|
|
ORDU’NUN FIRTINA’SI!
Özcan ÜNLÜ ismi size yabancı gelmeyecek sanırım. Daha önce Yazarlar Birliği Ordu Şûbesi olarak defâlarca organize ettiğimiz ŞİİR ŞÖLENLERİ’nde bizlerle olmuştu. O zamanlar çalıştığı basın-yayın organlarında bu faaliyetlerin haberleştirilmesi ve bölgemizin tanıtılması konusunda ve yöresel kültürün aktivasyonu noktasında fiilî katkıları olmuştu.
Şu an îtibârıyle Yeni Şafak Gazetesi’nin yazı işleri müdürlüğü görevini de deruhte eden, hemşehrimiz, şâir-yazar Sn. Özcan ÜNLÜ, 13 Şubat 2010 târihli “Şiir Ergenekon'a girdi” başlıklı köşe yazısında, Şâir Ali EMRE’ye âit ERGENEKON şiirinin bâzı bölümlerini köşesine alarak, şâirin çağına nasıl tanıklık edebileceği husûsunu örneklemede bulunmuştu.
Biz de bugün aynı şeyi, 1942 Ordu doğumlu hemşehrimiz, İbrahim FIRTINA anısına yapacağız. Buraya kadarki sürece, gerekçelere ve tutuklanmasına bakılırsa, meğer, görevde olduğu yıllarda Ordu semâlarında uçuşturduğu, saf millet olarak bizlere gurur veren o jet gösterilerinde hiç de zannedildiği gibi sevinilecek niyetler söz konusu değilmiş. O semâlarımızda esen fırtınalar milletin elini-kolunu bağlayıcı nitelikteki 28 Şubat fırtınaları cümlesindenmiş.
Ama, dünkü yazımızda da değindiğimiz gibi, her şey Ordu topraklarına gelince farklı hüviyete bürünüyor. Hani ne demiş adam; “Beni falancı anladı, o da yanlış anladı!” Onun gibi, “ Bir paşamız oldu, o da böyle oldu!”
Sözü uzatmadan, YEDİ İKLİM Dergisi’nin 2010 Ocak sayısından alınan şiirin bâzı bölümlerini biz de buraya alalım:
ERGENEKON
Sahi, biz bu çuvaldan ne zaman çıkarız hocam
Bu aydınlanmanın şehvetli ve bitimsiz beyazlığından
Bu kene gibi yapışkan, Bu tünel gibi birbirine ulanmaktan bıkmayan
Aklıyla bacakları hiç durmadan çarpışan
Anasını alıp alıp gelen, politikaya dil çıkartan
Ekranlara sığmayan, mapusanelerden taşan
İmlayı ve esas duruşu bozan, Çenesini ve sidiğini tutamayan
Füzeleri orda burada unutan, İkide bir ayılıp bayılan, içimize düşen, böğüren
Alayına parmak sallayan uluorta nanik yapan
Bu babacan, bu matruş, Bu tevatür yurtsever adamlardan
Bu bakımlı, çokbilmiş, kokoş ablalardan
......... Canı sıkıldıkça muhtıra veren, rapor alan
Memati'yi çıldırtan, borsayı hoplatan, Minareye kılıf uydurtan
Aynı hamamdan çıkan, aynı tasla yıkanan: (Eee bu ne lan)
Bildiğin kağıt parçası yani boru mu
Islak ıslak imzalanan, Uzun uzun yalanlardan
Açılıma yan bakan kumandan dan dan dan...
.......... Yani az daha uzatsak boy boylasak soy soylasak
Celselerin sonu gelmeyecek günlüklerin
Alayımıza küsecek hani sarıkız, ayışığı
Erise dört tarafı kuşatan dağ gibi dosyalar
Bu demirci ustası nerde sahi, Bu akl-ı selim yargıç, Arif görüşmeci
...........Tarihin Sonu öldü işte, Red Kit yaşlandı, Film neredeyse bitti
De ne zaman bozacak bu oyunu
Bir hışım ile gelip geçen Tatar Ramazan…
Ali EMRE’nin şiiri böyle. Ömür biter yol bitmez. Şâir yürüdüğü sürece şiir sökün eder. Millî Şâirimiz Mehmet ÂKİF merhum, ORDUNUN DUÂSI’nı yazmıştı. Biz de fırtınasını yazdık. Bu fırtınaları millet ve Ordu halkı olarak hep berâber yaşadık. Etkilendik. Dertlendik. Bunları kimi zaman paylaştık, kimi zaman paylaşamayı bile beceremedik! Fırtınalardan korkup dert çağlayanlarını içimize döktük. İçten içe köpürdük, yandık, kaynadık. Kimi zaman deliliğe verip oynadık!
