|
|
BİR FETİH NAĞMESİ
Mâlum, Mayıs deyince akla gençlik ve fetih geliyor. Bu mübârek cumâ gününde, ruhların mânevî anlamda gençleşmesi anlamına gelebilecek fetih kavramı ekseninde dönüp dolaşan bir şiirle sizleri selâmlamak istiyorum.
Taa 1995’te, o günlerin kasvetli hâlet-i rûhiyesiyle yazılıp zaman içerisinde olgunlaştırılan bu manzûmeyi yayınlamak bu güne nasîp oluyor.
İnşâllâh, bilhassâ gençlerimiz beğenir de; duygu ve düşüncelerine olumlu açılımlar olarak yansır.
İşte şiir; umarım beğenirsiniz:
İKLİM-NÂME
İklimlerden iklimlere yürümüş
Alnı ak, başı dik kullar nerede?
Coğrafyamı baştanbaşa bürümüş
Çiçekler nerede, güller nerede?
Herkese kol kanat germiş çınarlar
Yolcuları, susuz koymaz pınarlar
Mâverâ kuşları gelir konarlar
Ağaçlar kurumuş, dallar nerede?
Hakîkâte hizmet, tüm gâyeleri
İnançtı, azimdi sermâyeleri
Dünyâdan bekledik yok pâyeleri
Ehl-i hâller; ehl-i diller, nerede?
Dereler, ırmaklar şevkle akarmış
Atlaslar, Toroslar türkü yakarmış
Balkanlar, Kafkaslar halay çekermiş
Tunalar nerede, Niller nerede?
Denizler el ele oynaşmadaymış
Kıtalar kol kola kaynaşmadaymış
Hayırlar gayrette, şer şaşmadaymış
Adımlar nerede, kollar nerede?
Hüzünler, sevinçler bir yaşanırmış
Özleşen gönüller, aşk kuşanırmış
Kâlplerden kâlplere yol döşenirmiş
Sazlarımız kırık, teller nerede?
Dağ donar, çöllerin olmaz haberi;
Çöl yanar, dağların nerde seferi?
Kavuruyor bu hasretlik her yeri;
Kervanlar basılmış, yollar nerede?
Yakınım, ırağım aynı kederde
Her birisi düşmüş ayrı bir derde
Kalmamış o eski günler ezberde
Gönüller diyârı iller nerede?
Yol bozuldu, ayrı düştük biz bize
Bakmaz olduk, gelsek bile göz göze
Sebebi ne, nasıl çıktı bu nizâ?
Üç kıta arası göller nerede?
Beş-on yıl içinde bin yıllık devlet;
Nasıl uçup gitti; hayret ki hayret?!
Hem, dıştan daha çok, içerden gayret
Yüz nerde, renk nerde; allar nerede?
Ne edep var; ne terbiye, ne hayâ
İlimde, fende de kalmışız yaya
Düşmana pamuğuz, dostlara kaya
Kovanlar dağılmış, ballar nerede?
Ecdâda hakâret olmaz mı moda?!
Çağdaşlık adına, uygarlık ya da!
Saraylar gitti de; kaldı bir oda!
Ufuklar ötesi tüller nerede?
Nûrânîyim, feryâdımı salarım
Düşündükçe hayâllere dalarım
Ne yapsam, neylesem; bitmez efkârım
Küheylânlar gitmiş, nallar nerede?
Mecnûn’um; Leylâ’yı arar giderim
Târihe coğrafya sorar giderim
Hayâlle gerçeği karar giderim
Savrulmuştur göğe, küller nerede?
Haydiyin yiğitler; yeniden fethe
Dönün özünüze, değişsin çehre
Yeni bir rûh; hem ülkeye, hem şehre
Akınlar nerede, seller nerede?
Selâmet yok, istikâmet bulmadan
Yanlar ile yönler, belli olmadan
Genç yürekler fetihlerle dolmadan;
Hep beklenen, o nesiller, nerede?
