Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4608364
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.70.100.73
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
ÂSÛDE ÇİÇEKLER ÜLKESİ..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ÂSÛDE ÇİÇEKLER ÜLKESİ…

Dün sabah, eski yuvaya, hem okuduğumuz, hem de 20 yıla yakın görev yaptığımız okulumuza bir uğrayalım dedik. Sağolsunlar, arkadaşlar gördükçe “gelmiyorsun!” diye sitem ediyorlar. Yolum da okulun önüne uğramıştı. Direksiyonu o tarafa kırdım. Kimliğimi nöbetçiye teslim edip okulun bahçesine girdim. Daha yeni birkaç adım atmıştım ki telefonum çaldı; “doğru kaleme gel!” diye. Ben de öyle yaptım. Bir de ne göreyim, bizim gibi emekli başka arkadaşlar da gelmemişler mi?

Kısaca, bugün bizim arkadaşlardan cenâzeleri olanlar var. Biz Ulubey Yukarıkızılen Köyü’ndeki cenâzeye gitmeyi tercih ettik. Bir minibüs ayarlayıp, aynı havayı teneffüs etmeyi daha uygun gördük. Havalar da çok güzeldi. Güzün tabiata vurduğu renk cümbüşü manzaralar arasından kıvrıla kıvrıla, Ulubey üzerinden Elmaçukuru, Akoluk, Ohtamış derken Yukarı Kızılin’e ulaştık. Cumâ Namazını Kıran Mahallesi Câmii’nde kıldık.

Namazdan önce, emekli görevlilerden Ahmet OĞURLU’nun güzel vaazını dinledik. Namazı, yine emeklilerden Mahmut Bâki arkadaşımız kıldırdı. Notlar aldım, ama, ayrıntıya girmeyeceğim. Paylaşmak istiyorum ama, söz uzayacak. Şu kadarını söyleyeyim ki, iki arkadaşımız da çok oturmuş bir görev olgunluğuyla yaptılar vazîfelerini. Mesajlar da, okuyuşlar da tam kıvamındaydı. Ne söz uzadı, ne de saz. Mahmut Bâki hocanın ağırbaşlı okuyuşuna vurgu yapmadan geçemeyeceğim. Tegannî yok. çünkü, iyi okuyayım diye bir hırs ve zorlama yok. Tam tadında ve yerinde bir okuyuş. Kendisini tebrik ediyorum. Ahmet Hocamızı da. Mevlitten mısrâlarla süslediği konuları Allâh dostlarının güzel sözleriyle renklendiriyordu.

Yine de bir örnek vereyim: birisi Hasen-i Basrî hazretlerinden öğüt istemiş. O da;

“Burada korkan orada korkutulmayacaktır. Burada korkmayan orada korkutulacaktır!” buyurmuş. Bu da nasıl olur; haramlardan kaçmak, helâlleri seçmekle. Mahmut Bey Hocamız da hutbe de, Efendimiz’in(SAV) Vedâ Hutbesi’ni okudu. Ne kadar güzel oldu. aslında sık sık hepimizin tekrarlaması lâzım. Rabbim ikisinden de râzı olsun. Âmin.

Cenâze ev yanında olduğu için namazdan sonra oraya geçtik. Yollar dardı. Biraz zor oldu ama, sonuçta mezarlığın bulunduğu yere gelebildik. Cenâze de oraya geldi. Kalabalık bir katılım vardı. Namazı hep birlikte kıldık.

Ömer KÖSEOĞLU Beyle yıllarca birlikte görev yaptık. Diğer kardeşleri ve eşi de öğrencimiz. Bundan yıllarca önce düğününe de gitmiştik. Şimdi de annesinin cenâzesi dolayısıyle gittik. Anne Sâdiye KÖSEOĞLU, uzun süredir hastalıklarla mücâdele ediyormuş. Fakültelerde falan dolaşmış. Son bir-iki aydır evde yatıyormuş. Geçen gün evlerinde rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş. Duâyı yapan arkadaşımız Tâlip CAN Bey’in de vurguladığı gibi, milyonlarca hacının kutsal topraklarda Allâh, Peygâmber aşkıyla yalvarıp-yakardığı, Zilhicce ayının, Kurban Bayramı’nın eşiğindeki bu mübârek cumâ gününde kendisini ebediyete uğurladık. Efendimizin, anneler için müjdesi açık: “Cennet anaların ayakları altındadır.”

