Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607276
 Sitede Aktif: 2
 Ip: 172.71.254.37
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2010

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
26
CHPye ACIMADIM DESEM YALAN OLUR
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

CHP’ye ACIMADIM DESEM YALAN OLUR!

Dün, mâlum 10 Kasım’dı. Türkiye Cumhûriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 72. ölüm yıldönümü. Daha önceleri mâtem havasında yapılan anmalar, mesaj ağırlıklı kutlamalara dönüşerek normâlleşti. Nitekim ülkemizde de bu vesîleyle çeşitli anma programları yapıldı. Bunlar görsel ve de yazılı medyada geniş şekilde yer aldı.

Artık eskisi gibi, hayâtın bütün akışını durduran anlamsız bir donukluk söz konusu değil. Anmaktan çok anlamak değil miydi önemli olan? Şimdi yapılan bu. Hayatın gerçeği de bu. Niceleri ölür, anneler-babalar, dedeler-nineler, kardeşler. Sonuçta, kalanlar yollarına devam ederler. Kendileri için, kalanların kaldıkları yerde kalmalarına başta onların büyüklükleri râzı olmaz. Kalanlara düşen, kaldıkları yerden yola devam etmektir. Durmak yok, yola devam mantığıyla tavır geliştirmektir. Bırakılan mîrası öteye taşımaktır.

Dün, rutin işler için çarşıya aşağı giderken Tahıl Pazarı’nın orada sağlı-sollu hanımların dikildiğini gördüm. Bu şık giyimli genç kız ve bayanların elinde küçük broşürler vardı. ben her hâlde bir kozmetik ürünü, ya da herhangi bir reklam broşürü zannettim. Zâten ilk grubu geçtim, kâğıt uzatan olmamıştı. Bu gibi hareketleri İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerden biliyoruz. Kalabalık meydanlarda, kavşaklarda hemen elinize bişeyler tutuştururlar. Bakarsınız ya Aydınlık Dergisi propaganda broşürüdür, ya da TKP.

Bu bayanların öyle bir duruşu yoktu. hiç te militan gibi değillerdi. Gâyet sempatik bir duruşları vardı. Derken, grubun sonuna geldiğim noktada biraz şöyle ilgilenir gibi yapınca bir broşür de bize uzattılar. Bir de ne göreyim; CHP ORDU İL ÖRGÜTÜ imzalı bir broşür değil mi? Her hâlde 10 Kasım dolayısıyle böyle bir propaganda yolunu seçmişlerdi. Tıpkı bir zamanların, yukarda sözünü ettiğimiz cinsten marjinâl grupların yaptığı gibi. CHP ne günlere kalmıştı? İnanın içim ezildi.

Gerçekten, şu koskoca CHP kendini yenileyemiyordu. Açılım getiremiyordu. Bırakın iktidar şansını, ellerindeki ANAMUHÂLEFET kozunu bile doğru-dürüst değerlendiremiyorlardı. Dağıttıkları broşürlerdeki sözler, CHP’nin tekelinde olan sözler değildi! Hem onlar, sözle olacak şeyler değildi. İcraat isterdi. Uygulamayı başaramadan bu sözleri kullanmak, istismardan öteye geçemezdi.

İşte, o broşürden Atatürk’e âit bir cümle: “Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur...” Evet, gerçek buyken, hâlâ 30’lu, 40’lı yılların algılama ve anlayışıyla günümüzü yorumlamaya çalışmak ne akla uyar, ne mantığa, ne bilime, ne de kısaca Atatürkçülüğe! İşte, o broşürde yer alan sözlerin tamâmı:

Manevi Mirasım Bilim ve Akıldır!’

“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır... Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur... Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.” Mustafa Kemal

            Broşürün ön yüzünü de yanda görüyorsunuz. Son kısımda, câhil halk yapınca bâtıl inanç ve gericilik olarak yorumlanan ve aşağılanan, ölmüşlerden medet umma adına yapılan akıl dışı hareketler, mantıksız ve gerçeklikten uzak sözler, sanki burada, ilericilik adına servis ediliyor:

“Ey Mavi gözlü dev! Ölüm ölür, Sen ölmezsin, Seni özledik, hem de çok!”

