Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4609190
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.70.127.166
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
25
OSGEDİN YÂDI, ENSARIN ŞÂDI..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

OSGED’İN YÂDI, ENSAR’IN ŞÂDI…

Geçtiğimiz cumartesi, dolu dolu geçen günlerimizden birisi oldu elhamdülillâh. İlim, fikir ve gönül adamlarımızdan Mahmud Esad COŞAN Hocaefendi’yi, doğumlarının 74. yılı münâsebetiyle anmak üzere Ordu Sosyal Gelişim Derneği’nin (OSGED) düzenlediği programa katıldık.

Merhum Hocaefendi, ülkemizde ve İslâm Âleminde âlim ve aksiyoner kişiliğiyle tanınıyor.  Bu anlamda yaptığı çok çeşitli gayretlerinin bir sonucu olarak gerçekleştirmeye çalıştığı bir faaliyet için gittiği Avustralya’da 4 Şubat 2001’de bir câmi açılış programına giderken meydana gelen trafik kazâsında rahmet-i Rahmân’a kavuşmuştu. Ordumuz’dan bir grupla bulunmak nasîp olan cenâze namazı, 9 Şubat 2001 târihinde İstanbul Fâtih Câmii’nde Cumâ’nın ardından yüzbinlerin katılımıyla kılındı. Merhum tâ oradan omuzlarda götürülerek Eyüp Sultan Mezarlığı’nda toprağa verilmişti. Allâh(CC) rahmet eylesin. Bizleri de sâlihlerle haşr ü cem’ eylesin. Âmin…

Peygâmberimiz (SAV) “Âlimler peygâmberlerin vârisleridir.” buyuruyor. Bir Kelâm-ı Kibârda da “Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.” deniliyor. Gerçekten öyle olmalı ki, yâd edilmeleri bile ne kadar bereketli olabiliyor. Bunu o gün orada bütün derinliğiyle yaşadık.

ÂİDİYET GERÇEĞİ

Program, şehrimiz adına bizi ümitlendirdi. OBKT’de gerçekleştirilen program kadar, katılım da çok güzeldi. En güzeli de, insanların âilece gelmiş olmalarıydı. Çocukların ve gençlerin çokluğu sevindiriciydi. Âidiyete en çok ihtiyâcı olanlar onlar çünkü bu gün. Yoksa, geçmiş çağların hiç biriyle kıyas edilemeyecek renk, câzibe ve çeşitlilikle bezeli bu günkü ahlâkî keşmekeş ortamında bir yerlerde kayb’olup gitmeleri söz konusu her an; Allâh(CC) korusun.

“Yalnızlık Allâh’a mahsustur.”,  “Yalnızların arkadaşı şeytandır.” Bunları atalarımız söylemiş. Bir bildikleri var her hâde. Herkesin arkadaşa, çevreye ihtiyâcı var yâni. Tabiî ki, temiz çevreye. Bu mânâda çocuklarımızı böyle yerlere getirmek, âlimler ve onların izlerinden gidenlerle tanıştırmak, onlar için yapacağımız işlerin en başında geliyor. İnanıyorum ki, bu gün bir çok iyi yaratılışlı insan iyi arkadaşlara denk gelmemenin ve temiz bir çevrede yer alamamanın sıkıntılarını çekiyorlar.

GERÇEK BİR DOST ELİ

Eğer düşünülürse, kişinin kendisiyle baş edebilmesi için bile arkadaşa ihtiyâcı var. Nefis de, şeytan da en zorlu düşmanlarımız. Onlarla baş etmek için iyi arkadaşlara, temiz dostlara ihtiyaç yok mu sizce de? Nitekim, bizde bir tâbir vardır; “Bir kişinin kendine ettiğini 9 köy birikse yapamaz!” diye! İyi arkadaş edinmemek, ilim peşine düşmemek, Rabbimizin ilk emrinin “OKU” olmasının ve de “Doğrularla berâber olun!” emrinin hikmetini kavrama peşine düşüp gereğini yapmamak, kişinin kendisine ve çocuklarına yapabileceği kötülüklerin en büyüğüdür. Bakınız MEVLÂNÂ ne güzel ifâde ediyor bunu:

Kişinin kendine ettiğini

Edemez kişiye hiçbir fânî

Tutmasa gerçek bir dost elini

Kendi kendisiyle baş edemez

Kişinin kendine ettiğini

Sarhoş edemez, ayyaş edemez

Mezar soyan nebbaş edemez…

Programla ilgili söylenebilecek çok şey var. İlerde yer yer değinebiliriz. Ancak, şu kadarını kısaca söyleyeyim ki, konuşmaların hepsi de güzeldi. Yazıya dökülmeli. Gerekirse bir kitapçık hâline getirilmeli. OSGED’den bunu bekliyoruz.

ORDU’YA DÂİR HAYÂTÎ TESBİTLER

Özellikle konuşmalarda geçen Ordu’ya dâir bölümler irdelenip, değerlendirilmeli; gerekli dersler çıkarılarak, “mâkus tâlih!”in yenilmesi için yapılabilecekler meyânında hemen seferber olunmalıdır. Bu yâd programı da sanki bunun başlangıcıydı. Samîmî, doğal, duru ve oylumluydu.

Osman ÇELİK Hocamız başta olmak üzere, OSGED Başkanı Nurettin ODABAŞ, Organizatör Hüsnü AYAR, konuşmacılar Hüseyin DİKİCİ ve Mümin Esat KILIÇKAYA Beylere ve tüm emeği geçenlere bir Ordulu olarak şahsım ve şehrim adına teşekkür ediyorum. Bilhassâ yeni neslin ihtiyâcı olan benzer programların devâmını bekliyor, her türlü çalışmalarında başarılar diliyoruz.

ENSAR VAKFI HEYETİ

            Aynı gün akşama doğru da Ensar Vakfı’nın İstanbul’da bulunan genel merkezinden misâfirlerimiz vardı. Başta Genel Müdür Hüseyin KADER’le  5 mütevellî heyet üyesinden oluşan bir grup yetkili, Ensar Vakfı Ordu Şûbesi’ni ziyâret ederek incelemelerde bulundular.

Bizimle ve bayrağı bizden devr’alan, Ordu şûbe başkanı arkadaşımız İrfan PAK ve diğer şûbe yönetim kurulu üyeleriyle bir grup eğitimci ve ilgililerle görüşüp sohbet eden ziyâretçiler daha sonra, programları dolayısıyla Ünye’ye döndüler. Sabah da İstanbul’a hareket edecek olan yetkililer, yeni katılacak arkadaş grubuyla birlikte Ordu’daki hizmet performanslarının artacağını, önümüzdeki günlerin bunu göstereceğini belirttiler.

Ensar Vakfı’nın daha iyi hizmet etme arayış ve gayretleri de ümit verici. Bu ziyâretin de hayırlı netîceler getirmesini diliyorum.

Her iki kuruluşumuza da her türlü gayretlerinde üstün başarılar niyâz ediyor, kültürümüz, irfanımız, neslimiz, kendimiz ve de kentimiz adına hayırlı çabalarının bereketlerle sonuçlanmasını temennî ediyorum, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

25.01.2010


Mar`12
25
BİR SULTAN HİKÂYESİ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

Geçen yazımızda belirttiğim gibi, bu Sultân hikâyesini birkaç yerde paylaştım. Sizlerle de paylaşmadan geçemezdim. Bu hikâyenin beni çeken bir tarafı da, kahramanın Tlemsanlı olmuş olmasıydı herhâlde. Çünkü oraları görmek nasîp oldu.

Hattâ, orada çektiğim çocuk fotoğraflarından bâzıları o zamanların Çocuk dergilerinde yayınlanmıştı.    

Tlemsan, Cezâyir’in batı tarafında bizim Bursa’mızı andıran 1 milyon nüfuslu güzel bir şehir. Burada önceleri müslüman Muvahhidler hüküm sürüyorken, sonraki zamanlarda İspanyolların eline geçti. 1517’de Oruç ve Hızır reisler Haçlı hâkimiyetine son vererek Cezâyir’le birlikte Tlemsan’ı da Osmanlı topraklarına kattılar.