(09.02.1995)
Cumâ bayramımız ve fetih yıldönümümüz mübârek, erinden komutanına cümle fetih ruhluların rûhu şâd olsun; hepimizin gönülleri fetih sevinç, çağıltı ve muştularıyla dolsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
27.05.2010 |
|
|

OKYANUS HAVALARI
20 sene evvel, bu günlerde, bu saatlerde, İslâm Dünyâsı’nın en garb, yâni batı noktasında yer aldığı için, batı(ş) yeri anlamına gelen MAĞRİP adlı ülkedeydik. Yâni, bizim bildiğimiz adıyla FAS, Avrupalıların diliyle MOROCCO’daydık. Başkenti RABAT. Bu gün, günlükte oralardayız. İşte, kaleme aldığımız ve sizlerle paylaşmak istediğimiz duygu ve düşünce cümlelerimizden bâzıları:
Mağrip sayfası, biraz garip bir sayfa; alıştıktan sonra Cezâyir, sana
Mağrip, böyle bir yer; öylesine yakın ki uzaklara…
Baktığım zaman şöyle bir, Dârül’Beyzâ denilen diyâra
Kapkara bir tablo görürsün ismine inat; nurlardan uzak
İslâmın adı var her yerde; lâkin o güzel tadı caddelerden uzak
İslâm, bir remiz sanki sâdece; işin aslına, özüne kurulan tuzak!
Mağrip garip; mağrip, bütün coğrafyalarımızdan daha yakın garba
Mağrip yenik düşmüş büyük dalgalara; şurba, şarâba!
Mâmur görünürken ilk bakışta, esasta harâbe…
Ben de garipleştim ey, böyle görünce seni; anlayamadım neye uğradığımı!
Cezâyir’den sonra sen, çok farklısın; çok başkasın, çok!
Bir ikilisiniz sen ve Cezâyir; Âlem-i İslâm içre, zıtlıkta benzeriniz yok!
RABAT (Dârül’Beyzâ:Kazablanka) 25 Mayıs 1990
“Birkaç gündür Okyanus havaları teneffüs ediyoruz elhâmdülillâh. Allâh(CC) bize, bunu da nasîp etti. Bugün gezerken farklı duygular yaşadık. Zîrâ, her anlamda değişik yörelerdeydik. Karşıda İspanya toprakları gözüküyor. Büyük büyük gemiler seyrediyor uzaklarda. Bakalı, boğazdan karşı yakaya geçmek, Avrupa’ya buradan adım atmak nasîp olacak mı?
Bizler şu anda, Yüce Rabbimizin bolca nîmetlerle bezediği zengin ve güzel bir kenti dolaşıyoruz. Zengin, bakımlı ve lüks mağazalar. Çok çok ucuz meyveler; sebzeler, elektronik mâlzemeler. Her yer, her şey bolluk-bereket.
Evet, her şey güzel; lâkin her turistik yöre gibi, dînî hava zayıf. Cezâyir’deki havaya alıştığımız için, burası birden bire çok hafif geldi bize; mânevî anlamda zayıf gördük manzarayı. Lâkin yine de, derinden derine, bir şeylerin varlığı hissediliyor gibi. Çok yakın bir zaman önce ülkede genel tutuklamalar olmuş bu anlamda. Ondan dolayı bir sessizlik söz konusu ama, yine de duvarlara sinmiş bir güzellik kokusu yayılıyor gibi.
İslâm’la Hristiyanlığın hemen hemen aynı ağırlıkta olduğu, aynı kefeye konulduğu hissedilen, kiliselerle câmilerin yarışıyor görüntüsü verdiği bir yerde, -ki eczâne amblemleri hilâl içinde haç şeklinde!- Yahûdî varlık ve ağırlığının da mutlak olduğu bir beldede, kanunların açık tehdidi altında, bu kadarına da şükredilmeli.
Bu kader, tüm İslâm beldelerinin ortak kaderi zâten. Zaman zaman, değişik yerlerde, şartlara ya da gelişen olaylara göre, hafif ya da ağır olarak tezâhür etse de, temelde, olan şey, mâhiyet îtibârıyle aynı.