Hâlbuki, Atatürk’ün şu sözü, bu uçuk ifâdelerin, içi boş, kuru bir edebiyattan başka bir şey olmadığını açıkça ortaya koyuyor:

Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

Hani ne derler; “Şeyh uçmaz, mürid uçurur!” aynen öyle. Gel gör ki bu CHP, ne uçtuğunun farkında, ne kaçtığının, ne de göçtüğünün. Ne yaptığının, neyi de yapmadığının, ya da yapamadığının farkında değil.

Rabbim, Cumhûriyetimizin bu en eski partisine akıl-fikir ihsan etsin. Zîrâ, ülkemizin Atatürk'ün gösterdiği muâsır medeniyet hedefine ulaşabilmesi için, en az iktidar kadar etkili olabilecek, alternatif politikalar üretebilen bir muhâlefete de ihtiyâcı var. Kendimizi avutmaktan, dostlar alışverişte görsünden öte, halkı tatmin edecek, ülkenin ufkunu açacak oylumlu projeler geliştirelim.

Son söz olarak, herkes için geçerli olan şey şu ki, hangi anlamda değerlendirirseniz değerlendirin; kuru edebiyatla kasdettiğiniz hiç bir ebediyet yolunda ilerlenemez ves'selâm...

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

10.11.2010
 


Mar`12
26
YALI CÂMİ ÖNÜ İNCİR AĞACI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

YALI CÂMİ ÖNÜ İNCİR AĞACI!

Bu konuyu kaç aydır yazacağım gûyâ. Ama bir türlü elim varmıyor. Üst üste gelen gündemler de pek müsâde etmedi ya. Bir de, projenin gerekliliği ile, yer(sizliğ)i, daha doğrusu güzergâhı arasında sıkışıp kaldım.

Aslını sorarsanız, yakına kadar çok net bir görüntü de söz konusu değildi. Basında yer alan açıklamalardan, projenin, bırakın uzmanlar ya da kültür, basın, yayın çevreleri ve halk nezdinde tartışılmasını, belediyede bile doğru-dürüst görüşülmediğine dâir haber ve yazılar yer alıyordu. Buradan, belki ömrü asırlara ulaşacak bir projenin, iyice etüd edilip, yeterince olgunlaştırılmadan hayâta geçirildiği de anlaşılıyordu.

Diğer yandan, Belediye’nin bültenlerine bakınca da şehirde her şey yolunda ve ortalık güllük-gülistanlıktı. Parklar, bahçeler, bulvarlar. Bu sayfaları çevirdikten ve hayâllere daldıktan sonra, eleştiriye eliniz-kolunuz kalkmıyor. “BİR RÜYÂ GERÇEK OLUYOR. ORDU TELEFERİĞİNE KAVUŞUYOR!”

Derken, Şadırvan, Ziraat Bankası, Yalı Câmi arasında, parkın tam ortasında bir gün bir kazı başladı. Sonra bir inşaat yükselmeye durdu. Demirler, kalıplar, çimentolar, harçlar. Sâhilde, başlama noktasında ne zamandır yapılanlar kimsenin dikkâtini çekmemişti ama, burası âdetâ herkesin gözüne batıyordu.

Gelip-geçenler, çay bahçesinde oturanlar birbirlerine soruyorlar, “Bu ne?” diye. Öyle ya, yerlisi var, yabancısı var; bilen var, bilmeyen var. Topluluktan biri de cevaplıyor: “Teleferik yapılacaktı ya hani, işte onun ayağı” diyor.  Minâre kadar yükselecek miydi acabâ?! Yoksa, geçecek miydi bile?!

Bir ikindi vaktiydi. Yalı Câmii’n merdivenlerini tırmanırken bu yeni manzaranın bana ilham ettiği şey, YALI CÂMİ ÖNÜ İNCİR AĞACI!  cümlesi oldu. Karârımı veriyorum artık, “yazacağım!” diye. Yazının başlığı da böylelikle belli olmuştu.