1990 yılında arkadaşlarla oralara gittiğimizde tâ o zamanki hâtıraların bereketini gördük. Bizlerle çok ilgilendiler. Gezdirdiler, barındırdılar. Oralarda Osmanlı dönemi Hanefî Mescid’ini görmek nasîp oldu. Dedelerinin Osmanlı dönemi türkü olduğunu, hattâ içlerinde İstanbul adı taşıyanların var olduğunu söylemişlerdi. Bizleri farklı bir hayranlık ve duyarlılıkla ağırlamışlardı. Sizler gelmeseydiniz bu bölge hâlâ hristiyan hâkimiyetinde olabilirdi minnettarlığı ile davranıyorlardı. Onların bu kadirşinâs ve kardeşâne tavırlarından çok etkilenmiştik. Allâh hepsinden râzı olsun. Her neyse, biz bugünkü asıl konumuza dönelim.

“PÂDİŞÂHIM ÇOK YAŞA!”

Bir dönemlerin Tlemsan pâdişâhı Sultân Yahyâ, saray erkânı ile birlikte şehri dolaşmaya çıkmıştı. Onun ve etrafındakilerin debdebe ve ihtişâmı karşısında gözleri kamaşan halk da, Sultân’a hürmet için korkuyla ayağa kalkıp, “Pâdişâhım çok yaşa!” diyerek alkışlamaya başladılar. Ancak sultânın gözüne bu kalabalıktan ziyâde az ilerde, yalnızlığı tercih etmiş, kayıtsız, nûru etrâfını parıldatan bir kimse ilişti. Yanındakilere o nûrlu yüzlü garîbin kim olduğunu sorunca:

“ –Sultânımız, o, meşhûr Tunuslu Şeyh’tir. Bir mağarada inzivâ hâlinde yaşar.” dediler. Sultân, merak içinde atını Tûnuslu Şeyh’in yanına sürdü ve ona sordu:

İPEK ile NAMAZ?!

“ Üzerimdeki şu ipek elbise ile namaz kılmak câiz midir?”

Tûnuslu Şeyh, bu suâle cevap vermek istemeyip, onu sarayındaki ulemâya sormasını istediyse de, Sultân’ın ısrârı üzerine şöyle dedi:

“ –Bir köpek düşününüz ki, bir hayvan ölüsü bulmuş ve onu tıka-basa yeyip, içini-dışını pisliğe bulaştırmış olduğu hâlde, bevlederken kirlenmemek için ayağını havaya kaldırmak sevdâsındadır!...”

Sultân; “Ne demek istiyorsunuz?”

“ –Şunu demek istiyorum ki, sizin mîdeniz ve cisminiz en ağır haram yükleri ve kul hakları ile doludur. Böyleyken, siz tutup, ipekli elbise ile namaz kılmanın câiz olup olmadığını soruyorsunuz?!”

Bu derûnî sözler, Sultân’ı derinden etkiledi. Gönlünü titretti. Bu te’sir bereketiyle üzerindeki sırmalı elbiseleri derhâl çıkarıp attı. Sonra, belindeki kılıcı fırlatıp atarak, kendisine şaşkınlıkla bakan halka;

“ –Müslümanlar! Haklarınızı helâl ediniz ve kendinize bir pâdişâh bulunuz!” diyerek Tûnuslu Şeyh’in peşinden gitti. Artık onun sâdık bir talebesi oldu.

Hikâye burada da bitmiyor sevgili okurlar. Bundan sonraki kısım da ibret verici.  Dışta değişim yaşayamasak da, iç âlemimizde bâzı dönüşümler sağlayabiliriz. İçimizdeki, çevremizdeki ve kapsama alanımızdaki kötülüklerle mücâdele edebiliriz. Bir takım iyileşmeler sağlayabiliriz. Yeter ki o niyette olalım. Dengeyi ağdırmayalım. Söylenmek istenen bu. Yoksa, her şey hemen terk edilsin denilmek istenmiyor.

