Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607304
 Sitede Aktif: 4
 Ip: 172.69.59.127
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2010

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
26
ŞEHRİN KÂLBİ ORADA ATTI..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ŞEHRİN KÂLBİ ORADA ATTI…

Daha saat 09.00’a gelmeden, ortalık hareketlenmeye, insanlar öbek öbek, arkadaş grupları, âile boyu, çelik-çocuk şekliyle caddelerden sokaklardan akmaya başlamışlardı. İnsanların hâl ve gidişinden, heyecanla akışından gittikleri yer belli gibiydi. Bu hızlı adımlar, biraz sonra kâlp atışlarına dönüşecekti. Ordu’nun kâlbi bu gün orada atacaktı. Anlaşılan bu gün gerçek bir bayram yaşanacaktı.

Nitekim salona yaklaştığımızda ortalığın ana-baba günü manzarası arz ettiğini gördük. Normâl oturaklar dolmuş, bir o kadar da sahaya sandalyeler konulmuştu. Şöyle bir baktığımızda en az bin kişi tribünde, bir o kadar da sahada vardı; gelip dönenler hâriç.

Açılışın İstiklâl Marşıyla yapıldığı programda, hâfızların sırayla salona girişinin ardından, ilk Kur’an tilâvetini günün hâfızlarından Davut PERK isimli öğrenci yaptı. Delikanlının güzel okuyuşu salonun dikkâtini hâfızlar üzerine daha bir yoğunlaştırdı. Hâfızlar salonda karşı tarafa, herkesin görebileceği şekilde özel giysileriyle sıra sıra dizilmişlerdi. 11’i kız olmak üzere 27 hâfız kemâl-i edeple oturuyorlardı. Bilhassa halkın ve basın-yayının ilgisi doruktaydı. İşe bir de amatör fotoğrafçıların girmiş olması, merâsimin boyutlarının şölen sınırlarını aştığının bir göstergesiydi.

ŞEHRİMİZ İÇİN BİR MÎLAT

Geçtiğimiz Cumartesi, Ordumuz için gerçek bir mîlât oldu. Epeydir devam eden atâletten kurtulmak adına bir silkelenme, kendine gelmenin başlangıcı oldu. Yeni etkinliklerin de habercisi niteliğindeydi. Zîrâ, bu kadar becerikli çalışanı, bir o kadar da emekli değerleri ve halkla böylesine iç içe ve derin gönül bağı avantajı olan bu câmia, artık yatağını bulmuş, erbâbına kavuşmuştu.

Mustafa KOLUKISAOĞLU Hocamızla birlikte hizmeti özleyenlerin kâlp ritimleri değişmişti âdetâ. Motivasyon bu olmalıydı. O gün orada, gerçek bir takım rûhunu ve hizmet âhengini gözlemledik. Ve dedik ki, bu câmiada hayat var. bunu hep birlikte daha çok müşâhede edecek gibiye benziyoruz.

Hep Bulancak, Giresun deyip durduk ay boyunca. Şunu söyleyeyim, buralarda icrâ edilen merâsimlerin hepsi ayrı güzeldi. Şu program şundan üstündü demek mümkün değil. Hepsi de kendi içerisinde bir bütün olarak başlıbaşına güzeldi. Ordu’nun ki ise Kapalı Spor Salonu boyutunda bir ilkti ve Kanal 52’den naklen verilip, tüm dünyâda izlenebilmiş olması dolayısıyle tüm programlara fark atmıştı. Bu anlamda ilgililer bilhassa Avrupa’dan izleyenlerden çok telefon aldıklarını belirttiler. Ordu’da olup ta programı televizyondan izleyenler de, organizenin ekrana yansımasının ulusal kanallardakini aratmadığını belirttiler. Düşünenlerden, emeği ve katkısı olanlardan Rabbimiz râzı olsun.

VEFÂ KERVANI, HİZMET KAPTANI

Programın sunuculuğunu Ahmet Cemâl Mağden Câmii İmam-Hatîbi Hamza ÖZDEMİR ve Meydan Câmii Müezzini Mustafa UZUN Bey hocalar yaptılar. Bu arada, 1986 yılından bu yana Kur’an Kursu’nda hizmetleri geçen müftüler, müdürler, öğretmenler ve öğrencilerle ilgili slâyt gösterildi. Takdim arasında Ordu eski müftülerinden vefât eden İsmet SELİM ve Âdil ERBAY Hoca’lar için rahmet dileğinde bulunulması salonda olumlu yankılar uyandırdı.

Sonra sunucunun, “Açılış konuşmalarını yapmak üzere bu Kur’an Gemisinin kaptanı Kur’an Kursu müdürümüz” diye takdim ettiği, bu güzel merâsimin her anlamda hizmetkâr ve aynı zamanda mîmarı olan, bu tabloyla birlikte bir nevî kendini fark ettiren Mehmet AKYÜREK kürsüye geldi. Katılımcıları selâmlayıp hoş geldniz dedikten sonra, yeni Bölge Kur’an Kursu inşaatıyla igili bilgiler verdi. 1986’dan bu yana Ordu vilâyetinde, müftülüğe bağlı Kur’an Kurslarından 1700 hâfız yetiştiğini duymak gerçekten heyecan vericiydi.