İyi, güzel de, tam burada aklıma hemen şâir-yazar dostumuz Ali ÖZTÜRK Bey geliyor. Şimdi bana yine gücenir diye düşünüyorum. Çünkü, Seyit TORUN’un eleştirilmesini bir türlü kabullenemiyor. Kim aleyhinde bir şey yazıp söylese, sanki başkandan önce cevâbı o yetiştiriyor.  Her yazısında, “aman ha Seyit Bey’e dokunmayın!” der gibi bir tavrı var âdetâ. Daha yüzyüze tanışmamışken, uzaktan uzağa kendisini kırmış olma durumları olsun istemiyorum. Yüzyüze konuşsak, îzah-mizah edişiriz de, uzaktan anlaşmak zor olabilir diye düşünüyoruz.

Gerçeği söylemek gerekirse, ben de bu konuda pek istekli değilim. Hem durup dururken niye böyle bir şeye gerek duyulsun ki?! Seyit Bey olsun, başkası olsun. Kaldı ki, o bizim başkanımız. Her nereye gitsek karşımıza çıkıyor. Düğün, cenâze, açılış, mevlit, uğurlama, dâvet; ne aklınıza gelirse…

Demek istediğim, kendisiyle her yerde karşılaşıyor, göz göze geliyor, el sıkışıyoruz. Hemşerilik de var. Öteden beri süregelen bir hak-hukuk ta söz konusu.  Tenkit edilmekten hoşlanana da rastlamadım şimdiye kadar. Bu işin büyüğü küçüğü, seni-beni yok. Tenkit söz konusu olunca “af büyükten” diye bir şey de geçerli olmuyor. Bunun örneklerini, hep birlikte kendi içimizde de sık sık yaşıyoruz.

Neyse ki, refîkimiz OLAY GAZETESİ, çâresiz kaldığımız bu noktada imdâdımıza yetişti. Geçtiğimiz hafta 3 gün arayla, Teleferik Projesi’nin güzergâhıyla ilgili olarak halktan, ilgili ve yetkililerden gelen tepkileri sürmanşetten verdi. Hiç tahmin etmediğimiz boyutta ve umulmadık şahsiyetlerden tepkiler kamuoyuyla paylaşıldı. Ne yalan söyleyeyim, demek ki Ali ÖZTÜRK Bey’in dediği kadar da partizanca yaklaşmıyordum olaylara. Akıl için yol birdi. Teleferik için ise çok.

Akıl var, mantık var. Şehirde, bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda târihî eserimiz ancak var. Meydanlarımız ise yok denecek kadar az. Parklar da yetersiz. Mevcutların kimisi de, milletin bir anlam veremediği heykellerle dolduruldu. Kimisinin de taa ortasına, böylesine devâsa bir ayağı hançer gibi saplamak, bir nevî târihin ve çevrenin ocağına İNCİR DİKMEK gibi bir şey değil miydi?!

Nitekim, dünkü haberler ve açıklamalar, bu konuda yapılan çalışmaların durdurulduğu cihetindeydi. Durdurulsa da, durdurulmasa da, azımsanmayacak sayıda kişi ve kuruluşun dillendirdiği şekliyle, sonuçta manzarayı berbat edecek, şehrin tadını kaçıracak bu proje, bu hâliyle ne târih, ne kültür, ne turizm ne de belediye kavramlarının çağrışımlarıyla örtüşecek nitelikte.

Biz de, tüm bu gelişmelerden cesâret alarak, içimizdeki ukdeyi içli bir türkümüzün çağrışım makâm ve kıvâmında sizlerle paylaşmaya çalıştık. Umarız, kanayan bu yaramız en çabuk ve kısa yoldan ağrısız-sancısız, kırmasız-dökmesiz kabuk bağlar ve en sağlıklı şekilde netîcelenir.

