|
|
HAREKET VAR, BEREKET YOK MU?
Geçen gün Ufuk Hocamız, “Hayrola hocam, görüşemiyoruz, nerelerdesiniz, neler peşindesiniz?” diye sordu haklı olarak. Bir zamanlar, bir vakit de olsa günübirlik görüşebildiğimiz hâlde epey zamandır mahalle mescidine, hafta geçiyor da uğrayamıyoruz. Belki, saat ayarlamalarından dolayı günün akışı değişmiş olabilir de ondandır. Bilemiyorum ama, sonuçta bir koşuşturma gidiyor. Ama kimseye de “Şunu yapıyoruz, şu sonuçları aldık” diye net bir şey de söyleyemiyoruz.
“Hiç sorma kardeş” dedim ben de, “Ne yaptığımız belli değil; hiç rahatlık ta yok. Dönüp duruyoruz. Ortada bir şey yok. Hareket var bereket yok senin anlayacağın!”
Sonra, aklıma geldi ve dedim ki; “Biz yavaş ta olsa hareket yapıyoruz. Bereket belki bizden sonrakilere nasîp olacak!”
Öylesine, lâfın gelişi söylediğim bu cümleler, sonra düşündüm ki, gerçeğin taaa kendisi olabilirdi. Nitekim, geçen gün bir dernek işlemi için vâlilikteki Dernekler Müdürlüğü’ne gittiğimde, orada tevâfuk ettiğimiz Bilâl AZAKLI arkadaşımız, -ki, o da dernek işleri için oradaydı,- sağolsun;
“Hocamız, biz bildik bileli bu işlerle uğraşır!” deyiverdi.
Tabiî, biz bu teveccühün altında ezildik. Dediği doğru ama, yukarda da îtiraf ettiğimiz gib ortada bir şey yok. Gerçekten,şahsım îtibârıyle de şu an belki 10 kitap olacak cesâmette yazı birikim ve imkânımız olmasına rağmen, toparlayıp müşahhas bir eser olarak ortaya çıkarmada başarısız kalıyoruz. Ben de her iki anlamda da;
“Estağfurullâh, ama, hani meyvesi? Neler yaptık da nereye geldik? Somut bir şey yok!” dedim. Demekle de kalmadım; hemen peşinden söz şöyle akıverdi:
“Ancak, düşünüyorum da yine de kârdayız inşâllâh. Neden derseniz, geçen gün yine bir yerde karşıma çıktı, belki hutbede geçmiştir; bir hadis var, hepimizin mâlumu; “siz bir iyiliğe niyet eder de yaparsanız 10 sevap alırsınız. Yapmayıp ya da yapamayıp vaz geçerseniz, o niyetinizden dolayı yine de bir sevap alırsınız.” Bir şey yapamasak ta niyetimiz var. İnşâllâh, yine de kârdayız!” deyiverdim.
Osman Âbi de, aynı gün bu diyalogları kendisine aktardığımda;
“Ama, sevap alacağım diye durmadan kuru niyet kurgularsan olmaz, ciddî olacaksın, iş yapacaksın ve de sonuç alacaksın!” dedi. Ben de,
“Tabiî ki, öyle. Biz gerçekleştirmeyi umarak işe koyuluyoruz. Lâf olsun diye değil. Eski ajandalarıma bakıyorum. Kendimce kurmuş-yasmışım. Madde madde plânlamışım yapılabilecek şeyleri. Yapabileceğim demiyorum dikkât ederseniz; yapılabilecekler diyorum. Lâkin, sayalım kendi hatâmız, sayalım dış sebepler, yörenin ya da ülkenin içerisinden geçtiği şartlar; sonuç almada başarılı olamıyoruz. Bu günlere hep kurgularla geldik.”
“Elbette öyle, kabul ediyorum. Sözüm sana değil. Sâdece konuyu konuşuyoruz.”
“Biliyorum Osman Âbi. Ama, bu noktada bir hicrânım var. Kimse de, bize veyâ bir başkasına, size destek olalım, siz toplum için bir şeyler yapmak istiyorsunuz. Yüzlerce kişi çalıştırıyoruz. Bir kişi de bu işler için istihdam edelim. Başımızın gözümüzün sadakası olsun demedi. Ne ümitlerle vekiller seçtik, müdürler tebrik ettik, bürokrat çelenkledik, işadamlarına başarılar diledik. Kime gidildiyse, bu işler angarya görüldü. Hâlâ da öyle”
“Hocam sana da dokunmaya gelmiyor!”