Burasının Avrupa kentlerinden farkı yok gibi. Hemen karşısı Avrupa kıtası zâten. Ayrıca burası, Cebel-i Târık boğazının beri ayağı ki, Afrika kıtasının yukardaki en uç noktası. Batı cereyanının en çok değdiği yer. Serbest pazarla birlikte her şey girmiş ülkeye. Turistler akın ettikçe her kes turistleşmiş. Başka türlüsü de olamazdı zâten.
Bu gün, hiç hesapta yokken Kamîs(yöresel uzun kıyâfet) aldım ve giydim. Biraz, öylece dolaştım. Arkadaşlar, yakıştığını söylediler. Yadırganmayan bir çevre olunca rahatlıkla giyilebiliyor. Demek ki, her şey, biraz da çevre meselesi. Çevre oluşunca, birtakım şeyler kendiliğinden oluşabiliyor. Kamîs giyilmeyen yerde, meselâ Türkiye’de bunu giyebilir miyiz? İlle de giyeceğim derseniz giyersiniz de, ama nasıl? Uyar mı?
Burada, çevrenin önemi bir kez daha anlaşılıyor. “Herkes kendinden sorumlu!” deyip bildiğini yapanlar haksız aslında. Çünkü, böylelikle sergiledikleri kötü örneklerle bana ve mâsum çocuklarımıza zarar veriyorlar. Kötülüklerin yaygınlaşmasına zemin hazırladıkları gibi, iyileştirme çabalarının da akâmete uğramasına sebep oluyorlar.
Bu güzel yerleri görmeyi her kese tavsiye ederim. İstendiğinde, buralara gelmek zor da değil üstelik. Ancak, bizim toplumumuzda seyâhat geleneği yok. Gezmek pahalı da değil aslında. Özellikle de buralarda.
Buralara, çoluk-çocuk ve yakınlarımla, sevgili arkadaşlarımla da gelebilmeyi, buradaki kardeşlerimizle, -sıkıntılar bitmiş hâliyle- tekrar ve çekinmeden kucaklaşabilmeyi çok arzu ederdim. Hak nasîp eder mi, devran el verir mi, şartlar imkân tanır mı, şimdiden kestirmek zor?!
Bizler tekrar gelemesek de, çocuklarımızın, yeğenlerimizin, sevdiklerimizin
buraları görmesi çok güzel olur. Keremi bol Rabbimiz, onlara da böylesi bol istifâdeli geziler yapmayı nasîp etsin inşâllâh! Âmin. Me’veş’Şebâb 26-27 Mayıs 1990 TANCA”
Bunlar, bir hafta süren FAS gezimizde aldığımız notların çok az bir kısmı. Yerimiz de doldu. Belki sonraları yine döneriz. Ancak, gezinin bitiminde Cezâyir’de yazdığım değerlendirmelerde bir ukde olarak not düştüğümüz şöyle bir nokta var ki, sizinle şimdi, burada paylaşmak isterim:
“Bir esefimi belirterek MAĞRİP konusunu kapatacağım. Okyanusu gördük, ufkumuz genişledi elhâmdülillâh; lâkin, elimizi suyuna daldırmadan dönüp geldik! İnşâllâh, o da nasîp olur diyerek sözlerimi bağlıyorum. 00.07 o2.06.1990 Cezâyir”
Böyle, hem gezdiren, hem kaynaştıran güzel bir duâya kim âmin demez?!
İnşâllâh, “hep birlikte!” diyelim, gönülden diyelim ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
26.05.2010 |
|
|
ESKİPAZAR’A FAYTON!
Dünkü yazım ESKİPAZAR;ORDU’NUN EYÜP SULTANI başlığını taşıyordu hatırlarsanız.
Bu konuya devam edelim isterseniz. Dünkü yazıyı Ankara HACI BAYRAM’da yazmıştım.
HACI BAYRAM Külliyesi restorasyonda. Namaz, çevreye kurulan çadırlarda kılınıyor.
Restorasyonu yapan da ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ! Bakalım nasıl olacak?
