Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4608367
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.70.127.165
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
ORDU KÜLTÜR AKIŞINA BİR GENEL BAKIŞ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORDU KÜLTÜR AKIŞINA BİR GENEL BAKIŞ

Ordu’da, hiç te pek öyle gündem işgâl etmeyen kültür kavramı, aslında bir toplumun birikimlerinin şuuraltını ifâde eder. Kültür nedir derseniz, öyle, tek bir kalıba sığacak net bir târifi de yapılabilmiş değildir. Her kes kendi bulunduğu yer ve bakış açısı îtibârıyle bir takım şeyler söyler. Sonuçta, tüm tanımlamalar bir yorumdur aynı zamanda.

Kısaca bir şeyler söylemek gerekirse, kültür, belirli bir cemiyetin asırlardan süzülerek gelen insan ürünü eserlerinin toplamıdır diyebiliriz. Bu bakış açısıyla kültürü, bir toplumun mâneviyâtı, amaçları ve ideallerinin tümü olarak da görebiliriz. Kültür, bir milletin, halk ya da topluluğun geleneksel karakterleri ve hayat tarzlarını da ifâde eder. Diğer bir ifâdeyle kültür, bir milleti millet yapan tüm iç ve dış unsurların ortalaması diyebileceğimiz karmaşık bir bütündür.

Durum böyle olunca, bir toplumun karakterini koruması, harcını sağlam tutması noktasında yapacağı şeyler vardır. Başta, bünyesel özelliklerin bozulmamasını sağlamak gerekir. Bu da ancak, kültürel hassâsiyetler taşımakla mümkün olabilir. Yeni gelişmeler ve yeni durumlar karşısında, bir takım değerlerin unutulmaması, o toplumu toplum yapan özelliklerin pörsümemesi noktasında bir şeylerin yapılması gerektiği âşikârdır.

Bunu da yapacak olan o toplumun maddî, mânevî, idârî önderlerdir. Kanaat önderi deyimiyle de karşılanabilecek bu etmenin, kültürel yansımaları yönlendirmede bir aktörlük boyutu olacağı muhakkaktır. Nitekim, her toplumun köşe taşları niteliğinde kişiler ve müesseseler bu görevi deruhte etmektedirler.

Çok öncelerini bilmiyoruz. Yakın geçmişe tanık olanlarca, Cumhûriyetle birlikte geleneksel ağa sisteminin vilâyet üzerinde etkileri hep anlatılagelir. Uzun süre, ağaların bu ağırlığı devam etmiştir. Bu olgu, diğer yönetimler ve bilhassâ belediye için de hep böyle olagelmiştir. Hattâ, bırakın idâre vs. fakir köylülerin çarşıya gelmelerinin dahî yadırgandığı dönemler olmuştur.

İşte bundan dolayı, ağanın dediğinden çıkamayan yöneticiler, zenginlerin oluşturduğu belediyeler ve sonuçta hep hâkim durumda olan statüko. Ordu’da bu gerçek hâlâ değişebilmiş değildir. Ağalık sistemi görüntüde gitmiş, ancak hakîkâtte, onlardan tevârüs eden yönetimler aynı ruh ve heyecanla yollarına devam ediyorlar. Bu günkü kültürel hareketlerin, Cumhûriyetin ilk yıllarındaki türden, adına çağdaşlaştırma denen başkalaştırma, Anadolu’nun mânevî yönüne sırt çevirip, sonra da döndüğü tarafa doğru gitme heyecanından bir şey kaybettiğini söyleyebilir misiniz?

Şöyle bir düşünün; nasıl ki Köy Enstitüleri gençleri kestirmeden çağdaşlaştırma operasyonunun tâvizsiz projesi ise, aynı şekilde Halkevleri de halkı dönüştürmenin, onu avrupâî denilen yeni hayat tarzına alıştırmanın bir projesiydi. Bu kurumların adı yok görüntüde bugün ama, uygulamalar aynen sürüyor. Ve, Ordu Kültüründe CHP’nin bu halkı çağdaşlaştırma projesi hep hâkim olagelmiştir. Ve hâlâ da böyledir.

Diyeceksiniz ki, hiç mi değişmedi? Elbette, zaman zaman el değiştirdi, ama yol değiştirmedi. Çünkü, hasbelkader belediye koltuğuna oturan diğer cenahtan kişilerin, kategorileri görüntüde farklı olsa da, özde fikrî alt yapıları olmadığı için böyle bir irâdeleri söz konusu olamadı. Onlar da statükonun dümen suyunda gittiler. Üniversiteyle birlikte değişeceğini umduğumuz noktada, o da aynı damardan kervana omuz verince, rüzgârlarda bir değişiklik olmadı. Gücü elinde bulunduranlar câzibe merkezi olunca, ortada kalmak istemeyenler o mecrâya doğru aktılar. Bu tarafta bir numara olmayınca, soğukluk olunca, soğuğu daha soğukla bastırmak adına yeni yönlerine doğru süzülüp gittiler.