Hem nasıl anne?! Hepimiz köy insanıyız. Karadenizin çetin coğrafyası ve zor şartlarını hepimiz biliyoruz. Tâbiri câizse, dişiyle-tırnağıyla toplayıp 5 çocuğuna bakmış. Onları, herkesin gıpta edip, örnek alacağı kıvam ve evsafta yetiştirmiş. Ülkeye, biri hâkim, birisi Üniversite hocası, ikisi öğretmen, birisi hemşire olarak görev yapan 5 pırlanta hizmetkâr kazandırmış.

Hele torunlar!... Onları ne kadar seviyordu kim bilir? Belki de anne-babalarından daha fazla titriyordu üzerlerine. Nereden mi biliyorum; mezarlıkta gördüm 3-5 tânesini. Evlerinin yanından, bahçelerden ve yâ yol boylarından çiçekler toplamışlar. Ellerinde tutuyorlar demet demet.Bbiz namaz kılarken onlar hemen yan tarafımızda bekliyorlardı. Her hâlde, biricik ninelerinin toprağı üzerine, temiz, günâhsız yürek ve elleriyle koyup cennetine cennet katacaklar!...

Yavruların isimleri de cennet gibiydi; hep cenneti hatırlatan isimlerdi. Duramayıp, namazın ardından yanlarına gidip sorunca öğrendim. Hangisiydi bilmiyorum ama, Zeynep olabilir; hem söylüyor hem ağlıyordu. Anlaşılan, nineleri gidince kâlplerinin derinliğinden bir şeyler kopmuş, büyük bir boşluk oluşmuştu. Rabbim bu güzel çocuklara sabırlar versin. Onları, ölmüşlerinin defterlerine güzel şeyler yazdıracak, böylelikle hem onlar hem de kendileri, dolayısıyla millet-memleket-vatan için faydalı olacak hayırlı evlâtlar eylesin.

Evet, isimleri neredeyse unutuyorduk: Zeynep, Betül, Âsûde, Emirhan, Melek! Hepsi de cennet çiçekleri gibi isimler. Şimdi, Yahya KEMÂL’in Rintlerin Ölümü şiirinde geçen; “Ölüm âsûde bir bahar ülkesidir…” ifâdesi nasıl akla gelmesin ki?!

İnşâllâh, çok güzel bir günde, çok güzel bir mevkîde toprağa verdiğimiz Sâdiye annemizin kabri de, penceresi cennet bahçelerine açılan âsûde bir bahar ülkesi olur. Ve, yavruları ve tüm sevdikleriyle berâber Rabbimiz onları Efendimiz(SAV)in komşuluğunda buluşturur.

Sâdiye anneye rahmet diliyoruz. Rabbimiz inşâllâh, burada ulaşamadığı bayramlara orada ulaştırsın diye duâ ediyoruz. Geride kalan çelik-çocuk, dost-akrabâ, cümle sevdiklerine de sabr-ı cemîller diliyoruz ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

12.11.2010


Mar`12
26
ORDUya SİVİL DÜŞÜNCE, YAZMALI KURBAN
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORDU'ya SİVİL DÜŞÜNCE, "YAZMA"LI KURBAN! 

Dün gazetelerimizde, bir panel haberi yer aldı. Orada da yer aldığı gibi, ilimizde artık, bir ORDU SİVİL DÜŞÜNCE PLÂTFORMU söz konusu. Hayırlı olsun. Böyle bir oluşuma büyük ihtiyaç vardı. Ordu, tek kelimeyle boşlukta bir il. Kimi sağa çekiyor, kimi sola. Onu doğru yola, geçmişin, günün, geleceğin gerçeklerine uygun yola kılavuzlayacak, çıkar hesabı yapmayan bir gönüllüler topluluğuna ekmek, su kadar ihtiyaç vardı. Zamanla kendilerini tanıma imkânı bulacağız. Neler yapacaklar, göreceğiz. İlk etkinlikleri sağduyulu bir rotanın habercisi. Yolları açık olsun.