Sonuçta,“Doktor bulamadı bana ilâcı!” hüznünü yaşamayız inşâllâh, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

09.11.2010


Mar`12
26
EVET, ÇOK DOĞRU; DÜNYÂ İŞTE BU
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

EVET, ÇOK DOĞRU; “DÜNYÂ İŞTE BU!”

Zaman Gazetesi’nden Mehmet Niyâzi ÖZDEMİR, geçen hafta ebediyete göçen, ünlü yazarlarımızdan Ömer ÖZTÜRKMEN’i anlattığı  Ömer ağabey başlıklı dünkü yazısına şöyle başlamış:

“Ömer Rasih Öztürkmen, neslimizin birkaç has ağabeyinden biriydi. Mehmed Emin Alpkan, İrfan Atagün, Vecihi Ünal, Ömer Öztürkmen, Türkiye Gazetesi'nin onlara tahsis ettiği odada çalışırlardı.

Bizler onları haftanın belirli günlerinde ziyaret ederdik. Ömer ağabey kalp ameliyatı olunca üçünün de dünyası kararmıştı. Ömer ağabeye sezdirmeden, birbirlerine ve yakın dostlarına sık sık, "Ömer ağabeyimizin durumu iyi değil; Allah gecinden versin." derlerdi. Üçü de birbirlerinin ardı sıra rahmete kavuştular. Onları bu dünyadan tek tek uğurlayan Ömer ağabeyimiz ise geçtiğimiz çarşamba günü bu fani âleme veda etti.”

Atalarımız boşuna dememişler; “Yatan değil, yeten ölür!” diye. Bunun örnekleri çevremizde de pek çoktur.  İşte dün, yine böyle bir durum yaşadık.

Hepimizin yakından tanıdığı TEDAŞ Müdürümüz Halil MERMER Bey’in eşinin cenâzesi vardı. Yıldızlı Köyü, daha önce böyle bir manzara yaşadı mı bilemiyorum. Halil Bey hizmette sınır tanımadığı, sinir bilmediği ve de kederde sevinçte insanlarla berâber olmayı görev olarak telâkkî ettiği için katılım olağanüstüydü. O hep gitmişti ve insanlar da hep gelmişlerdi sanki. Acısını paylaşmışlar, yapılan güzel duâlara âmin demişlerdi.

İşte hizmet, samîmiyet ve ünsiyet bereketini daha bu dünyâda göstermeye başlamıştı. İnşâllâh bundan sonrası da, bunca insanın ve uzak-yakın herkesin umduğu lütuf ve ihsanlar doğrultusunda cereyân eder.

            Daha bir ay önce kızlarını gelin ederken de kalabalık bir törene şâhit olmuştuk. Bu gün de tevâfukan havalar çok müsâitti. Evlerinin yanı da ayrıca öyle, yerleşim olarak. Câmiyle evin arası tamâmen çayır-çimen. Cemaat câmiden taştığı gibi, brandalarla örtülen meydana da sığmamıştı. Bu, aynı zamanda, insanların vefâsı ve kadirbilirliğinin de bir göstergesiydi. Milletimizin birlik-berâberlik ve kardeşlik rûhunun tezâhürüydü.

İnsanlar akın edip gelmişlerdi. İlçeler dâhil emekli, çalışan tüm bürokrasi neredeyse oradaydı. İktidarı, muhâlefetiyle siyâsî çevrelerin katılımı da iyiydi. Yıllar sonra bir araya gelip kıyıda-köşede hasret giderenlerden tutun da, yakın komşu olmasına rağmen burada görüşmeye fırsat bulanlara kadar, nice insanlar vardı.

Çoğu insan öbeklerinden yansıyan birbirine benzer cümlelerin özeti şuydu: “İŞTE DÜNYÂ BU!” Çünkü, her şeyden önce yaşı îtibârıyle ve de herhangi bir hastalığı da mevzûbahis olmadığından, ölüm haberi herkes için sürpriz olmuştu. Hattâ, her cenâzede olduğu gibi burada da, “şöyle olmuş, böyle gitmiş” türünden sözler konuşuluyordu sağlık ameliyeleriyle ilgili olarak. Ama, sonuçta; “ecel gelmişti cihâne ve başağrısı bahâne”ydi! Bunu kabul etmek gerekir. Gerisi, ne dense boş!