Tüm bunlar, bu tarafta kültürü, edebiyâtı, fikir hayâtını önemsemeyip te bu konularda atılım ve faaliyet yapmayanların suçu. Çocuklarımız, gençlerimiz yoz kültürlerin rüzgârlarına bırakılıyor. Onları kendi öz değerleriyle, ilmiyle-irfânıyla, millî-mânevî değerleriyle barışık yazar, kitap, kuruluş ve çevrelerle tanıştırmayan ve bu yönde her hangi bir çabası olmayan, faaliyet göstermeyen güç, imkân ve iktidar sâhiplerinin sorumluluğu çok.

Onun için, ne olursa olsun; Ankara’da esen rüzgâr Ordu’da bir türlü esemiyor.

Durum böyle olunca, yerli doğal muhâlefet ve yanlıları ne kadar övünseler az…

Yerel tarafı zayıf iktidar ancak bu kadar hava estirebiliyor demek ki ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

26.10.2010


Mar`12
26
GÖKHAN AKÇİÇEK ADI..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

“GÖKHAN AKÇİÇEK” ADI…

Ad da, soyad da, ne güzel, değil mi? Şiir gibi. Özellikle çocuklar için birebir. Gök, Han, Ak ve Çiçek. Hepsi de çok çok güzel çağrışımları olan kelime ve kavramlar. Hepsinin toplamından da, çok çok daha güzel bir kompozisyon ortaya çıkıyor. Gökle yer arası tüm güzellikleri harmanlayabilirsiniz bu kavramlar arasında.

Rabbimiz cümleyi, dünyâda da âhirette de, ismi güzel, cismi güzel, resmi güzel, ismiyle müsemmâ ve de tüm bu güzelliklere lâyık olanlardan, ve dahî öldükten sonra ardından da güzel şeyler söylenenlerden eylesin.

Ama Gökhan AKÇİÇEK,  tüm bunların içinden hiçbirini kendi seçmedi. Kendisi yazmadı. Doğuştan, yâni Allâh vergisi. Kendisinde, dünkü yazısında resmini ortaya koymaya çalıştığı yazarlık özellikleri varsa –ki, öyle gözüküyor; öyle olmasaydı sanat ve yazarlık bağlamında böylesine emînâne, keskin yargı ve ölçütler koyabilir miydi ortaya?- bu da, esas îtibârıyle Allâh vergisidir. Her ne kadar bu ve benzeri, sosyal, soyut ve sanatsal konulardaki değerlendirmeler göreceli olsa da, kendini o sandalyede görenleri öyle kabul etmenin kimseye bir zararı yoktur. Kaldı ki, bizim kendisinin mütâlaalarına îtirâzımız da zâten söz konusu değildir.

Ancak, sandalyenin sağlamlığı kadar, oturduğu yer de çok önemli olmak, çürük olmamak gerektir. Çünkü sandalyeler geçici süslerdir. Asıl olan zemindir. Yanlış zemindeyseniz, bindiğiniz araba sizi uçuruma götürüyorsa, onun çok lüx, herkesin binemeyeceği, ayrıcalıklı ve de krallara lâyık olması çok da bir anlam ifâde etmez. Öncelik her zaman yolda olmalıdır. Yolunuz yanlışsa, süsünüz sâdece sizi aldatır.

Dün sabah bir çay ocağında okudum yazısını. Neden ismimizi zikre ihtiyâç duydu, neyin ispatı peşinde anlayamadım?! Değerlendirmelerinde haklı da olabilir. Sonuçta herkes insandır ve herkesin farklı kâbiliyetleri olabilir. Herkesin aynı olmak, aynı yerde bulunmak gibi bir mecbûriyeti yoktur.

Şurada yanlış düşünülüyor; bizim “festivâllik olalım” diye bir kaygımız yok. Oraya çıkma merakımız da yok. Orada konuşulan şeyler farklı. Belki çağrılsaydık, bâzı adı geçip de katılmayan arkadaşlar gibi biz de affımızı dilerdik. Mesele o değil. Ordu adına, milletin parasıyla iş görenlerin, milletin belirli kesimini ve ülkenin komşularından bâzılarını görmezden gelmeleridir. Nasreddin Hoca’nın sazı misâli, sâdece bir tele vurup da, çıkan sesi uluslar arası kardeşlik korosu diye lanse etmeye çalışma yutturmacasıdır. Ya da, olayı birilerine ihâle edip, tasarrufu tamâmen onun paşa gönlüne havâle etme özensizliğidir.

Bizim, zannedildiği gibi adı şâire, yazara çıkmak diye bir derdimiz de yok. O olduysa olmuştur. Olmadıysa bundan sonra zâten olmaz buyurulduğu ve de cümle âleme duyurulduğu gibi. Hele, bizim gibi bir türlü değişemeyen, rüzgârlara ayak uydurup dönüşemeyen, 40 yıl önceki fotoğrafı, duruşu, kılığı-kıyâfeti, kullandığı kelimeler, bağlandığı ilkeler hep aynı kalıp bir türlü sınıf atlayamayan, olduğu yerde, aynı zeminde sayan kimselerin, bizi de o sınıfa alın diye bir talebi çok abes olur.

