|
|
“İSTENMEYEN MÜFTÜ” İSTİYORUZ!
Geçen ayın başında bu sütunda yer alan ORDULU MÜFTÜ adlı yazımızda
“ille de Ordulu müftü” diye koşanlar için, arayışlarına yardımcı olmak adına
aklımıza gelen isimleri hatırlatmaya çalışmaktı yaptığımız yalnızca.
İlâhiyât mezunu bir sürü imam arkadaşlarımız var. Uzmanlar var.
Bayan vâize ve görevlilerimiz var. Dolayısıyla hepsini de yazmış değiliz.
Eğer bu görev, şimdiye kadarki gibi yapılacaksa bunu herkes yapabilir.
Kim gelirse gelsin, bu yaşananlardan daha çalkantılısı olamaz herhâlde.
Yalnızca “bir iki isim” üzerinde duranlar, bizim o yazımızı hafife aldılar.
Bâzı görevli arkadaşlar, kendi adlarını da zikr’ederek, şoför ve hizmetlileri
yazmayı unutmuş olduğumuzu söyleyip akıllarınca dalga geçtiler!
Çünkü, farkında olsunlar ya da olmasınlar bizim yapmak istediğimiz de
tam buydu zâten. Neden o, veyâ bu? Neden öteki olmasın, ya da olamasın?
Kim, kimden, hangi bakımdan daha aşağı ya da geride?
Burada insanlar nitelik peşinde koşmuyorlar. Problem burada.
Hatâ devam ediyor. Aslında dertleri Ordulu olması da değil!
Özellikle, âmirini memurunun atamaya kalkışması çok enteresan.
Yarın, o hiyerarşinin ne kadar sağlıklı yürüyebileceğini siz düşünün.
Eskisini aratmasa kâr olur ama, bu gidişle o da çok zor görünüyor.
Milletin de işine gelen bu olsa gerek: Yukarda fırtına, aşağıda dalga!
***
Dostlar. Bizim için önemli olan müftümüzün sâdece, “MÜFTÜ” olması!
Makâmının ağırlığını, mevkîinin sorumluluğunu bilerek hareket etmesi.
Kan’a, can’a değil, inanıp temsil ettiği dînin şânına göre davranması.
Biz o yazımızda müftünün ille de Ordulu olması gibi bir fikir ileri sürmedik.
Giresunlu müftümüz bu işten alınmışa benziyor. Yazıyı dikkâtli okumamış.
Biz orada, Ordulu müftü isteyenlere ve aday arkadaşlara bir tablo çizdik.
Ordulu ya da başka yerli; hepsi de hocamız ve başımızın üstünde yeri var.
Bu noktada ne etkimiz, ne yetkimiz ne de isim tercihimiz söz konusu.
Müftünün Ordulu olması durumunda durumun ve kurumun manzarasının
ne olabileceği konusunda fikir jimnastiği yaparak uyarı görevimizi yaptık.
İki müftünün yapamadığı görevi tek müftünün yapması zâten zor!
Bu Ordulu olursa, işine karışan daha çok olacağı için daha da zor dedik.
Herkes hesabını ona göre yapıp bu işe soyunsun demeye getirdik.
Yazıdan ORDULU MÜFTÜ çıkaranlar, başlıktan yola çıktılar sanırım.
Okuyanlar da, yazıdan bir bölümün çıkarılmasından dolayı
ilk anda böyle bir kanaate sâhip oluverdiler. Hâlbuki, yazı işlerimiz,
gazetede daha önce yer alan bir haberle tenâkuz teşkil etmemesi adına
yazıdan bir bölümü sansürlemeseydi mesele daha iyi anlaşılacaktı.
O bölüm aynen şöyle; dikkât, mütâlaa ve takdirlerinize arz ediyorum:
***
“Yâhu beyler, ne çabuk unuttunuz Ordulu müftüye neler yapıldığını?
Kendi memleketinde, anasından emdiği sütün burnundan getirildiğini!
Hepimizin gözleri önünde 5 ayda 6 soruşturmaya tâbi tutulduğunu!
Hem de yaşıyla-başıyla, ilmiyle-ameliyle ve de 40 yıla yaklaşan,
din-diyânet-millet hizmetinin vakar ve hatırıyla dopdolu olduğu hâlde.
5 ay sabredilemedi, hattâ son kertede 3-5 güne dahî müsâde edilmedi!