DÎNİNİ DERT EDİNENLER!

Kur’an Kursu Hocalarımızdan Mustafa KESKİN’in güzel tilâvetinin ardından İl Müftümüz Mustafa KOLUKISAOĞLU Bey hocamız konuştu. Çok güzel mesajlar verdi. Başlıbaşına üzerinde durulmaya değer konuşmadan bir iki cümle seçelim:

İşgâl görevlisi Fransızlar, uzun yıllar geçtiği hâlde Cezâyir’de umdukları sonucu alamayınca, kendilerini sorgulayan yetkililere şu çarpıcı cümleyle karşılık vermişler:

“KUR’AN, FRANSA’DAN KUVVETLİYSE, BİZ NE YAPABİLİRİZ?!”

Dolayısıyla, “Kur’an hem KORUNAN ve de hem, KORUYAN bir kitaptır.”

“Allâh, dînini dert edinenlerin derdini satın alır!

Dîni dert görenleri de, dertleriyle baş başa bırakır!”

Giresun Müftüsü Necâti AKKUŞ Hoca da, yaptığı kısa konuşmada “Bize bu Kur’an bahçesinde bulunmaya fırsat veren Rabbimize şükrediyor, bu muhteşem tablodan dolayı  komşumuz Ordu halkını ve cennet melekleri yavrularımız hâfızlarımızı tebrik ediyorum.” şeklinde duygularını özetledi.

HELÂL OLSUN!

Bu güzel konuşmanın üzerinden,Kur’an Kursu Mescidi İmam-Hatîbi Hüseyin DİKİCİ ve hâfız adayı Kur’an Kursu Öğrencileri hep birlikte seslendirdikleri içli ilâhilerle salonu duygu seline boğdular.

Daha sonra kız öğrenciler, mikrofona gelerek güzel hitaplarla birlikte kendilerini tanıttılar. Kimi Hz. Peygâmbere seslendi, kimi Hocasına, kimi annesine seslendi, kimi hâfızın yakarışını dile getirdi. Âyetler okudular, hadisler seslendirdiler. Hocaları Nîmet AYDIN, Mukaddes MADEN, Nazife ÇABUK ve Yasemin ARSLAN’a ve tüm emeği geçen ilgili ve personellere minnet ve teşekkürlerini dile getirip helâllik dilediler. Hafîzelerin güzel ve duygulu hitapları dinleyenleri de duygulandırdı. Bâzı izleyicilerin sevinç göz yaşlarını tutamadığı gözlendi.

HER EVE BİR HÂFIZ!

Hayrettin ÖZTÜRK de, önce çok güzel bir aşir okudu. Sonra da, “Aziz Kur’an dostları!” hitâbıyla başlayıp, hâfızlık hâtıraları,  ve, Kur’an tedrîsât ve kıraat algısıyla ilgili yanlışlarımıza vurgu yaptığı konuşmasında sunduğu kesitler ve tavsiyelerle, dinleyicilere çok güzel mesajlar verdi ve ilgiyi de canlı tuttu.

“Babam hoca ve hâfızdı. 4 yaşında okudum, 6’da hatmettim, 7’de de hıfz. Ezber bir tutku oldu. Sonra Kur’an’ı tersinden de hıfzettim. Sonra meâlini derken, her âyete karşılık bir hadis ezberledim. Şimdi de tefsir. Bizim, Trabzon Şalpazarı’ya bağlı dağ köyü Sütpazarı 90 hâne. Her hânede en az bir hâfız var. 2,3,4, hattâ 5 hâfız olan evler var. Siz de artık bugünden niyet edin; en az bir çocuğunuzu hâfız yetiştirin. Size faydası olur. Hattâ tüm çevresine. Hâfızlık milyarlarla değişilmez. Allâh, bu dünyâda bugün ne verilirse, yarın onun çok daha fazlasını verecek!”

HEDİYELER

Erkek öğrenciler kısa sûreler okudu.  Programın duâsını Nûri GENÇ Hoca yaptı. Sonra Celâl SES, Îsâ USTA, Mehmet BELCİ ve Mustafa KESKİN, bütün öğretmenler ve öğrenciler bir arada olmak üzere Diploma ve hediye törenine geçildi.

Hediye ve Diplomaları takdim etmek üzere Engin TEKİNTAŞ, Doç. Dr. Hayrettin ÖZTÜRK, Tâcettin SEVİNÇ, Ali Osaman DENİZ, Mehmet Ali KILIÇ, Ahmet ÖNEY, Mehmet Hulûsî MURTAZAOĞLU, Sâim ŞİRİN, Aydın İŞBAKAN, İHL Müdürü Mustafa AKKOZ, Ayhan OKUR, Sâdi SADIKOĞLU, Şenol PAZAR, Nâmık Kemâl UZUNLAR, Bayındırlık Müdürü Bulut ÇUBUK ve ilçe müftüleri yanında, Kur’an Kursu arsasını bağışlayan Ahmet YEŞİLYURT sahneye dâvet edildiler.