ORDU’ya SİVİL DÜŞÜNCE!

Bir nükte yapmama, daha doğrusu nükteli bir tespit yapmama müsâde edin:

Burası, öteden beri hep Ordu. Adından mı, tadından mı bilinmez, hiçbir zaman bizim anladığımız mânâda sivil olmadı, olamadı. Sivil diye seçilenler de Ankara’ya gidince seçenleri unuttular, menfaati olduklarından başkasını tanımadılar. İletişim noktasında hep “esas duruş ve topuk selâmı” beklediler. İnsanlara değer verip, karşılarına alıp da, memleketin bir meselesini tartışmadılar, danışma ihtiyacı duymadılar. Dertlerini dinlemediler. Sivilden kopuk bir temsil ne kadar sivil olarak değerlendirilebilir ki?

“Ben sivile sivil demem, sivil benim askerim olmadıktan sonra!” tavrıyla hareket edildikten sonra, işin adı sivil olsa ne yazar, ya da başka şey?! İşte, bu anlamda, âkiller topluluğu olarak değerlendirebileceğimiz bu plâtformu, sessiz çoğunluğun, mağdur halkın, bilhassa kültürel, sosyâl, toplumsal tüm beklenti teâmül ve temâyüllerinin yerel temsilcisi olarak görüyor, bir ümit ışığı olarak değerlendiriyorum. Bekleyeceğiz, göreceğiz.

BUGÜNDEN BAŞLAYALIM!

Plâtform, REFERANDUM SONRASI TÜRKİYE başlıklı, ülkemizde ve dünyâda tanınan ünlü gazeteci-yazarlar Ahmet TAŞGETİREN ve Hüseyin GÜLERCE’nin katılacağı bir panelle bu akşam ilk olarak Orduluların karşısına çıkacak.

“Hiçbir siyâsî, ideolojik yapılanma ile organik bağı olmadığı”nı deklare eden ve “İçerisinde  hemşehrilerimizle daha gelişmiş şartlarda yaşamaktan mutlu olacağımız Ordu şehrinden başlayarak inanç hinterlandımızın uç boylarına kadar insani, vicdani kaygı taşıyan herkes ile ortak çslışmaya, süren çabalara eklemlenmeye ya da öncülük etmeye” hazır olduklarını belirten bu topluluğu, bu akşam 19.00’da TESK OTEL’de yapılacak panele geniş katılım sağlamak gayretiyle destek verip, böylelikle besmele çekerek izlemeye başlamış olalım inşâllâh…

BU BAYRAM “YAZMA”LI OLSUN

Bunu derken, bayram süslü-püslü olsun demek istemiyoruz.Gerek yok.Çünkü, işin tabiatı bu!  Bayram günleri sevinç, coşku ve heyecan günleri. Ömrümüzün en güzel, en müstesnâ günleri.

En güzel elbiselerimizi giydiğimiz, en güzel tavırlarımızı takındığımız güleryüzlü, hoş günler. Büyüklerimizle, küçüklerimizle, akranlarımızla bir araya geldiğimiz ünsiyet günlerimiz onlar. Hepimizin hayâtını ve hâtıralarını süsleyecek dostluk, yârenlik, eğlence ve muhabbet günleri. Geçmişle bugünü kıyaslarken daha çok o günlerle bu günlerin bayramlarını konuşmaz mıyız?

Bu bakımdan, bayram günlerinin sosyâl, kültürel ve toplumsal boyutları oldukça oylumludur.

Örfler, âdetler, gelenekler, görenekler arz-ı endam eder. Yenilikler kıyın kıyın sahneye gelir. Dedeler-nineler, anneler-babalar, teyzeler-halalar ya da amcalar-dayılar vs. hemen başlarlar; “hey gidi hey, bizim zamânımızda şöyleydi, bizim zamanımızda böyleydi, ne günlerdi” diye. Ağzı açık dinleyenleri, ağızlarına baktırırlar da, bundan da ayrıca keyif ve zevk alırlar.

Olsun; netîcede bu da bayram ve de bayramın bir parçası! Bayram içinde bayram gibi bir şey. Hele bir konu açın da sonucu görün. Büyükler neler neler anlatacaklardır sizlere geçmişe dâir.