Perdeler kalkınca, ardından şaheser bir düzenleme çıkacaktır ortaya, inanıyorum.
Darısı bizim başımıza, ne diyelim?! Bir gün bizim de olur böyle belediyelerimiz inşâllâh!
Biz göremedik, çocuklarımız görür inşâllâh! Onlar da göremezse torunlarımıza nasîp olur!
Dünkü yazıda, aşağıdaki bölüm de vardı; yanlış anlaşılır diye son anda çıkarmıştım.
Ama, tamâmen silip atmaya da kıyamadım. Netîcede bir gerçeği vurguladık, samîmiyetle.
Mâlumunuz biz kıyıda-köşede durup kendi kendimize konuşmayı seviyoruz. Öyle,
meydanlara çıkacak, ortalığı inletecek, herkesi dinletecek özelliklerimiz yok. Belki olmalıydı,
ama yok işte! Zorla değil ki! Bu bir yetişme tarzı ve özgüven meselesi. O da bizde yok!
Her neyse, onun için, bu kısmı rahatlıkla alıyorum ardiyedeki yerinden buraya. İşte şöyle:
BENİ BAŞKAN YAPMADINIZ!
Ne yapayım? Beni, bana bırakmadınız! ESKİPAZAR’ı size büyük bir merkez yapacaktım!
Hattâ, Civil Deresi boyunu islâh edecektim. Kenarına mesîre ve gezi yerleri yaptıracaktım!
Onun bir yanına da, 2. bir yol olarak FAYTON güzergâhı düşünüyordum. Taş döşeli, otantik!
Hem Ordumuz için yeni bir kültürel figür ve de aynı zamanda farklı bir istihdam imkânı.
En az TELEFERİK kadar önemliydi benim için bu proje. KÜLLİYE zâten hazır olacaktı.
İnsanlar şehrin bir yerinden faytonla Eskipazar’a pikniğe gidecekler çelik-çocuk, akrabâ!
Ya da arkadaş grupları. Dere orada. Ağaç köprü, yeşillik, mâvilik, târih, coğrafya; her şey!
Oraya, târihî dokuya uygun yeni bir ŞADIRVAN, piknik, oyun ve diğer gerekli hâcet yerleri,
ip atlamaya, topa müsâit mekânlar, ihtiyâca göre ne gerekirse yapacaktım! Ama, neyleyim?
Tabî, bunlar benim dar pencereden gördüklerim. Bunun için uzmanlara başvuracaktım.
Toplumun ihtiyâçları noktasında, en uygun projeyi bulana kadar çaba gösterecektim. İnanın!
Ama, ben ne yapayım! Benim suçum yok! Çünkü, beni şu Ordu’ya bir başkan yapmadınız!
Az mı yazılar yazdım, nutuklar çektim. Gecemi gündüzüme kattım. Uğraştım, didindim!
Ama, ama; Sevgili okurlar, bu işte benim suçum yoksa, sizin de hiç mi hiç suçunuz yok!
Niye mi? Çünkü ben aday filan olmadım ki. Teşebbüs etmeyi dahî düşünmedim.
Öyle bir şey de yok! Hem haddime değil. Benim olmadığı gibi, benim gibilerin de!
Ne o öyle, varsa yoksa câmi, minâre, şadırvan! Vatandaş, âhirete mi başkan seçecek?
Olamaz da olamaz! Çünkü, Ordu, her zaman Ordu’dur. Askeriye Ordusu bile değişir ama,
Karadeniz Ordu’su değişmez! Sağdan dahî seçecek olsa sol ayaklısını tercih eder!
Bunlar çok da önemli değil aslında. Rabbim âhirette kitabı soldan almaktan korusun!
Bu benim uslûbum; İşin latîfesi!
Sevgili okurlar! Bu benim uslûbum. İşin latîfesi. Arasına düşünceler serpiştirilmiş.
Bu işler konuşurken kolay. Yapmak, hele yakıştırmak zor şey. Hele sorumluluk!
Bu kadar insanın hakkı, hukûku, ihtiyâçları, beklentileri. Sonuçta hesap-kitap!