Bu arada bâzı vatandaşların da kendi hediyelerini vermek üzere sahneye geldikleri görüldü. Çeşitli câmi dernekleri, sendika ve kurumlarından da tüzel kişilikleri adına hediye verenler oldu.

Sözün özü bu Cumartesi günü Ordu için, yılların özleminden sonra yaşanan müstesnâ bir gün oldu. Tam anlamıyla bir mânevî şehrâyin yaşadık. Millet mutluydu. Rabbimiz, şehir ve halkımız olarak böyle günlerimizi çoğaltsın inşâllâh.

Câmia da, ayrıca, eskileri, yenileriyle uzun bir aradan sonra bir araya gelebilmiş olmanın hazzını yaşıyordu. Tüm emeği geçenlere, işin yükünü çekenlere teşekkür. Bizlere böylesi bir mânevî atmosferi ve güzelliği yaşattıkları, insanlarımızın kaynaşmasında yeni bir süreç başlattıkları, hizmet kalite ve performansında yeni sayfalar açtıkları için…

Böylesi anlamlı ve güzel, daha nice programlarda yollarımızın kesişmesi dileğiyle,

Rabbimiz, cümle ehl-i hizmet ve gayretin sa’yini meşkûr eylesin ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

24.10.2010


Mar`12
26
BUGÜN KAPALIYIZ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BUGÜN KAPALIYIZ!

Evet, bu gün kapalıyız. Bu gün, -zârûrî olanlar, mâzeret kategorisine girebilen türler hâriç- bütün işler paydos! Tüm özel ve tüzel meşgûliyetler tâtil. Zâten havalar da kapalı gözüküyor. Bugün kapalıyız; çünkü KAPALI SPOR SALONU’na gideceğiz. Çelik-çocuk; hep berâber. Çünkü Ordu’nun kâlbi bugün orada atıyor. Heyecan dorukta. Hepimizin sevinç günü bugün.

Kur’an’ımızı baştan sona ezberleyen, beyinlerine ve gönüllerine nakşeden yavrularımız,

hakîkat bülbüllerimiz, göz nurlarımız, gönül sürûrlarımız bizleri aralarında görmek istiyor. İlimiz hâricinde, civâr il ve ilçelerden ilim adamı, dâire müdürü, sivil-bürokrat, âmir-memur, çok sayıda katılımın olacağı tahmin edilen bu günde ev sâhipleri olarak inşâllâh oradayız…

Gerçek bir Anadolu şehri gibi salonu doldurmalı, çocuklarımızın yüzünü güldürmeliyiz. Çocuklarımız yaptıkları işin önemini hissetmeliler, yorgunlukları çıkmalı iltifatlarımızla. Diyorum ki, hiç olmazsa bunu yapabilelim, Kur’an dostları arasına girmeye gayret edelim. Kur’an programı Ordumuz, yurdumuz, milletimiz,memleketimiz, hepimiz için hayırlı olsun.

Rabbimiz bizleri ve çelik-çocuğumuzu hâfız yavrularımızın nûrâniyeti ile bereketlendirsin…

Yöremizi, bölgemizi, Kur’an’a hizmet eden hizmet sevdalıları coğrafyasına katsın...

YARIN SARAYDAYIZ!

İlgi duyanlar ve zaman ve imkân olarak müsâit olanlar için, yarın da Perşembe Sarayköy’de bir duâ programı var. İlimizin yetiştirdiği kültür-sanat ve bilim adamlarından Eski Türk Edebiyâtı Öğretim Üyesi merhum Prof. Dr. Mehmet ÇAVUŞOĞLU’nun kabri başında Yâsin okunup duâ edilecek. Kendisi Eski Türk Edebiyâtı Profesörü olan ve Dîvan Edebiyâtı ile ilgili yaptığı bilimsel çalışmalarla, bu edebiyâtı kamuoyuna tanıtıp sevdiren, hem de dünyâ çapında otorite ünvanı kazanan bu değerimize, kültürümüz, irfânımız, san’at ve edebiyâtımız adına vefâ anlamına gelecek ne yapabiliyorsak yapsak, sanırım, hayırlı bir iş yapmış oluruz. Bu anma için İstanbul’dan gelen, merhumun kardeşi Fatma Gürbüz YILMAZ hanım, gazetemize yaptığı nezâket ziyâretinde, tüm kültür-sanat-edebiyât ve ÇAVUŞOĞLU dostlarını köylerinde görmek istediğini belirtmiş, bizler vâsıtasıyle genel dâvette bulunmuştu. İnşâllâh, yarın saat 13.00 îtibârıyle inşâllâh Perşembe Sarayköy’de olacağız. Gelmek isteyen dostlar olursa, tevdî edilen emânet bağlamında, Ordu Hayat olarak yardımcı olmaya hazırız.