İşte biz, Bu bayram yazmalı olsun derken, bu anlatılanları not alın, kaydedin demek istedik. Daha da önemlisi, bayram vesîleyle gittiğimiz yerlerde, fırsatları bu anlamda değerlendirelim. Bilhassa, hâtırat dağarcığı zengin olan büyüklerimizin ziyâretini yapalım ve de konuşturalım. Gelecek bayrama, yâ nasîp! Ben inanıyorum ki, keşke konuştursaydık, dediğimiz niceleri var. Göçüp gittiler; geride kalanlara ışık olacak, kıvanç verecek tüm engin hâtıralarıyla berâber.

Bunu yaparsak, yerel târih adına, âile şuuru ve vefâ adına önemli bir adım atmış olacağız. Hem, onların ne kadar çok, ilgiye, konuşmaya, paylaşmaya ihtiyaçları olduğunu göreceksiniz.

Böylelikle bayram da, bizler de gâyemize ulaşmış olacağız. Bu anlamda, hiç olmazsa bir sayfalık, iki sayfalık not, kayıt ya da röportajla dönemez miyiz bu bayramdan? Bundan bizlerden çok sizler ve çocuklarınız memnun olup istifâde ederler. Denemesi bedava…

KURBANI ANLAMAK

Aslında, şu sıralar asıl gündemimiz bu. Kurbanı yeterince algılayamıyoruz. tâbiri câizse, "Parayı bastırıp!" işi efe efe hâllediyoruz. Ancak kurban çok boyutlu bir ibâdet. Sâdece bir KESME ameliyesi değil. Konuyu özetlemek te müşkil. hiç bir tarafını ihmâl etmeden sindire sindire, muhabbet ve ciddiyetle işlemek lâzım. alıntılar yapmayı düşünürken hiç bir cümlesinden vaz geçemedim. Altınoluk Dergisi'nin bu ay ki sayısının ana konusu BAYRAM ve KURBAN. Osman Nûri TOPBAŞ Hoca Efendi'nin imzasını taşıyan, gönül diliyle kaleme alınmış bu yazıyı dergiden veyâ internetteki sitesinden mutlakâ okumanızı, hem de hissederek okumanızı tavsiye ederim. Kurban neymiş görelim. Ona göre hareket edip, hem dünyâda hem de âhirette bereket ve güzelliklerine erelim.

Cumâmız mübârek,ORDU SİVİL DÜŞÜNCE PLÂTFORMU hayırlı,

ömrümüz Allâh yolunda iyiliklere güzelliklere kurban olsun;

gönüllerimiz Hak için halka hizmet aşkıyla dolsun ves'selâm...

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

11.11.2010


Mar`12
26
CHPye ACIMADIM DESEM YALAN OLUR
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

CHP’ye ACIMADIM DESEM YALAN OLUR!

Dün, mâlum 10 Kasım’dı. Türkiye Cumhûriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 72. ölüm yıldönümü. Daha önceleri mâtem havasında yapılan anmalar, mesaj ağırlıklı kutlamalara dönüşerek normâlleşti. Nitekim ülkemizde de bu vesîleyle çeşitli anma programları yapıldı. Bunlar görsel ve de yazılı medyada geniş şekilde yer aldı.

Artık eskisi gibi, hayâtın bütün akışını durduran anlamsız bir donukluk söz konusu değil. Anmaktan çok anlamak değil miydi önemli olan? Şimdi yapılan bu. Hayatın gerçeği de bu. Niceleri ölür, anneler-babalar, dedeler-nineler, kardeşler. Sonuçta, kalanlar yollarına devam ederler. Kendileri için, kalanların kaldıkları yerde kalmalarına başta onların büyüklükleri râzı olmaz. Kalanlara düşen, kaldıkları yerden yola devam etmektir. Durmak yok, yola devam mantığıyla tavır geliştirmektir. Bırakılan mîrası öteye taşımaktır.