 

BEN OLSAYDIM YAPAMAZDIM!

Nerde kalmıştık? Sultân Yahyâ, Şeyh hazretlerinin mânevî terbiyesinde o derece büyük bir makam elde ediyor ki, Tûnuslu Şeyh, halkın kendisinden duâ tâlebi olduğu zaman:

“ –Duâyı Yahyâ’dan isteyiniz; zîrâ, onun yerinde ben olsaydım, onun yaptığını yapamazdım!.. Eğer, dünyâdaki diğer sultanlar, onun eriştiği saâdet hazînesini bilselerdi, onlar da Yahyâ gibi her şeylerini fedâ ederlerdi.” dedi.

Nitekim, kaynaklara göre; Cennet nîmetlerine kavuşan herkes, kulluğunda niye titizlenmediğine ve niye daha çok ibâdet etmediğine hayıflanacaktır. Hafta başında kopardığımız iki küçük takvim yaprağından devşirdiğimiz bu anlamlı, güzel hikâye sizlere armağan ve hepimize ders olsun.

Adım adım daha iyiye gitme niyet ve gayretleriyle erişeceğimiz daha güzel günlerde buluşmak dileğiyle, cumânız mübârek olsun; gönüllerimiz her türlü kirlerden arınarak, efendimizin öngördüğü tertemiz duygularla dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

21.01.2010


Mar`12
25
KÂMURAN KARDEŞİN HATIRLATTIKLARI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

KÂMURAN KARDEŞİN HATIRLATTIKLARI

Bildiğiniz gibi bu köşede takvimleri çok konu ediyoruz. Önemsiyoruz da ondan elbette. Hattâ, her yaprak her gün arkadaşlar arasında, evde, iş yerinde ya da misâfirliklerde okunsa, sonuçta ortaya anlamlı bir iş çıkar demek istiyoruz. Sohbetten öte bir muhabbet, kaynaşma, bilgi ve kültür ortamı oluşur.

İşte dün sabah çarşıya indiğimde İmam-Hatip Lisesi Câmii önünde park ettim. Bir yere uğrayıp dönecekken, takvim aklıma gelince bagaja yönelip kalan takvimleri aldım. İlk dükkândan ziyârete başladım:

Es’selâmü aleyküm. Hayırlı işler! Fazla takvim var da, isterseniz verebilirim!

Aleykümselâm hocam, buyurun. Bir çayımızı alın. Neskafe de olabilir.

Daha önce de buraya geldiğimi hatırlıyorum. Hattâ bir demlik tâmiri yaptırmıştık. Şu genç vardı gâlibâ. Siz yoktunuz.

Evet, doğrudur. Ben yurt dışındaydım. 6 sene Japonya’da kaldım.

Köyünüz neresi, adınız neydi?

Köyüm Koşaca! Adım Kâmuran. Hocam, ben sizi tanıyorum.

Öyle mi? Doğrudur. Mâlum, buralarda öğretmenlik yaptım zâten.

Hayır oradan değil. Daha çok pilâv gününden tanıyorum. Bilmem şimdi yapıyor musunuz yine. 2001 yılıydı gâlibâ, bir arkadaşla katılmıştık. Eskipazar Câmii avlusunda olmuştu. Çok sıcak bir gündü. Buradan tâ oraya yürüdük. Avludan içeri girer girmez bir serinlik vurdu yüzümüze. Tatlı, serin bir gün geçirdik. Program bitip avludan çıktığımızda sıcak bizi kavurmaya başladı yeniden. Arkadaşla kendi aramızda, o topluluğun ve havanın güzelliğini konuştuk.

Pilâv yiyemediniz miydi yoksa?!

Yedik hocam. İkramlar çok iyiydi. Program da.

Serinliğe gelince; tabiî, Peygâmberimizin(SAV)  de bildirdiği gibi, “Cemaatte rahmet vardır. Allah'ın kudret eli (yardımı) cemaat üzerinedir.”