BİROL ÖZTÜRK’E TEŞEKKÜR

Sevgili Kardeşimiz Birol ÖZTÜRK Bey, centilmen ve olgun bir tavır sergilediği dünkü yazısıyla gerçek bir teşekkürü hak etti. Kendisinin de sıkça kullandığı tâbirle; Helâl olsun! Her babayiğidin kârı değil bu. Alevlenmeye yüz tutmuş gibi gözüken bir duygusal elektiriklenme seansının üzerine, ya da, yaygın tâbirle, yangına körükle gitmemekle bir adım beriden; iki adım da öteden olmak üzere 3 adım öne geçti. Bu da hepimize ders olsun. Yazmanın, her ve gerçek anlamda, nice boyutta bir sorumluluk olduğunu daha derinden duyumsamamıza, daha dikkâtli davranmamıza vesîle teşkil etsin inşâllâh…

Ancak, ne şuna ne buna, ne şuraya, ne de buraya küsmek yok. Hep birlikte, her konu ve kurum hakkında, bir görev mülâhazasıyla yazmaya-çizmeye, görüş belirtmeye devam edeceğiz. Alan alır, anlayan anlar; almayan ve anlamayan, ya da anlamak istemeyenler de kendi bildiğiyle kalır. O da onların tercihidir. Dolayısıyla onların bileceği iştir.

Hem, atasözümüz demiyor mu ki; “Akılları pazara çıkarmışlar; her kes yine kendi aklını beğenmiş!”? Bunu elbette biliyor ve kâbul ediyoruz.  

Bizimkisi sâdece, bize düşeni yapmak; herkesin kendine düşeni ve yakışanı yaptığı gibi…

***   ***   ***

Bu günlük de bu kadar sevgili dostlar! Hepimiz Allâh’a emânet olalım ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

22.10.2010


Mar`12
26
BUGÜN CUMÂ, YARIN BAYRAM
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BUGÜN CUMÂ, YARIN BAYRAM!

“Ne bayramı, hayr’ola?” derseniz; elbette, yarınki icâzeti, Kur’an Bayramı’nı kasdediyoruz. Kurbana daha var çünkü. Ama Kur’an’a da can kurban, değil mi sevgili dostlar?!.

Yarın, inşâllâh, hep berâber, çocuklarımızın ellerinden tutup, âile boyu bu merâsime katılalım.

Böyle vesîleleri fırsat bilip, çocuklarımızı Kur’an nağmeleriyle buluşturalım.

Kur’an bülbülleriyle, Hak dostlarıyle, mümin kardeşleriyle kaynaştıralım.

 Çünkü O, kendi diliyle meâlen; gerçekliğinde“Aslâ şüphe olmayandır”(Bakara ilk âyetler.)

 “O, Rabbinin sevgisine kavuşmayı umanlar için yegâne hidâyet rehberi.”dir.

O, bizi sonsuz mutluluğa çağıran Kur’an’a, ve O’nunla ilgili her şeye can kurban!

“MEN BENDE-İ KUR’ÂNEM”

Mevlânâmızın dediği gibi; “MEN BENDE-İ KUR’ÂNEM; EĞER Kİ CAN DÂREM!”

“BEN, YAŞADIĞIM SÜRECE KUR’ÂN’IN KÖLESİYİM” Biz neyiz, ne olmalıyız?

Biz, Kur’an’la ilgili bir şey olunca ne yapmalıyız? İlgilenmeli mi, ilgilenmemeli miyiz?

Yâni, ilgisiz kalma hakkımız olabilir mi? Böyle olursa, bizim durumumuz nasıl bir durumdur?

Mâlumunuz yarın, Ordumuzun güzel çocukları, sevgili hâfız yavrularımızın merâsim günü.

Kapalı gişe, Kapalı Spor Salonu’ndayız. Herkes orada! Ben, sen, o; biz, siz, onlar!

Çelik-çocuk, âile boyu, hattâ sülâle, soy-sop, ötekiler, berikiler; herkes, herkes!

 HERKES ORADA OLMALI

Bulancak’taki, Giresun’daki ve benzeri yerlerdeki gibi, bayı-bayanı, atlısı, yayanı; herkes! Âmiri-memûru, müdürü hizmetlisi; tepeden tırnağa, yukardan aşağıya, 7’den 77’ye herkes.

Evet, herkes. Sivil, bürokrat, sanâyici, teknokrat; açık, kapalı, köylü-kasabalı, şehirli; herkes!

Çünkü, orası başka, bambaşka; hepimizin, her şeyin üstünde ve de hayâller ötesinde bir yer.

O iklîme, o havaya, o coşkuya; daha doğrusu silkelenmeye, titremeye, kendimize gelmeye; gerçekleri hatırlamaya, kendimizi ölesiye, köklerimizden kopasıya kaptırdığımız sarmaldan, prangalardan kurtulmak, bir ilâhî terapi, lâhûtî seans yaşamak adına, mutlak ihtiyâcımız var.

BU KADAR YETER!

Sevgili Ordulular! Bu kadar gezme-tozma, hay-huy, çalgı-çengi, bu kadar derbederlik yeter!

Bu şehir artık kendine, asıl-asâlet bendine gelmeli… Uçtuğumuz, uçurulduğumuz yetmeli…

Yeter artık; oraya-buraya gittiğimiz. Evlerden, köylerden uzaklaşıp, gözlerden yittiğimiz!

