Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607935
 Sitede Aktif: 2
 Ip: 172.70.127.165
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2010

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
26
GÜZEL ORDUYA BU HAVA YAKIŞMIYOR
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

GÜZEL ORDU’YA BU “HAVA” YAKIŞMIYOR!

Hangi hava derseniz elbetteki şu KARA MANŞETLER’deki HAVAALANI “HAVA”sı!

Kasdımız bu retçi, dışlayıcı, nefret kokan, sevgisizlik ilham eden negatif kumpanya!

Bu, sevmeyen varmış gibi “YA SEV, YA TERK ET!” karmaşası üretmeye benziyor!

Klâsik anlamdaki solu da, sağı da anlamak mümkün. Onlar muhâlefet çizgisi. Ancak,

ülkede sağduyuyu bayraklaştıranların da “hükûmete red manşetleri” anlaşılır değil!  

Çok sevgili arkadaşlar, kusura bakmayın. Bir HAVAALANI tutturdunuz gidiyorsunuz.

OR-Gİ’yi bir TAM-TAM ritmi, Ankara’yla Ordu arası kıyasıya savaş hâline getirdiniz.

OR-Gİ de OR-Gİ! Başka büyük yok!  Zannedersiniz ki, bir o kaldı; o da bir yapılıverse,

şu bizim sevgili arkadaşlar, artık hükümete aslâ lâf etmeyecekler. Dikine gitmeyecekler.

Kendileri aleyhte lâf etmeyecekleri gibi, kimseye de ettirmeyecekler. Öyle mi acabâ?!

Peki beyler, şu tünelleri, şu Karadeniz yolunu kim yaptı? Ya baraj ve Dereyolu vs. vs.

Sosyâl alanda yapılan yardımları, köylerdeki uygulamaları; saymaya kalksak, bitmez.

Gözü olan görüyor, kulağı olan işitiyor. Anlamak isteyen anlıyor. Siz de bir düşünün!

Yapılanlar az yatırımlar mı? Ufaktan bir teşekkür ettiniz mi hiç? Oy verdiniz mi?

Şimdiye kadar verdiniz de(!) artık, “HAVAALANINIZI YAPMAYANA OY YOK!” ha!

GÜZEL ŞEHİR, KİBAR İNSAN…

Kardeşler, işin doğrusunu söylemek gerekirse benim de beklentilerim çok bu hükûmetten.

Ağzımı bir açsam neler çıkar kim bilir! Ama her şeyin bir zamânı var bir de usûlü, edebi!

Her şeyden önce, ben de HAVAALANI istiyorum. Taleplere tamâmen katılıyorum. Sâdece,

“HAVAALANINIZI YAPMAYANA OY VERMEYİN!” türü söylemlere katılmıyorum.

Ordululara, şu güzel doğanın kibar insanlarına, böyle bir tavrı aslâ yakıştıramıyorum.

Çok nezâketsiz ve antipatik buluyorum. Bu sloganda pozitif bir hava ve motivasyon yok.

Hükümete, dolaylı bir dayatma var. Küçümseme, kaale almama, sinek kadar görmeme var.

Türk ahlâk ve töresine uymayan büyüğe saygısızlık, hoyratlık, edep-erkân tanımazlık var.

Hiç de efendice olmayan böylesi tavırlara, siz olsanız prim verir, boyun büker misiniz?

Bir vatandaş olarak, gururlu, haysiyetli bir insan ve medenî bir Ordulu hemşehri olarak.

Şimdi, bir çocuğa bile zorla iş yaptıramıyorsunuz. Yaptırsanız da tadı-tuzu olmuyor.

Peki, hükümettekiler insan değil mi? Onların da gurûru, gönlü, hissi, duyguları yok mu?

Bir dilenci sizden zorla para istese verir misiniz? Her şeyin bir âdâbı, kâidesi yok mu?

BU GARÂBET SON BULMALI!

Hem, bu söz kime âit? Tuzu kuruların TOBB Başkanı M.Rıfat HİSARCIKLIOĞLU’ya.

O ve  Türkiye’nin kalburüstü iş adamları halkın hükümetini zora düşürme çabasındalar.

Başbakan’ın, “Bize yardımcı olun, herkes iş yerine birer işçi alsın!” gibi gâyet mâkul,

emekten ve çözümden, halktan ve de memleketten yana isteklerine bile %98 red gösterdiler.