Bizim derdimiz, varsa, Rabbimizin verdiği kadar kâbiliyeti O’nun yolunda, Hak ve halk adına ortaya koyup, doğru bildiğimiz ilkeler ekseninde çağımıza tanıklık edip, geleceğe ayna tutmak. Gelecekte, birkaç kişiye Allâh râzı olsun, mekânı cennet olsun dedirtebilirsek bizden bahtiyârı olamaz. Dünyânın öte ucundaki biri, asırlar sonra, soyut bir dizemize bakarak; “Aman be, amma da şâirmiş!” dese ben bundan ne kazanırım ki?

Demek isteriz ki, derdimiz, adımızın ne öyle büyük yazara çıkması, ne de yazılarımızın şurda-burda yayınlanması. Elbette tüm bunlar hoşumuza gider. Biz de insanız sonuçta. Ama, gâye bu değil. Bizi üzen, lûtfedilen kâbiliyetlerin büyüsüne kapılarak kendi eliyle kendisini kendisinden uzaklaştıranlardır. Belki de böyle bir şey yoktur. Kişi zâten odur da, aslına dönmektedir de biz farkında değilizidir. Belki de, önceleri kendinde değildir de, şimdi ancak kendine gelmiştir. Mecraını bulmuştur.

Meselâ, Gökhan AKÇİÇEK Beyle biz Türkiye Yazarlar Birliği Ordu Şûbesi’nde berâberdik. Orada birlikte çok çalıştık. Yıllarca şiir şölenleri düzenledik. Onlarca ünlü şâir ve yazarımızı ağırladık. Sonra, kâbiliyetini görerek başkanlığı da kendisine tevdî ettik. Şiir şölenleriyle birlikte genişleyen çevresiyle Türkiye’ye mâl oldu. Bu organizasyonlarda tanıştığı arkadaşlar, onun yaşadığı yorgunluklara şâhit oldular. Sanat, Edebiyât uğruna çektiği eziyet ve çileleri gördüler. Çile büyüdükçe şiir büyüdü, çerçeve genişedi ve de artık evrensel boyutlara ulaştı. Bizler de bunu aslâ inkâr edemeyiz.

TYB Ordu Şûbesi artık dar gelmeye başladı kendisine. Bizler oradayken hep şu dizeleri okurduk; duvarlarımızı süslerdi:

Anladım işi, san’at Allâh’ı aramakmış

Mârifet bu; gerisi yalnız çelik-çomakmış!

Necip Fâzıl KISAKÜREK

            Evet, sanat hep arayıştır. Yoldur, yolculuktur. Yola çıkan sıkıntılarına katlanacak, sürprizlere hazırlıklı olacaktır. Kendisinin, yazısında da belirttiği gibi sanat çile ister çünkü. Yıllar boyu çektiği çile ve ızdıraplara çevresindeki herkes şâhit. Ben de, dünkü yazısında belirttiği gibi bu ve benzeri  sıkıntıların sanat için elverişlilik noktasında gerekli motivasyonlar olduğunu düşünüyorum.

Nitekim, eğer kendisi bizi, en azından bir YAZAN kabul ediyorsa, bir mağdûriyet ya da mahrûmiyet söz konusu olunca, duygular sökün edince daha rahat ve dokunaklı yazı yazdığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Yazının değil de, sayfaların nasıl bittiğini anlayamam. Hem, diğerlerine nazaran daha akıcı olur. Tabiî bana göre. Bu yargım kiseyi bağlamıyor.

Her neyse, çile olsun, sanat artsın diye mi bilmiyorum; TYB Ordu Şûbesi’ni kapattı. Çünkü, onun kalıpları ve çerçevesi artık dar geliyordu. Bir gidiş gitti, pir gitti. Şimdi tüm dünyâyı dolaşıyor. Artık o şimdi bir dünyâ sanatçısı. Ordu adına övünüyoruz. Bir arkadaşımız olarak gurur duyuyoruz. Hattâ, bir eserinin bir köşesinde bir dip notta bile adımız olsa onur duyuyoruz.

Eh, Gökhan Kardeş; dünkü yazınızda adımızı zikretmeniz bile bizim için ayrıca büyük bir lütuf. Teşekkür ederim. Bir gün gazete yazılarınızı kitaplaştırırsanız – yüzde kaç ihtimâl olursa olsun, önemli değil, ihtimâli bile güzel- orada bizim de adımız geçecek. Sizinle birlikte, siz yaşadıkça biz de yaşayacağız. Ne güzel, ne mutlu bir ihtimâl.