Dün, rutin işler için çarşıya aşağı giderken Tahıl Pazarı’nın orada sağlı-sollu hanımların dikildiğini gördüm. Bu şık giyimli genç kız ve bayanların elinde küçük broşürler vardı. ben her hâlde bir kozmetik ürünü, ya da herhangi bir reklam broşürü zannettim. Zâten ilk grubu geçtim, kâğıt uzatan olmamıştı. Bu gibi hareketleri İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerden biliyoruz. Kalabalık meydanlarda, kavşaklarda hemen elinize bişeyler tutuştururlar. Bakarsınız ya Aydınlık Dergisi propaganda broşürüdür, ya da TKP.

Bu bayanların öyle bir duruşu yoktu. hiç te militan gibi değillerdi. Gâyet sempatik bir duruşları vardı. Derken, grubun sonuna geldiğim noktada biraz şöyle ilgilenir gibi yapınca bir broşür de bize uzattılar. Bir de ne göreyim; CHP ORDU İL ÖRGÜTÜ imzalı bir broşür değil mi? Her hâlde 10 Kasım dolayısıyle böyle bir propaganda yolunu seçmişlerdi. Tıpkı bir zamanların, yukarda sözünü ettiğimiz cinsten marjinâl grupların yaptığı gibi. CHP ne günlere kalmıştı? İnanın içim ezildi.

Gerçekten, şu koskoca CHP kendini yenileyemiyordu. Açılım getiremiyordu. Bırakın iktidar şansını, ellerindeki ANAMUHÂLEFET kozunu bile doğru-dürüst değerlendiremiyorlardı. Dağıttıkları broşürlerdeki sözler, CHP’nin tekelinde olan sözler değildi! Hem onlar, sözle olacak şeyler değildi. İcraat isterdi. Uygulamayı başaramadan bu sözleri kullanmak, istismardan öteye geçemezdi.

İşte, o broşürden Atatürk’e âit bir cümle: “Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur...” Evet, gerçek buyken, hâlâ 30’lu, 40’lı yılların algılama ve anlayışıyla günümüzü yorumlamaya çalışmak ne akla uyar, ne mantığa, ne bilime, ne de kısaca Atatürkçülüğe! İşte, o broşürde yer alan sözlerin tamâmı:

Manevi Mirasım Bilim ve Akıldır!’

“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır... Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur... Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.” Mustafa Kemal

            Broşürün ön yüzünü de yanda görüyorsunuz. Son kısımda, câhil halk yapınca bâtıl inanç ve gericilik olarak yorumlanan ve aşağılanan, ölmüşlerden medet umma adına yapılan akıl dışı hareketler, mantıksız ve gerçeklikten uzak sözler, sanki burada, ilericilik adına servis ediliyor:

“Ey Mavi gözlü dev! Ölüm ölür, Sen ölmezsin, Seni özledik, hem de çok!”

Hâlbuki, Atatürk’ün şu sözü, bu uçuk ifâdelerin, içi boş, kuru bir edebiyattan başka bir şey olmadığını açıkça ortaya koyuyor:

Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

Hani ne derler; “Şeyh uçmaz, mürid uçurur!” aynen öyle. Gel gör ki bu CHP, ne uçtuğunun farkında, ne kaçtığının, ne de göçtüğünün. Ne yaptığının, neyi de yapmadığının, ya da yapamadığının farkında değil.

Rabbim, Cumhûriyetimizin bu en eski partisine akıl-fikir ihsan etsin. Zîrâ, ülkemizin Atatürk'ün gösterdiği muâsır medeniyet hedefine ulaşabilmesi için, en az iktidar kadar etkili olabilecek, alternatif politikalar üretebilen bir muhâlefete de ihtiyâcı var. Kendimizi avutmaktan, dostlar alışverişte görsünden öte, halkı tatmin edecek, ülkenin ufkunu açacak oylumlu projeler geliştirelim.

Son söz olarak, herkes için geçerli olan şey şu ki, hangi anlamda değerlendirirseniz değerlendirin; kuru edebiyatla kasdettiğiniz hiç bir ebediyet yolunda ilerlenemez ves'selâm...

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

10.11.2010
 


Mar`12
26
YALI CÂMİ ÖNÜ İNCİR AĞACI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

YALI CÂMİ ÖNÜ İNCİR AĞACI!

Bu konuyu kaç aydır yazacağım gûyâ. Ama bir türlü elim varmıyor. Üst üste gelen gündemler de pek müsâde etmedi ya. Bir de, projenin gerekliliği ile, yer(sizliğ)i, daha doğrusu güzergâhı arasında sıkışıp kaldım.