Onlar, sizinle hükûmetin arasını açmak için ortaya üfürmüş olabilirler. Kaldı ki, dünkü

MİLLİYET GAZETESİ’nde aradaki buzların çözüldüğü yazıyordu. Şimdi manşet n’olacak?

HİSARCIKLIOĞLU’yla BAŞBAKAN KUCAKLAŞTI. Sizlerde de bir gelişme olacak mı?

Bence olmalı. BU GARÂBET SON BULMALI. Mücâdeleye devam;  ama, yakıştığınca!

Benim gibi duygusal kişilerden bâzıları bu noktada benzer çıkışlar yapabilir. Normâldir.

Ama bütün Orduluları böyle magandamsı tavırların içinde göstermeye hakkımız yok.

Bu olayın oyla hiç alâkası yok. Sonucu çok etkilemez. Bizim yaptığımız bize kalır.

HAVAALANI  ve TELEFERİK

Eğer tehditle olsaydı AkParti Belediye’yi alırdı. Bu işler gönül meselesi. Havaalanı da!

İki dönemdir Belediye’yi vermeyen Ordu’da hizmet devam etmiyor mu? Geri kalan ne? Ama,

HAVAALANI farklı. Bir TELEFERİK bile ne zaman söz verildi, ne zaman yapılıyor?

Demek ki her şeyin bir olgunlaşma süreci var. Olacaksa, alelacele de olmasın bana göre.

Havaalanı gibi havaalanı olsun. Yapıldığına değsin. Çok iyi ve kapsamlı düşünülsün.

KARADENİZ UŞAĞI; SEVGİ, KARDEŞLİK KUŞAĞI

Evet arkadaşlar! Bu, hükûmetle müsâbaka havası taşıyan, KARAKUŞAKLAR misâli

KARAMANŞETLER hareketlerinden vaz geçelim. GİRESUN’da da varsa onlar da!

Biz KARADENİZ UŞAĞI’yız. Sevgi, kardeşlik, coşku, halay, horon ve yayla kuşağıyız…

            Cumânız kutlu, mübârek, güzel şehrim güzel insanlarla lebâleb olsun;

Nefretler, kıskançlıklar, yozluklar, horluk-hoyratlıklar son bulsun,

Gönüller hoşgörü ve sevgiyle, tavırlar saygıyla dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

06.05.2010


Mar`12
26
FETİHTEN AÇILIMA
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

FETİHTEN AÇILIMA                

               


                    GEÇMİŞE GAZEL

            Bir târih boyu hep güneşe koştuk

            Karanlık doğmadı hiç batımızdan

           

             Mazlûmlar bizlere hasret çekerler

            Zâlimler titrerdi karaltımızdan

           

            Yediden yetmişe yönler Allâh'a

            Küfür geçemezdi hiç hattımızdan

           

            Âfâkı kaplayan göz geçirmezler

            Tozdu, dumandılar hep atımızdan

           

            Allâh aşkından hey, cihad aşkından

            Su gibi akardı yer altımızdan!

           

            Gidip renk-âhenk verdiğimiz yerler

            Huzûra yol buldu san'atımızdan

           

            Nedense, gün geldi, pek garipleştik

            Şer nasipleniyor saatımızdan

           

            Sen dön yine bize ey yüce duygu

            Biz dönemiyoruz inadımızdan!

                      Nûri KAHRAMAN

Yorum:O demler yine gelmez mi...R. GÖK www.yenikalemler.net

            Azizim Nuri bey, Mehmet Akifimizin mısralarını düşürdün aklıma: Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz / Gelmişiz dünyaya milliyyet nedir öğretmişiz. Milletimizin o ihtişamlı zamanlarına yeniden döneceğine inananlardanız. Çünkü, bir Batılının dediği gibi, bir kere gerçekleşen bir kere daha niye gerçekleşmesin? Samiha Ayverdi de o kutlu müjdeyi yıllar öncesinden vermemiş miydi: Gene aynı kan, aynı insan, tekrar o devridaim macerasına dönüp, yine çekirdeğe zuhur emrini vermek yolunda için için demlenip yeni bir kıvama hazırlanmaktadır.   Tarih : 17.03.2010 23:33:01 

           

           Bu gün sizlerle 80’li yıllarda yazdığım bir şiiri paylaşacağız. Yanda da gördüğünüz gibi, bu bir fetih şiiri. Fetih deyince akla gençlik geliyor. Gençlik ve Fetih kavramlarını, yanyana birlikte telâffuz edince de Mayıs. Hem bu aya, hem de bu şiiri güzel bir resim ve yorumla tâkipçilerine sunan www.yenikalemler.net’e ve ekibine cemîle olmak üzere buraya alıyorum.