Tüm bunların hepsi bir yana; asıl önemli olan bundan sonrası. Rabbimiz makâmını cennet eylesin. Halil Bey’i tanıyoruz. Her hayırlı faaliyete iştirak eder. Uzak-yakın, kaş-bayır, zor-kolay demez gider. Üzerine düşen bir şey varsa, ya da bir şey istenirse yapar. Çağırsan koşar. Eşinin de, hanımlarca yürütülen hizmetler noktasında aynı şekilde olduğu ifâde ediliyor.

Sonuçta ne oldu? Hizmete sıcak bakmasa, hayır yolunda koşmasa da gününü gün etmeye baksaydı ölmeyecek miydi? Peki o zaman, şimdi ne olacaktı? Ah, vah etmenin neye faydası var? Ama, şimdi; işte hizmet, işte bereket. Hayır koşusu bir ümit olarak gidenlere de, kalanlara da yeter. Hele bir de bu kadar cemaatin, konu-komşunun iyi şehâdeti! En büyük hazîne bu. Başka, hangi servet geçer ki bundan sonra?

Dostlar sağolsunlar. Bâzen hatimler tertipliyorlar da, bizlere de cüz ayırıyorlar. Bu sabah okuduğum 20. cüzde Neml sûresinin son âyetleri iyilik ve kötülük yapanlarla ilgili. İyilik yapanlarla ilgili olanı bir müjde olarak sizlerle paylaşmak istiyoruz:

            “Kim iyilikle (ilâhî huzura) gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar.” Neml:89

            Rabbimiz cümlemizi bu lûtfa mazhar olanlardan eylesin. Sayın Halil MERMER Bey’e ve çocuklarına, yakınlarına Yüce Rabbimizden sabırlar, merhûme eşlerine de ganî ganî rahmetler diliyoruz. Son söz olarak da diyoruz ki, Rabbim onları cennetinde buluştursun inşâllâh... Ve cümle ehl-i îmânı da cennetiyle, cemâliyle ve Efendimiz(sav)in şefaatiyle müşerref olanlardan eylesin ves'selâm...

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

08.11.2010


Mar`12
26
SONBAHAR KÖYÜNDE BİR HAFTA SONU
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

SONBAHAR KÖYÜNDE BİR HAFTA SONU

Cumartesi gün,  Casar Flaischlen’in şiir diliyle GÜNEŞİN OLSUN GÖNLÜNDE dedik sizlere. Sardı bizi. Güneş güzel şey sonuçta. Kelimesi bile ısıtıyor, aydınlatıyor insanı. Bu hafta sonu bunu yaşama fırsatı bulduk. Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

Daha Perşembe günden, havaların güzel olacağı belli gibiydi.  Güneşi görünce düştük yollara. Bizim gibi daha niceleri vardı köy yollarına dökülen. Allâh’a şükür; hepimizin köyleri güzel. Evimiz-ocağımız, tarlamız-takanımız, bağımız-bahçemiz bolluk-bereket. Onların bizlerden istediği, yalnızca ve yalnızca biraz hareket.

Cumartesi annem ve çocuklarla köyün yolunu tuttuk sizin anlayacağınız. Her taraf iyiden iyiye tenhâlaşmaya yüz tutmuş gibi. Tek-tük bahçelerde, ev yanlarında bir şeylerle meşgul olup çalışanlar var. Karşı komşumuz Lütfi Ağabey gibi ev çevresinde, yol,  duvar, beton gibi güzelleştirme çalışmaları yapanlar var. Bakıyorsunuz kimileri bahçeleme yapıyor; kimisi dalları cıbırtıp odun hâline getiriyor. Çocuklar çaplıyor. Kimi sırtında, kimi omzunda yol kenarına taşıyor. Nitekim, akşam dönerken bunların bir kamyona yüklendiğine şâhit olacağız.