Bu günlere geldiğimizde o günlerden ajandalara yansıyanlar birer nostalji olarak kalıverdi. Bir daha o günlere dönülmemesi dileğiyle, bu günlük sözlerimizi sonlandırırken, zaman zaman acı birer hâtıra olmak üzere o günlerin mısrâ ve cümleleriyle birlikte olacağımızı belirtiyor, Rabbimizin, ecdad ve mâsum nesiller, mazlum insanların âsûde geleceği adına milletimize ve insanlığa yardımcı olması dileğiyle selâm, sevgi ve saygılar sunuyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
22.02.2010
|
|
|
BEKİR HOCA MEMUR MU, MAĞDUR MU?
AkParti iktidarının TOKİ eksenli kent uygulamaları ülkemiz için yüzakı projelerdir. Şehirlerimizin çehresi değişti. Hangi bölgemize giderseniz gidiniz, TOKİ’nin yaptığı siteler size kendini hemen belli edecek, ya tebessüm ederek hoş geldiniz diyecek, ya da sizi uzaklardan gülerek selâmlayacaktır. Özellikle, bu noktada DoğuAnadolu ve GüneydoğuAnadolu Bölge şehirlerimiz ve beldelerimizi görmenizi isterim.
Ancak, Ordu farklı bir yer. Her şeyi olduğu gibi bu konuyu da muammâlaştırmayı becerdi. Her nedense, merkezden güzel dalgalar yayılsa da buraya gelince bir şeyler oluveriyor. Sıkıntılar baş gösteriyor. Problemler ayyûka çıkıyor. Feryâd ü figânlar yeri-göğü inletiyor. Öyle ki, uygulamanın arkasındaki siyâsî irâdenin Ordu merkez ilçe başkanı bile, bir nevî hâdiseyi doğrular mânâda;"Bizim yanlışın arkasında durma, yanlışa destek verme lüksümüz olamaz. Her zaman olduğu gibi burada da haktan ve adaletten yana olmamız gerekir. Ortada bir haksızlık, kanunsuzluk ya da adaletsizlik varsa karşılıksız kalmaz; elbet bunun cezası yerini bulur" şeklinde beyanat verdi.
Biz, bu konuda netlikler olmayınca meseleye girmeyi pek düşünmedik. Bir de, zamânında biz de Memur-Sen Sendikası’na bağlı Eğitim-Bir-Sen’de görev yaptık. Hattâ, yönetime aday olduk. Niyetimiz, Ankara’nın esprisine ve bizim ötedenberi taşıdığımız misyona uygun, sağlam, güvenilir bir hizmet kadro ve kalitesi oluşturmaktı. Emekliliğimizin yaklaştığı noktada emâneti emin ellere tevdî ederek yüz akıyla ayrılmaktı. Bir sendika olarak, Eğitim faaliyetleri başta olmak üzere, sosyâl, kültürel hizmetleriyle farkımızı hissettirmekti. Yapabilir miydik, bilmiyorum ama, niyetimiz buydu…
Lâkin, o zamanlar partideki, özellikle taahhüt ve ihâleli işlerle ilgili bir takım arkadaşların bizim listenin kazanmaması için aşırı gayret gösterdiklerini, ilçelere telefonlar ettiklerini, kulis yaptıklarını duyuyorduk. Buna pek anlam veremiyorduk. Çünkü, sözkonusu insanlar yakın arkadaşlarımızdı. Hem, aramızda herhangi bir şey de geçmemişti. Ha biz olmuşuz, ha başkası; onlar için ne fark ederdi?! Öyle düşünüyorduk. Yine de, öyle düşünmek istiyorum. Olan olmuş gitmiş.
Her neyse; bu güne gelince, bu konuları yazmak şık olmaz diye düşünürken, o zamanlar sendikada birlikte mücâdele ettiğimiz bizim Bekir Hoca gazetemizin internet sitesine bir mesaj yollamış. Şöyle diyor:
SAYIN ÜSTAD
1500 ÜYELİ MEMURKENT SİZİ İLGİLENDİRMEZ Mİ?