“Doğru söylüyor, bırakalım konuşsun aşka gelmişken!”
“Gerçi, belki farz değil, vâcip değil ama, bu söylemek istediğimiz şeyler, geçmişe ve geleceğe karşı, bu milletin paralarıyla birikim sâhibi olmuş insanların, onun örf, âdet, kültür ve geleneklerini korumak ve yaşatmak adına üzerlerine terettüp eden bir borç."
"Hayatı hep sefâ olarak algılamak ve bu kavram üzerinden kurgulamak en azından bir ihmâlin ifâdesidir. Vefâ diye de bir şey var çünkü. Tek kanatla uçulmaz. Diğer bir ifâdeyle, paranın, servetin zekâtı olduğu gibi, sağlığın, kültürün, bilgi ve her türlü birikimin de zekâtı var.
Rakamlar yükseldikçe zekât ta arttığı gibi, makamlar yükseldikçe de onun da Hakka ve halka karşı sorumluluk boyutları yükselir."
Ağabeyler, kardeşler, yandaşlar, yoldaşlar; emmiler ve dayılar; vekiller ve de asiller.
İnancımız bize hep, kardeşlik gereği, doğruları hatırlatmakta fayda olduğunu hatırlatır.
Biz de bunu hatırlayınca sizlere unutulmaması gereken bâzı şeyleri hatırlatmak istedik.
Şurada, sizlerle biraz dertleşelim; mâlum dertler paylaşıldıkça azalır hesabı yaparken; az mı gidiyoruz, uz mu gidiyoruz, dere-tepe düz mü gidiyoruz;
İyi mi ediyoruz, yoksa kötü mü ediyoruz; onu da bilemiyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
29.11.2010 |
|
|
TOMAKİN’DEN ÇELENK’E
Eğitim-Bir-Sen’de hafta sonu yapılan kongre sonucunda, bu defâ delegelerin değişiklik talebi ağır bastı. Yeni başkan bu dönem İsmail ÇELENK. Hayırlı olsun. Yeni başkan yeni kadro demek. Bu da yeni beklentiler, ümitler, hayâller, değişik bir şeyler anlamına geliyor. İnşâllâh, hayâl kırıklığı yaşanmaz. Daha doğrusu, yeni ekip seçildiğini belli etmek zorunda.
Tamer Tomakinoğlu arkadaşımızın dönemi artık târihe mâl oldu. Ancak o, hizmet misyonlarına öncülük etmeyi, söz sâhibi ve fonksiyonel olmayı seven bir arkadaşımız. Başarılı olmasaydı kaç dönem seçilemezdi. Sanırım delege, memnûniyetsizlikten çok, sevgili başkanlarının artık dinlenmeyi hak etmiş ve de bunun zamânının gelmiş olduğu düşüncesiyle hareket ettiler. Aklına bir şey gelmesin. Çok çok çok başarılı bir dönem bile olsa, delegenin adâlet duygusu, “biraz da başka bir kardeşimiz koşsun” düşüncesini akla getirecektir.
Ama o, tanıdığımız kadarıyle bu ikramı kabul etmeyecek; bundan sonra yine, başka kulvarlarda koşusunu sürdürecektir. İşte seçimler yaklaştı. Bekleyelim görelim. Geçen dönem bir teşebbüs niyeti olmuş, sonra aday adayı çokluğundan dolayı, kendisine yakın insanlar lehine ertelemeyi uygun görmüştü. Rabbim bundan sonra, benzer sosyâl faaliyet ve girişimlerde bahtını açık etsin.
İsmail ÇELENK te bizim arkadaşımız. Tamer Bey’in yaptıklarının üstüne ne katacağını göreceğiz. Ama, şunu bilsin ki, burası onu ilgilendirdiği kadar bizi de ilgilendiriyor. Tamer Bey için, daha önce birlikte seçim yarışları yaptığımızdan, rahatlıkla ifâde edemediğimiz eleştirilerimizi, yeni ekip için sakınmayacağımız bilinmeli.
