Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607300
 Sitede Aktif: 6
 Ip: 172.69.17.202
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
28
AYB’EDENLER, KAYB’EDENLER!..
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

AYB’EDENLER, KAYB’EDENLER!..

 

Yöremizin medâr-ı iftihârı;

Prof. Dr. Mehmet ÇAVUŞOĞLU için

14. ölüm yıldönümünde

Mezarı başında yapacağımız anmayı

Onurlandırmanızı diler

Saygılar sunarız.

ÇAVUŞOĞLU DOSTLARI

 

Târih: 11 Temmuz 2001 Çarşamba Saat.14.30

Yer: Perşembe Saray Köyü Ayvacık Mah.

Bilgi için: Ertekin ÇOLAK, Nûri KAHRAMAN

Programda yer alan isimler: Sıtkı ÇEBİ, Ahmet ÇAKIR, Yahya PALAVAR, Ertekin ÇOLAK, Aydın YAZICI, İskender ÇAVUŞOĞLU, İbrâhim YÜKSEL, Şâban SADAN

                   Bundan tam yedi yıl önce, geniş kapsamlı bir anma töreni düzenlemiştik merhum Çavuşoğlu için ve yukardaki şekliyle bir dâvetiye hazırlamıştık. Anma töreni, yerel olduğu kadar ulusal basında da haber olarak yer almıştı. Bunun ürünü olarak, olayı gazetelerden haber alan, merhumun kardeşleri Almanya’da yaşayan Ali ÇAVUŞOĞLU ve İstanbul’dan da Fatma Gürbüz YILMAZ hanımefendi o günkü anmaya bizce sürpriz bir katılımda bulunmuşlardı.

                   Başta Fen-Edebiyât Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Cemil YAPAR Bey ve diğer bâzı öğretim elemanları olmak üzere daha çok sayıda ismin de katıldığı, beklenenin üzerinde bir program gerçekleşmişti. Çavuşoğlu bağlamında güzel diyaloglar yaşanmış, projeler konuşulmuştu. O sıralar Ensar Vakfı Ordu Şûbesi olarak yayınlamakta olduğumuz ORDU ENSAR adlı dergi hüviyetindeki bültenimizde merhûm adına bir özel sayı, hattâ daha da ileri giderek bir kitap çıkarma düşüncelerimiz vardı. Bu meyanda merhûmu tanıdığını düşündüğümüz isimlerden ilgili yazılar istemiştik. Bir çok hocamız yazılar gönderdiler. Bir dosya olarak bizde mevcut. İnşâllâh değerlendirileceği günleri bekliyorlar.

                   Bunlardan birisi de geçen hafta vefat eden Doç.Dr. Neclâ PEKOLCAY hanımefendi hocamızdı. Pazartesi günkü yazımızda kendisinden söz etmiştik.

                   Şimdi burada, hem genelde hem de özelde hiçbir projenin gerçekleşmemesi, dolayısıyla hocamızın yazısını değerlendirip kendisine iletememenin verdiği mahcûbiyetle, bir de vefatların aynı ayın ilk günlerine tevâfuku dolayısıyla kendisinin merhum Çavuşoğlu ile ilgili  yazısını ikisini de rahmetle anma bağlamında vereceğiz.

                   Bir şey daha var: hocamızın yazısının başlığı, bir daktilo sürçmesi olarak, Kaybettiklerimiz yerine, Aybettiklerimiz olarak çıkmış ki, bunda da bir hikmet var gibi. Sanki çok isâbetli olmuşçasına bir durum. Zîrâ, vefâsızlık diz boyu ve biz hep aybediyoruz. Kendi örneğimiz olarak Merhum ÇAVUŞOĞLU yanı başımızda. Ne ses var, ne soluk; ne de görüntü! Hâlbuki; 7 yıl önceki o anmada âile oradaydı, üniversitemizin ilgili elemanları da vardı. Gâyemiz gerçekleşti. İlgilileri bir araya getirdik. Artık bundan sonrasını onlar götürür diye düşünüyorduk. Fakat ne yazık ki, hiç olmazsa yeniden hatırlatmak adına bir şeyler yapmak, yine mütevazı gayretlere kaldı. Adı Ordu olan müstakil bir Üniversitemiz de oldu ama, merhum ilim adamımız Prof.Dr. Mehmet ÇAVUŞOĞLU vefâ ve gönül kadrosundaki yerini alamadı!