Şimdi hangi yüzle “ille de Ordulu müftü!” diye yollara düşüyoruz?
Yeni bir komedi ya da trajedi, yerli tâbirle “cımbış” peşinde miyiz?
Ordulu müftüyle uğraşılmasını seyretmek çok mu manzaralı oluyor?”
İşte bu, 4 Kasım’da üç noktayla geçilen bölümde söylediklerimiz.
Durum bundan ibâret. Hatânın biraz da bizden kaynaklandığı ortada.
Yanlış anlaşılmak da, yanlış anlamalara sebebiyet vermek de hoş değil.
***
Bu noktada Ordumuz için Rabbimizden sâdece hayırlısını talep ediyoruz.
Bilmeyiz, böyle bir istekte bulunma hakkını veriyorlar mı bize ama,
bir vatandaş olarak, böyle bir hakkımız olduğunu var saymak sûretiyle,
yukarıdan ya da aşağıdan, isteyenlerin paşa gönüllerine göre değil,
dînin öngördüğü irâde ve idâre kıvâmına tevâfuk edecek
şunlardan, bunlardan çok, adâlet ve liyâkâtin sesine kulak verecek,
bundan dolayı belki birilerini ve irilerini rahatsız etmiş olabilecek,
diğer tâbirle; “istenmeyen!” bir müftü istediğimizi söylüyoruz.
Hicret, muharrem ve aşûre atmosferini teneffüs ettiğimiz
şu Hüseynî hüzün ve tahassüs günlerinde, vilâyetimiz için
Yüce Rabbimizden niyâzımız budur ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
20.12.2009 |
|
|
GEÇEN HAFTA GEÇERKEN…
Süreçlerin getirdiği gündemlerle bir haftayı daha geride bıraktık.
Cennet ülkemizin kâlbi mecliste attı. Milletin kâlbi Güneydoğu’da
Milletin rağmına işler sürüp gidiyordu memlekette, ara vermeksizin.
Çileler ve milletin önünde sergilenen hîleler bir türlü bitmiyordu.
Katsayı yeniden katlanıyordu. Aldırmazlık kanatlanıyordu.
Kentlerde düğmelere basılıyor, terör şiddete asılıyordu.
Bölgemiz bu tür aşırılıklardan uzakta, ama olanları izliyordu.
Şehrimiz ayrıca bildik gündemleriyle meşgûldü beride.
Alt geçitler, yeni otogar, otopark, teleferik, soyanın satışı, ORGİ vs.
Öte yandan, fiyat düşüşü fındıkta umulmadık bir hareketlilik getirdi.
Ümidini, Aralık ve Ocak ayının bilinen özellikleri dolayısıyla
önümüzdeki bahara erteleyen vatandaşlar sabrı göze alamayınca
yapılacak şeyin en iyisinin satmak olduğunu düşündüler herhâlde.
Ülke ve bölge trafiğindeki bu hâl bir kasvet olarak bize de yansıdı.
ANNENİN İYİSİ KÖTÜSÜ OLMAZ
Gazete olarak bizim gündemimizde öne çıkan ise İsmail İşleyendi.
Her sabah koltuğunun altında gazete tomarlarıyla bir huzur meltemi gibi
sokağınızı erkenden ziyâret eden sessiz tebessüm, annesini kaybetti.
Ve onunla birlikte, kâlbindeki efiltiyi, gözlerindeki ışığı da.
20 günlük sürecin 15 günü kıpırtısız geçmişti hastânede.
Son günlere doğru beklenmeyen ümitler yeşerdi. Gözler ışıldadı.
Derken 20. günde hep birlikte cenâze namazını kıldık.
Demek ki o iyileşme, “son anlar” iyileşmesiymiş.
Allâh rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.
Yüce Rabbim, peşinden ağlayanlarla cennetinde buluştursun.
Tüm İşleyen âilesine ve yakınlarına sabr-ı cemîller diliyoruz.
O gün Orta Câmi’de iki katı yaşta bir 2. anne cenâzesi daha vardı.
Fakat, annelerin gidişiyle en çok çocukların boynu bükülüyordu.
Yaş ne olursa olsun fark etmiyordu. O gün bunu görmek mümkündü.
Hepinizin çok sevdiğini bildiğim bizim sevgili İsmail’imizle
tıpkı ona benzeyen kardeşi İbrâhim’i o gün görmeliydiniz.