Yazınızı bir okuyup geçtim. Sonra yine okurum. Yazı şu an iyi ki önümde değil. Sizin o az kelimeyle, çok şâirâne oluşturulmuş yoğun-anlam cümlelerinize bizim kavsaldak uslûbumuzla cevap vermeye kalksam en az, bir-kaç kitap boyutuna erebilir. Siz, sanat eseri olarak görmediğiniz için zâten okumazsınız. Ben ağabeyin de boşu boşuna yorulmuş olur. Ne gerek var?!

Ben, bir cevap olarak değil de, haddim olmadan, yanlış anlamaların önüne geçmek adına kısaca duygu ve düşüncelerimi yazıp geçiyorum. Son olarak şunu söyleyeyim ki, ben yerimden, yolumdan, konumumdan şikâyetçi değilim. Kimseye de özenmiyor, yerinmiyorum. Benim için kendinizi üzmeyin. Gerçi üzseniz de yine iyiliğinize. Üzülmek çiledir, çile de sanattır. Sanatta kanattır. Uçurur da uçurur. Ama, nereye kondurur? Orası belki hiç düşünülmez ama benim için en önemlisi burası!

Son olarak, çay fikir ve dâvetine teşekkür ederim. Ancak, bir zamanlar hep berâber içtiğimiz çaylar yarım kaldı. Üstelik bir de üzerinden nice rüzgârlar geçti. Son rüzgârlardan sonra belki de buz bile kesti. Ama, yine de özlediğiniz, tekrar gerçekleşebilmesi muhtemel Anadolu kültür ve irfânında ifâdesini bulan, o eskisi türünden sıcak muhabbetlerin alaz ve de yalazı, kutup buzullarını bile çözebilecek kıvamda olabilir.

Hele, BORSA binasına yakın, oraya bakan, fî târihlerinde, zaman zaman birlikte çay içtiğimiz o aradaki yerlerden biri olursa, kim bilir belki de hep birlikte bir SANAT BORSASI bile oluşturabiliriz. Bu sıra, görüldüğü gibi sanatsal değerlendirmeler moda. Uluslar arası Festivâlin yerele bir nevî etkisi ve de katkısı.-

Fındık memleketiyiz, ama borsasını henüz kurabilmiş değiliz. Bu alanda bir borsa oluşturabilirsek tam anlamıyla SANAT MEMLEKETİ olduğumuzu da kısa yoldan böylece kanıtlamış, isimlerimizi de boy boy, sayfa sayfa, ansiklopedi ansiklopedi, asır asır, çağ çağ anıtlamış, bizi sanatkâr kâbul etmeyenleri fotoğrafta arkada bir yerlerde de olsa durabilerek yanıtlamış, hep birlikte memlekete bir nevî çok büyük hizmetler kalıtlamış oluruz.

Şimdilik bu kadar. Bâzıları böyle durumlarda, “cevâba değmez” diyebilir. Ama biz, bir eski dostun araladığı kapıyı görmezlikten gelemeyiz. Ama iltifat, ama sitem; sonuçta muhatap alırız.

Ve diyoruz ki, yıllar sonra bir hasbihâl imkânı verdiğiniz, diyaloga kapı araladığınız, en azından bizi unutmadığınıza, muhâtap kabul ettiğinize dâir emâreler sergilediğiniz için teşekkürler ves’selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

25.10.2010


Mar`12
26
ŞEHRİN KÂLBİ ORADA ATTI..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ŞEHRİN KÂLBİ ORADA ATTI…

Daha saat 09.00’a gelmeden, ortalık hareketlenmeye, insanlar öbek öbek, arkadaş grupları, âile boyu, çelik-çocuk şekliyle caddelerden sokaklardan akmaya başlamışlardı. İnsanların hâl ve gidişinden, heyecanla akışından gittikleri yer belli gibiydi. Bu hızlı adımlar, biraz sonra kâlp atışlarına dönüşecekti. Ordu’nun kâlbi bu gün orada atacaktı. Anlaşılan bu gün gerçek bir bayram yaşanacaktı.

Nitekim salona yaklaştığımızda ortalığın ana-baba günü manzarası arz ettiğini gördük. Normâl oturaklar dolmuş, bir o kadar da sahaya sandalyeler konulmuştu. Şöyle bir baktığımızda en az bin kişi tribünde, bir o kadar da sahada vardı; gelip dönenler hâriç.

Açılışın İstiklâl Marşıyla yapıldığı programda, hâfızların sırayla salona girişinin ardından, ilk Kur’an tilâvetini günün hâfızlarından Davut PERK isimli öğrenci yaptı. Delikanlının güzel okuyuşu salonun dikkâtini hâfızlar üzerine daha bir yoğunlaştırdı. Hâfızlar salonda karşı tarafa, herkesin görebileceği şekilde özel giysileriyle sıra sıra dizilmişlerdi. 11’i kız olmak üzere 27 hâfız kemâl-i edeple oturuyorlardı. Bilhassa halkın ve basın-yayının ilgisi doruktaydı. İşe bir de amatör fotoğrafçıların girmiş olması, merâsimin boyutlarının şölen sınırlarını aştığının bir göstergesiydi.