Sazlara, cazlara, gazlara geldiğimiz! Biraz da gayrı kendimize, köyümüze-kentimize gelelim; yâni, aslımıza-astarımıza, kilimimize-dastarımıza gelelim. Fantezi peşinde koştuğumuz yeter!

Eğlence, dans, bale, konser, şenlik, festivâl; çağdaşından mağdaşından beğen beğen al!

Ama, artık yeter; gayrı geldiğin yerde kal! Biraz da buraya bak! Hani ne derler; burdan yak!

Memleket ve çocuklarımız adına yapılan en anlamlı işlerin peşinde koş.

Mânevî işler, hayırlı gayretler, mukaddes fırsatların heyecânıyla coş.

Katıl, ve de sana düşen iş varsa hemen atıl. Yaklaş, paylaş ve de imkânın varsa yardımcı ol.

Çünkü, iyiliklerin, ikramların, hediyelerin verdiğin kişilerden çok sana faydası olacak…

Hele bunu yarın hâfız yavrularımıza, Allâh için, Kur’an için, Rasûlullâh için takdîm edersen!

 

Son söz; Cumânız mübârek olsun, hepimizin gönlü Kitap-Sünnet,

din-diyânet aşk ve sevgisiyle dolsun.

Yârınki Kur’an bereketinden, gönül hareketinden hepimizin haberi

ve de inşâllâh nasîbi olsun ves’selâm….

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

21.10.2010


Mar`12
26
YARIN İÇİN;YARINDAN SONRAYA DÂVET
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

"YARIN" İÇİN; YARINDAN
 SONRAYA DÂVET!

“Hâfızlık” deyip, “hâfız” deyip, sıradan bir sıfat gibi söyleyip geçiyoruz. Hattâ, çoğu, daha çocuk yaştaki ufak-tefek yavrularımıza bu sıfatı bir tatlı hitap olarak, tebessümle ve bir ufak iltifat sözcüğü olarak yöneltiyoruz. İşin aslına bakarsanız, çok da iyi ediyoruz.

Ama bu sıfatın derinliklerinin farkında değiliz. Profesör deyince gözümüzde büyüyor da, hâfızlığı duyunca, çoluk-çocuk işi gibi görüyor, sıradan bir şey gibi algılıyoruz. Eğer düşünürsek, hiç de öyle değil.

Dile kolay; Kur’an’ın tamâmı! Bir sûre, iki sûre değil. 3-5 cüz de değil; tam 30 cüz. Yâni 600 sayfa. İçimizden kaç kişi, namaz sûreleri dediğimiz 5-10 sûreyi, namaz kıldırabilecek cesârette okuyabiliyor? İçimizde, ilkokul çağlarından aklında kalan bir-iki mısrâ ezbere şiir okuyanlar bile kendilerini bahtiyâr hissediyor. Bir şeyler bildiğini var sayıyor.

Hâfız demenin ne demek olduğunu oturup şöyle bir tahayyül edin. Bu ünvan kolayca kazanılan bir ünvan değildir Özellikle, tercih edildiği çağ olarak, çocuk yaşlarda ömrün en az iki yıl gibi bir süresinin bu ezberleme işine ayrılması, hasredilmesi gerekmektedir Bunun 3’ü, 4’ü, 5’i de var belki. Eğer düşünülürse, az bir emek değil. Kolay ve hele hele her babayiğidin kârı değil.

İLK HÂFIZ; EFENDİMİZ(sav)

Ve, hâfızlar, zihinlerinde ve kalblerinde Kur’an’ı taşıyan, kendilerini Allâh’a, Kitaba adamış en seçkin insanlardır… Hâfızlar, zihinlerinde ve kalblerinde Kur’an’ı taşıyan en seçkin insanlardırBu unvana ilk sahip kişi de Sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed (s a v )’dir Yine kaynaklarımızda Kur’an’ı okuma biçiminin Hz Cibril’le Hz Peygamber arasında karşılıklı olarak yerine getirildiği de belirtilmektedir

Millet olarak hâfızlık müessesesine ayrı bir değer verdiğimiz âşikâr. Bu anlamda Karadeniz Bölgesi’nin ayrı bir şöhreti var. Geçtiğimiz günlerde Bulancak ve Giresun’da katıdığımız iki hâfızlık icâzet törenleri kudsiyyeti ile mütenâsip, göklerden ödünç alınmış nezâhette tablolara sahne olmuştu.

Hâfızlar, çok daha güzellerine lâyıktı elbet. Ama onların karşılığını bu dünyâda vermek kulların boyutunu zâten aşar. Ancak, her iki törende de, vatandaşlar, hâfızları taltifte âdetâ yarıştılar. Hele bir yaşlı amca ve teyze, hâfız ve hâfizelere tek tek kendi elleriyle birer altın taktılar. Adını belirtmek istemeyenler, birine ya da ikisine, az ya da çok, ama mutlakâ bir ikramda bulunmak isteyenler. Elbise, eşarp, kol saati, kitap setleri vs. Gerçekten, tablo gözyaşartıcıydı.

