ATİLLA BEY’DEN ALİ KARDEŞ’E…
Cuma gün iki olay bizi sarstı. Birisi, hem köyden hem de mahalleden komşumuz çaycı esnafı arkadaşımız Ali Kahraman’ın vefat haberi. İstanbul’dan gelecek cenâzenin cumartesi günkü merâsimi için köye gitme hazırlıklarındayken, akşama doğru, yine köylümüz ve ODH eski başhekimi, Ordu kamuoyunun yakından tanıdığı Op. Dr. Atilla ÖZTÜRK’e bıçaklı saldırı haberi geldi. Herkes şaşkındı. Millet hastâneye hücum etti âdetâ. İnsanlar zincir oluşturmuş, kan vermek için can atıyor gibiydiler. Ağlayanlar, bağıranlar, çığıranlar; bir görmeliydiniz. Sevgi seline hayran olmamak elde değildi.
Tabîî ki, mesleğinin erbâbı, fedâkâr, cefâkâr bir doktor olarak ve de her şeyden önce insan canlısı bir insan olarak o bunu hak ediyordu. Ama, ne o ne de kimse, böylesine hak etmeyeceği bir saldırıyla karşılaşacağını düşünemezdi. Akılların köşesinden bile geçmezdi. Çünkü, kimseye sert bir tavrı olduğunu bilen yok. Kendisine niye ters davranılsın ki?!
Nitekim, tehditler almasına rağmen, kendisine böyle bir şey yapılacağına ihtimâl vermediği ve tüm insanları kendisi gibi düşündüğünden, koruma talebinde bile bulunmağa gerek görmemişti. Olayı biliyorsunuz. Menfur bir bıçaklı saldırı olayı yaşadı. Hem de tam kâlbine aldı isâbeti. Niçini, nedeni meçhul. Şu anda ne yazık ki durumu ağır ve can mücâdelesi veriyor. Allâh (CC) yardımcısı olsun.
Peki, ne oldu bize böyle? Ne çabuk, ne rahat cana kıyıyoruz. Onca teknik, onca okul, onca profesör, onca güvenlik birimleri birilerinin cinâyet tutkusuna engel olamıyor! Kim tutar bu insanları? Kimse tutamıyor işte. Tutuyor da, iş işten geçtikten sonra. Velhâsıl, ne yapılsa olacağa çâre bulunamaz zâten. Ama, hiç olmazsa üzerimize düşenler yapılsa, denilir ki, elimizden geleni yaptık. Naaapalım?! Lâkin, üzerimize düşenler yapılmıyor. Bunun da ne olduğunu, her şeyde olduğu gibi burada da en güzeliyle Rabbimiz ve elçisi söylüyor. Gel gör ki, kulak asan kim?
İslâm, her şeyden önce can güvenliğine, diğer bir ifadeyle hayat hakkına büyük önem vermiş ve hayatın dokunulmazlığına vurgu yapmıştır. Öyle ki, İslâm’da “zarûrât-ı diniyye” şeklinde ifade edilen temel değerler sıralamasında “canın muhafazası” önemli bir yer tutmaktadır
“Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır ” (Mâide, 5/32)
YAŞATMAK EĞİTİMİN NERESİNDE?
Merak ediyorum; bu âyet bizim eğitim ve güvenlik politikalarımızın neresinde acabâ? Hele, âyetin 2. kısmındaki yaşatmağa dâir olan yerler, Atilla Beyle ilgili olmak üzere daha vahim bir duruma işâret ediyor. İşi-gücü, mesleği, dâimâ birilerinin hayâtını kurtarmak olan bir insana bunu yapmak katmerli bir yanlışlığın ifâdesi değil de nedir?
Bu gerçekleri baş tâcı yapmayan bizleri daha ne sürprizler bekliyor, kim bilir? Daha kaç mâsum insan böylesi muâmeleye mâruz kalacak? Allâh’tan korkmaz, kuldan utanmaz tâifesi gitgide çoğalıyor. Her şey dâimâ insanların enesini ve canavarlık yönünü okşayıp tahrik ediyor.
Herkes taarruzda. Gençler insanlara, bilgisayar oyunlarındaki hedef tahtaları psikolojisiyle bakıyorlar. Dostluk, muhabbet, sevgi, saygı kavramları salon ritüellerinin ötesine geçmiyor. İnsanın, ne bir yaratık olarak, ne vatandaş ne de büyük, küçük ya da tecrübe olarak bir değeri var.