                   İşte, Neclâ Hanım Hocamızın Çavuşoğlu talebimiz dolayısıyla bize gönderdiği, genel bir hayıflanış niteliği de taşıyan, bu gün bizim bulunduğumuz duruma da ayna tutan yazısı:

 

Gön: Doç.Dr.N.Pekolcay

Altunizade Mah. Erzurum Sitesi

Pasinler Sok. Elmaslar A Blok 6/1

                Üsküdar/İstanbul

                     16.07.01

 

AYBETTİKLERİMİZ

                                                                                  Doç. Dr. Neclâ PEKOLCAY

                   “Her nefis ölümü tadacaktır” ama önümüzce gidenlerin ardından yaşlı gözlerle bakmaktan kendimizi alamıyoruz. Eğer son yolculuğa çıkan bir yakınımız veya yakından tanıdığımız bir şahıssa, göz pınarlarımızdaki yaşlar yanaklarımızdan süzülüyor. Gidenin bir daha gelmeyeceğine yahut onun gibi şahsiyetlerin kolay yetişemeyeceğine hayıflanıyoruz.

                   İnsanın sıkça hatırlanabilmesi, hayatında bıraktığı izlere bağlı ki, bunlar, bu dünyayı terk eden kişinin yetiştirdiği şahıslar veya bıraktığı başka eserler (kitaplar, kuruluşlar vb. ) olabilir. Bu hususta ise, nitelik ön plândadır.

                   Son yıllarda bizim nesilden birçok meslek erbâbını son yolculuklarına uğurladık. Önce hocalarımızın vefatlarına hayıflanırken, sonra arkadaşlarımıza ve bu arada kaybettiğimiz iyi yetişmiş genç elemanlara üzüldük. Vasıflı elemanlar kolay yetişmiyor. Bilhassa ilim sâhasında iğneyle kuyu kazılarak mesâfe kat’ediliyor. Bu arada tenkitler de çalışmanın kamçısı oluyor. Görenlere ve gösterilenleri olumlu karşılayabilenlere ne mutlu!

                   Yetişmekte olan gençler ümidimizdir ama onların kendi çalışma alanlarındaki mürüvvetlerini görmek bizim yaşımızdan genç nesillerin nasîbidir. Üstelik, aramızdan ebedîyen ayrılanların gönüllerimizdeki yeri doldurulamıyacaktır.

                   Bir trafik kazâsı sonucu aramızdan ayrılmış bulunan, eski edebiyatımızın vasıflı bir tetkikçisi Prof. Dr. Mehmet Çavuşoğlu’nu anma yazısını hazırlarken, Ahmet Kabaklı’yı kaybettik. Fakülte’den devre arkadaşımız, değerli edebiyatçılarımızdandı. Onun kurduğu Vakıf’ın hzmetleri, yetiştirdiği öğrencilerin sayısı pek çoktur. Onu, milletimizin sağlam bir hatibi, edebiyat ummanının mahâretli bir dalgıcı olarak anacağız. İnşallah, alanımızdaki kayıpların bu sonuncusudur, derken; bu defa Prof. Dr. Nejat Göğünç’ü kaybettik.

                   Değerli bilim adamlarımızı hatırlayan ve hatırlatmaya vesîle olan Vakıf’lara ve Vakıf yöneticilerine teşekkür borçluyuz.

                   Eski öğrencimiz ve iki Vakıf’ın başkanı Nuri Kahraman böyle bir anma törenine de öncülük etmiş bulunuyor. Çavuşoğlu, vefatının 14. yıldönümünde Ordu’nun Saray köyü Ayvacık Mahallesi’ndeki kabri başında anılma imkânına sâhip oluyor.

                   Çavuşoğlu açık sözlülüğü, ilmî müsâmahası, zaman-zaman yaptığı zarif eleştirilerle de anılmalıdır, düşüncesindeyim.

                   Allah, mekânını Cennet eylesin.