Ordu, adamı çok gibi, hizmeti kıt gibi bir yer. Özellikle kültürel hususlarda. Maddî ihtiyâçları, ihâle tutku ve merakları bir şekilde körükleyip sürüklüyor ve de sonuç aldırıyor da, mânevî konuların yanından geçen yok. Haksızsak, yüzümüze resmen söyleyin.
İsmail Bey Kardeş. Bildiğiniz gibi iş, bizim çalıştığımız dönemlerdeki gibi elverişsiz değil. Sendikaların artık para problemi yok. Hattâ, Memurkent’in hesap dökümanlarına bir gazeteci merakıyla göz attığımızda, genel giderler adı altındaki ıvır-zıvır kalemlerinde bile 10 binlerle, 100 binlerle ifâde edilen rakamlar gördük. Demek ki, âidatlar bir yana, öte yanda sektörde de kazançlar da ganî.
Peki, ben soruyorum; bu kadar okumuş-yazmışı, öğretmeni, bilgisayarcısı, parası-pulu bulunan, koskoca MEMUR-SEN gibi, üye sayısı onbinleri geçen bir teşkilâtın, akçeli işler ötesinde hani getirdiği ses? Reklâm ya da iddialara karşı savunma adına yapılanlar kadar olsun, bir-kaç sayfalık da olsa eğitim ve kültüre dâir bir bülten de yayınlanamaz mıydı?
Yayınlanamazdı; çünkü, Tamer Bey arkadaşımız kendisi Endüstri Meslek L’de ve aynı zamanda bir mühendis olduğu için, teknik adam, bir teknokrat kişiliğiyle doğal olarak hep binâ işlerine ilgi duyup ağırlık verdi. Onun döneminde Ordu’ya, çevreden bir Ordu daha katıldı. Dereler-tepeler rengârenk binâlarla doldu. Gece-gündüz yapılan gayretler, bu uğurdaki çekişmeler, kavgalar, mücâdeleler, çekilen çileler, yaşanan fedâkârlıklar, uykusuzluklar elbetteki unutulacak değil. Her yerde, ön plânda hep onun ismi vardı.
Neyse, burası ayrı bir konu. Benim söylemek istediğim; İsmail Bey; size söz söylemeye hakkım olduğunu düşünüyorum. Sizden, -eğer bir naz etmeme müsâde ederseniz- öncelikle bir DERGİ istiyorum. Kendim de, -uygun görüldüğü takdirde- her sayıya bir yazı, bir şiir verebileceğimi ifâde ediyorum. Yerel muhtevâlı bulmaca da KDV’si olsun.
Allâh aşkına, lütfen. Siyâsîlerin sevdâsı başka. Onlardan, bu anlamda bir hayır beklemek hayâl. Bu zamana kadar olmadı, bundan sonra da olası değil. Siz bir öğretmen olarak halk adamısınız. Bir derdiniz var. Eğer öyle olmasaydı, ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ şiirini öylesine duygulu ve hem de ezberden okuyamazdınız.
Ümitlerimizi boşa çıkarma hakkınız yok. İşi sıkı tutmalısınız. Tamer Bey, inşaat işlerini hâlletti. Size bir hayâl şehir hazırladı. Siz de oturun ve kalınan yerden aşk ve şevkle işe koyulun. Sanat, edebiyat ağırlıklı sosyâl, kütürel hizmetleri ayağa kaldırın. İnsanlarımızı geçmişiyle, geleceğiyle, kültürü, sanatı ve onu sonsuzluğun mutluluklarına taşıyacak gerçeklerle buluşturun. Sonuçta, maaş da, sendika payları da, milletin hazînesiden.
“Dergi de ne ki?” deniliyor gibi geliyor bana. Evet, dergi çok şey. Daha doğrusu, çok şeylerin habercisi. Hele bir onu görelim. O zaman anlarız ki bir dert var ortada. Bir sancı. Bu olduktan sonra, geri kalan her şey ardından gelir. Hizmetler çeşni istidâdı kazanır. Dergi, herşeyden önce der-lenmedir, toparlanmadır. Gözümüz üzerinizde olacak. Hadi görelim sizleri!
İsmail ÇELENK ve ekibini tekrar kutluyorum. İçlerinde yeni, heyecanlı, aynı zamanda da yetenekli isimler var. Belki biz de bâzı konularda himmetlerine baş vuracağız.