ORDU’NUN HÂFIZLARI

Şimdi sıra bizde. Yâni Ordu’da. Müftülük ekseninde 3 yıldır süren belirsizlik, gelgit, hay-huy ve çalkantılar arasında, ilgililer, işlerini ciddiyetle yapmış olmalılar ki, kız-erkek 30’a yakın hâfız yetiştirmişler. Bu hafta sonu, Cumartesi günü saat 10.00’da Stadyumun yanındaki Kapalı Spor Salonu’nda İCÂZET MERÂSİMİ var.

Dâvetiyenin altında imzası bulunan yeni müftü bey hocamız adresi AKM’den Spor Salonu’na çevirerek etkinliğin çerçevesini genişletmiştir. Hepimizin göğsünü kabartacak, yöremizin yüzakı, bu anlamlı merâsimin sessiz kahramanları olan, başta Kur’an Kursu Müdürümüz Mehmet AKYÜREK Bey ve tüm Kur’an Kursu Hocalarımızı, onlara yol açan ilgilileri, çocuklarımıza hizmette kusur etmeyen, hattâ kendi çocuklarıymışçasına özel ihtimam gösteren tüm görevli ve personellerimizi tebrik ediyor, Cenâb-ı Hak’tan, sa’ylerinin meşkûr olmasını, bu hâfız yavrularımızın şefaatlerine nâil olmalarını diliyorum.

YÖRELERİN BEREKETİ

Çünkü, bu hâfızlar, bu yöreyi haraplıktan kurtaran meleksi varlıklardır. Efendimiz(SAV) buyurmamış mıdır ki; “İçinde Kur’an’dan bir parça bulunmayan kâlp, harap bir eve benzer!”(Dârimî) O zaman, rahatlıkla diyebiliriz ki, hâfızları olmayan, Kur’an’ın gürül gürül okunmadığı, ilâhî nağmelerin sel olup coşmadığı beldeler kurak beldelerdir. Rahmet ve bereketten mahrumdurlar.

Nitekim, bir Hadis’te: “Günde iki yüz ayeti düşünerek okuyan birisi kendi çevresindeki 7 kabire (ölen kimseye) şefaat edebilir.” (el-Burhan) denilmektedir. Buna göre Allah dilerse, hâfızlara sadece akrabalarına değil, diğer müminlere de şefaat etme hakkı verebilir. O zaman, hâfızlar bizler için gerçek bir şefkât, rahmet ve şefaat sebepleridir. Onların değerleri her anlamda bilinmelidir.

PAMUK ELLER CEBE!

Sevgili Ordulular. 26 Hâafızımız var. Onlara, 50’şer, 100’er lira verebilecek nice fakirlerimiz bile vardır; kendilerini biraz zorlasalar. Kaldı ki, biz onlara değil, zenginlerimize sesleniyoruz. Nerelere, ne paralar harcamıyoruz ki?! İşte, asıl ikram yeri size! Bu yavrularımızı taltîf edelim ki, Rabbimiz de, bu latîf davranışlar dolayısıyla bize, âilemize ve tüm yöremize saâdet ve sükûnetler, huzur ve mutluluklar lûtfeylesin.

Bizim, bakmayın kendimizi kenara çektiğimize; bir çok bölgelerden her anlamda çok daha ilerde olduğumuza inanıyorum. Ancak, biraz niyet, biraz da kendimizi zorlamamız gerekiyor. Ve cumartesi gün hepinizi, oraya gelmeye, yavrularımızı yalnız bırakmamaya, o Kur’an coşkusunu hep birlikte yaşamaya, hâfızlardan çok, bizim ve yöremizin ihtiyacı olan ilgi, iltifat ve ikramları yapmaya dâvet ediyoruz.

Hadi Ordu, Haydin Ordulular! Ordu’nuz için, yurdunuz için, kendiniz için;

Yârın çok çok geç olmadan; yârından sonra gösterin kendinizi ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

20.10.2010


Mar`12
26
SANAT, EDEPSİZLİK HARMANI DEĞİLDİR, Sn. Birol ÖZTÜRK..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

SANAT, EDEPSİZLİK  “HARMAN”I DEĞİLDİR, Sn. Birol ÖZTÜRK…

Sn. Birol ÖZTÜRK. Dünkü yazınızı okudum. Yüksek perdeden ithamlar, kendisinden çok emin, sanat otoritesiymişçesine yargılar, yaftalar, yakıştırmalar. Eğer dedikleriniz, yamamaya çalıştıklarınız doğruysa ve bu söyledikleriniz iyi şeyler değilse, sizin uslûbunuzun benimkinden daha ilerde olduğu âşikâr. Eğer beni bu yanda kâbul ediyorsanız, siz de öbür yandan daha şiddetli bir örnek sergiliyorsunuz. Sanat dersi veren cümleleriniz, bu hususta bizden daha iddialı olduğunuzun da kendi kaleminizden kanıtı.