                   Evet hocam; sizin de mekânınız Cennet olsun. Merhum ÇAVUŞOĞLU’nun bugün 21. ölüm yıldönümü. Bilmem talebelerinden, üniversite çevrelerinden, aydınlardan ve vefâlı dostlarından, komşularından ya da yakınlarından kendisini ananlar, mezarına varanlar, fâtiha okuyanlar olacak mı? Burada sizleri ve sizlerin şahsında tüm hocalarımızı rahmetle anıyor, aybedenler ve de dolayısıyla kaybedenlerden olmamayı dilediğimizi belirtiyoruz ves’selâm…

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

           10.07.2008


Mar`12
28
AYIŞIĞINDA ELDİVENLİ SARIKIZ
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

            AYIŞIĞINDA ELDİVENLİ SARIKIZ

 

            Şimdi okuyucularımın büyük çoğunluğu, bu branştaki bir yazarın, bu yaşta sarıkızla falan ne ilgisi olabilir ki diye düşünebilirler.

            Bu sarıkıza nasıl ilgi duymaya başladığımı bende bilmiyorum.

            Hele son zamanlarda ilgim daha fazla artmaya başladı. Hele böylesi bir milli felaketi birde, eldivenli olarak ayrışığında düşünün veya yakamozda hayal edin. Kendinizi bir anda romantizmin doruklarında hissedersiniz.

            Bilgiler ve belgeler gösteriyor ki, birileri bu sarıkızı kullanarak, Sarı Öküz’ü ele geçirmek istemiş.

            Eğer Yetim’in beklenmeyen direnci olmasa, Sarı Öküz’ün, Yörük beyinin yüksek müsaadeleriyle kurban edildiğini, bilcümle sağduyu ehli, ibretle ve dehşetle izlemiş olacaklarmış.

            Bu kurbanın, Ocak’ta pişirilmesi hesapları yapılırken, Kaplan’ın iştahsızlığı Leopar’ın moralini bozmuştur.

            Ne olursa olsun, Leopar’ın bu sevdadan vazgeçmeye niyeti yokmuş.

            Ay ışığının bitimine kadar eldivenli sarıkızı beklemeye devam etmiş.

            Onu her gece sahilde beklerken gören Penguen, kumsalın bir köşesine işaretlerle notlar almaya devam etmiş.

            Leopar proje üretme huyundan vazgeçmeye niyetli değilmiş.

            Çadır’la Salon’u karşı karşıya getirmenin yollarını ararken, önüne çıkma ihtimali olan Abide’leri bertaraf etmenin yollarını da bir, bir hesaplamaya koyulmuş.

            Penguen’in notlarına bir Görmüş rastlamış.

            Nokta atışıyla durumu sağduyuya intikal ettirmiş.

            Konuyu Özden kavrayanlar çıkmış, durumu ciddi bir şekilde tetkike koyulmuş.

            Sarı Öküz’ün bir boynuz darbesiyle, Sarıkız sevdası bir kâbusa dönüşmüş.

            Hikâye bu minval üzere devam etme eğilimini sürdürüp gitmiş.

            Sonucu, sağduyu merakla bekliyor.

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

            10.07.2008


Mar`12
28
HEYECANLI GÜNLER
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

HEYECANLI GÜNLER

 

Ülkemizde şu sıralar çok heyecanlı günler yaşıyoruz.

Türk Milleti ne zaman heyecansız bir dönem yaşadı ki zâten?!

Büyük başın büyük ağrısı olur derler.

Şimdiye kadarkiler de heyecanlıydı şüphesiz.

Ancak yakın geçmiştekiler, aşağılarda seyreden heyecanlardı.

Bugünkülere göre nispeten düşük kırattaydılar yâni.

*  *  *

Mâlum, ülkemizde öteden beri zeminler hem yokuş, hem kaygandı.

Bir türlü yukarılara tırmanılamıyordu. Tekniğimiz yetersizdi. Donanımımız yoktu.

Yine de, azıcık tırmanan olursa, ayağının altına bir şekilde sabun koyuluyordu.

Buna rağmen tırmanma olursa, yukarılardan kızgın yağlar dökülüyordu.

Kiminin ısırmasın diye dişleri, kiminin de tırmanmasın diye tırnakları sökülüyordu.

Netîcede, düşman olarak addettikleri muhâlif güçler bir şekilde denize dökülüyordu.

İnönü’ler, inin önüne getiriyor, in’e indiriyor, oradan ipe götürüyordu!