Çok doğru hocam. Elbetteki onun bereketi. Siz bir de Peygâmberimizle ilgili bir program yapmıştınız. Çocukların icrâ ettiği bir kutlu doğum programıydı. Oraya da katılmıştık. Yine öyle programlar olursa haberdar edin, katılalım. Çok güzel oluyor. Allâh (CC) râzı olsun.

Bahar ya da yaza doğru inşâllâh, sizin bu beklentinizi bir görev telâkkî ederek gündeme getirmeye çalışalım. Her neyse; takvim meselesine gelelim. Takvimimiz çok güzel. Üzerindeki reklâm hiç önemli değil. Bu takvim bir kelime bile öğrenmemize vesîle olursa kârdır. Hem sizin için, hem de bizim için!

Bakın, ben şurdan beri geldim, takvim bahânesiyle tanıştık. Siz eskilerden bahsettiniz. Bunlar benim unuttuğum şeyler. Hatırlattığınız bu güzel şeyleri yapmaya beni sevk ve muvaffak eden, lûtfeden Rabbime sonsuz şükürler olsun. Yarın öbür dünyâda kıyıdan, köşeden böyle iyilikler güzellikler umulmadık yerlerden çıkıp gelirlerse ne kadar seviniriz kim bilir o dehşetli günde?! Bundan dolayı, çok küçük de görünse hiçbir iyilik ihmâl edilmemeli ve de hafife alınmamalı. Bence takvim de öyle. Değil mi kardeş? Kim bu delikanlı?

Çok doğru söylüyorsun hocam. Ben dâmatlarıyım. Adım Necâti.

Mâşâllah. Allâh (CC) ömrüne bereket versin.

Evet, dâmâdım. Benim iki kızım var; bir de oğlum. İşte bu; adı Ergin.

Allâh bağışlasın. Rabbim hepsinin de güzel günlerini göstersin… Âmin..

Mukadder kardeş; bakınız, bu sabah ben bugünün yaprağını okdum. Hoşuma gitti. Devamı yarının yaprağında. Onu da koparıp okudum. Hattâ defterime yapıştırdım. İşte bakın. İsterseniz okuyalım. Güzel bir hâtıra olur.

Gerçekten de güzelmiş Sultan Yahya’nın hikâyesi hocam. Allâh râzı olsun.

Daha sonra, sanatkârlık ve alın teriyle kazanmanın güzellikleriyle ilgili bir hadis vardı, defterden onu okuduk. Dâmâdı da, oğlu da bizleri baştan sona güzelce dinlediler. Ağırbaşlı ve edepli gençler ikisi de. Kâmuran Kardeş de sevecen ve sempatik. Neskafeden çok onların sıcaklığıydı bizi uzun sürede orada tutan. Allâh hepsine de selâmetler ihsan etsin. Çelik-çocuğu ve sevdikleriyle berâber hayırlı, uzun ömürler, sonsuz mutluluklar bahş’eylesin. Âmin.

Bu duygu ve düşüncelerle AKKAYA TİCÂRET’ten ayrıldık. Eski güzel hatıraların getirdiği hoşluk ve tatlılıkla bir-kaç yere daha uğradık. Hâlleştik, hasb-i hâl ettik. Yapılan şeyler bir yerlerde yankı buluyordu. Daha bu dünyâdayken bunlarla karşılaşılması çok güzel.

Yüce Rabbim, hayırlı, güzel hâtıraları çoğaltmayı, hep berâber, daha nice güzellikleri kardeşâne paylaşmayı, öbür dünyânın da güzelliklerine hep birlikte ulaşmayı nasîp eylesin ves’selâm… 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

19.01.2010


Mar`12
25
ORDUNUN SANAT HATTI KOPUK
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORDU’NUN SANAT HATTI KOPUK!