Hem halk katında, hem de Hak katında. İhâleler, projeler, israflar, masraflar vs. vs.
Aman aman, bu zamanda kendimizi, çelik-çocuğumuzu çekip-çevirsek ne âlâ!
Koca şehrin yükünü çekmek, işlerini usûlünce yürütebilmek, hakkını vermek;
tüm bunlar bir yana, direkt ya da dolaylı yoldan, yememek! Akıntıya kapılmamak!
Kendin bir yana, çevrene hâkim olmak. İnce iş, sorumluluğu çok boyutlu ve kapsamlı!
Rabbim, mevkî-makam sâhiplerini bu tür kayma, kaydırma ve kayırmalardan korusun!
Sonuçta, ESKİPAZAR İstanbul’da EYÜP SULTAN, Ankara’da HACI BAYRAM,
KONYA’da MEVLÂNÂ KÜLLİYESİ mesâbesinde olsun. Yoksa, şehre, tutunacak
bir yer bulmazsanız fırtınalar alır da, nereye götürdüğünü fark bile edemezsiniz!
Tıpkı sâhildeki metrûk sandallar gibi. Koca gemiler bile bağlı değiller mi bir sâbiteye?
BAHAR YAPRAKLARI
YAPRAK DÖKÜMÜ hayât tarzı olma ve şehir tamâmen kozmopolitleşme yolunda.
Toplum olarak çıldırmadan, iyice dağıtmadan; çocuklarımıza yol göstermeliyiz.
Körpe yapraklarımız daha baharında, çılgınlık fırtınalarının önünde savrulup gitmesin!
Bir mânevî âidiyet merkezine âcil ihtiyâç var. En az bir psikiyatri kliniği kadar!
Bir hastâne düşünün ki nöroloji ya da psikiyatri bölümü yok; hele bu çağda!
O zaman, buraların önemi daha bir anlaşılıyor olmalı. Çalışmaları kutluyoruz.
Niyet nedir bilmiyoruz, ama sonuç îtibâriyle, gayretler faydalı. Tebrik ediyoruz…
Peki siz nasıl buldunuz, FAYTONLARLA ESKİPAZAR seferi fikrini?
İYİ FİKİR diyorsanız, biz de; inşâllâh, hep birlikte FAYTON muhabbeti de
yapabilmeyi umuyor, hepinize sevgi ve saygılar sunuyoruz, ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
25.05.2010 |
|
|
ESKİPAZAR; ORDU’NUN EYÜP SULTANI!
Şu, rahatlıkla söylenebilir ki; Ordu’da târih, coğrafya, millet, memleket, vatan diyenler çok;
Lâkin, bu asil kavramların şuurunu taşıyıp da, içini eylemlerle dolduranlarsa, neredeyse yok!
Çünkü, başta millî şuur yok. Osmanlıdan intikâl eden bir takım kavramlar vardı, yine var!
Sakın, Milliyet, Cumhûriyet, Tercüman diyenlere aldanmayın. Şimdi hepsi ULUSAL oldu!
Daha doğrusu, ULUSAL tâbiri, onların gerçek yüzlerini ortaya çıkardı. Hepsi kendini solladı!
Daha da doğrusu kimliğini, geçmişini; hattâ geleceğini bile sollayıp çağa süper ayak uydurdu!
Size SOMUT bir örnek vereyim; işte ESKİPAZAR CÂMİİ ve ÇEVRESİ orada, duruyor.
Ordu bölgesinin bizleşmesinin ilk hâtırası burası. Tıpkı Eyüp Sultan Külliyesi gibi.
İstanbul’un Fethi’nde buranın konumu ne ise, işte şu, ESKİPAZAR CÂMİİ’nin konumu ve durumu da Ordu için odur. Zîrâ, millet olarak bu bölgeyi fethettiğimizde bu tarafların ilk iskâna açılan yeri, işte bu câmiin olduğu yerler ve civârıdır. Bunu bilmek çok çok önemlidir.