Bayar’lar bayıyor, Sezer’ler seziyor, Demirel’ler nizâmiyede demirliyordu.

Demir eller, demir pençelerle yürütüyorlardı neferlerini mazlûmların üstüne.

Çevik Bir’ler bir çevik hareketle balans yürüyüşü yapıyor,

Önlerine ne gelirse, kim çıkarsa nakavt ediyorlardı.

Tıpkı günümüz bilim yobazlarının, çağdaş bağnazların başörtülülere yaptığı gibi.

Ne tesâdüf ki, Yassıada’da îdam edilenlerle, Çoban Sülü tarafından güdülenler,

bin yıllık geleneğini, millet olarak âidiyetini önemseyen kişilerdi.

Anadolu’ydu, hürriyetti, istiklâldi, Cumhûriyetti önemsedikleri.

Bunların lâfta kalmamasıydı tüm istedikleri…

*  *  *

“Bu cumhûra da ne oluyor böyle?! Durduğu yerde durmaz olmuş artık!

Cumhûriyet dedikse, o kadar da değil!” demeye başlamışlardı adamlar!

Aman aman; bu denize de ne olmuştu ki?

Sandıklara kitleyip denizlere attıklarımız deniz olup dönmüşlerdi!

Hem de bu deniz, o bildiğimiz Baykal Deniz’i değil.

Âh, o Baykal Deniz’leri ne güzel denizlerdi öyle!

O denizlerde gemilerimizi ne güzel yüzdürürdük.

İstemediğimizi güverteden atar, istediğimizi gezdirirdik!

Canımızın istediği bedeli öder, istemediğini yazdırırdık!

Daha da istemezse paşa gönlümüz; önce yazdırır, sonra cızdırırdık!

Astığımız astık, kestiğimiz kestikdi memlekette sizin anlayacağınız!

*  *  *

Ama şimdi, o denize dökülenler fırtına olup dönmüşlerdi işte!

Dalgalar, hiç umulmadık bir şekilde kendisine dökülenleri tâ zirvelere yükseltmişti.

Hem de güpegündüz! Gözümüzün içine baka baka!

Türk Halkı hiç bu kadar kritik bir noktaya gelmemişti.

Şimdi tüm mücâdele zirvede.

Millet duâda. Çünkü, ya o kazanacak ya da kazancılar.

Yâni, aziz Türk Milleti’ni çiğ çiğ yese doymayanlar.

Ona, hâlâ “kendisi olmakta ısrar” ettiği için diş bileyenler…

                                               *  *  *

İşte tam bu noktada, şuna hayret etmemek elde değil; Yıllarca,

“Fâili meçhûller aydınlansın, karanlık güçler ortaya çıkarılsın!

Çetin EMEÇ’lerin, Bahriye ÜÇOK’ların, Uğur MUMCU’ların vs. kâtilleri bulunsun!

Sivas’ta aydınları katledenler yargılansın!”

şeklinde haklı söylemlerle ortalığı ayağa kaldıranlar;

Bu gün ne oluyor ki karanlık örgütlerin üstüne gidildikçe rahatsız oluyorlar?!

Rahatsız olmakla kalsalar yine iyi!

Yakalananlardan daha çok feveran ediyorlar.

Pes doğrusu!...

Parti taassubunun kötü bir şey olduğunu burada tekrar gördük.

Partilerin yöneticilerini anlamak mümkün; netîcede politika yapıyorlar.

Ama, taşrada, ayna safta namaz kıldığımız insanlara n’oluyor ki!

Bırak, suçu olanlar varsa çeksin cezâsını. Yoksa, zâten problem yok!

Ülkede hâkimiyetin gerçek anlamda milletin olması için gösterilen bu çabayı,

Politik bağnazlığın kurbanı yapmak en azından ne yaptığını bilmemektir.

Tıpkı Türban konusunda olduğu gibi.

Ne yazık ki bir çok insanımız, politik tercihi sebebiyle

Allâh’ın emri olan örtünün karşısında yer almıştır.

Parti uğruna her şeyi fedâ etmek bu olsa gerek!

Allâh(cc) korusun!..  Âmin…

                                               *  *  *

Türkiye’mizin her zaman olduğu gibi, özellikle şu sıralar duâya ihtiyâcı var.