Bu başlıktan ne anlaşılıyor? İlk bakışta, Ordu’da sanat yok gibi bir anlam çıkıyor. Sanatla aradaki hatlar kopukmuş gibi bir algılama söz konusu olabiliyor. Ya da, sanat var da, kopuk(!) bir sanat var. Yâni, toplumun ahlâk kriterlerini hiçe sayan, onun önem atfettiği değerleri hafife alan, Ordumuzda örneklerine sıkça rastladığımız, en yalın anlamıyla, hafifmeşrep bir sanat. Diğer ifâdeyle, toplumun aslından, kültürel temellerinden, ahlâkî köklerinden kopuk(!) bir sanat.

Bir de, geleneksel sanatlarımızın şahdamarı niteliğindeki Hatt sanatını çağrıştırıyor bu başlık. Ki, milletimiz o sanatı zirveye çıkarmıştır; daha doğrusu, milletimiz bu sanatta zirveye çıkmıştır. Bundan dolayı da şu söz evrensel bir darb-ı mesel hâline gelmiştir:

“Kur’an Mekke’de indi, Kâhire’de okundu, İstanbul’da yazıldı!”

Her ne anlaşılırsa anlaşılsın, hepsi de uyuyor. Tâbiri câizse, cuk diye oturuyor! Çünkü, geleneksel sanatlar çevreyolu da yapılsa, tüneller de açılsa, belki hattâ havaalanı da yapılsa, Ordu hattından geçmiyor, ya da geçemiyor bir türlü, her nedense.

Hâlbuki,  kültürünü sanatını, gününü-geleceğini, aslını-astarını, faslını-neslini önemseyen herkes bu hatta, yâni HÜSN Ü HATT’a tutunmaya çalışıyor. Bu tutku, gelecek inşâsındaki yerellik hassâsiyetinin göstergesi olarak kabul ediliyor. Bunun için de belediyeler başta olmak üzere, çeşitli vakıflar, dernekler, özel kurum ya da kuruluşlar bu sanatlar için gayretlerini esirgemiyorlar. Antalya gibi turistik bir şehrin Kültür Turizm müdürlüğü de bunlardan biri. Şanlıurfa, Gâziantep vs. bir çok illerde de bu sanatlarla ilgili faaliyetler yönetmeliklerin de öngörüsüyle yapılmakta. Kurslar düzenlenmekte, sergiler açılmaktadır.

Bu konuda ne zamandır yazmayı düşünüyordum. Sabrım iyice azalmışken, bardağı taşıran son damla, başta gazetemiz olmak üzere basında yer alan Fatsa kaynaklı bir haber oldu:

TEZHİP KURSU BÜYÜK İLGİ GÖRÜYOR

“Fatsa Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü’nce açılan tezhip kursu büyük ilgi görüyor.” diyerek başlayan haberin devâmında kursiyerler; “ Tezhibin tüm dünyâda yaygınlaşan bir sanat dalı olduğunu biliyoruz. Bugün tezhip sanatçılarımız Avrupa ülkelerinde ödül alıyorlar. Bizler de bunlardan örnek alarak tezhip sanatını çok önemsiyor, iki yıldan bu yana kurslara katılıyoruz.” şeklinde konuşuyorlar. Dünyâda yaygınlaşan bu ve benzeri sanatlar Ordu’ya neden uğrayamıyor, uğrasa bile taban tutturamıyor acabâ?

Bu geleneksel sanatın sosyâl boyutuna da atıfta bulunan kursiyerler; “Tezhip deyince aklınıza sabır ve emek gelmeli. Bir eser ortaya çıkarmak haftalarımızı alıyor. Ancak, uzun vâdede çok güzel eserler ortaya çıkıyor. Böylesine zor ama değerli bir sanat dalı hakkında ders almaktan çok mutluyuz.” 