Kendilerine duâcıyız. Hayra hizmette yeni bir soluk ve heyecan olacaklarına inanıyor; İsmail ÇELENK ve ekibine, hayırlısından üstün başarılar diliyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
28.11.2010 |
|
|
ORDU DERELERİNİN AKIŞ FARKI!
Ordu çok farklı ve müstesnâ bir yer sevgili dostlar; bilmem sizler de farkında mısınız?!
Olacak şey değildir ama, daha başta bu memlekette derelerin yukarı akması söz konusudur?
“Ordunun dereleri, aksa yukarı aksa. Vermem seni ellere, Ordu üstüme kalksa!”
Böyle cinaslı ve de Cânas’lı yöre başka nerde var? Meşhur türkü ve de mecbur karakter!
HER ORDULU BİR HEKİMOĞLU
Bu türküdeki Ordu hangi Ordu? Öyle ya; ortada bir isyân, bir kalkışma ve bir mâcerâ var!
Anla anlayabilirsen ve de çöz çözebilirsen. Eh, Ordu deyince çok düşüneceksin azîzim!
Bu, memleketin asker ordusu mu, yoksa Ordu ilinin halk ordusu mu? İkisi de zorlu sonuçta!
Ama, beridekinin de bir Ordulu olduğunu unutmamak gerek. Ordulu deyince durmak gerek!
Nasıl anlaşılırsa anlaşılsın; hangisi olursa olsun, hattâ ikisi bir de gelse sonuç değişecek değil!
Yârini ellere vermek var mı? “Her Ordulu bir Hekimoğlu” anlamına geliyor bu.Aşk büyük!
Eee, sonuçta bir Ordulu aşkı ve Ordu farkı var ortada. Amasya’da Ferhat, Ordu’da Cevat!
Dolayısıyla, bir Ordulu, menfaati, keyfi ve zevkleri uğruna değil Boztepeleri, bozdağları, en uzaklardaki buzdağlarından, en yakındaki kâlplere kadar herşeyi deler geçer!
VEKİLLER ve ŞEKİLLER
Ordu deyince,akla ilk gelen şey askerlik;askerlik deyince de mâlum,disiplin, disiplin, disiplin!
Askerde öyle de, ya sivilde? Orada da öyle değil mi? Demek ki bu isim onu çağrıştırıyor.
Nitekim milletin en sivil temsilcileri vekillerimizin hepsi de daha Ankara’ya varır-varmaz,
Ayaklarının tozuyla partilerinin ya da meclisin disiplin kurullarına seçiliyorlar otomatikman. Başta Enver Bey öyle. Rıdvan Bey öyle. Rahmi Güner Bey de öyle; yanlış hatırlamıyorsam.
Hele bir Cemâl Enginyurt’umuz var ki, değil meclise, bütün yurt’a disiplin vermeye çalıştı. Hattâ bu uğurda canını bile ortaya koydu. Bütün ülkeye nizâmât ve de hizâ-mât verdi.
TEK BAŞINA ORDU!
Bir yumrukla koca meclisin, dolayısıyla tüm milletin mukadderâtını etkiledi. Öyle değil mi?
Onun için, “tek başına bir Ordu!” demek hiç de yanlış olmaz! Bu hususu herkes kabul eder.
Bunu da ancak bir Ordulu yapabilirdi. Nitekim öyle de oldu!İşte size ilginç bir Ordu farkı daha!
Allâh’ın takdîri. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama, böylesi belki de daha hayırlı oldu gibi. Zîrâ, A.Necdet Sezer’in gıcıklıkları olmasa, bugünlere böylece erişemeyebilirdik; kimbilir?!
Bugünlere çok şükür. Cemâl Bey mevcut durumdan memnundur ya da değildir; bilmiyoruz. Ama, bizler kendisinin dolaylı da olsa parmağı olan bu netîceden memnûnuz. Kader işte!
Cemâl Enginyurt’un bu hareketiyle, târihe geçen Ordulular arasına girdiğini bilmek gerekir.
Ordunun gelmiş-geçmiş, anlı-şanlı, renkli sîmâlarından biri olarak anıla gideceği âşikâr…
Hayırlı, uğurlu olsun. Yüce mevlâ, samîmiyet, hüsnüniyet ve hayırlı hizmet yolunu açık etsin…
Ordunun dereleri gibi coşkun hareketlerinden her iki dünyâda da bereketler bulsun inşâllâh...