EV SAHİBİ OLMA SEVDASI SİZİ HİÇ SARDI MI ?
Bekir KAYA Hocamız bunu derken biraz da sitemli bir uslûp kullanmış. “N’olacak, emeklisin. Ortaklığın da yok. İhtiyâcın da! Bir zamanlar berâber olduğun arkadaşların başta olmak üzere 2000’e yakın mağdur da umûrunda değil!” demeye getiriyor.
Evet Bekir Bey Hocam. İş, sandığın gibi değil. Bu mesele beni ilgilendiriyor. Hem de çok yakından. Benim misyonum adına yapılan işlerde, hele hükümetin bıçaksırtı gittiği bir noktada, onların duruşuna halel getirebilecek bir noktada şâibelerin dolaşması canımı acıtıyor. Ama ne yapabilirim? Bizi kim dinliyor ki? yazsak n’olacak, bağırsak n’olacak? O kadar adamsınız, sizi kaale almamışlar da, beni mi alacaklar?!
Bilhassâ, merkezdeki iyi niyetli insanların kredisi, böyle ucuz işlerle harcanınca üzülmemek elde mi? Muhâlefet gazetelerinde öylesine yazılar yazılmasına, il ve ilçe yöneticilerine baş eğdirilmesine sebebiyet verenlere ben ne diyeyim? Ancak, Allâh islâh etsin diyebilirim; o kadar! Her kimlerse ve hangi birimlerde görev yapıyorlarsa. Ama sendika, ama parti, ama bürokrasi!
Şu da var ki, evi bulunmayıp da bu konuda mağdur olanları, ihtiyâcı yokken, sırf mal tamahıyla yoktan yere kendini sıkboğaz edip kendisinin ve çocuklarının sosyâl, kültürel hayâtlarını cendereye, sitenin de ilgiden dolayı başını döndürüp belâya sokanlardan daha fazla düşünmek gerektiğini söylersem bilmem Bekir Hocam bana ne der?
Akl-ı selim insanların meseleye el atıp düğümü çözeceğini ummak istiyorum. Bu merhaleden sonra tad yerine tam gelmez belki ama, herkesin va’d edilen haklarına kavuşması ve de adâletin yerini bulması her şeye rağmen güzel olur. Belki her şeyi unutturabilir de!
Yüce Mevlâdan, herkesin vicdanını rahatlatacak bir sonucu kolaylaştırmasını diliyor, sorumlular başta olmak üzere tüm ilgililere geçmiş olsun, gelecek de mutlulukla sonlansın diyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
21.02.2010
|
|
|
CÂVİD KALPAKLIOĞLU NOTLARI
Dün dostluk ve gazete adına, Kabadüz, Yokuşdibi gidip ziyâretler yaptık.
Bayadı, Geriş Câmii yanından geçerken Sıtkı ÇEBİ merhûm,
Artıklı’da da Merhûm Câvit Ağabey için Fâtihalar okuduk.
Şu Şubat fırtınaları da hep çetin mi olmaya başladı ne?
Akılları başlardan alıyor. İnsana her şeyi unutturuyor!
İşte bu defâ da bir yargı skandalı: İnadıya kânunsuzluk! Fâil HSYK.
Meşhur 28 Şubat’tan bu yana şubatlara bir şeyler olup duruyor.
Şubat zemînleri kaygan. Hiçbir iş istikâmetince yürüyemiyor!
2005 Ajandama bakıyorum. 9-10 şubat; Çarşamba, Perşembe.
O günden bu güne koskoca 5 yıl geçmiş. Zaman su gibi akmış.
Unutmuşuz. Her kes unutmuş. OGD unutmuş. Gazeteler unutmuş.
Başlıbaşına gazete çıkarmış, yıllarca köşe yazarlığı yapmış olan
bir kişinin gazeteci olarak kabul edilmemesi mümkün değil.
Memleket Gazetesinin ciltleri arşivlerde. Meraklılarını bekliyor.
Ayrıca bir de Memleket Yayınları diye bir yayınevi kurmuş.
Kitaplar yayınlamış. Belki de Ordu’da bir ilktir bunlar.