            Sizlerin de beğeneceğini umuyor, baharın getirdiği canlılıkla yaza yürüdüğümüz şu günlerde rûhumuzu güzelliklere ve fetihlere doğru kanatlandırıp millî-mânevî açılımlara ulaşalım inşâllâh diyorum. Ne de olsa, gündem olarak da hep açılımlardayız! Fetih de, şiir de özü îtibârıyle açılımdır.              Şimdi burada, müsadenizle, yorum sahibi ilgili arkadaşa seslenmek istiyorum:

            Sevgili Rıdvan Bey Kardeş. Şahsınız ve siteniz olarak bu şiirimize gösterdiğiniz ilgi, eklediğiniz resim ve altına serdettiğiniz düşüncelerinizden dolayı çok teşekkür ediyorum. Yorumunuza gelince, inancımız elbette ki öyle. Elbette ki gelir o demler yine. Lâkin, bu da, ilâhî cilve ve de imtihan gereği bir gayretin, sancının, kıvranışın, her şeyden önce yakarışların, sızlanmaların ve de bunların sonucu bahşedilebilecek bir lûtfun ürünü olacaktır. Nitekim, Ra'd sûresindeki 11. âyeti hatırlayalım:

            "…Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı da yoktur."

            Bir yazarın röportajında okumuştum; yazar orada şöyle diyordu: "Ben, ağlayanlara hep gülerdim; ağlamakla nereye varılır diye. Ancak, şimdi anlıyorum ki, bir şeye ulaşmak için önce ağlamak gerekli.

            Binâenaleyh; bizim de, şiir diliyle yapmaya çalıştığımız ve  sergilediğimiz de, bundan başka bir şey değil gibi görünüyor ves'selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

05.05.2010


Mar`12
26
BOZTEPE Mİ, TELEFERİK Mİ?
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BOZTEPE Mİ, TELEFERİK Mİ?

Önceki gün alt geçidin oradan Şadırvan’a kadar yürüdüm. Doyum olmuyor doğrusu.

Ordu şehri güzel şehir sevgili dostlar. Güzeller içinde bir güzel ki; emsâli az bulunur.

Tatlı, güzel bir Mayıs sabahı. Ayın ilk hafta başı. Yollar erguvan, sâhiller rengârenk.

Rabbim tüm nîmet ve güzellikleri bahşetmiş. Toprak, su, hava, deniz, yeşil, mâvi, mor.

Yapraklar, çiçekler canlanmış. Sokaklar, parklar cıvıl cıvıl insan kaynıyor.

Bir yanınızdan çeşit çeşit, renk renk arabalar geçiyor, her coğrafyadan ayrı selâmlarla.

Deniz ufuklarıyla, uzak ülkelerin esintileri, kardeş bölgelerin hayâlleri birbirine karışıyor.

Onlarla yarışırcasına sporcular ve konforun göstergesi obezler geçiyor diğer yandan.

Ayrıca sağlık adına, dinçlik ve genç kalmak adına adımlayanlar da yok değil sâhilleri.

Bülbül Deresi hârikulâde. İki yanına döşenen eski tip yeni taşlar da çok yakıştı hani.

At kestâneleri de çınar gibi durunca, romantikle otantik güzel bir terkip oluşturuyor.

Biraz ötesi masmâvi deniz. Boğaz Köprüsü’nün gibi gibisinin gibisi bile güzel…

Oradan yola dönüp ilerilere bakınca, Boztepe çıkıyor karşınıza; yemyeşil elbisesiyle.

Eteklerinde yer yer beton, yer yer kiremit örtülü kargir binâlar. Meyveler çiçeklenmiş.

Hâsseten, bahçeli evler esrârengiz bir çeşni katıyor şehrin havasına. Ama, nereye kadar?

En çok da Boztepe’yi merak ettim o an; acâba bu yeşillerinin ömrü ne kadar diye!