Ne güzelliği hesâba katılıyor, ne de özelliği! Hâlbu ki, Yüce Yaratıcı ne buyuruyor: “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık ” (Tîn, 95/4) Peki, insan olan insan, Rabbin, tâbiri câizse özene-bezene yarattığı bir insana nasıl böyle kolayca kıyar? Biz Yûnus’un nesli değil miyiz? O’nun, “Yaratılanı hoş gördük Yaratan’dan ötürü” dediğini hiç mi duymadık? Duyuyoruz da, ciddîye mi almıyoruz? Peki o zaman bizim, hem bu dünyâda, hem de ötede durumumuz ne olacak o zaman?
HÂLİS’İN ALİ KARDEŞ!
Evet, Ali Kardeş’i de ebediyete uğurladık. Sessiz-sadâsız yaşadı, ama meğer ne çok seveni varmış. Aynı yaşlarda ve aynı köylüyüz ama, pek berâberleğimiz olmadı hayat sürecinde. Bunda okullarımız, mesleklerimiz yanında belki, siyâsî çizgilerimizin farklılığı da rol oynamış olabilir. O, çalkantılar sebebiyle yüksek okulda ancak iki yıl okuyabildi. Şimdi düşündüğümde söyleyebileceğim kadarıyla, sanırım ondan sonra hayat mücadelesi başladı. Ülkücü siyâsetin savrulanlarından oldu. Yanlışlıklara, yamukluklara prim vermedi. Kendi ekonomik çizgisinin dâiresinde kalmayı tercih etti. Kanaatimce, kendini her yönüyle tam olarak ifâde edeceği bir ekonomik ve sosyâl süreç nasip olmadı.
Duyduğum kadarıyle, polis olma düşünceleri vardı. Ama olmadı. Olamadı mı, bilmiyorum. Ama, öyle bir görevi olsaydı, veyâ bir başka da olabilir, millî-mânevî değerler ve mukaddesât adına güzel hizmetlere imza atabilirdi. Çünkü, cenâzedeki kalabalık kadar, konuşulanlar da önemliydi. Herkes iyi komşuluğu ve dürüstlüğüne vurgu yapıyordu. Ev sâhipleri, dükkân sâhipleri kendisinden son derece memnûniyetlerini ifâde ediyorlardı.
YAVUZ ile OĞUZ
Geçen aylarda birini evlendirdiği oğullarının ismi bile ne kadar anlamlı! Onun ruh dünyâsını, hayâllerini ve de ideâllerini ortaya döküyor. Biri Yavuz, öbürü Oğuz. Rabbim, yavrulara hayırlı uzun ömürler versin. Gayretlerini bereketlendirsin. Babalarının verdiği güzel isimlerle müsemmâ bir hayât sürsünler inşâllâh. Ki, böylesi hem kendileri, hem de babaları için daha hayırlısı olacaktır. İnşâllâh başarırlar. Olay bu. Gerisi yalan!
Ben de, uzaktan uzağa hep muhabbet duymuşumdur kendisine. Kahvehânenin önünden ne zaman geçsem çaya dâvet etmiştir. Konuşmak, hâlleşmek istemiştir. Demek ki sevgiler karşılıklıydı. Maalesef, bunu pek başaramamışızdır ama, çayını içmişizdir. İkram ehli ve candan, samîmî bir insandı. İnsan şimdi, niye daha fazla değil diyor ama, artık ne çâre. Aslında dertleşmek, muhabbet etmek de bir görev. Rabbim ganî ganî rahmet eyleye…
O’nun cenâze merâsimine de Atilla Bey olayı damgasını vurdu. İnsanların dilinden duâ düşmüyordu. Nitekim cenâze için yapılan duâ arasında da şifâ dilekleri âminlere karıştı. Bizim Yusuf bile konuşulanların etkisinde kalmış olmalı ki, dün sabah namazda duâ ederken, Atilla Amcayı unutma diyordu.
Dertli kullara devâlar, hastâ kullara şifâlar, borçlu kullara edâlar,
ölenlere de sonsuz rahmetler diliyoruz ves’selâm…