemli hizmetin âhenginde.

Ama, bu cumâ bir aksaklık oldu; bir zamanlar elektrikler çok kesilirdi memlekette. Şimdikiler bunu bilmezler; duysalar da inanmazlar. Muhterem Erbakan Hoca konuşurken eğer böyle bir şey olursa Hoca hemen espriyi yapıştırırdı:

<!--[if !supportLists]-->-         <!--[endif]-->Biz konuşmaya başlayınca trafolar patlıyor aziz kardeşlerim!

Murat Hocamızda da öyle oldu bu defâ. Konuya kendisini öylesine kaptırmış, bu hafta daha bir öylesine üzerine basa basa okuyordu ki cümleleri, o arada ses düzeniyle ilgili bölümde aksamalar oldu. Sonra anlaşıldı ki sigorta atmış. İş namaz kılınmaya geldiğinde alt kattakiler duymadığı için sıkıntılar yaşandı.

Ama benim asıl vurgulamak istediğim şey, üst katta mikrofon çalışmamasına rağmen hem imam, hem müezzinin seslerini duymada herhangi bir problem söz konusu olmadı. Sizin anlayacağınız, çok daha küçük câmilerde, çok çok daha az cemaatin olduğu vakit namazlarında cemaatin kafasını şişirmenin anlamı yok. Okuyanlar bunu fark edemiyor ama, okumadığımız zamanlar kulakları, hattâ bâzen beyinleri tırmalıyor ses. Lütfen dikkât edilmeli. Bir de, sonradan katılıp da namaz kılmakta olanların şaşırması, okuyamaması söz konusu. Bence bunlar, işin içinde birisi olarak önemli. Bu sözler sonuçta hepimizi bağlıyor.

Namazdan sonra, başta sözünü ettiğimiz vakıfta, İmam-Hatip Lisesi şadırvan projesi konusu konuşuldu. Vakıf Başkanı İbrahim YÜKSEL Bey ve Okul Müdürü Âdil AKYURT konuyla ilgili olarak bizleri bilgilendirdiler.

Çok detaylı konuşamadık ama, kimin fikri olduğunu bilemediğimiz bir proje var ortada. Güzelce çizimi de yapılmış. İmam-Hatip Câmii’nin güney ve doğu duvarları tabanla birlikte mermerlenip kurnalar konularak şadırvan hâline getiriliyor; eskiden konferans salonu görevi yaparken olduğu gibi duvardan içeri giriş sağlanarak okulun mescid ihtiyâcı gideriliyor. Diğer odalar Kur’an Kursu olarak devam ediyor tabiî.

O an için çok irdeleyemediğim bu konu, sonradan kafamı kurcaladı. Bâzı çekincelerimi orada belirtmekle berâber kafamda tam olgunlaştıramadığım için ve cevap yetiştirme yeteneği noktasında zayıf olduğumdan meseleyi kendi açımdan net bir noktaya taşıyamadım. Proje de, benim hesap, biraz olgunlaşmamış gibi geldi bana. Düşünülmüş; güzel ama, yeterince taşınılmamış gibi sanki! Sonradan ve şimdi kendi kendime düşününce, şu düşüncelerin söylenip projenin yeniden gözden geçirilmesinin iyi olacağı kanaati gelişti bende. Belki yine aynı noktaya gelinir; olabilir ama, çekinceler görüşülsün, iş iyi kurgulansın, ortaya güzel ve net bir şey çıksın. Konu şu; Arz edeyim:

Bu projenin bedeli 25 bin TL. Az bir para değil. Ortaya adam akıllı bir şey çıkmalı. Şimdiki projede abdest alma yeri var. Güzel de, abdest alma yerimiz yok mu? Hem kış günü çocuklar dışarıda abdest alır mı okul varken? O zaman bu abdest alma yeri gereksiz gibi görünüyor. Siz orayı yapsanız da çocuk abdesti yine okulda alacaktır. Oralar mermerle yapılıp güzelleştirilecekse ona bir şey denilmez. Ancak sırf abdest yeri için bu kadar paraya yazık olur ki, zâten bu ihtiyâç okulda gideriliyor.

Denilirse ki, mescid de olacak! Nerede; câmiin altında! O zâten var değil mi? Mevcut projeye göre yeni bir şey yapılacak değil. Mevcut câmiin altındaki bir odaya dışardan kapı açılacak, tamam; bunun için masrafa gerek yok.

Bir şey daha diyeyim; gâye öğrencilere yönelik mescidse bu yine okulda olur. Salon dışarıya uyar, ama mescid okulun içinde olursa ancak okulun gibi olur. İlle de câmi denilirse, câmi zâten var; bir kapı açılsın; tamam. Bilmem haksız mıyım? Câmiin altında okul için, eskiden olduğu gibi, ancak salon uygun düşer bana göre.

Sonra bu mesele çok kişilere sorulmalı. Bilmem öğretmenlerden, okul âile birliğinden, mîmarlardan, işin erbabından ve çilesini çekenlerden görüş ve fikir alındı mı? Millî Eğitim’e, Bayındırlığa soruldu mu?

Sözün özü, harcanacak para az değil. Harcansın tamam, ama yaraya merhem değil bana göre. Koskoca Ordu İHL’ye adam gibi proje yakışır. Yoksa, bu gidişle bu proje, bu mevsimde ve bu hâliyle, ihtiyâca ciddî anlamda, tatminkâr bir çâre gibi gözükmüyor. Bir yama, bir pansuman gibi duruyor.

Bana bir şey sormayın. Ben işte yazdım. Meramım açık. Sizler konuşmaya başlayınca ben cevap yetiştiremiyorum. Bu çekincelerimin daha güzel ve mantıklı bir çözüme katkı olmasını dilerim. Bundan daha güzeli yok diyorsanız, ona da tamam; takdir sizin.

Zamânında orası okulun konferons salonuyken alındı, îtiraz ettik, yazılar yazdık, soruşturmalar geçirdik; ne oldu. Kim îtibâr etti? Şimdi de öyle olur, geçer, gider. Bizim kötülüğümüz bize kalır. Aslında bizim burada yaptığımız, düşüncelerimizi samîmiyetle ortaya koymak. Bunu da ancak yazı yoluyla yapabiliyorum. Kusura bakmayın.

Her şeyin hayırlısı olması dileğiyle cümleye sevgi ve saygılar ves’selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

16.05.2010


Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 25 26 27 28 29 [30] 31 32 33 34 35 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...