Buraların bizim için millî-mânevî, kültürel, turistik, dolayısıyla maddî değeri büyüktür.
Târihî dokusu günbegün eriyerek, kimliği hızla silikleşmeye doğru giden şehrimiz için,
ESKİPAZAR yöresinin mevcûdiyeti her türlü paha ve maddî değerin üstündedir.
Bunu yıllarca yazdık. Hattâ, ENSAR VAKFI ve YAZARLAR BİRLİĞİ olarak,
tüm halka açtığımız KIR GEZİLERİ ve ŞİİR ŞÖLENLERİ için burayı bilerek seçtik.
Gâyemiz, gerek halkın, gerekse yetkililerin dikkâtini buraya yoğunlaştırmaktı.
Kimsenin umûrunda olmadı. Hattâ bu tür gayretlerden bizzat oradakiler rahatsızlık duydular.
Ot hesabı, dut hesabı yaptılar. Süreçler ve yorgunluklar sebebiyle biz de vaz geçtik.
Ne o yöreden, ne de başkalarından; “n’oldu, niye daha gelmiyorsunuz?” diyen olmadı.
O çevrede, eğer sevdalı bir insan olsaydı, orası çoktan dinamik bir kültür merkezi olmuştu.
Ne yapılır edilir, eşikler aşındırılır, vekiller ya da başkanlar kaşındırlır; sonuç kotarılırdı.
Tıpkı EYÜP SULTAN gibi. Ama, insanlar kendi menfaatlerini ön plâna çıkarıyorlar.
Kimseye, ne fırsat veriyorlar; ne de yana çekiliyorlar! Milliyetçisi de böyle, mâneviyâtçısı da!
Solun, böyle bir derdi zâten yok! Üstüne üstlük, beri yandan, Ordu halkının da sola zaafı var!
ESKİPAZAR can damarımız
İşin şakası bir yana, ESKİPAZAR bizim can damarımız. Orası canlandırılmalı.
Bunlar her babayiğidin kârı işler değil. Rabbim idârecilerimizin yardımcısı olsun!...
Vâliliğimizin gayretleri her türlü takdîrin üstünde. Benim dile getirdiğim perspektif
dikkâte alınırsa işin önemi daha da anlaşılır, işe verilen ağırlık artırılır inancındayım.
Zamanla, sünnet olan çocuklar, nikâh kıydıranlar oraya gider, duâ eder. Kötü mü olur?
Daha önceleri çok yazdığım gibi, ŞEHİTLİK de buraya yapıldı. Çok güzel bir tevâfuk.
Hepsi birleştirilerek, geçmişler, gelecekler, şehitler, âlperenler herkes için el açılıp
duâlar edilir, milletin-memleketin birlik-berâberliği, hayır ve selâmeti için niyâzlar dillendirilirse ne zararı olur? Çok yakın gelecekte, şehrin tam orta yeri hâline gelmeye
aday olan ESKİPAZAR en kısa zamanda, pırıl pırıl bir merkez hüviyetini kazanmalıdır.
Bu vâdîdeki çabalar gelecek adına ümit verici. Kendilerine başarılar diliyoruz.
Bizim yazdıklarımız da, tüm bunlara paralel bir şerh mâhiyetinde olup, günün ve
geleceğin etkili ve yetkililerine, özellikle, nesiller adına, sonsuza kadar kendisini
Hak katında sorumlu hissedenlere, naz ve niyaz niteliğinde bir arzuhâldir ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
24.05.2010 |
|
|
CHP’ye, YENİ DÖNEM BAŞLIKLARI…
Öncelikle, yeni genel başkan ülke, CHP, Türk siyâseti ve tüm halkımız için hayırlı olsun.
Bu yazı ve ürettiğimiz sloganlar da, şu günlerde gözleri ışıl ışıl parıldayan CHP’li kardeşlere
bir nevî kıyağımız olsun! İstediklerini beğenip alabilirler, bilboardlarda kullanabilirler!
“Copyright”, “yayın hakkı” falan gibi bir şeyler der, telâffuz edersem, nâmerdim!