Neyse, giderken Dedeli’yi geçip de Çavuşoğlu sapağına geldiğimizde yep yeni manzaralarla karşılaşıyoruz. Bir olağanüstülük var. Artık eski izleri çiğnemiyoruz. Yapıldı-yapılacak, yok ertelenecek derken, oradan Çatalkaya’ya geçip Dereyolu güzergâhından Akdeniz’e uzanacak yolun yapım çabaları tüm hızıyla başlamış. Daha önce tespit mâhiyetinde, ağaç, taş, çort, çalı-çırpı temizleme, kıyı-köşe belirleme türünden ön hazırlık mâhiyetinde  olan çalışmalar ciddiyete binmiş. Sağ, sol iş makineleriyle dolu.  Silindir de bir yandan eziyor. Mevcut yolun kâh sağına kâh soluna geçerek kıvrıla-döne gidiyoruz.

Ezberler bozulmuş; harmanlar yol olmuş, yollar harman. Yol bittiğinde ne önceki kıvrımlar, ne de şimdiki zikzaklardan eser kalacak. Rabbim görmeyi nasîp etsin. Melet’e kadar kısa zamanda geçeceğini umduğumuz yolun güzergâhı, alacağı şekil ve çevrenin arz edeceği yeni manzarayı oldukça merak ediyoruz doğrusu.

Köye varınca ilk işimiz şöyle çevreyi bir kolaçan etmek oldu. Yusuf Kerem, daha evin kapısını açmadan dükkân katın açılmasını istiyor. Çünkü onun orada iş makineleri(!) var. Yazdan yarım kalan işleri olmalı! Onun projeleri Tayyip’ten daha fazla! Evin yanındaki boğazda, köyün yol ve beton çalışmalarından artan kum-çakıl yığını var. Bizim delikanlı yazın onun içerisine tünel bile yaptı komşu çocuklarla berâber. İşi-gücü orada oynamak. Köye gelmeye can atmasının sebebi de bu diyebiliriz rahatlıkla.

Bir-kaç incir vardı ağaçta; mevsim gereği, soğuklar dolayısıyle büzülmüşler. Âdetâ kuru incir hâline gelmişler. Domartlak, yâni yeni doğan gibi yeşil olarak kalmış, olgunlaşamadan soğuklarla tanışmış olanlar da var. Yine de istense reçel yapılabilir. Fakat sayı olarak yetersiz. Çünkü, artık kuru-yaş, ne varsa dökülmüş. Diğer ağaçlarda zâten hiç kalmamış. Artık bu dönemin incir sayfaları tamâmen kapanmış vaziyette. Rabbim tekrarını görmeyi nasîp etsin diyoruz.

Önce, bal armut vardı; ona uğradık. Biz bildik bileli bir ulu ağaç. Gövdesinde yosunlar yemyeşil bir halı mîsâli. Ayrıca, dalları arasında bol tufeylî yeşillikler var. Fakat dalda çok az meyve kalmış. Bir-iki denedik, baktık çıkmak da zor. Zâten çıktığımıza değmez deyip, yerden doğru elimizdeki çarpıyla uzanabildiğimiz kadarıyle bir-kaç tâne düşürerek evin öbür yüzündeki elma ağaçlarına gittik.

Tam zamânı, olmuş olmalı ki, ufak bir silkelemeyle patır patır döküldüler. Topladık, ama bir yandan da komşulara âit bir inek ve iki danasıyla mücâdele ettik. Biz elma toplarken elmalara saldırıyorlar. Kovuyoruz, bir-kaç dakîka geçmeden yine geliyorlar. Yedikleri bir şey değil; mâlum elma boğazlarını tıkarsa ölebiliyorlar. Onu önlemek adına bayağı uğraştık.

Akşama yakın evin yanına geldik. Ordu’ya döneceğiz. Geçen yazımızda mısır tarlalarından söz etmiştik. Gözlem yapmak adına, görmek istedik. Harmandan baktım; hiç tarla göremedim. Bizim, o çocukluğumuzdan beri meşhur Kanaların Avlusu dediğimiz tarladan da eser yoktu. Tamâmen fındık dikilmiş. Evin çevresinde bir dönüm kadar bir yerde var gibiydi sanki ama, onu da akşama yakın saatler olduğu için net seçemedik. Sanki yeni biçilmişdi de, mısırlar yerde yatıyor gibi bir hâl vardı. Çıtıman falan göremedik.