Derken, dün gazetemizde BOZTEPE BETONLAŞIYOR diye bir başlık. Sanki,

içimi okumuşlar da manşet yapmışlar gibi. Endîşeler örtüşüyor demek ki. Çünkü, 

kimsenin şu “çağ, teknik, entel” kelîmeleriyle ifâde edilen şeylere güveni kalmamış!

Ülkemizde, bilhassa yöremizde uygulandığı kadarıyla, tüm bunlar BETON demek!

Bizim yeşilden, yeşilliklerden bıkmış gibi bir hâlimiz var. Şu sokaklara bakınız lütfen!

Şu evlere, şu caddelere, kaldırımlara. Her yer araba işgâli altında. Park meselesi ciddî.

Binâlar yapış yapış; sıkışık. Nefes alacak yer yok. Aralarından hava bile geçemiyor!

Nasıl bir îmar plânıysa, nasıl şehirleşmeyse; yeni yerleşimler de aynı tarz devam ediyor!

Eski tas, eski hamam ne güzel yürüyüp gidiyor işte; işler ne güzel! Daha ne olsun?!

Hangi işiniz geri kalıyor ki? Geri kalmıyor belki ama biz biraz ileri gitsin istiyoruz!...

Gerçekten, Selimiye’nin yukarılarına doğru manzara hiç de iyiye yorulacak gibi değil.

Eğer böyle devâm edecekse, BOZTEPE yüzüne bakılacak olmaktan çıkacak gibi sanki.

Nitekim, bu gidişle güzelim BOZTEPE, bir plânsızlığın kurbanı olacak gibi gözüküyor!

Bu tepe böyle kalamaz. Bırakmazlar! Ama, hiç olmazsa yapılanlar bir şeye benzese!

Şimdi teleferik de yapılıyor. Yukarılara doğru çıkarken hangi yüzümüzü izleyeceğiz?

Kendimizi aynada nasıl görmek istiyoruz? Abur-cubur, pejmürde ve de karmakarışık mı?

Yanımızda misâfirlerle çıkarken, utanacağımız bir manzara mı görmek istiyoruz?

Bir çok ülkede uçaklar ve teleferikler o yörenin foyasını çıkarırlar meydana! Nasıl mı?

Otobüsle sizi güzel yerlerden götürürler. Geniş caddeler, parklar, bahçeler, bulvarlar vs.

Ama uçağa binip yükselirken ya da teleferikle kuşbakışı gerçek manzarayla karşılaşırsınız!

Özellikle, Boztepe misâli tepeler ve yüksek yerler, her ne hikmetse hep perişandır.

Boztepe’de de buna meydan verilirse, hem orada oturanlar için sağlıksız bir şey olur,

hem de şehir adına onun müktesep imajını tersyüz eden bir tâlihsizlik yaşanır.

Buna meydan vermemek; bağlı-bahçeli, bol ağaçlı, düzenli yerleşimler sağlamak gerek.

Yoksa, yazık olur teleferiğe, Ordu’ya ve de Ordulu’ya. Lütfen sevgili yetkililer…

                        Boztepe’ye çıkmalı; şu Ordu’ya bakmalı”

Söz sâhipleri artık; inadı bırakmalı…

Rabbimizin ikrâmı bu güzel şehir için

Hep elele vermeli; hırsı, kini yakmalı…

Sevgili dostlar. Bu gün günlerden Çarşamba. Meselâ, pazara gelen hemşerilerimizle,

Hep berâber, herkes şöyle teleferikle bir Boztepe keyfi yapmak isteyecektir mutlakâ.

Oradan bakınca herkes örnek bir manzarayla karşılaşmayı arzu edecektir doğal olarak.

Kaldı ki bu gün bir çok köylerimiz bile, şehirle, plân, program ve düzen yarışındadır.

Şehirdekilerden çok daha güzelleri en ücrâ yerleşim birimlerinde karşımıza çıkmaktadır.