MESÛDİYE’DEN KASIMPAŞA’YA
Ya, Kasımpaşalı bir Başbakan’a, kabinesi ve milletvekillerine kim saçtı savurdu, attı-tuttu?
Hem de EKŞİ EKŞİ! Onu yapan da bir Ordulu. Başka nereli olabilirdi ki?Şaşacak bir şey yok!
Hem Ordulu olup, bir de Orduyu arkana aldın mı mesele yoktu. En azından bir zamanlar için.
Ama, şimdi eski camlar bardak oldu. Ordulular, hattâ Mesûdiyelilerden hemşeriye tepki var!
Olmaz öyle şey diyorlar. Ekşi’nin tersliğine karşı, hiç umulmadık yerden yine bir terslik!
Ama, bu doğru bir terslik oldu doğrusu. En azından, eski alışkanlıklar bırakılsın anlamına.
Bu günlük de bu kadar. İyilikte, güzellikte, haslıkta fayda var, ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
26.11.2010 |
|
|
GÖKHAN AKÇİÇEK’İN YORUMU
Bir ay kadar önce, Ordu kültür akışıyla ilgili bir yazı yazmış ve orada, ilimizde öteden beri, bir türlü, Anadolu kültür, renk ve karakterlerini çağrıştıran gayretlerin ortaya çıkıp neşvünemâ bulamadığını söylemiştim. Hep esegelen, bildik sistem rüzgârlarına paralel seyreden Ordu kültür(süzlüğ)ü bu hâliyle, değil Ankara, tüm ülke değişse tınmayacak bir tînete sâhip gibi gözüküyor; demeye getirmiş ve sözü şöyle bağlamıştım:
“Onun için, ne olursa olsun; Ankara’da esen rüzgâr Ordu’da bir türlü esemiyor.
Durum böyle olunca, yerli doğal muhâlefet ve yanlıları ne kadar övünseler az…
Yerel tarafı zayıf iktidar ancak bu kadar hava estirebiliyor demek ki ves’selâm…”
YORUM KOLAY MI?
Bu yazı üzerine, altına not düşülmek üzere Gökhan Akçiçek arkadaşımızdan bir açıklama ve yorum geldi. Kendisine teşekkür ediyoruz. Bir çok insan köşe yazısı yazar, makâle yazar, şiir yazar, roman, hikâye vs. büyük boyutlu kitaplar yazar da, bir yazının altına yorum yazmaya eli varmaz.
Bunu bizâtihî yaşadığımız için söylüyorum. Orada burada birçok genç yetenekle karşılaşıyoruz. İnternette ne siteler var! Ne güzel, aklı başında, seviyeli, orijinâl yazılar yazanlar var. Çok takdir ediyoruz etmesine de, altına motive edici bir cümlecik yazmayı ihmâl ediyoruz.
Ama, gazetemizin sitesini açtığımızda, bakmadan geçemediğimiz yer yorum bölümü oluyor. Yazarlarımıza ya da haberlerimize herhangi bir yorum gelmiş mi diye meraklanıyoruz. Daha da doğrusu, aleyhte ya da lehte olsun tepkiler bekliyoruz. Bilinmeli ki, belki ihtiyâcı olmayanlar vardır ama, bizim için bunlar hem öğretici, hem de ilham kaynağı oluyor. Aynı zamanda, bir ilginin ve de ciddî algının göstergesi olarak değerlendiriliyor.
Her neyse, işte, Gökhan Akçiçek Bey’i bu anlamda tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz. Yazımıza ânında yaptığı yorumla ilgili açıklaması ve yorumu şöyle:
“SONUÇ: DİZ BOYU GÖRGÜSÜZLÜK!”
(Nuri kardeşim, bu satırları, "ordu kültür akışına bir bakış" başlıklı yazınız için yorum olarak ekledim. fakat, bir türlü sayfanızın yorum kısmına yapıştıramadım, teknik bir konu sanırım, lütfen bu şekliyle o yazının altına "yorum" olarak ekleyiniz.)