Bu, hepimizin ihtiyâcı. Çünkü ülke, bir dönüm noktasında ve bu bir şans.

Milletin, kendisine yetki verdiklerinin pes etme lüksü yok.

Meclis, milletin meclisi ise, milletin meclisi olduğunu göstermeli.

Milletin varlığını, adâlet ekseninde kararlılıkla temsil etmeli.

Öteden beri meclisin irâdesini çarpıtıp milleti hiçe sayanlar tesbit edilmeli.

Karanlık örgütlenmelerin üzerine gitmekte pervâ gösterilmemeli.

Milletin irâdesini, “göstermelik” konumuna düşüren düzenekler dağıtılmalı.

Devletle milletin birbiriyle gizlisi saklısı olmamalı. Çekince kalmamalı.

Fitnecilerin oyunları bozularak, karşılıklı güven tesis edilmeli.

Bu da ancak karanlık oda ve odakların feshiyle mümkün olabilecektir.

                                               *  *  *

Yüce Rabbim, millet-memleket için

iyi niyetle çaba gösterenlerin yardımcısı olsun.

Bu gelişmelerin, Ülkemiz, Cumhûriyet’imiz ve

-karanlık, karışıklık, sisli hava ve bulanık sudan medet umanlar hâriç-

Tüm halkımız için iyi sonuçlar doğuracağını göremeyenlere de

Basîret versin ves’selâm…

 

 

 

 

 ORDU HAYAT GAZETESİ

             08.07.2008


Mar`12
28
DİLEK ÇİÇEKLERİ
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

 

DİLEK ÇİÇEKLERİ

 

Bismillâhir’Rahmânir’Rahîm

 

Es’Selâmü aleyküm ve Rahmetullâh    12 Mayıs 2005

 

                   Değerli öğrencim;

                   Hâtıra defterinize yazacaklarıma, hepimiz için sonsuza kadar ışık olacak, dünyâ ve âhiret hayâtımızın mutluluk iksîrini içeren kutlu sözlerle başlamak istiyorum:

 

“Kıyâmet alâmetlerinden bâzıları;

İlmin kaldırılması,

Bilgisizliğin yayılması,

İçkinin çokça içilmesi

ve

Zinânın açıktan yapılması!”

HADİS

“Âlimler, peygâmberlerin vârisleridir.”

HADİS

                   1.Hadisin anlam ve mesajı çok açık: Bugünkü toplumumuzda, sayılan bu maddelerin hepsi de fazlasıyla var. Hepsi de kanserojen maddelerden çok daha tehlikeli. Hem bizim için, hem toplum için, hem ülkemiz hem de tüm insanlık için. Dünyâ hayâtı îtibârıyle de, âhiret îtibârıyle de! Yüce Rabbim bizleri ve nesillerimizi, tüm İslâm Âlemini bu hadîs-i şerifte işâret buyurulan olumsuzluklar ve vahim sonuçlarından muhâfaza buyursun. Âmin.

                   2.Hadis ve anlamına gelince; Âlimler tayfasına bizler de giriyoruz bu zamanda. Öyle ya, çevrene bir bak bakalım. Din konusunda senden daha eğitimli olan var mı? İmam-Hatiplinin olduğu yerde başka kim olabilir din adına üzerine görev düşen? Olmadığına göre, o çevredeki vâris, yâni din âlimi sensin demek ki! Bu bizim için bir şeref ve büyük mazhariyet. Lâkin, hakkını verebilene ne mutlu! Yüce Rabbimiz bu şuurla yaşamayı ve başarılı olmayı hepimize nasîp eylesin!

                   İlmin kaldırılması ve bilgisizliğin yayılması konularına vurgu yapan1. Hadîsi de göz önünde bulundurunca, ikisini bir arada değerlendirdiğimizde, vâris olduğumuz gerçeğinden kaçamayacağımıza göre, üzerimizdeki yükün ağırlığını hesaplamaya bugünün hesap makinelerinin kâfî gelmeyeceği, diğer bir ifâdeyle, bu hesabın dilinden anlamayacağı açık! İşin ciddiyeti ortada. Allâh bize acısın ve vârisliğin hakkını verme husûsunda yardımını esirgemesin inşâllâh…