ŞEHRİMİZ İÇİN BİR MÎLAT

Geçtiğimiz Cumartesi, Ordumuz için gerçek bir mîlât oldu. Epeydir devam eden atâletten kurtulmak adına bir silkelenme, kendine gelmenin başlangıcı oldu. Yeni etkinliklerin de habercisi niteliğindeydi. Zîrâ, bu kadar becerikli çalışanı, bir o kadar da emekli değerleri ve halkla böylesine iç içe ve derin gönül bağı avantajı olan bu câmia, artık yatağını bulmuş, erbâbına kavuşmuştu.

Mustafa KOLUKISAOĞLU Hocamızla birlikte hizmeti özleyenlerin kâlp ritimleri değişmişti âdetâ. Motivasyon bu olmalıydı. O gün orada, gerçek bir takım rûhunu ve hizmet âhengini gözlemledik. Ve dedik ki, bu câmiada hayat var. bunu hep birlikte daha çok müşâhede edecek gibiye benziyoruz.

Hep Bulancak, Giresun deyip durduk ay boyunca. Şunu söyleyeyim, buralarda icrâ edilen merâsimlerin hepsi ayrı güzeldi. Şu program şundan üstündü demek mümkün değil. Hepsi de kendi içerisinde bir bütün olarak başlıbaşına güzeldi. Ordu’nun ki ise Kapalı Spor Salonu boyutunda bir ilkti ve Kanal 52’den naklen verilip, tüm dünyâda izlenebilmiş olması dolayısıyle tüm programlara fark atmıştı. Bu anlamda ilgililer bilhassa Avrupa’dan izleyenlerden çok telefon aldıklarını belirttiler. Ordu’da olup ta programı televizyondan izleyenler de, organizenin ekrana yansımasının ulusal kanallardakini aratmadığını belirttiler. Düşünenlerden, emeği ve katkısı olanlardan Rabbimiz râzı olsun.

VEFÂ KERVANI, HİZMET KAPTANI

Programın sunuculuğunu Ahmet Cemâl Mağden Câmii İmam-Hatîbi Hamza ÖZDEMİR ve Meydan Câmii Müezzini Mustafa UZUN Bey hocalar yaptılar. Bu arada, 1986 yılından bu yana Kur’an Kursu’nda hizmetleri geçen müftüler, müdürler, öğretmenler ve öğrencilerle ilgili slâyt gösterildi. Takdim arasında Ordu eski müftülerinden vefât eden İsmet SELİM ve Âdil ERBAY Hoca’lar için rahmet dileğinde bulunulması salonda olumlu yankılar uyandırdı.

Sonra sunucunun, “Açılış konuşmalarını yapmak üzere bu Kur’an Gemisinin kaptanı Kur’an Kursu müdürümüz” diye takdim ettiği, bu güzel merâsimin her anlamda hizmetkâr ve aynı zamanda mîmarı olan, bu tabloyla birlikte bir nevî kendini fark ettiren Mehmet AKYÜREK kürsüye geldi. Katılımcıları selâmlayıp hoş geldniz dedikten sonra, yeni Bölge Kur’an Kursu inşaatıyla igili bilgiler verdi. 1986’dan bu yana Ordu vilâyetinde, müftülüğe bağlı Kur’an Kurslarından 1700 hâfız yetiştiğini duymak gerçekten heyecan vericiydi.

DÎNİNİ DERT EDİNENLER!

Kur’an Kursu Hocalarımızdan Mustafa KESKİN’in güzel tilâvetinin ardından İl Müftümüz Mustafa KOLUKISAOĞLU Bey hocamız konuştu. Çok güzel mesajlar verdi. Başlıbaşına üzerinde durulmaya değer konuşmadan bir iki cümle seçelim:

İşgâl görevlisi Fransızlar, uzun yıllar geçtiği hâlde Cezâyir’de umdukları sonucu alamayınca, kendilerini sorgulayan yetkililere şu çarpıcı cümleyle karşılık vermişler:

“KUR’AN, FRANSA’DAN KUVVETLİYSE, BİZ NE YAPABİLİRİZ?!”

Dolayısıyla, “Kur’an hem KORUNAN ve de hem, KORUYAN bir kitaptır.”

“Allâh, dînini dert edinenlerin derdini satın alır!

Dîni dert görenleri de, dertleriyle baş başa bırakır!”

Giresun Müftüsü Necâti AKKUŞ Hoca da, yaptığı kısa konuşmada “Bize bu Kur’an bahçesinde bulunmaya fırsat veren Rabbimize şükrediyor, bu muhteşem tablodan dolayı  komşumuz Ordu halkını ve cennet melekleri yavrularımız hâfızlarımızı tebrik ediyorum.” şeklinde duygularını özetledi.

HELÂL OLSUN!

Bu güzel konuşmanın üzerinden,Kur’an Kursu Mescidi İmam-Hatîbi Hüseyin DİKİCİ ve hâfız adayı Kur’an Kursu Öğrencileri hep birlikte seslendirdikleri içli ilâhilerle salonu duygu seline boğdular.