Öteden beri Ünye’mizde, Fatsa’da, Bulancak’ta böyle Hatt eksenli etkinlikler süre geliyor. Haberleri yıllardır gıptayla tâkip ediyoruz. Ensar Vakfı’mıza başkanlık ettiğimiz günlerde Ünye’deki Hüsnü Hatt hocasını buraya da getirmeyi düşünüp diyalog kurmuştuk. Bir de İstanbul’dan öğretim üyesi bir arkadaşımızı HÜSNÜ HATT programı için dâvet etmiştik. Konferansa ilgi de iyi olmuştu. Bunun bir örnek teşkil etmesini ummuştuk. Devâmını Kültür Müdürlüğü, Halk Eğitim ya da Belediye getirir diye hayâl etmiştik. Çünkü bu işler, dar imkânlarla başarılabilecek şeyler değil. Bir defâ Hocanın il dışından gelmesi lâzım. Bunu ancak dış ülkelerden dans, tiyatro, müzik vs. toplulukları getirebilecek güçlerini ispatlayan Üniversite, Belediye ya da Kültür Müdürlüğü gibi imkânı olan kuruluşlar yapabilirdi. Ama olmadı. Sükûtu hayâle uğradık.

HATT ve TEZHİP diyerek İNTERNET’e girdim; neler var neler! Sayfalar dolusu siteler, kuruluşlar, kurslar, organizasyonlar, vakıflar, dernekler, sergiler vs. vs. kasabalara kadar uzanmış çalışmalar var. Yoksa Ordu’da yok mübârek.

Kusura bakılmasın ama, siyâsetin Ordu ayağında da böyle bir dert yok. Daha doğrusu böyle bir ufuk yok. Azıcık olsaydı kentin genel havasına şu veyâ bu şekilde birazcık yansırdı. Bırakın mânevîyi, millî bir hava bile estirilemedi! Madden yapılanların hakkını vermek gerek. Ancak, kültürel anlamda yapılanlar devede kulak bile değil ne yazık ki!.

Kim ne derse desin, milletin verdiği imkânlarla bir yerlere gelenler ve de getirilenler, eğer onu ve çocuklarını iyiliklerle güzelliklerle buluşturma noktasında her hangi bir gayretin sâhibi değillerse, vay hâllerine, vay hâllerimize ves’selâm!..

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

18.01.2010


Mar`12
25
ordugazete.com'a teşekkür
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ordugazete.com’a teşekkür

 

YASAKLI YAZAR ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞTU

VALİ ALİ KABAN’IN TALİMATI SONRASI

YAZILARINA ARA VERMEK ZORUNDA KALAN YAZAR,

KABAN’IN MERKEZE ALINMASINDAN SONRA

TEKRAR YAZMAYA BAŞLADI. KİM BU YAZAR?

 

Ön yüzde bu spotlarla verilen haberin devâmını, yazıda yer alan bize âit iktibasın sâdece başlığını yazarak, diğer kısmını yorumlarla beraber aynen veriyoruz. Haber olarak, adı geçen sitede hâlâ var olan, yaklaşık 10’lu sekmelerdeki bu haberi, sıra dışı bir olay olarak bürokrasi, işletme ve basın olarak hepimizin geleceğine ışık tutması düşüncesiyle buraya not düşüyoruz. İşte haberin ayrıntı kısmı:

...Ordu Hayat Gazetesi sahiplerinden ve yazarlarından Nuri Kahraman yerel seçimler sonrası yazdığı bir makaleden sonra Vali Ali Kaban’ın emri ile yazıları gazetede yayınlanmıyordu. Kahraman makalesinde AKP’nin Ordu Belediye Başkanlığını kaybetmesini yorumlarken, Vali Ali Kaban için de “ AKP’nin hacı Valisi” terimini kullanmıştı. Bu Makale sonrası Vali Kaban Gazetenin yazı işleri müdürünü valiliğe çağırmıştı. Bu görüşmeden sonra Nuri Kahramanın yazıları gazetede yer bulmuyordu. Vali Ali Kabanın merkeze alınmasından sonra Nuri Kahraman da özgürlüğüne kavuştu. Kahraman ilk yazısını geçtiğimiz cuma günü yazdı. Tekrar yazmasıyla ilgili görüşlerini açıklayan Kahraman, “Bir yazar için en büyük sorun yazı yazamamasıdır. Bana karşı

bir haksızlık yapıldı ama bu haksızlığa karşı çok kimsenin sesi çıkmadı” dedi.

Yasaklı yazar Kahraman’ın gazetede çıkan ilk makalesi;“İlm-i siyâset”

Ordugazet e 04.10.2009  Yorum Yaz   Bu habere toplam 3 yorum yazılmıştır.