Ne olursa olsun, bu bize yakışmadı. Çünkü, bunun adı vefâsızlıktı.
Evet, ajandaya ölüm ve cenaze günü için düşen kısa notlar şöyle:
“Avukat Câvid KALPAKLIOĞLU Ağabey vefât etti.
Allâh (CC) ganî ganî rahmet eylesin…
Görünür bir hastalığı yoktu.
Onca gelip-gitmelerimizde de söz konusu olmamıştı.
Yazın İstanbul’a gittiğinde muâyene olduğunu duymuştuk yalnızca.
Böylesi ciddî bir durum aklımızın köşesinde bile yoktu.
Bizim öteden beri sohbet ve kültür ocağımız olagelen bürosunda
edilmedik konu olmazdı. Oradaki muhabbetin neşvesi hiç azalmamıştı.
Ölümü gerçek bir sürpriz olmuştu bizim için doğrusu.
Evine uğradıktan sonra arkadaşlarla bir araya gelip sohbet ettik.
Hava çok soğuk. Yerler kaygan. Ne de olsa Şubat ayı.
Yaşı 63. Bir hicrî yıl eşiği akşam-yatsı arası;
Hicret etmişti gerçek dosta, dost gönüller muhâciri.
Garipti; gurbetlerin adamıydı.
Hayâllerini süsleyen bir sılası vardı.
Hasreti vardı, hicreti vardı, çilesi vardı.
Muhâlifti; çünkü, hep daha iyinin, en iyinin peşindeydi.
Ondan dolayı, iyiye bile muhâlefeti var gibiydi.
Hep sorular üzereydi, arayışı vardı.
Hakîkât peşindeydi, hikmet avcısıydı.
Çinde, maçinde bile olsa giderdi ardından yitirdiklerinin.
Evet, işte bugün, merhum Câvid Ağabey’i
Kâlbimizin inkisârıyla ebediyete uğurladık.
Elimizin altından zengin ufuklu bir dünyâ kayıp gidiyordu sanki!
Evinin yanında, Orta Câmi’de, Adliye’deki törende
Artıklı köyünde, son âna kadar yanındaydık.
Her yanların ak-pak olduğu bir günde
Gönlümüzün bu ak güvercinini
Sonsuzluk semâsına uğurladık.
Konağı ve durağı Cennet olsun.
Burağı mağfiret, bucağı meveddet, ocağı muhabbet,
Mutluluğu ebediyet, komşusu Hz. Muhammed olsun…”
Ama, hiç bir emek zâyî olmaz ve bu devran hep böyle kalmaz.
Bir gün kültürüne, medeniyetine ve onun erlerini tanımaya meraklı
kadirşinâs bir gençlik grubu gelecek, Câvid Ağabey ve benzeri
şahsiyetlere vefâ borçlarını ödeme gayretlerini esirgemeyeceklerdir.
O günlerin yakın olduğunu hissediyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
19.02.2010 |
|
|
“- İŞTE SANA CENNETİN ANAHTARI!”
- Hocam, oğlumu da getirdim, elinizi öpsün, duânızı alsın diye!
- Tabiî, buyur evlâdım. Hem, işte sana cennetin anahtarı! Al! Sakın kaybetme bunu!
İç cebinden adreslik çapta bir kartvizit çıkarıp, elini öperek duâ isteyenlere veren ihtiyâr delikanlı Nîmetullâh Hoca’dan başkası değildi. Kardeşinin vefâtı dolayısıyla Türkiye’deydi. Ak sakallı, nur yüzlü, 80’lik pîr-i fâni bu pamuk adam, haftanın eşiğindeki akşamın ilerleyen saatlerinde memleketi Amasya’dan geldiği Ordu’da gençlere ümit, heyecan ve neşe aşılıyordu. Sâhip olup da değerini bilmediğimiz nîmetlere dikkâtlerini çekiyordu. Ve, işte cennetin anahtarı elinizde!
Aslında hepimizde var bu anahtar elhâmdülillâh ama, bunun farkında olarak davranan kaç kişi? Basit gibi görünen, ancak çok önemli bir husus, bu espriyle vurgulanmak istenen şey. Kartı alıp inceledim. Arapça, Türkçe, İngilizce başta olmak üzere, Japonca, Çince, Rusça, Fransızca vs. tam 10 dilde Kelime-i Tevhid yazıyordu üzerinde.