Aslını sorarsanız, yakına kadar çok net bir görüntü de söz konusu değildi. Basında yer alan açıklamalardan, projenin, bırakın uzmanlar ya da kültür, basın, yayın çevreleri ve halk nezdinde tartışılmasını, belediyede bile doğru-dürüst görüşülmediğine dâir haber ve yazılar yer alıyordu. Buradan, belki ömrü asırlara ulaşacak bir projenin, iyice etüd edilip, yeterince olgunlaştırılmadan hayâta geçirildiği de anlaşılıyordu.

Diğer yandan, Belediye’nin bültenlerine bakınca da şehirde her şey yolunda ve ortalık güllük-gülistanlıktı. Parklar, bahçeler, bulvarlar. Bu sayfaları çevirdikten ve hayâllere daldıktan sonra, eleştiriye eliniz-kolunuz kalkmıyor. “BİR RÜYÂ GERÇEK OLUYOR. ORDU TELEFERİĞİNE KAVUŞUYOR!”

Derken, Şadırvan, Ziraat Bankası, Yalı Câmi arasında, parkın tam ortasında bir gün bir kazı başladı. Sonra bir inşaat yükselmeye durdu. Demirler, kalıplar, çimentolar, harçlar. Sâhilde, başlama noktasında ne zamandır yapılanlar kimsenin dikkâtini çekmemişti ama, burası âdetâ herkesin gözüne batıyordu.

Gelip-geçenler, çay bahçesinde oturanlar birbirlerine soruyorlar, “Bu ne?” diye. Öyle ya, yerlisi var, yabancısı var; bilen var, bilmeyen var. Topluluktan biri de cevaplıyor: “Teleferik yapılacaktı ya hani, işte onun ayağı” diyor.  Minâre kadar yükselecek miydi acabâ?! Yoksa, geçecek miydi bile?!

Bir ikindi vaktiydi. Yalı Câmii’n merdivenlerini tırmanırken bu yeni manzaranın bana ilham ettiği şey, YALI CÂMİ ÖNÜ İNCİR AĞACI!  cümlesi oldu. Karârımı veriyorum artık, “yazacağım!” diye. Yazının başlığı da böylelikle belli olmuştu.

İyi, güzel de, tam burada aklıma hemen şâir-yazar dostumuz Ali ÖZTÜRK Bey geliyor. Şimdi bana yine gücenir diye düşünüyorum. Çünkü, Seyit TORUN’un eleştirilmesini bir türlü kabullenemiyor. Kim aleyhinde bir şey yazıp söylese, sanki başkandan önce cevâbı o yetiştiriyor.  Her yazısında, “aman ha Seyit Bey’e dokunmayın!” der gibi bir tavrı var âdetâ. Daha yüzyüze tanışmamışken, uzaktan uzağa kendisini kırmış olma durumları olsun istemiyorum. Yüzyüze konuşsak, îzah-mizah edişiriz de, uzaktan anlaşmak zor olabilir diye düşünüyoruz.

Gerçeği söylemek gerekirse, ben de bu konuda pek istekli değilim. Hem durup dururken niye böyle bir şeye gerek duyulsun ki?! Seyit Bey olsun, başkası olsun. Kaldı ki, o bizim başkanımız. Her nereye gitsek karşımıza çıkıyor. Düğün, cenâze, açılış, mevlit, uğurlama, dâvet; ne aklınıza gelirse…

Demek istediğim, kendisiyle her yerde karşılaşıyor, göz göze geliyor, el sıkışıyoruz. Hemşerilik de var. Öteden beri süregelen bir hak-hukuk ta söz konusu.  Tenkit edilmekten hoşlanana da rastlamadım şimdiye kadar. Bu işin büyüğü küçüğü, seni-beni yok. Tenkit söz konusu olunca “af büyükten” diye bir şey de geçerli olmuyor. Bunun örneklerini, hep birlikte kendi içimizde de sık sık yaşıyoruz.