Daha sonra kız öğrenciler, mikrofona gelerek güzel hitaplarla birlikte kendilerini tanıttılar. Kimi Hz. Peygâmbere seslendi, kimi Hocasına, kimi annesine seslendi, kimi hâfızın yakarışını dile getirdi. Âyetler okudular, hadisler seslendirdiler. Hocaları Nîmet AYDIN, Mukaddes MADEN, Nazife ÇABUK ve Yasemin ARSLAN’a ve tüm emeği geçen ilgili ve personellere minnet ve teşekkürlerini dile getirip helâllik dilediler. Hafîzelerin güzel ve duygulu hitapları dinleyenleri de duygulandırdı. Bâzı izleyicilerin sevinç göz yaşlarını tutamadığı gözlendi.

HER EVE BİR HÂFIZ!

Hayrettin ÖZTÜRK de, önce çok güzel bir aşir okudu. Sonra da, “Aziz Kur’an dostları!” hitâbıyla başlayıp, hâfızlık hâtıraları,  ve, Kur’an tedrîsât ve kıraat algısıyla ilgili yanlışlarımıza vurgu yaptığı konuşmasında sunduğu kesitler ve tavsiyelerle, dinleyicilere çok güzel mesajlar verdi ve ilgiyi de canlı tuttu.

“Babam hoca ve hâfızdı. 4 yaşında okudum, 6’da hatmettim, 7’de de hıfz. Ezber bir tutku oldu. Sonra Kur’an’ı tersinden de hıfzettim. Sonra meâlini derken, her âyete karşılık bir hadis ezberledim. Şimdi de tefsir. Bizim, Trabzon Şalpazarı’ya bağlı dağ köyü Sütpazarı 90 hâne. Her hânede en az bir hâfız var. 2,3,4, hattâ 5 hâfız olan evler var. Siz de artık bugünden niyet edin; en az bir çocuğunuzu hâfız yetiştirin. Size faydası olur. Hattâ tüm çevresine. Hâfızlık milyarlarla değişilmez. Allâh, bu dünyâda bugün ne verilirse, yarın onun çok daha fazlasını verecek!”

HEDİYELER

Erkek öğrenciler kısa sûreler okudu.  Programın duâsını Nûri GENÇ Hoca yaptı. Sonra Celâl SES, Îsâ USTA, Mehmet BELCİ ve Mustafa KESKİN, bütün öğretmenler ve öğrenciler bir arada olmak üzere Diploma ve hediye törenine geçildi.

Hediye ve Diplomaları takdim etmek üzere Engin TEKİNTAŞ, Doç. Dr. Hayrettin ÖZTÜRK, Tâcettin SEVİNÇ, Ali Osaman DENİZ, Mehmet Ali KILIÇ, Ahmet ÖNEY, Mehmet Hulûsî MURTAZAOĞLU, Sâim ŞİRİN, Aydın İŞBAKAN, İHL Müdürü Mustafa AKKOZ, Ayhan OKUR, Sâdi SADIKOĞLU, Şenol PAZAR, Nâmık Kemâl UZUNLAR, Bayındırlık Müdürü Bulut ÇUBUK ve ilçe müftüleri yanında, Kur’an Kursu arsasını bağışlayan Ahmet YEŞİLYURT sahneye dâvet edildiler.

Bu arada bâzı vatandaşların da kendi hediyelerini vermek üzere sahneye geldikleri görüldü. Çeşitli câmi dernekleri, sendika ve kurumlarından da tüzel kişilikleri adına hediye verenler oldu.

Sözün özü bu Cumartesi günü Ordu için, yılların özleminden sonra yaşanan müstesnâ bir gün oldu. Tam anlamıyla bir mânevî şehrâyin yaşadık. Millet mutluydu. Rabbimiz, şehir ve halkımız olarak böyle günlerimizi çoğaltsın inşâllâh.

Câmia da, ayrıca, eskileri, yenileriyle uzun bir aradan sonra bir araya gelebilmiş olmanın hazzını yaşıyordu. Tüm emeği geçenlere, işin yükünü çekenlere teşekkür. Bizlere böylesi bir mânevî atmosferi ve güzelliği yaşattıkları, insanlarımızın kaynaşmasında yeni bir süreç başlattıkları, hizmet kalite ve performansında yeni sayfalar açtıkları için…

Böylesi anlamlı ve güzel, daha nice programlarda yollarımızın kesişmesi dileğiyle,

Rabbimiz, cümle ehl-i hizmet ve gayretin sa’yini meşkûr eylesin ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

24.10.2010


Mar`12
26
BUGÜN KAPALIYIZ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BUGÜN KAPALIYIZ!

Evet, bu gün kapalıyız. Bu gün, -zârûrî olanlar, mâzeret kategorisine girebilen türler hâriç- bütün işler paydos! Tüm özel ve tüzel meşgûliyetler tâtil. Zâten havalar da kapalı gözüküyor. Bugün kapalıyız; çünkü KAPALI SPOR SALONU’na gideceğiz. Çelik-çocuk; hep berâber. Çünkü Ordu’nun kâlbi bugün orada atıyor. Heyecan dorukta. Hepimizin sevinç günü bugün.