“Sevgili Anadolu evliyaları. Genç arkadaşlar! Bu, ne güzel muhabbet?!
ŞU MUHABBETİMİZDEN MAHRUM OLANLARI DÜŞÜNMEYELİM Mİ?
Ya, sabaha kadar içkili yerlerde, haram yerlerde kalanlar!
Düşmanımız değil ki onlar! Çağırsak geliyorlar. Allâh bize bunu gösterdi.
Bütün Peygâmber Efendilerimiz onların yanlarına gittiler.
İnsanların bulunduğu yerlere gittiler.
Biz sâdece arkadaşlar olarak kendimiz bir araya geliyoruz, o kadar!
Kahvelerde bizi bekliyorlar, içkili yerlerde bizi bekliyorlar!
Hattâ, Çin’dekileri, Japonya’dakileri, Rusya’dakileri biliyor musunuz?
İslâm’dan, Allah’ımızdan haberleri yok. Onlar da bizleri bekliyorlar.
Japonya’da çalışanlar var aranızda; onlar biliyorlar, görüyorlar.
Onlara, “ALLÂH de!” diyoruz, onlar KAMİSANA diyorlar. Allâh demekmiş.
Onlar mahrumlar yânî ilâhî hakîkâtlerden, şu güzelliklerden!..”
YA, BURASI!
Nîmetulâh Hoca bunları anlatırken bizim gençliğimizin durumunu düşündüm. Bizim ülkemizde de durum çok farklı değil. Belirli çevreler dışında, ortalama yaşıyanlar da, yukarda söz konusu edilen mânevî muhabbetin çok çok uzağındalar. İnsanlar mânevî kişilik ve ocaklara karşı yasaklarla ve düzmece senaryolarla soğutuldular. Ali Kalkancı gibilerin ne olduğu anlaşıldı ama, soru işâretlerinin zihinlerdeki izleri sürüyor.
Gençler piyasada. Hangi piyasada? Ne anne-baba, ne okul, ne de partilerin umurunda değil. Hepsini filimlerin, dizilerin, sokakların, hayâsızlıkların, edepsizliklerin, utanmazlıkların, ekranların insafına terk ettik. Böylesi, bizim de işimize geliyor ne yazık ki! “Rabbimiz gençlerimizin ve memleketimizin yardımcısı olsun!” demekten başka yapacak şey gözükmüyor maalesef, şu an için.
www.nimetullahhoca.net
Nîmetullâh Hoca’nın sohbetinden çok notlar aldık. Zaman zaman değerlendireceğiz. Peygâmberimiz (SAV) “Âlimler peygâmberlerin vârisleridir.” buyuruyor. Peygâmber (SAV) zamânında yaşasaydık O’na uyacaktık. Şimdi nasıl olacak? Şimdi de O’nun vârislerine uyacağız. Kulak vereceğiz. Öyle, el yordamıyla olmaz. Onları ziyâret edip akıl alacağız, tâbiri câizse elektrik alacağız. Soracağız, öğreneceğiz, bakacağız, örnek alıp yaşayacağız ve de uygulayacağız. Keşke çevremizde örnekleri çok olsa. Rabbim sayılarını çoğaltsın.
Şu mübârek Cumâ gününde www.nimetullahhoca.net’e girip bir sohbetini dinlemek ya da izlemek sûretiyle kendisinden istifâde edebiliriz. Esprili ve mütevâzı kişiliği, tebliğ gayretleri ve örnek hizmet hayâtından hisseler kapabiliriz.
Nicesinde hayırlısıyla buluşmak dileğiyle, cumânız mübârek olsun;
gönlünüz ilim feyziyle ve de ilâhî nurlarla dolsun ves’selâm…
TÂZİYE
Kardeşinin vefâtı olması dolayısıyla buradan tekrar tâziyelerimi bildiriyor,
merhûma Yüce Rabbimizden ganî ganî rahmetler diliyor,
başta HocaEfendi olmak üzere tüm yakınlarına da sabr-ı cemîller niyâz ediyorum.