Fotoğraflara bakınca da fark etmek mümkün bu gerçeği!.
Şöyle bir söz var: “Annenin iyisi kötüsü olmaz;
En kötüsü annesiz olmaktır!”diye. Tüm, annesini kaybedenlere
Ve İŞLEYEN âilesine bu vesîleyle tekrar sabır ve metânetler diliyor,
buraya uygun düşecek bir şiirle sözümü bağlarken,
hepinizi sevgi ve saygıyla selâmlıyorum ves’selâm…
AĞLA SEVGİLİ YILDIZIM
Annem yok
Onun için çok ağladım
Ama bu değil
Size söyleyeceğim
Bir yıldızım vardı
Annemin öldüğü gün benim olmuştu
Her gece buluşur
Annemden söz ederdik sessizce
Dün gece görünmedi yıldızım
Söz vermişti geleceğine
Artık daha hüzünlüyüm balıklardan
Daha güçsüzüm
Anladım sonra
Aramızda uydular var
Ağla sevgili yıldızım
Yeryüzündeki dostun da
Ağlıyor bak burada
Mevlânâ İdris
(Kuş Renkli Çocukluğum)
ORDU HAYAT GAZETESİ
18.12.2009 |
|
|
DAĞ RÜZGÂRI, OKYANUS DALGASI…
Mâlum; medeniyetler ve kıtalar kavşağındaki ülkemiz fırtınasız kalmıyor.
Dalgalar, çalkantılar, tsunamiler eksik olmuyor hiç sâhil ve ufuklarımızdan.
Bu noktada en büyük handikapımız da fikrî ve de hizbî saplantılarımız.
Kliksel kabûllerimiz her şeyin önüne geçebiliyor zaman zaman.
Bu da, birlik-berâberlik gerektiren konulardaki çözümleri tıkayabiliyor.
İşte burada, cumâ gününün kardeşlik havasından aldığımız cesâretle
Milletin-memleketin hayrı için, bir şeyler söyleme ihtiyacı duyuyor,
ve şöyle seslenmek istiyoruz hepimizin ve ülkemizin selâmeti adına:
EY MUHÂLİF KARDEŞ! Eline dünyâ haritası ya da bir küreyi al.
Yerimize-yurdumuza; stratejik durum ve konumumuza bir bak.
İnsafla değerlendir. Liderleri, partileri gözden geçir.
Allâh rızâsı için, düşmanların ekmeğine yağ sürme!
Daha iyisini yapma şansı aslâ olmayan adamlar adına
sırf muhâlefet ya da aykırılık olsun diye yangını körükleme!
Onların hepsini de görmedik mi; şu veyâ bu şekilde?
Kendilerinde hiçbir numara olmayanlara uyup da
içtenlikle titizlendiğine inandığım bu ülkeye acımazlık etme!
Sevgi fedâkârlık ister. Hattâ bâzen, fikirlerden bile.
Bağrımıza taş basalım; hiç olmazsa seçimlere kadar!
Millet düşmanlarını sevindirecek hareketlerden kaçınalım.
***
Şehitlere, acılara, nankörlüklere isyânınız samîmî ise,
bir kez de mevcutların başarısı için duâ ediverin, ne olur!
Hem, onlar da bu memleketin insanları değil mi?
Ne kaybedersiniz?! Ülke ne kaybeder, hizbiniz ne kaybeder?
Çünkü, hepimizin ve ülkemizin, her zamankinden daha çok
samîmiyet ve duâya muhtaç bulunduğu günlerdeyiz.
Şimdi bedduâ zamânı değil. Karalama, yaralama hiç değil!
Kalıplardan sıyrılıp hakkâniyetle değerlendirilecek olsa,
Tayyip ERDOĞAN görüş, duruş, tavır ve icraat îtibârıyla
Sn. BAHÇELİ’den çok daha milliyetçi görünmüyor mu?
Millî duyguları hangisi daha iyi okşayıp coşturuyor sizce?
CHP ya da diğer sol partiler mi daha halkçı, toplumcu, ya da
daha özgürlükçü; yoksa Tayyip ERDOĞAN’ın AkPartisi mi?
Peki ya, dindarlık ve de muhâfazakârlığı kimden aşağı?
Evet, bu ülke bizim, şehitler bizim; acılar, kederler bizim.