Neyse ki, refîkimiz OLAY GAZETESİ, çâresiz kaldığımız bu noktada imdâdımıza yetişti. Geçtiğimiz hafta 3 gün arayla, Teleferik Projesi’nin güzergâhıyla ilgili olarak halktan, ilgili ve yetkililerden gelen tepkileri sürmanşetten verdi. Hiç tahmin etmediğimiz boyutta ve umulmadık şahsiyetlerden tepkiler kamuoyuyla paylaşıldı. Ne yalan söyleyeyim, demek ki Ali ÖZTÜRK Bey’in dediği kadar da partizanca yaklaşmıyordum olaylara. Akıl için yol birdi. Teleferik için ise çok.

Akıl var, mantık var. Şehirde, bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda târihî eserimiz ancak var. Meydanlarımız ise yok denecek kadar az. Parklar da yetersiz. Mevcutların kimisi de, milletin bir anlam veremediği heykellerle dolduruldu. Kimisinin de taa ortasına, böylesine devâsa bir ayağı hançer gibi saplamak, bir nevî târihin ve çevrenin ocağına İNCİR DİKMEK gibi bir şey değil miydi?!

Nitekim, dünkü haberler ve açıklamalar, bu konuda yapılan çalışmaların durdurulduğu cihetindeydi. Durdurulsa da, durdurulmasa da, azımsanmayacak sayıda kişi ve kuruluşun dillendirdiği şekliyle, sonuçta manzarayı berbat edecek, şehrin tadını kaçıracak bu proje, bu hâliyle ne târih, ne kültür, ne turizm ne de belediye kavramlarının çağrışımlarıyla örtüşecek nitelikte.

Biz de, tüm bu gelişmelerden cesâret alarak, içimizdeki ukdeyi içli bir türkümüzün çağrışım makâm ve kıvâmında sizlerle paylaşmaya çalıştık. Umarız, kanayan bu yaramız en çabuk ve kısa yoldan ağrısız-sancısız, kırmasız-dökmesiz kabuk bağlar ve en sağlıklı şekilde netîcelenir.

Sonuçta,“Doktor bulamadı bana ilâcı!” hüznünü yaşamayız inşâllâh, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

09.11.2010


Mar`12
26
EVET, ÇOK DOĞRU; DÜNYÂ İŞTE BU
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

EVET, ÇOK DOĞRU; “DÜNYÂ İŞTE BU!”

Zaman Gazetesi’nden Mehmet Niyâzi ÖZDEMİR, geçen hafta ebediyete göçen, ünlü yazarlarımızdan Ömer ÖZTÜRKMEN’i anlattığı  Ömer ağabey başlıklı dünkü yazısına şöyle başlamış:

“Ömer Rasih Öztürkmen, neslimizin birkaç has ağabeyinden biriydi. Mehmed Emin Alpkan, İrfan Atagün, Vecihi Ünal, Ömer Öztürkmen, Türkiye Gazetesi'nin onlara tahsis ettiği odada çalışırlardı.

Bizler onları haftanın belirli günlerinde ziyaret ederdik. Ömer ağabey kalp ameliyatı olunca üçünün de dünyası kararmıştı. Ömer ağabeye sezdirmeden, birbirlerine ve yakın dostlarına sık sık, "Ömer ağabeyimizin durumu iyi değil; Allah gecinden versin." derlerdi. Üçü de birbirlerinin ardı sıra rahmete kavuştular. Onları bu dünyadan tek tek uğurlayan Ömer ağabeyimiz ise geçtiğimiz çarşamba günü bu fani âleme veda etti.”

Atalarımız boşuna dememişler; “Yatan değil, yeten ölür!” diye. Bunun örnekleri çevremizde de pek çoktur.  İşte dün, yine böyle bir durum yaşadık.

Hepimizin yakından tanıdığı TEDAŞ Müdürümüz Halil MERMER Bey’in eşinin cenâzesi vardı. Yıldızlı Köyü, daha önce böyle bir manzara yaşadı mı bilemiyorum. Halil Bey hizmette sınır tanımadığı, sinir bilmediği ve de kederde sevinçte insanlarla berâber olmayı görev olarak telâkkî ettiği için katılım olağanüstüydü. O hep gitmişti ve insanlar da hep gelmişlerdi sanki. Acısını paylaşmışlar, yapılan güzel duâlara âmin demişlerdi.