Ben şunun şurasında, kıyıda-köşede, köylü, taşralı, halkın içinden nâçiz bir ferdim.
Bu söylem ve sloganları size Anadolu annelerinin ak sütü misâli, gönülden verdim!
Ne de olsa CHP, istiklâl hâtırası bir parti. Sömürge olma ihtimâlini bertaraf partisi…
Her ne kadar, geldiği şu süreçte, halkın neyi varsa gaspedip, bankalarına varana kadar hortumlayanların, onun değerlerini hiçe sayanların, ülkenin “bütün tersânelerine girip!” halkın egemenliğini tanımadığını gösterenlerin yanında yer alıp, Ergenekon avukatlığına soyunduysa da, yine de bir hatırı var. Bu millet vefâlıdır, kadir-şinâstır. Hakkı teslîm eder.
Ancak, CHP, belki bu güne kadar olan-bitenlerden ders almıştır, yeni dönemde biraz daha kucaklayıcı olabilirler; en azından söylem gereği falan diye tahmin ederken, CHP’nin Muharrem İNCE ve İsa GÖK gibi yıldızları TV kanallarında öyle coşuyorlar ki,
mevcut iktidarı daha ilk günden, sorgusuz-suâlsiz Yüce Dîvân’a sevk ediyorlar.
Demek ki, yargı öylesine ellerinde, sonuç, öylesine çantada keklik!
28 Şubat Dönemi geceyarısı baskınlarını hatırlatan bu sözlerin ilhâmı ne olabilir ki insana?
BİR-İNCİ KEMAL; İ-KİNCİ KEMAL!
İKİNCİ ECEVİT DEĞİL İKİNCİ KEMÂL; CHP’DE ARTIK ÂSÂYİŞ BERKEMÂL!
Bu muhteremlere göre, YARGI, YÖK, TUBİTAK vs. ne varsa, güvenilirliğini kaybetmiş! Yargı’nın, CHP’nin îmâlarını bile emir telâkki edildiği günler sanki sona ermiş gibi.
Tayyip ERDOĞAN’ın adı da yeni dönemde Recep Bey! Kendilerince hafîfe alıyorlar. Büyük iş yaptıklarını düşünüyorlar. Küçümsemeler dorukta. Işıkların arkası kap-karanlık! Allâh korusun, bir iktidara gelseler; o ışıltılı gözlerden kan fışkıracak. Verilen hava bu!
O yumuşak görünümlü, bundan dolayı özellikle GANDİ olarak tesmiye edilen Kemâl KILIÇDAROĞLU bile sert söylemlerde bulundu. Tavırları ve el-kol hareketleri,
ve yukarda sözünü ettiğimiz vekillerinkine benzer söylemleriyle;
Ey CHP’liler; ilk hedefiniz iktidar partisidir! İleriii! der gibiydi!
Zâten, Önder ismi özellikle kullanılan ve, halkın inançlarına saygı noktasında iyi bir karnesi olmayan Önder SAV’ı akla getiren şu slogan, sağduyulu vatandaş üzerinde duş etkisi yaptı:
"Önder'imiz Kemal, hedefimiz iktidar!"
Eğer, bu isim, yine önde ve Önder olacaksa; CHP’de değişen şey yok anlamına gelir bu.
Evet, sadede gelmek gerekirse; hafta sonu yapılan kongre sonucunda, salondan, CHP’nin 7. genel başkanı olarak K. KILIÇDAROĞLU ismi çıktı. Ama, ne KILIÇDAROĞLU’ymuş adam; ammâ da kılıç salladı kongrede. Salvolar çekti. En doğal hakkı olarak iktidara yürüdü. Bir yanına, sol kadınların, bir incisi Rahşan’ı aldı, bir yanına da tüm meclislerin incisi Kamer GENÇ’i. Artık kim durdurabilirdi bu yağız atlı, yalın kılıç süvâriyi?
BİR YANIM RAHŞAN HANIM, BİR YANIMDA KAMER GENÇ!
EY KAHPE RÜZGÂR ARTIK, NE YÖNDEN ESERSEN ES!..