ORDU HAYAT GAZETESİ
18.02.2010 |
|
|
SEVGİYE DOĞRU…
Sevgi, sevgili bir kelime; güzel kelime, hoş kelime. Samanlıkları seyrân eden, insanı ünsiyete hayran eden bir kelime. Ünsiyet ünsden, üns insandan. Dolayısıyla insan ünsiyetli varlıktır. O ölçüde insandır. Rabbim kimseyi hayırlısından olmak üzere ünsiyetsiz, sevgisiz ve de sevgilisiz bırakmasın. Kâinat sevgi üzerine dönüyor zîrâ. Gerçek âşıkların aşkına dönüyor. Ne mutlu kâinâtın döndüğü sevgi eksenini farkedip ayak uydurmaya çalışanlara! Muhabbet denilen şey de odur aslında.
Sevgisiz olan şey donuktur, zorlamadır. İnsanın tabiatına aykırıdır. Sevgisiz iş sakattır. Sevgili kölelik, sevgisiz özgürlükten yeğdir. 80’li yıllarda kaleme aldığımız aşağıdaki dörtlük tam olarak bunu mu söylüyor acabâ:
SEVGİ
Sevgi kelimesinde hayat veren bir sır var
Onsuz olan her işte mutlakâ ki kusur var
Özgürlük istemeyiz, tutulmuşuz bir aşka
Hayâtından çok memnûn;nice böyle esir var
Evet, onu söylüyor gibi. Yarın sevgililer günü. Bizim öyle takıntılarımız yoktu şimdiki çocukların yaşadığı çağlarımızda. Geldiğimiz bu noktada bakıyoruz; soldan sağa, merkezden uca, tüm basın-yayın sevgililer günü diye bas bas bağırıyor. Herkes uygun adım gidiyor. Çevremiz kuşatılmış. Özel programlar, ilâve gazeteler, kampanyalar; gırla gidiyor. Her sektörde bu güne özel söylemler var. İyi ki böyle bir şey var. Yoksa piyasanın hâli n’olacaktı?!
Aşk ve sevgi konusu çok geniş ve derin. Oraya çok dalarsak çıkamayabiliriz. Şimdilik bir iki şiirle yetinelim. İlki 80’li yıllara, diğeri bir-kaç yıl öncesine âit.
Aşk anlayış ve algılamasıyla ilgili değerlendirmelere, Münevver-Cem ekseninde zâten girmek istiyorduk. Bu günkü yazdıklarımız bir giriş mâhiyetinde olacak. İşte şiirler, beğeneceğinizi umarım:
YANMAK
Düşünce aşkına yârin
Elbet bu dil bu dil yanar
Gündüz çöl çöl lâv lâv kaynar
Gece kandil kandil yanar
Gurbet kâlbe sokulmuştur
Sıla akla takılmıştır
Ufuklara çakılmıştır
Gözler mendil mendil yanar
Canlar veririm uğrunda
Değil yârin umûrunda
Dertli günlerin bağrında
Rüzgâr efîl efîl yanar…
BEŞER
Sevgi budur dostlar, aşk budur işte
Kader düş demiştir, nâçâr düşersin
Ama bir yokuşta, ama inişte
Gelir bulur seni, sen de şaşarsın
Yaşayıp giderken kendi hâlinde
Her zaman her şeyler olmaz elinde
Bir ücrâda, bir gülüşün gülünde
Kâlbin ıtırlanır, hadden aşarsın
Bir mecnunsun artık sevdâ çölünde
Demlersin aşkını hasret külünde
Âhın şebnemleşir seher yelinde
Sellere boğulur bahre taşarsın
Dökülür dilinden hep Leylâ Leylâ
Bir an durmaksızın aynı vâveylâ
Çırpınır yüreğin Mevlâ, Yâ Mevlâ
Şâir, netîcede sen bir beşersin!..
Eğer gerçek bir sevgi, ya da sevginin gerçeği peşindeyseniz, Allâh’tan isteyin. O size hayırlısını nasîp edecektir. Sâdece duygu ve düşüncelerinize güvenirseniz yanılabilirsiniz. Yeterki özlenen olsun, hayırlısı olsun da, zamanı o kadar önemli değil.
BİRGÜN
Özlenilen sevgili bir gün gelir mi geri?
Tekrar iâde için o güzelim günleri!
Hiç fark etmez, bir gelsin; yeter ki bir gelsin hey
Alacakaranlıkta veyâ akşamüzeri!
Ne demişler; “geç kaldın desinler, geçmiş olsun demesinler!” ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
12.02.2010 |
|