Oradan yola indim. Şayıp, Cevizlik, Fındıklı, Aydınlar; o taraflara doğru baktım. Bir tâne bile tarla çarpmadı gözüme. Akşama yakın saatler. Hava berrak. Ancak, soba dumanları olsa gerek ağaç boyu olmak üzere köylerin üstüne doğru hafiften abanmış. Net seçilemiyor ama, yine de fındık bahçelerinin artık mısır tarlalarına hak tanımadığı âşikâre belli oluyor.

Şehre dönüyoruz. Bir tarla görmek adına biraz daha etrafa dikkât ediyorum gelirken. Bir-iki evin önünde, eskiden pancarlık dediğimiz, etrafı fıraklılarla çevrili küçük sebze bahçeleri türünden, ufak bir çevrik büyüklüğünde küçücük tarlalarla karşılaştık. Kimi henüz hiç biçilmemiş, biçilen yerlerde de çıtıman falan yapılmadan götürülmüş. Sizin anlayacağınız, eski çamlar bardak olmuş.

Pazar gün de hanım köyde, Yaraşlı’daydık çocuklarla. Meyveler, sebzeler, nar, biber, katıkara üzüm, hamsi, yoğurt, süt, salıncak. Sohbet, muhabbet, çay. Derken, hamsi, balık arabaları tâ köylere kadar geliyor. Sudan ucuz. Bu sıra 1 liraya kadar düştü kilosu. Et pahalanınca hamsi giriyor devreye. Rabbimizin nîmetleri, lütufları bol. Köylerde bile telefon etsen, her şey ayağına geliyor. Fiyat çarşıdakiyle aynı. Daha ne olsun. Bundan gerisi can sağlığı. Bütün çevre köylerimiz üç aşağı-beş yukarı böyle. Değil mi dostlar?

Akşam Nizâmeddin Mahallesi’ne aşağı inerken Yûsuf, hiç konu yokken, her iki köyde yaptıklarını bir bir sayıp, ikisine de vurgu yaparak; “Gelecek hafta sonu yine gidelim!” diyor. Çocuk bence haklı sevgili dostlar. Bizler ve çocuklarımız köylerimize gitmeliyiz. Köyü, toprağı olanlar bunun değerinin farkında olmalı, onu çalışarak, piknik yaparak, ilgilenerek vs. her yönüyle bereketlendirmenin her anlamda iyi olacağını unutmamalı.

Rabbimiz cümleye en başta din-îman selâmeti ve sıhhat-âfiyetler lûtfetsin…

Âşık Veysel’in deyişiyle, sâdık yârimizle her anlamda dost eylesin ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

07.11.2010


Mar`12
26
GÜNEŞİN OLSUN GÖNLÜNDE
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

GÜNEŞİN OLSUN GÖNLÜNDE

Bu hafta sonu havalar güneşli olacağa ve de güzel bir sonbahar manzarası arz edeceğe benziyor. Allâh’a şükür yollarımız da gitgide daha da bir güzelleşiyor.Yolculuğun seyrine doyulmuyor.  Bir çoklarımız büyük ihtimâlle  bu durumu fırsat bilip, çelik-çocuk köy, hattâ bir kısmımız yayla yollarını tutacaklar. Ocağı ziyâret edip, evi-barkı, kapıyı-bacayı gözden ve gerekli gördükleri noktada elden geçirecekler. Varsa, yazdan kalan işlerini tamamlamaya çalışacaklar yâni.

Fındığın üzerinden neredeyse 2 ay geçti. İncirler de vedâyı çekmişler artık. Cevizler de büyük ölçüde öyle. Elmalar, armutlar, hurmalar, töngeller ise çoğunluk îtibâriyle hâlâ dallarda. Mısır ekenlerin işleri de bitmiş değil. Köyü olanın, illâki işleri olur. Yeter ki bir şeyler yapmaya çalışılsın. Toprak bereket, doğru; ama, ona ulaşmak, en güzeliyle değerlendirmek için, hareket gerekir.