Nasıl buldunuz Nûri FÂZIL’ın(?) bu uyarlamsal, aktüel üstü profesyonel beytini?!
Murat KARAYALÇIN, İsmet İNÖNÜ’nün torunu Gülsün BİLGEHAN, Süheyl BATUM gibi solun ağır topları, stratejik isimler orada. Sâdece BAYKAL yok! Ne kadar yürek burkucu, değil mi? Ama, ne diyelim; neye, neyine küssün? En iyisi kaderine küssün! Bizim suçumuz yok bunda çünkü!
Siyâset bu işte. Vefâsız. Şu, ya da bu şekilde bir katakülliye getiriyor adamı. CHP’de Atatürk hâriç, bir şekilde oyunların kurbanı olanlar olmadı mı? İNÖNÜ, sonra ECEVİT, şimdi sen! Olur böyle vak’âlar; Türk polisi yakalayamasa da İngiliz akademisi yakalar, tüm bunlardan öte, bu işi çözer vicdânla alâkalar!
BAYKAL, hep siyâsetin Bay-KAL’ı iken, bu defâ evin Bay-KAL’ı oldu. Kongreyi, yarım asra varan siyâset hayâtında ilk defâ dışardan, izledi. En son, KILIÇDAROĞU’yu telefonla kutladı. Böyle heyecanlı bir günde, kaç kez kongre kazanmış, muhâlifleri buldozer gibi ezip geçmiş bir arslana, evde yatmak elbette zor gelmiştir. Olacak şey değil, ama oluyor işte neylersin! Neyler misin? Buna da bir slogan gerekmez mi? Elbette gerekir; al işte:
BAYKAL YATAKTA, KILIÇDAROĞLU ATAKTA!
Hem de, ne atak! Solduyu’nun gözleri ışıl ışıl. İnanın ki, sanki kurtuluş savaşı verecekler! Öylesine bunalmışlar! Sanki, mevcut iktidarı bu halk seçmemiş. Vekiller uzaydan gelmiş. Memleketi istilâ etmişler. Şimdi bir ümit ışığı doğdu: KILIÇDAROĞLU, dünyâlıların
önüne geçti. Milleti Egenekon’dan çıkaracak! Yoksa hep mi ERGENEKON’a batıracak; orası meçhûl?! Ancak,şurası kesin olan bir şey var ki; ERGENEKON GÜRÛHU,
benim mâsum halk CHP’lilerimden daha fazla sevinçli. Gözler ULTRA IŞIL IŞIL!
Bay-KAL, Bay-KAL; SEN HEP BÖYLE EVDE KAL!
Buraya da bu slogan iyi gitti. Değmeyelim. O da öyle kalsın. Herkes nasîbini alsın!
Ancak, ben yine de kuşkuluyum! Eğer, benim ekranlardaki ilk intibâm gerçek olur,
yeni dönem, kuru bir söylemden öteye geçemeyip, saman alevi misâlini sergiler de;
VATAN-MİLLET-SAKARYA; BU DEĞİŞİM DE KILIÇDAROĞLU DA FASARYA!
kabîlinden bir hava esmeye başlarsa, yatağındaki ARSLAN hemen kükreyecektir! Neden mi? Bakınız, Sn. BAYKAL’ın, istifâ ettiği günlerde HABER-TÜRK’de şöyle bir manşeti vardı:
SÂHİPSİZ GÖRÜRSEM, GEREĞİNİ YAPARIM!
Ama, burada elbetteki çalışan ve halkı kazanan kazanacaktır. CHP, halkı doğru okuyan, gerçek bir “halk partisi” olursa, hem CHP, hem halk, hem de ülke kazanacaktır. Öyle de olmalıdır. İnşâllâh, hayırlısı olur. Bu fırsat ta hebâ edilmez. Sevinen, halk düşmanları değil, halk olur, tüm millet olur. Bu anlamda yenilik iyidir, değişim ümittir, dönüşüm güzeldir;
ve de, yatan arslandan gezen tilki yeğdir ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
23.05.2010 |
|