Siz tabiî, her şeyden önce ORDU BORSASI gibi zengin bir kurumun sekreteryasını yürüten en yetkili, vitrindeki bir elemanısınız. O, bol camekânlı binâdan şehre doğru, bir pilot kabininden bakar gibi “evrensel” bakışlar savurabiliyorsunuz. Bizler de oranın önünden gelip-geçen sıradan vatandaşlarız. Pek “evrensel” bakamıyoruz; kusura bakmayın. Bizim baktığımız yerden KUZEYLER görünmüyor. Ufkumuz çok açık ve geniş değil. Yerden, ancak dağlara, kara bulutlara ve kara topraklara doğru bakabiliyoruz. Onlar da kuzeye düşmüyorlar ne yazık ki! Onun için düşüncelerimiz biraz “kara”sal oluyor. Sonuç îtibârıyle de dar ve yarasal oluyor. Naaparsınız!? Her neyse…

Maddî anlamda, memleketin kaderi de sizin yazacağınız fındık fiyâtlarına endeksli. İpimiz elinizde. Artık, dünkü yazınızdan anlıyoruz ki, sanat piyasasına da el attınız. Bundan böyle, her kelimemize, ne yazacağımıza, kime yazacağımıza, nasıl yazacağımıza daha bir dikkât etmemiz gerekecek. Yoksa sanat borsasında kaybedeceğimizin resmidir!

Birol Bey. Elbetteki, siz o görkemli bürodan yazıyorsunuz yazdıklarınızı. Binânız da çok muhteşem. Oradan, insanlara “büyük büyük!” bakarak, karıncalar gibi küçük küçük görerek izliyorsunuz. Sizin en lüksü ve sanatlısından dayalı-döşeli koltuklardan yazdığınız cümlelerin önünde, girdaplarda, kıyılarda-köşelerde, köhne yerlerde cümle kurmaya çalışanların sanatları tabiî ki tutunamaz!

Siz tabiî ki sanat dersi verirsiniz. Siz vermeyeceksiniz de ben mi vereceğim? Ne haddime? Sizde her türlü edebiyâtı HARMAN’layabiliyorsunuz. Biz, haddimizden öte geçemiyoruz. Edepten öteye geçersek, utanıyoruz. Allâh’tan korkuyoruz. Sizde, başta, kompradorlarla, zenginlerle, mağrurlarla düşüp kalkmanın efeliği var. Rabbimizin size verdiği yazma kâbiliyetiyle, O’nun kullarına fors yapmanın, ayrıcalıklı olduğunu düşünmenin kibri var. Hâlbu ki, “En büyük san’atkâr Allâh’tır.(CC)” Bunu görmek ve bilmek gerek. Bir batılı sanatkâr da şöyle diyor: “San’at, ilâhî mükemmelliğin yeryüzüne vuran gölgesidir. MİKELANJ”

Hem, bu tepeden tavrınızda haklı da sayılırsınız. Zîrâ, öylesine görkemli bir binâdan ucuz sanat çıkmaz! Elbetteki zât-ı âliniz, yüksek makamlarda bulunduğunuza göre yüksek sanatlar, seviyeli ürünler ortaya dökeceksiniz. Bir defâ bunu bilmemiz lâzım.

Yalnız, şimdi bir kere daha üzüldüm; festival yetkilileri sizi nasıl fark edememişler?! Yazar falan diye bir yere iliştirmemişler. İnşâllâh gelecek festivâllerde unutmazlar. Hem dünyâ bir sanatçı görür! Bozacının şâhidi şıracı misâli, Borsacının yazdığı HARMAN adlı, sözüm ona kitabı okur, tanır. O festivâl için, o kitabın tanınması ve tüm dünyâya tanıtılması yeter ve dünyâ edebiyâtı ve halkların çağdaşlığa aydınlanması ve kurtuluşu adına büyük bir kazanç olur. 

Bizim kültürümüzde bereketin, şükrün, hayrın ifâdesi olan HARMAN’da ve çevresinde, sanat adına ne ahlâksızlıkların çevrildiğine, yaşandığına şâhit olur. Evet, orada görünüz, Birol ÖZTÜRK’ün hayâtının bir parçası olan, adı “Hep sanat…İnadına sanat… Daha çok sanat…”a çıkmış, adını buraya almaya iğrendiğim, duyguları dahî kirleten, şu an yazarken bile mîdemin kalktığı pespâyelikleri…

Gerçekten, Birol ÖZTÜRK’ü yöremizin üretken bir yazarı olarak tâkip ediyordum. Hattâ, bir ilâhiyâtçı ve yaşça da ağabeyisi konumunda olarak, uslûbundaki inançla ilgili ve bilhassa kadere dâir cümlelerinden dolayı uyarmak istiyordum. Bunu, Rabbimizin bize yüklediği bir kardeşlik görevi olarak görüyordum. Çünkü, ibâdetlerde noksanlık olabilir, onu tevbe temizler. Ama, inanç konuları hassastır. Hatâ kabul etmez. Bizim tüm yazılarımız, meclislerde konuşmalarımız bu açıdandır. Eğer, dünyâ menfaati düşünsem, bu yazıları niye yazayım ki, enâyi miyim? Birol ÖZTÜRK gibi yazar-çizer, hogörülü, çağdaş, sempatik görünen bir adam bile oturup yazı döşeniyor. Ağzına geleni söylüyor. Başkaları ne düşünmez? Öyle değil mi? Her neyse...