                        Dilek ÇAKIR Kızımızın bunun şuur ve farkında, aynı zamanda çevresinde bu görevi îfâ edebilecek şahsiyet, husûsiyet ve kâbiliyete sâhip olduğuna inanıyor, kendisinin hayâta bakışının hep böyle tebessümle devâm etmesi, sonucunun da ebedî saâdet olmasını diliyorum. Kendisini, adına yazdığım bir akrostişle uğurlarken, Yüce Rabbimizden sırât-ı müstakîm üzre, bereketli gayretlerle dolu hayırlı uzun ömürler niyâz ediyor selâm ve sevgiler sunuyorum:

 

AKROSTİŞ

Derdimizi anlatabildik mi bilmem

İçimizde dâim güzel dilek var

Lûtfetti Yüce Rabbim bizlere

Ebediyet yolunda çarpan yürek var

Kimler öğrettiyse, Hak râzı olsun

Çıktığı yollarda saâdet bulsun

Allâhım ne olur nesil kurtulsun

Kuyu kazan sonsuz kazma-kürek var

Işıksız, karanlıkta kılmak isterler

Rûhumuzu söküp almak isterler

Dînimi-diyânetimi silmek isterler

İnsanları îkâza mutlak gerek var

Lâyık olmalıyız verilenlere

Erişmek için Hz. Peygâmbere

Komşuluk nasîp et Rabbim bizlere

Çâresiz, sâhipsiz boyun bükmek var

Allâhım, yardım et; koru sen bizi

Kaymadan, sapmadan gidelim izi

Işıtsın İmam-Hatip, yine ülkemizi

Rûhsuz gidişlerde, eyvâh demek var!

Sevgi ve mutluluk doğuyor nerden

Elbette Allâh’ın dediği yerden

Lâmbanın ışığı hangi eserden

Âlemden nasipsiz gelip geçmek var

Merâmım bir mesaj akrostişlerde

İlim-irfan yaşatılmalı düşlerde

Lâf değil icraat olmalı işlerde

En son, emânetten hesap vermek var!...

 

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

              07.07.2008


Mar`12
28
YOKLAR ORDU’SU…
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

YOKLAR ORDU’SU…

Kimse kızmasın. Bunu değerlendirmemiz lâzım.

Ordu’muzun iyiliği ve hayrı için söylüyorum.

Ordumuzun bir şeylerinin olmasını istediğim için gündeme getiriyorum.

Çünkü bir şeyin yokluğunu fark etmezseniz, varlığını da gündeme getirmeniz söz konusu olmaz.

Bu anlamda tartışma açmak, insanları düşünceye sevk etmek istiyorum daha doğrusu:

Mesele şu; Ordu’da bir bereketsizlik var mı size göre de?

Her şey var lâkin, hiçbir şey yok gibi mi sanki sizce de?!

 

Önce târihten başlayalım.

Ordu’da yaşanmış bir meydan muhârebesi var mı?

Târihî bir olay var mı kitaplara geçmiş?

İllâ da olmalı mıydı? Orası ayrı konu.

Olması mı iyi, olmaması mı? Bunu tartışmıyoruz.

Biz sâdece bir vâkıayı ortaya koymaya çalışıyoruz.

Târih yaşanırken, Ordu uzaktan seyretmiş sanki.

Körfez kalmış fırtınalar karşısında.

Dolayısıyla, hareket olmayınca bereket te mi olmamış acabâ?

 

Târihe mâl olmuş bir şahsiyet var mı? Yok!

Beylikler döneminde, Selçuklu ya da Osmanlı dönemlerinde.

Hatırınıza gelen bir isim var mı târih kitaplarından aklınızda kalan?

Ya Cumhûriyet ve İstiklâl Savaşı dönemlerinde isim yapmış bir komutan var mı?

Münferit olaylardan taşıp ülke literatürüne mâl olan mahallî kahramanlarımız var mı?

 

Gelelim bu tarafa; işin kültür, medeniyet, kimlik boyutuna:

Şehrimizde yaşamış, gelmiş-geçmiş, hâtırası olan bir âlim, ulemâ, derviş, sanatkâr, mutasavvıf ya da bir şeyh efendi var mı?

Bunlara âit bir tekke ya da zâviye kalıntısı, halka mâl olmuş bir türbe var mı?

Medrese var mı?