 

Zerda SOYLU [ 18 Kasım 2009 20:10 ] Ordu yerel basınını takip etmiyordum nicedir… Böyle bir haberi okuyunca şaşırdım doğrusu.Bir valinin talimatıyla bir yazar susturuluyor ve gazete yönetimi başta olmak üzere yerel basın(en başta),bu işe sessiz kalıyor!!! Basın özgürlüğü taşrada yok mu acaba? Yoksa Sn.Valiler kendilerini Osmanlı Devletinde falan mı sanıyorlar? Demokratik bir ülkede yaşıyoruz ve de yaşamak istiyoruz..Düşünce özgürlüğünün önündeki tüm engellere hayır diyorum..
Sonuca baktığımızda,esasen hiç bir makamın kimseye kalmadığını da görüyoruz.Hiç bir yer kimsenin tapulu malı değil.Gidenler gidiyor da arkada hoş sada bırakabilmek en önemlisi olmalı...Bu arada böyle bir paylaşımı kamuoyuna açanlara da teşekkürler..

İbrahim YALÇIN [ 21 Ekim 2009 17:26 ]  VALİ bey çok birikimli biriydi ENNTELLEKTÜEL BİR durUŞU VARDI. çok çok ümitliydik. NETİCEDE YAZIK OLDU BİR DEĞERE. KALİTE bİRİSİYDİ. NASIKL böyle bir uygulama yaptı anlayamadık. HEM bu iş onun işi mi? Selami arkadaşıma katılıyorum. AN cak sadece cemiyet değil gazete yönetimi de bu baskıyı kabul etmemeliydi. ortada bir suç zaten yoktu. OLSA BİLE buna karar verecek olan da mahkemelerdi. YAnlış hatırlamıyorsam sn. kahraman ak partiden milletvekiliğine aday olmuştu. BU dönemde böyle bir muamele çelişkili. BU muameleye kendine ve felsefesine ters düşeceği düşüncesiyle VE DE hak-hukuk savunuculuğu adına en başta iktidar PARTİSİ karşı çıkmalıydı. ama nerde? onlar ihaleli işlerden böyle kültürel ve sosyal işlere ilgi duyacak zamanları olan kişiler değillerdi herhalde. NYyseki ilahi adalet var. doğru mu ARKADAŞLAR? İbrahim YALÇIN

Selami Dursun [ 08 Ekim 2009 11:53 ] eğer düşünülürse aslında çok önemli bir olay bu.hazmedilecek gibi değil. yerel hatta ulusal basın çevreleri ayağa kalkmalıydı. orduda basın cemiyetleri yok mu? neden bu işi es geçtiler? hangi çağdayız? hani basın özgürlüğü? hani açılım? bana sorarsanız valinizin gitmesi için başka sebeplerin gelişmesine gerek yoktu. hem bu pisuvardan daha mantıklı bir gerekçe olurdu.
sayın yazarı tanırım. bu olayı niye sükut geçmiş, yaygara koparmamış anlayamadım doğrusu. ama yapısına ters herhalde. neyse, hayırlısı olsun. bazen susmak konuşmaktan daha etkili olabiliyor demek ki! bu olayın güzel kentimize yakışmadığını düşünüyorum.
inşallah benzerleri olmaz. slmlr

            Kısmen  yasak, kısmen de çok şeyler hayâl ettiğimiz bir dönemde böyle bir muâmeleyle karşılaşmamızın getirdiği hissiyâtla 6 aya yayılan ve sonuçlarını hep birlikte yaşadığımız bu süreçte, ilgilerini esirgemeyen herkese ve yukarıya aldığımız haberiyle duyarlılığını somutlaştıran arkadaşımız Nuh KIRCA Bey’e teşekkür ediyor, hareketinin ilgililere örnek olması dileğiyle hepinize selâm, sevgi ve saygılar sunuyorum ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

17.01.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 84 85 86 87 88 [89] 90 91 92 93 94 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4591)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...