Meyveler şu anda kendilerini tâ uzaklardan belli ediyorlar. Yapraklar arasından nazar ederek; sanki “biz buradayız” diyorlar. Ama, soğuktan mı sıcaktan mı bilinmez; nar gibi kızaran yüzleriyle, damlarda, odalarda yer alacakları, soğuk rüzgârlardan kurtulacakları günleri sabırsızlıkla bekliyor gibiler. Bugün nispeten sıcak olduğuna bakmayın. Biraz sonra soğuk düşer, ayaz uç verir. Yapraklar zâten yolu tutmuşlar. Bir bir uçuyorlar; geride kalanları hiç düşünmeden. Onları, her gün biraz daha yalnızlığın, -gitgide daha da çıplaklaşan- kollarına terk ederek.

Aslında, bizler de, -farkında olalım ya da olmayalım- gitgide dökülmüyor muyuz? Yaza da gitsek, kışa da, hattâ bahara da, sonuçta varacağımız yer belli. Her doğan, daha ilk sâniyede ölüme doğru gün saymaya başlıyor. Belki de ölenler gerçek anlamda, artık kronometrenin bir anlam ifâde etmediği gerçek bir hayâta doğuyorlar. Asıl doğum ölümle başlıyor belki de. Beklisi fazla. İşin gerçeği bu.

Tam burada, sizleri, geçen hafta kısaca söz ettiğim TRT ÇOCUK DERGİSİ’nin ilk sayısında yer verilen güzel bir şiirle baş başa bırakıyoruz. Mevsimler gelir geçer, havalar açar-yağar, ömürler daralır-genişler. Önemli oan içimizdeki ışıktır. Ve o ışığın nasıl bir ışık olduğudur. Eğer o bir gerçek ışıksa, sönmeyecek bir güneşse; aslâ üşümez ve de karanlıkta kalmazsınız. Rabbimiz cümleye nasîp etsin.

TRT ÇOCUK’un 1. sayısında yer alan şiirin şâiri 1864 Almanya Stuttgart doğumlu Casar Flaischlen. Kendisini meşhur eden bu şiiri 1898’de yazmış.  Şâirin, nazi faşizminden kaçarken bir evin çatısında yazdığı da söylenen bu şiiri, ülkemizin müzik topluluklarından grup kızılırmak bestelemiştir:

Güneşin Olsun Gönlünde

güneşin olsun gönlünde
kar bile yağsa, ya da fırtına olsa
gök bulutlarla ve dünya kavgayla dolsa
güneşin olsun gönlünde
o zaman gelsin ne gelirse
doldurur ışıklarla en karanlık gününü

bir şarkın olsun dudaklarında
sevinçli ezgilerle
seni günlük tasalar bunalıma boğsa bile
bir şarkın olsun dudaklarında
o zaman gelsin ne gelirse
yardım eder savuşturmaya en yalnız gününü

başkaları için de bir diyeceğin olsun
tasada ve bunalımda
ve kendi ruhunu şenlendirecek her şeyi
söyle onlara da, bir şarkın olsun dudaklarında

yitirme sakın yürekliliğini
güneşin olsun gönlünde
ve her şey iyi olacak...

 

Sevgili okurlar. Şiir, gördüğünüz gibi güzel. Sizlerin de beğenmiş olduğunuzu umarım.

Sizlere, âile, akrabâ, dost ve arkadaşlarınızla berâber güzel bir hafta sonu geçirmeniz,

hem içinizi, hem dışınızı her hâlükârda, her mevsimde, ısıtıp aydınlatan güneşinizin

hiç eksik olmaması dileğiyle hepinize, selâm sevgi ve saygılar sunarım.ves’selâm….

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

05.11.2010


Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 4 5 6 7 8 [9] 10 11 12 13 14 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...