Pazartesi günü bizim için her zamanki günlerden bir gündü. Gündelik normal işlerimizin peşindeydik. Mîlâdî yılın son günü olması hasebiyle bilhassa Belediyede ve resmî dâirelerde telâşlı bir trafik vardı. Bu arada, özellikle sâhipleri ya da isimleri îtibârıyla içki ve noel baba gibi konularda herhangi bir çekince duymayan, tesettürlü çalışan bir yana, neredeyse müşteriye bile tahammülde zorlanan marketlerde içki ve meze temini kolaylığı bağlamında daha bir hareketlilik göze çarpıyordu.
Hasbelkader uğradığımız toplu yerlerde konuşulan konuların çoğu da yılbaşı gecesi gidilecek yerler, giyilecek, yenilecek-içilecek, hediye olarak sunulacak şeylere dâirdi. Bir çok işyerinin vitrinlerini Noel Baba motifleri, çamları ya da düzenlemeleri süslemişti. Kaldırımlara şişirme büyük Noel Baba balon heykelleri koyanlar da vardı.
Vatandaş bir sele kapılmış gidiyordu! Nereye? Diye soruyordunuz kendi kendinize ister istemez?! Batıda patlak vermiş, İslâm Dünyâsı dâhil her tarafı önüne katmış götüren bir sel. İnşâllâh bu patlağın çatlağının sonsuz bir uçurum olduğunu anlamakta gecikmeyiz! Bu da önce, sürü olmamamız gerektiği düşüncesinden geçer. Çünkü sürü olanlar her zaman sürüklenmeye mahkûmdurlar.
Şu kutlamaları neden yapıyoruz? Hangi güzelliğe faydası var? Netîce îtibârıyla kazanan kim? Kim emretmiş? Yılbaşında hangi emir uygulanıyor? Hangi iç ya da dış güdü devrede? Özgürlük adına bunu yapanlar neyin tutsağı, kimin kölesi olduğunu düşünme ihtiyâcı duyuyorlar mı? Veyâ, yağmurdan kaçarken dopdolu bir doluya tutulmuş olabilecekleri ihtimâli üzerinde kafa yoruyorlar mı?
İş-güç derken, akşam olmuş. Peşinden yatsı. Yatsıdan sonra Vakıf’da programımız var. Ayrıca bir-kaç yerdeki programa dâvetliyim. Birine uğramayı düşünürken bu akşamın kültür sohbetini yapacak hocamızla yatsı namazında câmide buluşacağımızı hatırladım. Eve gitme şansım yok. En iyisi yatsıyı cemaatle edâ etmek. Namazımızı bir güzel kıldık. Aşrımızı iştiyâkla okuduk. Kardeşlerimizle musâfaha yaptık. Duâlaştık. Mehmet DÜZGÜN Hoca’mızla buluştuk. Saat 19.00’daki programa kadar bir yerde çay yudumladık. O arada arkadaşlar biriktiler. Vakfa geçtik. Mehmet DÜZGÜN Hocamız hasbihâl bâbında hayat hikâyesini ve eğitim sürecini, hocalarını, talebelerini anlattı. Görev yerlerinde yaşadığı tecrübeleri paylaştı bizlerle. Tavsiyelerde bulundu.
- Hocam, hâfız olduğunuz anlaşılıyor, hâfızlığı nerede yaptınız? Hocanız kimdi?
- Ben kendi kendime çalıştım. Kur’an okumayı babam öğretti. Ben de koyun güderken falan ezberledim. Kimi bulduysam ona kendimi dinlettim!
Böylesini de ilk defâ duyuyorduk. Allâh kendisinden râzı olsun. Hayırlı uzun ömürler versin. Sayılarını çoğaltsın. Âmin..
Vakıftaki güzel sohbetten sonra Mü’min Esat Hocamız bizi arabasıyla eve kadar bıraktı sağolsun. Buraya kadar her şey iyiydi. Ancak eve varıp televizyonla karşıkarşıya gelince iş değişti. Televizyonlardaki doğallaşmış(!) rezâlet görüntüleri tiksindiriciydi. Haber spikerleri bile yılbaşının çılgınlığına kaptırmışlardı kendilerini. En iyisi kapatmaktı.
Böyle bir gecede o saatte yatmanın ceremesini de çektik bu arada. Bir gürültüyle uyandım. Silah sesleri, patlamalar, havâî fişekler gecenin sessizliğinde bombardıman etkisi uyandırıyordu. Bir kâbustu bu. Amerika’nın Bağdat gecelerini kana boğan ışıklı bomba taarruzlarını hatırladım birden. Acabâ savaş mı çıktı diye geçti aklımdan ilk şaşkınlıkla. Neden sonra bunun, yeni yıl lüzumsuzlukları olduğunu anladım da rahatladım.
Bunlar ilerlemiş bir toplumun işâretleri miydi? Hangi inancın ürünüydü?
İsraf, çılgınlık, delilik, sarhoşluk, berduşluk, abuk-sabukluk, öyle mi?!
İçki, kumar, piyango, dans, uryanlık, şehvet. Bunların hangisi akıl işi?
Müslüman bir millet olduğumuza ve Müslüman bir çevrede yaşadığımıza göre bütün bu olanlar hangi âyete ya da hadîse göre yapılıyordu?
Onlar şu âyetleri duymamışlar mıydı:
“Ey îmân edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar(putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” Mâide 90
Yüce Mevlâmız bunu yaparken, bize olan sevgi ve şefkâtinin tezâhürü olarak, aklımıza ve gönlümüze hitap ederek gerekçelerini de sunuyor:
Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allâh’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” Mâide:91
Buna rağmen bu insanların yaptığı ne? Bu bizim toplumumuza yakışıyor mu?
Size geçen yılları lûtfeden, yeni yıla eriştiren Allâh’a şükrünüz bu mu?
O’nun tüm yasakladıklarını bir araya getirip fütûrsuzca yaparak, emirlerine karşı bayrak açmışçasına bir tavır sergilemek hangi tür babayiğitlik kapsamına giriyor?
Bu dünyâya gelmek elinizde olmadığı gibi, gitmek te değil.
Her şey Allâh’ın hâkimiyetindeyken bu aykırı taşkınlıklar neyin nesi?
Bu taşkınlıkların sonunun ebedî şaşkınlık olacağı hiç aklınıza gelmiyor mu?
“Elif, Lâm, Râ. Bunlar Kitab’ın ve apaçık bir Kur’ân’ın âyetleridir.
İnkâr edenler zaman zaman, keşke biz de Müslüman olsaydık diye arzu ederler.
Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalayadursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!” Hicr 1-3
Bir de işin, “Kim bir topluluğa benzerse o da onlardandır!” hadîsi var ki her müslümanın elini ayağını titretmeli, bu tür gafletlerin insanı, günahtan çok daha öte yerlere, dönüşü olmayan sonsuz felâketlere götürebildiğinin hatırdan çıkartılmaması gerekmektedir.
Allâh’ın, Peygâmberin yolu ve azîz miletimizin bin yıllık tecrübesi varken, neye göre yapıldığı, kaynağının ne olduğu, nereye götürdüğü bilinmeyen mecrâlara sapmanın ne anlamı ola ki? Gelin dostlar biz yıl başında da, ay başında da, hafta başında da her zaman, her hâlükârda “biz” olalım. Herkes kendine yakışanı yapsın ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
01.01.2008