Gökhan Akçiçek Tarih : 27.10.2010 13:35:23
Nuri kardeşim, değindiğiniz konuda paralel düşünüyoruz. Anadolu, kültürleşmede maalesef şehirleşemedi. Daha doğrusu has edebiyatı ve sanatı, kültürel kodlarına sindiremedi. Ülkemizde yaşanan sıkıntı ve sanat üretenleri şaşkınlığa uğratan anlayış da, maalesef bu.. Düşünün, ülke çapında bir edebiyat insanına bir partinin çaycısı kadar değer verilmiyor. Siz olsaydınız ne yapardınız? Anadolu insanı dediğimiz kesim, cumhuriyetin mahrum ettiği nimetlerin hepsine son 10 yılda kavuştu. ( Devamı Aşağıda)
Sonuç: diz boyu görgüsüzlük, şimdi sıra bizde pespayeliği. Yarınlara kalacak, bizden sonraki kuşaklara devredeceğimiz kültürel bir misarın çağdaş versiyonuna katkı yapamamak kadar utanç verici. Ben, bu oyunun bir parçası ve figüranı olmak istemiyorum. Çünkü bana doğuştan tanınan (ki öyle iddia ediliyor) bir yeteneği, hak adına tavır geliştirdiğini sanan zavallılar için harcayamam. Hesaba çekileceğimi ben de biliyorum, bu nedenle böylesi bir ucuzluğa pirim vermeyeceğimi de saygıyla karşılamalısınız... Sevgiyle... gökhan akçiçek
Evet, yorum bu. Gâyet açık ve net. Yorum, yorum istemiyor. Ancak benim, bu yorumdan hareketle asıl değinmek istediğim şey ÇAYCI meselesiydi. Ötedenberi hep kafama takılan, zihnimi meşgûl eden şeylerden biriydi bu! Nasıl mı? İnşâllâh, bir başka gün diyelim. Es geçeceğimi sanmayın. Bu içimde bir ukde olarak duruyor çünkü. Bu düğüm çözülmeden içimdeki sıkıntı gitmez.
Mübârek cumâ günü de bayramımız ya; ÇAYCI konusu tam da denk düşecekti. Amma velâkin bu günlük de, deniz tükendi! Şimdilik çayı, -hem de adı Dursun olmayan birine- söylemiş olalım da, bir an önce gelsin, ve de çok da soğumadan hep birlikte nûş edelim. Bakalım, çaylar karışırken, baylar ne yapacak ve değerlendirmeler tavanlarda nasıl kavisler çizecek?
Cumâlarımız mübârek, ziyâretlerimiz ikramlı-çaylı; işlerimiz de kolaylı olsun.
Gönüller Allâh, Peygâmber; millet-memleket muhabbetiyle dolsun ves’selâm...
ORDU HAYAT GAZETESİ
25.11.2010 |
|
|

ELLERİ IŞIK DEMETİ
Dün öğretmenler günüydü. Emekli bir öğretmen olmamız hasebiyle oldukça bir tebriğe muhâtap olduk. Resmî kanallardan da, aynen görevdeymişçesine mesaj akışı devam ediyor. Unutulmamak, vefâ gösterilmek kimin hoşuna gitmez ki?
Biz de ister istemez, bizlerden bir öncekileri hatırlıyoruz. Onlar hocalarımızdı. Emekli oldular. Sonra da emeklilikten de emekli oldular. Bilmiyorum, onlara da mesaj gönderiliyor mu? Buna gücü yeten var mı?
Elbette var! Allâh var, her şey var. O’na inanıp gerçek anlamda sevdikten ve güvendikten ve de dost olabildikten sonra her şey kolay. Hem de en güzel mesaj, yaraya doğrudan merhem olacak mesaj öldükten sonra. Fâtiha okur, inanç ve gönül postasıyla gönderirsin. O mutlakâ yerine ulaşır; merak etmeyin.
Burada, bizim neslin ilk göz ağrıları Hamdi İNAN ve Mehmet CAN Hocalarımız akla geliyor. Şimdi ikisi de rahmetli. Rabbim mekânlarını cennet eylesin. Onlar ve onların şahsında tüm ehl-i îmân öğretmenlerimizden vefât edenlere Yüce Mevlâdan sonsuz rahmetler diliyoruz. Cümlesi için, öğretmenler öğretmeni, tüm ins ü cânnın örneği peygâmber efendimizin (sav) şefaatine nâiliyetlerini temennî ediyorum. Ruhları için el-Fâtiha…
Daha hayatlarında, berâber görev yapıyorken kendileri için yazdığım ve o zamanlar il çapında yapılan yarışmada ödül aldığım bir şiiri, bu gün, tüm öğretmenlerimizin görevlerinin, görevler içindeki mümtaz yerlerine atfen buraya alıyor, değerli meslektaşlarımızın günlerini tekrar kutluyor, sevgili öğrencileri ve cümle sevdikleriyle birlikte sonsuz mutluluk yürüyüşlerinde başarılar diliyorum.