Yüreğine ateş düşen analar-babalar ve bu kader hepimizin.
REŞÂDİYE rol ve fiiliyât îtibârıyle PKK işi olabilse de,
kurgu ve senaryo olarak bunun fersah fersah ötesinde gibi.
Zîrâ bu iş, dağ rüzgârından çok, okyanus dalgasına benziyor!
***
Hülâsâ, coğrafyamız lime lime olsa da târihimiz büyük.
Büyük başların da büyük ağrıları olur ve sizler de
iktidara gelseniz belki de çok daha fazlasıyla
bu problemler hep ola gidecektir, hep ola geldiği gibi.
Ne zaman aklımız başımıza geleceğe benzese
başlarımıza belâlar yağdırılır bir taraflardan.
Tam AMERİKA ziyâretine denk getirilen pusuya
biraz da bu açıdan bakmak mümkün olamaz mı?
DTP dâvâsı sürecinde mahkeme etkilenerek, ülkede
bir yönlendirme yapılmak istendiği düşünülemez mi?
O, sâdece askerlerimizin değil, birilerini rahatsız eden,
barış ve kardeşlik çaba, yürüyüş ve adımlarının
yolu üzerine döşenmiş kahpece bir tuzaktır.
***
Cumâ bayramlarımız mübârek, işlerimiz hayırlı olsun.
TANRI yalnızca TÜRKÜ değil sevgili kardeşler;
kürdü, çerkezi vs.siyle tüm kardeşleri, hepimizi,
millet, memleket ve coğrafya olarak tüm âlemimizi
cinsi cibilliyeti belirsizlerin bu ve benzeri âdî, korkunç
her türlü husûmet ve hıyânet eseri mel’anetlerinden
ve bunların vardıracağı âkıbetten korusun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
10.12.2009 |
|
|
ARTIK, KÜÇÜK MİLLET MİYİZ?
Târihte onlarca devlet kurmuş bir milletiz.
Devletlerimizin çoğu da imparatorluk çapında.
Yâni zamanının süper güçlerinden; ya 1. ya da 2.si.
Göktürkler, Hunlar, Uygurlar, Fâtımîler ilk akla gelenler.
Selçuklu ile Osmanlı, târihteki son süperlerimiz.
Bugünün Asya’sının da çoğu Türkî cumhûriyetlere âit topraklar.
Bu yüzden, millet olarak, her zaman düşmanlarımız oldu.
Düşmanlarımızın dışta ve içte sinsi faaliyetleri oldu.
Yıkılma plânlarıyla ilgili kitap yazılan tek milletiz belki de!
Çünkü hep göz önünde olduk. Kıskanıldık, özenildik.
Büyük olmaya büyüktük ama, bu kolay bir şey değildi.
Hiç durmamayı, dâimâ koşuşturmayı gerektiriyordu.
Savaşmayı gerektiriyordu. Bedeli ağırdı, anlayacağınız.
Hiçbir kazanım bedelsiz olmuyordu. Kurbanlar istiyordu.
Hangi bağımsızlık ya da zafer kendiliğinden gelmiştir?
Canlar almamış, civânlara kıymamış, cânânlar ayırmamıştır?
Bu gün dünyânın hemen her bölgesinde damgamız var.
Her biri bir destan çapında öyküler içeren izlerimiz var.
Şehitliklerimiz, anıt mezarlarımız, sanat eserlerimiz var.
Gittiğimiz yerlerde hep başa güreşmiş, başrol oynamışız.
Cezâyir, Tûnus, Bosna, Kosova, Bakü, Üsküp, Libya.
Kore, Sudan, Singapur, Bağdat. Hele Yemen! Filistin!
Hani derler ya; ta Viyana kapılarına dayanmışız!
Ümit Burunlarını geçmiş, Hindistanlara varmışız.
Japonyalara ilim elçileri göndermişiz. Tebliğ yapmışız.
Firkateynlerimiz batmış, ruhlar ummanlardan kanatlanmış.
Peki bu günlere geldiğimizde, DEĞİŞEN NE?
Adımız TÜRKİYE olunca millet olarak küçülmüş müyüz?
Bana sorarsanız, daha da büyümüşüz sevgili okurlar!
İlgi ve ümit hinterlandımız daha da genişlemiş.