Bundan tam bir yıl önce, işyeriyle ilgili bir işlem dolayısıyla yanına gittiğimde tanışmıştık kendisiyle. Yazıları ve temiz yüzüyle her zaman sempati duyduğum bir insandı. O gün takdim ettiği HARMAN adlı kitabını, biraz da daha iyi tanışmak adına merakla okumaya koyuldum. Daha da açıkçası, ben de yerel hayâtımızdan kesitler niteliğinde manzum yazılar, öyküler yazıyor, yenilerini yazmak istiyordum. Oradan alacağım ilhâmlar da olabilirdi diye de düşünmüştüm. Ancak, kitabı bitirdiğimde hayâl kırıklığına uğradım. Köşemde bir kritik yapmayı düşündüm, ama ne diyebilirdim? Sanat adına her şeyin mübah olduğu bir HARMAN!

Siz harmanınızda bir taş bile görseniz temizlersiniz. Otları biçersiniz. Hayvan pisliği varsa kürekle atarsınız. Harmana, hiç gerekmezken, çarşıdan işkembeler, bağırsaklar getirip atmaz, kendinizi ve cümle âlemi pis kokulara boğup iğrendirmezsiniz!

Sanat dediğiniz şeyde bir güzellik ararsınız. Bir temizlik, nezâhet, nezâket, bir edep ararsınız. Edebiyât, EDEB’den gelir. Nitekim, Millî Şâirimiz, Mehmet Âkif ERSOY merhum; “EDEPSİZLİĞİN BAŞLADIĞI YERDE EDEBİYÂT BİTER!” der.

Daha ayrıntıya girmek istemiyorum. Anlayışlarımız farklı. Onun için de farklı yerlerdeyiz. Biz sanatı her şey olarak görmüyoruz. Kimseyle de alıp-veremeyeceğimiz yok. Allâh rızâsı için düşüncelerimizi yazıyoruz. Birilerinin şeytanları rahatsız oluyor diye hak adına gerçeği söylemekten geri durmak niyetinde de değiliz. Bize göre haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Hükümet olsun, Belediye olsun; kim olursa olsun, halkın emâneti üzerinde tasarrufta bulunurken bir-kaç kişinin keyfine göre değil, tüm halka yararlı olacak, herkesi kapsayacak bir program sancısı taşınmalı. Herkes de oraya gelmeye, katılmaya, msâfirlerle ilgilenmeye can atmalı. Ama, daha baştan yok sayılanlar, kuzeye dönülüp sırt çevrilenler, “niye böyle oluyor, bu memleket hepimizin?” deyince niye birilerine, hem de programın hiçbir yerinde olmayanlara bir şeyler oluyor? Ondan sonra da, tarafsız, otorite, bilge sanatçı pozisyonlarında, oraya-buraya akıl dağıtmaya, ahkâm kesmeye çalışılıyor.

Gördüğünüz gibi somut konulara girmedim. HARMAN kitabının arka kapağındaki yazılardan hareketle konuya girecekken, ancak o yazıların önüne kadar gelebildik. Birol Bey, sanat dersi vermeye devam ederse, biz de haddimiz olmadan karşı ders vermeye değil de kendimizi nâçizâne savunmaya çalışırız.

Birol Bey kardeş. Allâh var. Din var. Ölüm var. Öldükten sonra hesap var.  Orada sâdece günâhların ve sevapların borsası var. Kibirlerin, süslerin, âyetler karşısında haddini bilmezliklerin geçerliliği yok. Lütfen biraz daha oku. Nasıl tüm kâinâtı Allâh yaratmışsa, tüm güç O'nun elinde. Senin kendi kendine vehmettiğin güçler, “sanat,sanat, sanat” dediklerin orada karşına “günâh, günâh, günâh” ve de “ateş, ateş, ateş” olarak çıkmasın. Her şeyin olduğu gibi sanatın da bir ölçüsü, iyisi, güzeli, çirkini olamaz mı, yok mudur? Sanat diyerek her şey ortaya getirilmeli mi sizce? İşte, haddini bilme diye bir şey var. Oradan sonrası, Efendimizin buyurduğu; "Utanmıyorsan dilediğini yap!" a girer. Burdan ötesi müslümanım diyen insana uymaz. Ama, denilirse ki, din ayrı sanat ayrı; o da dîni sınırlamak, ilâhî gerçeklere karşı ukalâlik anlamına gelir ki, Rabbim korusun! Böyle düşünülüyorsa, konu yeniden gözden geçirilmeli. Çünkü, bu işler, îman konuları şaka götürmez.

Sonsuzluğu, iyilikte, güzellikte, Allâh(CC) karşısında haddini bilmekte,

sonuç îtibârıyle Cennet'e ara.Sen ölüp belirsizliklere, tamûya gittikten sonra,

binlerce anlamsız kitabın olsa ne yazar?

Sözün özü, size saygım var, gel gör ki sancısız sanattan kaygım var ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

19.10.2010


Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 7 8 9 10 11 [12] 13 14 15 16 17 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...