ELLERİ IŞIK DEMETİ
Masmâvi ufuk gözleri; doğar şafaklarla
Yüzlerinde duruluk; eller ışık demeti
Çiğ tânesi ümitler, yüreğinden süzülen
Rengârenk çiçeklerle donatır memleketi…
Yanık türküler söyler, hasret yüklü nağmesi
Bir bitmeyen şarkıdır her dudak hareketi
Coğrafya hep târihtir, biter mi hikâyesi?
Karatahtalarda, Anadolu bereketi!...
Kâlbinin hangi köşesinden kopuyor bilmem
Düşüncelerimizi kanatlandıran gizler
Çağlar açılıp-kapandı verdiklerinizle
Önderlerin de önderleri oldunuz sizler…
Ak umut ekersiniz kara toprak üstüne
Vatan cennete döner, yemyeşil duygularla
Filizlenir ruhlarda dalga dalga bir sevdâ
Bahara yürür mevsim, mâverâî sularla…
Hayat, tebeşir tozu misâli bir savruluştur
Ne güzel; yazının, bir tozu olmak!
Siz demiştiniz; hakîkât bir kavruluştur
Ne güzel, kâlbinde bir közü olmak!
Senin rüzgârınladır, yıldız olduysam
Gerçeğin yolunda bir hız olduysam
Hak bellediğim yolda yalnız olduysam
Ne güzel, söyleyecek bir sözü olmak!
En tatlı hâtıralar sizlerle öğretmenim
En içten sohbetler; hattâ mûzipliklerimiz!
Ne bizler, o sınıflara gelebiliriz artık
Ne de geriye döner, o güzel günlerimiz!
Bu bayrak yere düşmez, şimdi nöbet bizdedir
Nasipse eğer yine, görüşür, konuşuruz
Öğrettiğiniz yolda yürür isek, sapmadan
Gâm değil, sonsuzlukta –inşâllâh- buluşuruz!...
Bu arada, Durugöl İÖO Öğretmeni Orhan ŞEN Hocamıza, geçtiğimiz iki gün hastanede yatma durumunda kalan oğlum Yûsuf Kerem’i ziyâretlerinden dolayı çok teşekkür ediyor, örnek kişiliğine ve meslek ciddiyetine dikkât çekiyorum. Çocuk çok duygulanmış, hattâ sevincinden ağlamış. Ayrıca bir de çiçek getirmişler. Ben yoktum; sürpriz yapmış. Hastânede, birlikte fotoğraflarını çekmek isterdim.
Bir çok insan bu hareketi şaşkınlıkla karşıladı. Öğretmen öyle gidebilir mi? tüm öğrencilere nasıl yetişecek? gibi. Ama, isteyince olabilir. Nitekim de genelde yapılıyor. İstisnâlar varsa, yapılmasında fayda olduğunu belirtmeye gerek yok.
Çocuk bu olayı dilinden düşürmüyor. Orhan Hoca’nın tanıdık başka talebeleri de var. Numaradan lâf kondurmak isteyenlerin lâfını ağzına tıkıyorlar. Hocalarına söz söyletmiyorlar. “O herkese eşit davranır!” sözü ve yargısı bir öğrencisine âit. Bu, her yerde adâletin ne denli önemli olduğu ve bir çocuğun bile gözünden kaçmadığını gösteriyor.
Teşekkür yanında, ayrıca tebrik te ediyorum Orhan ŞEN Hocamızı. Rabbim ona ve arkadaşlarına, tüm öğretmenlerimize sağlıklı, huzurlu, mutluluklarla dolu nice hizmet yıllarını idrâk etmeyi, gurur duyacakları, millete, memlekete, kendilerine, âilelerine ve tüm insanlığa faydalı nice insanlar yetiştirmeyi nasîp eylesin.
Burası, zamanın biraz fazlaca gittiği, sözün de artık bitmesi gerektiği yer.
Cümleye selâm, sevgi ve saygılar ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
24.11.2010 |
|