Bu gün îtibârıyle bile, en azından daralınca gidilecek, Eli öpülecek, duâsı alınacak; bilgisi, görgüsü, ahlâk, fazîlet ve duruşuyla hakîkâten karizma  olarak değerlendirilebilecek bir şahsiyet var mı aramızda yaşayan?

 

Şehre, Anadolu şehri havası verecek, onun bereketini temsil edecek çeşmeler var mı?

Sebiller var mı?

Vakıf eserleri var mı?

Kale var mı? Burç var mı?

Bir kitap, bir tablo, bir hüsnühat ya da tezhip levhası var mı?

 

Sizce Ordu Câmili bir şehir mi? Yoksa câmiler çok sık da ben mi görmüyorum?

En azından, Ordumuzun en büyük câmisi denecek merkez bir câmii var mı?

Kubbeleriyle, minâreleriyle, avlusuyla, şadırvanıyla, imâretiyle, parkları-bahçeleri, çınarlarıyla şöyle külliye boyutunda bir Câmi var mı yâni?

Beylikler döneminden bir câmi var. Çevresindeki diğer hamam gibi birimlerle berâber bir Külliye olarak değerlendirilebilir.

Ancak, farkında olan var mı?

 

Ya, çağdaş şehirciliğin gereklerinden olarak;

Oto park var mı?

Ya, oto çark?

Yâni, arabaların rahat hareket edebildiği bulvarlar, geniş caddeler var mı?

 

Tiyatromuz, heykelciklerimiz, danslarımız, balelerimiz, konservatuarlarımız var.

Çağdaş olarak  nitelenen sanat dallardan olmayan yok gibi.

Peki ya, Mehterimiz var mı?

On yıllardır Ordu İmam-Hatip Lisesi deruhte ediyordu bu görevi.

Ancak, öğrenci sayısı azaldığı için, mehterin mehâbet ve cesâmetiyle mütenâsip bir grup oluşturmak zor oluyor. Kostümlerin içi dolmuyor artık tâbiri câizse.

Ama, ne sivil bir dernek ya da vakıf, sivil toplum örgütü veyâ Belediye’nin böyle bir şey gündeminde yok.

Çünkü Ordu’nun hamurundan böyle bir niyet tütmüyor.

Yöneticilerimizdeki birikim türü de böyle bir teşebbüse el vermiyor.

Netîce, Ordu’muzda, millî kültürümüzün karakteristik unsurlarından mehter yok.

Diğer taraftan, bilhassa Ramazanların süsü mahyalar yok.

Hüsnühatt’ın adı bile yok.

 

Bir sürü belediye geldi geçti. Şu da falancının eseri denecek, rutin dışı, kalıcı bir eser var mı ortada?

Ya zenginlerimiz? Rabbenâ, hep banâ! İstisnâlar çok az.

Özellikle câmi konusunda hiç niyet ve gayretleri yok.

Onlar da üç-beş kuruş veriyorlar öylesine elbette, herkes gibi.

Ancak, tek başına külliye yapacak imkânları olanlar çıkmıyor aralarından.

Demek ki yok! Buna da yok diyelim  öyleyse.

Varsa da yok, yoksa da yok. Netîce; koskocaman, YOK!

 

Daha çok “yok”lar var.

Teleferik başta olmak üzere, Ordumuzda görmek istediğimiz çok şeyler sayılabilir.

Ancak her şeyden önce danışma yok. Görüşme yok.

Atı alan kendi üsküdarına koşuyor arkasındakileri kaâle almadan.

Ticaret ve ekonomide olduğu gibi sosyal ve kültürel hayâtımızda da ortak hareketi önemsemiyoruz.

Bunun sağı da böyle, solu da.

İktidara geleni de böyle, gideni de.

Sizin de ekleyebileceklerinizle söz daha da uzayabilir.

Ancak, isterseniz; son söz olarak, “bu gidişin millî ve mânevî anlamda sonu yok” diyerek, yok olmadan son defâ kendimizi yoklamamızı, bize verilen imkânları anlamlı bir şekilde harmanlayıp irfânımıza uygun bir tablo ortaya çıkarmamızın iyi olacağını söylemek istiyorum ves’selâm…

 

 

 ORDU HAYAT GAZETESİ

            17.06.2008


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 8 9 10 11 12 [13] 14 15 16 17 18 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...