İşte hizmet, samîmiyet ve ünsiyet bereketini daha bu dünyâda göstermeye başlamıştı. İnşâllâh bundan sonrası da, bunca insanın ve uzak-yakın herkesin umduğu lütuf ve ihsanlar doğrultusunda cereyân eder.

            Daha bir ay önce kızlarını gelin ederken de kalabalık bir törene şâhit olmuştuk. Bu gün de tevâfukan havalar çok müsâitti. Evlerinin yanı da ayrıca öyle, yerleşim olarak. Câmiyle evin arası tamâmen çayır-çimen. Cemaat câmiden taştığı gibi, brandalarla örtülen meydana da sığmamıştı. Bu, aynı zamanda, insanların vefâsı ve kadirbilirliğinin de bir göstergesiydi. Milletimizin birlik-berâberlik ve kardeşlik rûhunun tezâhürüydü.

İnsanlar akın edip gelmişlerdi. İlçeler dâhil emekli, çalışan tüm bürokrasi neredeyse oradaydı. İktidarı, muhâlefetiyle siyâsî çevrelerin katılımı da iyiydi. Yıllar sonra bir araya gelip kıyıda-köşede hasret giderenlerden tutun da, yakın komşu olmasına rağmen burada görüşmeye fırsat bulanlara kadar, nice insanlar vardı.

Çoğu insan öbeklerinden yansıyan birbirine benzer cümlelerin özeti şuydu: “İŞTE DÜNYÂ BU!” Çünkü, her şeyden önce yaşı îtibârıyle ve de herhangi bir hastalığı da mevzûbahis olmadığından, ölüm haberi herkes için sürpriz olmuştu. Hattâ, her cenâzede olduğu gibi burada da, “şöyle olmuş, böyle gitmiş” türünden sözler konuşuluyordu sağlık ameliyeleriyle ilgili olarak. Ama, sonuçta; “ecel gelmişti cihâne ve başağrısı bahâne”ydi! Bunu kabul etmek gerekir. Gerisi, ne dense boş!

Tüm bunların hepsi bir yana; asıl önemli olan bundan sonrası. Rabbimiz makâmını cennet eylesin. Halil Bey’i tanıyoruz. Her hayırlı faaliyete iştirak eder. Uzak-yakın, kaş-bayır, zor-kolay demez gider. Üzerine düşen bir şey varsa, ya da bir şey istenirse yapar. Çağırsan koşar. Eşinin de, hanımlarca yürütülen hizmetler noktasında aynı şekilde olduğu ifâde ediliyor.

Sonuçta ne oldu? Hizmete sıcak bakmasa, hayır yolunda koşmasa da gününü gün etmeye baksaydı ölmeyecek miydi? Peki o zaman, şimdi ne olacaktı? Ah, vah etmenin neye faydası var? Ama, şimdi; işte hizmet, işte bereket. Hayır koşusu bir ümit olarak gidenlere de, kalanlara da yeter. Hele bir de bu kadar cemaatin, konu-komşunun iyi şehâdeti! En büyük hazîne bu. Başka, hangi servet geçer ki bundan sonra?

Dostlar sağolsunlar. Bâzen hatimler tertipliyorlar da, bizlere de cüz ayırıyorlar. Bu sabah okuduğum 20. cüzde Neml sûresinin son âyetleri iyilik ve kötülük yapanlarla ilgili. İyilik yapanlarla ilgili olanı bir müjde olarak sizlerle paylaşmak istiyoruz:

            “Kim iyilikle (ilâhî huzura) gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar.” Neml:89

            Rabbimiz cümlemizi bu lûtfa mazhar olanlardan eylesin. Sayın Halil MERMER Bey’e ve çocuklarına, yakınlarına Yüce Rabbimizden sabırlar, merhûme eşlerine de ganî ganî rahmetler diliyoruz. Son söz olarak da diyoruz ki, Rabbim onları cennetinde buluştursun inşâllâh... Ve cümle ehl-i îmânı da cennetiyle, cemâliyle ve Efendimiz(sav)in şefaatiyle müşerref olanlardan eylesin ves'selâm...

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

08.11.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 48 49 50 51 52 [53] 54 55 56 57 58 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...