Kur’an’ımızı baştan sona ezberleyen, beyinlerine ve gönüllerine nakşeden yavrularımız,

hakîkat bülbüllerimiz, göz nurlarımız, gönül sürûrlarımız bizleri aralarında görmek istiyor. İlimiz hâricinde, civâr il ve ilçelerden ilim adamı, dâire müdürü, sivil-bürokrat, âmir-memur, çok sayıda katılımın olacağı tahmin edilen bu günde ev sâhipleri olarak inşâllâh oradayız…

Gerçek bir Anadolu şehri gibi salonu doldurmalı, çocuklarımızın yüzünü güldürmeliyiz. Çocuklarımız yaptıkları işin önemini hissetmeliler, yorgunlukları çıkmalı iltifatlarımızla. Diyorum ki, hiç olmazsa bunu yapabilelim, Kur’an dostları arasına girmeye gayret edelim. Kur’an programı Ordumuz, yurdumuz, milletimiz,memleketimiz, hepimiz için hayırlı olsun.

Rabbimiz bizleri ve çelik-çocuğumuzu hâfız yavrularımızın nûrâniyeti ile bereketlendirsin…

Yöremizi, bölgemizi, Kur’an’a hizmet eden hizmet sevdalıları coğrafyasına katsın...

YARIN SARAYDAYIZ!

İlgi duyanlar ve zaman ve imkân olarak müsâit olanlar için, yarın da Perşembe Sarayköy’de bir duâ programı var. İlimizin yetiştirdiği kültür-sanat ve bilim adamlarından Eski Türk Edebiyâtı Öğretim Üyesi merhum Prof. Dr. Mehmet ÇAVUŞOĞLU’nun kabri başında Yâsin okunup duâ edilecek. Kendisi Eski Türk Edebiyâtı Profesörü olan ve Dîvan Edebiyâtı ile ilgili yaptığı bilimsel çalışmalarla, bu edebiyâtı kamuoyuna tanıtıp sevdiren, hem de dünyâ çapında otorite ünvanı kazanan bu değerimize, kültürümüz, irfânımız, san’at ve edebiyâtımız adına vefâ anlamına gelecek ne yapabiliyorsak yapsak, sanırım, hayırlı bir iş yapmış oluruz. Bu anma için İstanbul’dan gelen, merhumun kardeşi Fatma Gürbüz YILMAZ hanım, gazetemize yaptığı nezâket ziyâretinde, tüm kültür-sanat-edebiyât ve ÇAVUŞOĞLU dostlarını köylerinde görmek istediğini belirtmiş, bizler vâsıtasıyle genel dâvette bulunmuştu. İnşâllâh, yarın saat 13.00 îtibârıyle inşâllâh Perşembe Sarayköy’de olacağız. Gelmek isteyen dostlar olursa, tevdî edilen emânet bağlamında, Ordu Hayat olarak yardımcı olmaya hazırız.

BİROL ÖZTÜRK’E TEŞEKKÜR

Sevgili Kardeşimiz Birol ÖZTÜRK Bey, centilmen ve olgun bir tavır sergilediği dünkü yazısıyla gerçek bir teşekkürü hak etti. Kendisinin de sıkça kullandığı tâbirle; Helâl olsun! Her babayiğidin kârı değil bu. Alevlenmeye yüz tutmuş gibi gözüken bir duygusal elektiriklenme seansının üzerine, ya da, yaygın tâbirle, yangına körükle gitmemekle bir adım beriden; iki adım da öteden olmak üzere 3 adım öne geçti. Bu da hepimize ders olsun. Yazmanın, her ve gerçek anlamda, nice boyutta bir sorumluluk olduğunu daha derinden duyumsamamıza, daha dikkâtli davranmamıza vesîle teşkil etsin inşâllâh…

Ancak, ne şuna ne buna, ne şuraya, ne de buraya küsmek yok. Hep birlikte, her konu ve kurum hakkında, bir görev mülâhazasıyla yazmaya-çizmeye, görüş belirtmeye devam edeceğiz. Alan alır, anlayan anlar; almayan ve anlamayan, ya da anlamak istemeyenler de kendi bildiğiyle kalır. O da onların tercihidir. Dolayısıyla onların bileceği iştir.

Hem, atasözümüz demiyor mu ki; “Akılları pazara çıkarmışlar; her kes yine kendi aklını beğenmiş!”? Bunu elbette biliyor ve kâbul ediyoruz.  

Bizimkisi sâdece, bize düşeni yapmak; herkesin kendine düşeni ve yakışanı yaptığı gibi…

***   ***   ***

Bu günlük de bu kadar sevgili dostlar! Hepimiz Allâh’a emânet olalım ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

22.10.2010


Mar`12
26
BUGÜN CUMÂ, YARIN BAYRAM
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BUGÜN CUMÂ, YARIN BAYRAM!