Osmanlı’nın yıkılışıyla sahneden inmiş gibi olmuşuz;
ama, girilemeyen gönül coğrafyası daha da şahlanmış.
Ayrılık şefkâtsiz yaban ellere düşürünce, komşuların,
ev-ocak ve konağımızın, dostların farkına varmışız.
İçten içe büyüyen hasret, aşk ve şevki artırmış.
Ülke güzel, insanlar güzel, kardeşlik, dostluk güzel.
Târih güzel, coğrafya güzel; birlik-berâberlik güzel!
Ama, ya düşmanlara ve içimizdeki beyinsizlerle,
bulanık suda balık avlamakla geçinenlere göre?
Olanlar felâket, helâket; hattâ ve hattâ hıyânet!
Peki, siz, bizim gibi bir milletin rahat bırakılacağını
HİÇ DÜŞÜNEBİLİYOR MUSUNUZ?
Ben düşünemiyorum. Hiçbir zaman da düşünmedim.
Düşmanlarımız çok daha zayıf ve de biz çok daha güçlü
bir durumda mıyız ki bize dokunamasınlar, ilişemesinler!
Tayyip olsun, Bahçeli olsun, Baykal olsun; fark etmez.
Akıl var, mantık var! Türkiye neresi?
Hangi milletin ülkesi? Dünyânın nasıl bir bölgesi?
Aklımızı başımıza alıp iyiden iyiye düşünme zamânı.
Görünen köy kılavuz istemez. Yorum gerekmez. Olay apaçık.
Reşâdiye’deki ihânete cankurtaran gibi sarılanlar ortada.
Bu olay dolayısıyla gözleri ışıldayacak kadar kör olanlar var!
Rabbim bizleri böylesi körlüklerden ve de her türlü
basîretsizlik ve nankörlüklerden muhâfaza eylesin ves’selâm!
ORDU HAYAT GAZETESİ
09.12.2009 |
|
|
GÜZELİM, A GÖZÜM;
SEVGİLİ KARDEŞ!..
Neye güvenir de günâh işlersin?
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Helâldir, haramdır demez dişlersin!
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Sabahtan çıkarsın yönün belirsiz
Tebessümün yok, çehren nevirsiz
Bu nasıl yaşamak kârsız, ecirsiz?
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Açılır, saçılır, uçar gidersin
Günâhlara yelken açar gidersin
Gerçekten nereye kaçar gidersin?
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Hep böyle gidenler neyi buldular?
Ne oldu bir o yan, bu yan daldılar?
Günâhlarıyla baş başa kaldılar!
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Kimi iki büklüm, kimi yatalak
Diller zor dönüyor, çatlamış dudak
Ne zevk kalmış, ne eğlence, ne damak
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Parası-pulu çok; katı, yatı var
Uçağı, gemisi; belki atı var
Ancak, artık ne güç, ne tâkatı var
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Netîce, herkesin varışı belli
İster elli olsun, ister yüz elli
Hayat ne bir cazdır, ne çiftetelli
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Namazı-niyâzı ıskalıyorsun
Özdeki cevheri maskeliyorsun
Gaflet döşeğinde yan geliyorsun
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Yakışıklı isen zengin olduysan
Verene şükretsen, hem minnet duysan
Ne olur güzelce İslâm’a uysan
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Önünde kaç günün garantisi var?
Yaşarsın başıboş, tutmazsın ayar
Ecel geldiğinde genç demez, kıyar
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Hepimiz de birer fânî kaderiz
Geldiğimiz gibi bir gün gideriz
Niye dünyâmızı ziyân ederiz?
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Hatâlar, cürümler kalmaz öylece
Bu devir bu devran sürmez böylece
Yeter gayrı, mızrap vurdu haylice
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Depremden, sellerden almazsın ibret
Frenle kendini, hadi ha gayret
Başına gelene etmeden hayret
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Makâma mevkîye sarılıyorsun
Uğruna zulümle karılıyorsun
Nûrânî deyince darılıyorsun
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Şâirlik şuurdur; şiâr yakışır
Hepimize edeb, hem âr yakışır
İnsanım diyene vakar yakışır
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
Aldanma dünyâya, fânîdir derler
Ölüm dedikleri ânîdir derler
Hakk’a dön, rahmeti ganîdir derler
Güzelim, a gözüm, sevgili kardeş!..
ORDU HAYAT GAZETESİ
06.12.2009 |
|