Dolayısıyla, tüm ilgililer çok daha titiz olma durumuyla karşı karşıyalar.Sözün özü; en az, TELEFERİK kadar, BOZTEPE’nin îmârı ve de ORDU’nun imajı da çok önemli…

Hem TELEFERİK, hem BOZTEPE; ve de her şeyler, güzel ORDU için ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

04.05.2010


Mar`12
26
TUNA NEHRİ, ORDU ŞEHRİ..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

TUNA NEHRİ, ORDU ŞEHRİ…

Dün öğle üzeri Tuna ESELİOĞLU, edebiyât grubu öğrencileriyle berâber gazetemizi ziyâret etti. Dâvetleri üzere, biz de geçen hafta kendilerini ziyâret etmiştik. Cumhûriyet Lisesi’nde oluşturdukları yazı atölyelerinde edebiyâta, yazmaya ilgi duyan öğrencileriyle bizi tanıştırmıştı. Daha o zaman iâde-i ziyâret yapacaklarını belirtmişler, dün için saat bile vermişlerdi. Dedikleri saatte geldiler. Gazeteyi dolaştılar. İlgili birimler ve basım safhaları hakkında bilgi aldılar. İlgili arkadaşlar soruları cevaplandırdılar. Bu arada sohbet etme imkânı da bulduk.

Cumhûriyet Lisesi Türk Dili ve Edebiyâtı Öğretmeni olan Tuna Bey, kişiliği, birikimi ve gayretleriyle temâyüz etmiş bir değer. Okuyan, çevresine bir şeyler vermeye, öğrencilerine okuma alışkanlığı kazandırmaya, yazı âlemine heveslendirmeye çalışan münevver bir arkadaşımız. Tuna nehri misâli çağlayan bir irfan damarı, edebiyât pınarı.

Dünkü ziyâretlerinden dolayı, şehrimiz ve de vilâyetimiz adına pek sevindim. Zîra, gençlerimizi oldukça istekli gördüm. Hepsi pırıl pırıl, hepsi bahar, hepsi ümit çiçeği. Tüm dileğimiz sayılarının çoğalması.

Çünkü, özellikle yöremizde kültür, edebiyât, târih gibi konularda ilgi zaafı var. Dolayısıyla Ordu’nun, târih, kültür ve edebiyâtını, kısaca yazı hayâtını canlandıracak bir damar ihtiyâcı var. Konuşan çok, yazan az bizim anladığımız mânâda. Yazabilecek olanlar da kendilerini başka alanlarda tüketiyorlar. İşin farkında olanlar da seyretmekle yetiniyor, daha doğrusu, yetinebiliyor! Bizim gibi. Bu anlamda, gençlerin yetişmesi ve de yetiştirilmesi, parasal getirisi olmayan böylesi konulara heveslendirilmesi gerekiyor. Tuna Bey işte bu noktada çok önemli bir iş yapıyor. Kendisini tebrik ediyorum.

Bizler de hep bir şeyler yapmaya çalıştık. Ama peşimizden kimseyi sürükleyemedik. Şimdi yanımızda bir-iki kişi olsaydı bizi anlayan, yaptığımız çalışmaları anlamlı bulan, önemseyen; yapılabilecek o kadar şey var ki! Ama neylersiniz!

Ama, neyleriz; Tuna Bey gibi arkadaşların başarısı ve böyle pırlanta yavrularımızın geleceği için duâ eyleriz. Bir de, gazete ve matbaa olarak onlara her türlü desteği veririz. Bu da bir imkân. Biz şimdi diyoruz ki, keşke bu gazeteyi çok daha önceki yıllarda kurmuş olabilseydik! Şu an elimizde çok daha fazla yazı olurdu, doküman olurdu, belge ve veri olurdu. Onların kazandırdığı ivmeyle nice kitaplar çıkardı ortaya. Farklı kişiler yazı âlemine kazandırılmış olabilirdi.

İşte gençler, size imkân. Biz böyle bir imkâna ve heyecana biraz kendi gazetemizle kavuştuk. Daha önce bizleri çağıran, teşvik eden olmadı. Sizlerin çağından îtibâren yazmış olsaydım bu gün müthiş bir birikim olurdu. Olayları da, yazacağım için daha dikkâtli izlerdim, her şeye daha bir ciddî bakardım. Bilesiniz ki, sizin böyle bir imkânınız var. çünkü Ordu’da ORDU HAYAT diye bir gazete var.

Tuna Hoca’nın dün, bizi de teşvik sadedinde ifâde buyurduğu gibi;

“Şehrin kültür birikimi HAYAT GAZETESİ’nde hayat bulabilir!”

Ama bu hep birlikte olabilecek bir şey. Sizler olmadan olmaz.