“Ne bayramı, hayr’ola?” derseniz; elbette, yarınki icâzeti, Kur’an Bayramı’nı kasdediyoruz. Kurbana daha var çünkü. Ama Kur’an’a da can kurban, değil mi sevgili dostlar?!.

Yarın, inşâllâh, hep berâber, çocuklarımızın ellerinden tutup, âile boyu bu merâsime katılalım.

Böyle vesîleleri fırsat bilip, çocuklarımızı Kur’an nağmeleriyle buluşturalım.

Kur’an bülbülleriyle, Hak dostlarıyle, mümin kardeşleriyle kaynaştıralım.

 Çünkü O, kendi diliyle meâlen; gerçekliğinde“Aslâ şüphe olmayandır”(Bakara ilk âyetler.)

 “O, Rabbinin sevgisine kavuşmayı umanlar için yegâne hidâyet rehberi.”dir.

O, bizi sonsuz mutluluğa çağıran Kur’an’a, ve O’nunla ilgili her şeye can kurban!

“MEN BENDE-İ KUR’ÂNEM”

Mevlânâmızın dediği gibi; “MEN BENDE-İ KUR’ÂNEM; EĞER Kİ CAN DÂREM!”

“BEN, YAŞADIĞIM SÜRECE KUR’ÂN’IN KÖLESİYİM” Biz neyiz, ne olmalıyız?

Biz, Kur’an’la ilgili bir şey olunca ne yapmalıyız? İlgilenmeli mi, ilgilenmemeli miyiz?

Yâni, ilgisiz kalma hakkımız olabilir mi? Böyle olursa, bizim durumumuz nasıl bir durumdur?

Mâlumunuz yarın, Ordumuzun güzel çocukları, sevgili hâfız yavrularımızın merâsim günü.

Kapalı gişe, Kapalı Spor Salonu’ndayız. Herkes orada! Ben, sen, o; biz, siz, onlar!

Çelik-çocuk, âile boyu, hattâ sülâle, soy-sop, ötekiler, berikiler; herkes, herkes!

 HERKES ORADA OLMALI

Bulancak’taki, Giresun’daki ve benzeri yerlerdeki gibi, bayı-bayanı, atlısı, yayanı; herkes! Âmiri-memûru, müdürü hizmetlisi; tepeden tırnağa, yukardan aşağıya, 7’den 77’ye herkes.

Evet, herkes. Sivil, bürokrat, sanâyici, teknokrat; açık, kapalı, köylü-kasabalı, şehirli; herkes!

Çünkü, orası başka, bambaşka; hepimizin, her şeyin üstünde ve de hayâller ötesinde bir yer.

O iklîme, o havaya, o coşkuya; daha doğrusu silkelenmeye, titremeye, kendimize gelmeye; gerçekleri hatırlamaya, kendimizi ölesiye, köklerimizden kopasıya kaptırdığımız sarmaldan, prangalardan kurtulmak, bir ilâhî terapi, lâhûtî seans yaşamak adına, mutlak ihtiyâcımız var.

BU KADAR YETER!

Sevgili Ordulular! Bu kadar gezme-tozma, hay-huy, çalgı-çengi, bu kadar derbederlik yeter!

Bu şehir artık kendine, asıl-asâlet bendine gelmeli… Uçtuğumuz, uçurulduğumuz yetmeli…

Yeter artık; oraya-buraya gittiğimiz. Evlerden, köylerden uzaklaşıp, gözlerden yittiğimiz!

Sazlara, cazlara, gazlara geldiğimiz! Biraz da gayrı kendimize, köyümüze-kentimize gelelim; yâni, aslımıza-astarımıza, kilimimize-dastarımıza gelelim. Fantezi peşinde koştuğumuz yeter!

Eğlence, dans, bale, konser, şenlik, festivâl; çağdaşından mağdaşından beğen beğen al!

Ama, artık yeter; gayrı geldiğin yerde kal! Biraz da buraya bak! Hani ne derler; burdan yak!

Memleket ve çocuklarımız adına yapılan en anlamlı işlerin peşinde koş.

Mânevî işler, hayırlı gayretler, mukaddes fırsatların heyecânıyla coş.

Katıl, ve de sana düşen iş varsa hemen atıl. Yaklaş, paylaş ve de imkânın varsa yardımcı ol.

Çünkü, iyiliklerin, ikramların, hediyelerin verdiğin kişilerden çok sana faydası olacak…

Hele bunu yarın hâfız yavrularımıza, Allâh için, Kur’an için, Rasûlullâh için takdîm edersen!

 

Son söz; Cumânız mübârek olsun, hepimizin gönlü Kitap-Sünnet,

din-diyânet aşk ve sevgisiyle dolsun.

Yârınki Kur’an bereketinden, gönül hareketinden hepimizin haberi

ve de inşâllâh nasîbi olsun ves’selâm….

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

21.10.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 51 52 53 54 55 [56] 57 58 59 60 61 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...