Dünkü sohbette, birçok yazar gündeme geldi. Bu, çocukların okuma seviyelerinin de göstergesi niteliğindeydi. Hepsi de uslûp ustası, tarz sâhibi, içerik zengini bu yazarlardan 5 kadın ismi ön plâna çıktı:

Bejan MATUR, Leylâ İPEKÇİ, Fatma Karabıyık BARBAROSOĞLU, Elif ŞAFAK, Semâ KAYGISIZ. Hepsinin de önemli, okunacak yazarlar olduğu vurgulandı. Hüsrev HÂTEMÎ, Necip FÂZIL, Yavuz Bülent BÂKİLER, Cemil MERİÇ, Ali ÇOLAK da hatırladığım 5 diğer yazar.

Gördüğünüz gibi bay-bayan yazar sayıları dengeli. Ziyâretçi öğrencilerin sayıları da öyleydi. Demek ki artık ülkede dengeler yerine oturuyor. İnşâllâh bu her anlamda böyle olur.

            TUNA Bey ve sevgili öğrencilerine sonsuz teşekkürler; bize zaman ayırdıkları,

ve de gönüllerimizde ümit çiçekleri açtırdıkları için.

            Selâmlar, sevgiler, saygılar. Yolunuz ve bahtınız açık olsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

03.05.2010


Mar`12
26
HAYATA TEĞET Mİ GEÇİYORUZ?
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

HAYATA TEĞET Mİ GEÇİYORUZ?

Bir hayat yaşıyoruz ki, yaşıyor muyuz, yaşamıyor muyuz; neyin nesi, belli değil!

Her şeye, yapıyormuş gibi yapıp teğet geçiyoruz. Her şeyimiz “sanki gibi” sanki!

Şimdiki arkadaşların sıfatı “kanka”, dostlar ve dostluklar “sanki!”, ahbaplar “kanki!”

Kavramlar teğetleşince her şey yerinden oynuyor. Ağırlığı, asâleti kayboluyor.

Sizce, büyük heyecanlarla yaptığınız işler akşam hangi hâneye kaydedilebilir?

Ne yaptığınızın farkında mısınız yâni; teğet miydi her şey yoksa hakîkât mi?

Yan yana gidenler yanındakinden çok uzaklardakilerle muhabbet ediyorlar.

YANINDAKİ KİM?

Ellerde telefon; kimse burayı değil, ziyâretleri değil hayâletleri, sanalı yaşıyor.

Şöyle tadıyla-tuzuyla, bölmeden, bölünmeden hiçbir şeye yoğunlaşamıyoruz.

Çünkü kendimiz yoğun değiliz, yâni dolu değiliz, yâni kendimize yetmiyoruz!

Bu dışarıya dalışlar, mesaj alışlar, taşıma suyla değirmen döndürmek misâli.

Ortamlarımızı anlamlı şeylerle dolduramayınca, uçan sinekten medet gibi bir şey!

ZAPLAMA-ZIPLAMA

Hattâ, yaptığımız şey de net değil; böyleyiz derken bir de bakıyoruz ki şöyleyiz!

Çünkü artık tamâmen zaplama ve de zıplama nesli olduk çıktık. Dur-durak yok!

Hangi programı, diziyi, ya da filmi izlediğimiz belli değil. Zap oraya, zıp buraya!

Böyle bir toplum nasıl yerinde durur, sabreder, hak tanır, hatır tanır, saygı duyar!

Her kanala şöyle bir uğrayıp geçiyoruz. Kanalına göre bir şeyler kırpıştırıyoruz!

Geniş mîdelerimizden daha boş olan rûhumuzu gûyâ birazcık yatıştırıyoruz…

Sâhi rûh diye bir şey de var değil mi? Yâni, şu görünenlerden başka gerçekler de?!

Biz neyin peşindeyiz, hangisinin; rûhun mu, nefsin mi, arzuların mı, hakîkâtin mi?

Bir karambolde gidiyoruz gibi, ama nereye? Hiç de umurumuzda mı sanki?

Öyle bir sıkıntı, dert, tasa, kaygı, keder; her neyse, ondan azıcık bir zerre var mı?

Bir koşuşturma, tozutma, patırtı-kütürtü, bir velvele; şu manzaraya bakın bir hele!

KURAL DEĞİL “VUR AL” VAR.

Bir hayat ki, kural, kâide, ölçü, kriter diye bir şey yok. Kural değil “vur al” var.

Gücü olan, fırsat bulan, kendince büyük olan, hızlı olan tırıslayıp gidiyor…

Trafikte, yollarda kimse kimseye hak tanımıyor; gaza basan, ışıkları delip geçiyor.

Evde, sokakta, dâirede, iş yerinde; her kes insandan bir başka şey olmaya çalışıyor.

Herkes, kendisine verilen rolü ıskalıyor. Herkes başkası ve başka kimlik peşinde.

Bugün baktığınız kişi dün gördüğünüz değil. O her gün başka başka. Arayışta!

Kendini bulamamış ki başta! Bulsaydı yeri olurdu. Belli bir şekli-şemâli olurdu!

Kendi olmak, doğal kalmak, insan gibi insan olmak kimsenin aklına gelmiyor.

Toplumda ama gizleniyor. Bakıyorsunuz tanımıyorsunuz. Selâm da veremiyorsunuz.

Aynalar önünde eskitiyoruz kendimizi…

Demek istediğim, râzı bir toplum değiliz. Aynalar önünde eskitiyoruz kendimizi…

Aynaya, düzenli olmak, pejmürdelikle diğer insanları rahatsız etmemek için bakılır.

Yoksa Rabbimizin lûtfettiği, herkesin kendine özel verdiği çehreyi bozmak için değil!

Bize verilen güzelliğin farkında olmadan meçhûl arayışlarla ömür tüketiyoruz.

Verilen diğer değerleri de onun peşinde harcıyoruz. Sonuçta nereye varıyoruz?

İşte bugün yine bir sürü cenâze anonsu yapıldı. Kanlar aranıyor. Canlar muzdarip.

Allâh’ın kendisine mühlet ve imkân verdikleri de fırsatları çarçur etme peşinde…

Sabahtan herkes bir yerlere dağıldı. Memleket güzel, imkânlar çok Allâh’a şükür.

Ama, yine de teğet geçiyoruz her şeye gibi. Bu her iki anlamda da böyle. Şöyle ki;

BAHAR NEREDE?

Geçen gün gittiğim bir işyerinin bahçesinde çeşit çeşit meyve ağaçları vardı.

Elma olduğu âşikâr birine yaklaştım. Çiçekli dalını şöyle kendime çektim.

Bir güzel kokladım. Ne de güzel kokuyor! Tıpkı çocukluğumdaki gibi!...

Hemen oralara götürdü beni zaman tünelinden geçirerek bu güzel kokular.

Demek ki biz, Cennet yeşili şu yörede, bunca ağaçlar ve çiçekler içindeyiz;

ama gördüklerimiz bir kartpostaldan öteye bir anlam taşımıyor bizim için!

Baharı görüyoruz ama yaşamıyoruz. Kavanozu dışından yalıyoruz.

Her şey vitrinlik bizim için; yapraklar, çiçekler, karlar, yağmurlar; her şey!

Bahar gelmiş, bak ağaçlar yaprak açmış; her taraflar çiçek, toprak coşmuş diyoruz.

Ama çoğu defâ uzaktan bakıyoruz. Onun hakîkâtini lâyıkıyla duyumsayamıyoruz.

Aynı şekilde, hayâtın câzibesi de öyle. Ona dıştan bakmakla yetiniyoruz.

Tüm bu varlıkların, güzelliklerin ne anlam içerdiğine nüfûz edemiyoruz.

Onu, bir oyun, eğlence olarak görüp, rüşdümüzü tamamlayamadan geçip gidiyoruz.

Dünyâ diyoruz, ama onun sâdece bir örnek olduğunu, eşik olduğunu göremiyoruz.

Aslında gördüklerimize lâyıkıyla bakabilsek işi anlayacağız, gerçeği bulacağız. Ama,

Gel gör ki, bizim, ne görmek, nereye gitmek istediğimiz belli değil! Ne demiş atalarımız;

GÖZ OLDUR Kİ HAKKI GÖRE, YOL OLDUR Kİ HAKK’A VARA!...”

Yüce Rabbimiz bizleri, kabukta kalıp oyalanmadan, öze nüfûz ederek,

Hakk’ı, hakîkâti görüp, hakîkâtli yaşayanlardan eylesin ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

02.05.2010


Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 27 28 29 30 31 [32] 33 34 35 36 37 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...