Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4608055
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.69.59.127
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
DÂHİLER ve DELİLER; KÜLTÜR MAHŞERİ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

"DÂHİLER ve DELİLER"; KÜLTÜR MAHŞERİ

Bu kitabı iki yılı aşkın zaman önce Sıhhiye’den, Türkiye Diyânet Vakfı Kitabevi’nden almışım. Okumak son zamanlara nasip oldu. Kentimizde çay evi, kültür-kafe muhabbetleri çerçevesinde başladım ve kısa zamanda  bitirdim. Kitabın son çeyreğini de sırada beklerken yine buralarda okuyup değerlendirdim. Kitabın konusu her ne kadar , geçtiği yerler olarak İstanbul olsa da, bize onunla tanışmak, buluşmak ve dertleşmek Ankara ekseninde nasîp oldu. Zâten, kitapta geçen kahramanların çoğu da İstanbul eksenli bir devletin vatandaşları olarak dünyâya gelip onun sıcak etkileri altında hayat  sürmüşken,  bizler doğma-büyüme yepyeni bir anlayış ve algılayışın etkileri altında biraz ondan, biraz bundan atıştırarak yeni bir hayâta tutunmanın mücâdelesi içerisinde sürüklenip gidiyoruz. Henüz, tercihlerimizin belirginleşerek, yolumuzun ve yordamımızın netleştiğini, âidiyetimizin ayan-beyan ortada olduğunu söylememiz mümkün değil. Sizin anlayacağınız, Veysel diliyle, “İnce uzun bir yoldayız; gidiyoruz gündüz-gece!” Ama, nereye? İnşâllâh daha iyiye deyip, elinden gelenler ve de gönlünden kopanlar uğraşıp duruyorlar. Herkes de bir yol tutturmuş gidiyor.

Değerli okurlar. Osmanlı’nın târihteki yerini tamamlayıp idrâk ve hâtıralardaki yerine çekilmesinden sonra, memleket birdenbire boşluğa düştü. Bu beklenmedik bir durumdu. Öyle ya; bu milletin 1000 yıllık çizgisi belliydi. Dîni , diyâneti, yolu-yordamı, kültürü, geleneği, edebiyâtı, siyâseti, medeniyeti, her şeyi İslâmdı. İslâm haktı. Tartışılmazdı. Allâh’ın yoluydu. Peygâmberin çizgisiydi. Şimdi, bunun yerine ne konulacaktı? Ne konulabilirdi ki?! Diğer sistemlerle Allâh’ın dîni aynı kefeye konularak tartışılabilir miydi? Bu, en asgarîsiyle Güneşle mumu yarıştırmak gibi bir şeydi!

İşte, Osmanlı’yı hasta eden batının, onun coğrafyasına dayattığı yeni yollar, cılga, cılız, karanlık ve de sonunun nereye çıkacağı belirsiz bir yoldu. Hiç, milletin asırlardır yaşadığı, başı sonu güven dolu Hak yolla, bu dış rüzgârların üflediği ne idüğü belirsiz yollar bir olabilir miydi? Olamazdı ama, olacaktı işte!

Elbette, bunun mücâdeleleri de olacaktı. Yukardakiler dayatmalara boyun eğse de kalem erbâbı olanlar, ilim adamları, sanatçılar olan bitenlere sessiz kalamazlardı. Bu aziz milletin bunca birikimi, ortaya koyduğu medeniyet, öyle bir hamlede sökülüp atılabilecek kadar basit miydi? Basitse, nasıl bu kadar yüzyıllardır bunca hârikalar sergilemiş, ilim adamları, sanatçılar, edebiyatçılar, kahramanlar yetiştirmiş, bütün dünyânın selâm durup örnek aldığı bir medeniyet ortaya koyabilmişti?

Çanakkale Mahşeri’nin yazarı Mehmet Niyâzi bana göre, Dâhiler ve Deliler kitabıyle kültürel Çanakkalemizden kesitler sunmuş, dînî, ilmî, edebî, felsefî mücâdeleleri gözler önüne sermiş. Milletimizin ne yapacağını şaşırdığı dönemlerde inanç ve güveni sarsılmadan onun ruh asâletine sâhip çıkıp canlandırmaya çalışanlarla, batı meftunları arasındaki söz, hareket ve kültür mücâdelelerini Küllük ve Marmara Kıraathânesi müdâvimleri ekseninde işlemeye ve o dönemlerde nelerin olup-bittiğini, bizlere düşenin neler olduğunu anlatmaya çalışmış.

Roman tekniğiyle ve hepimizi meraklandırıp atmosferine alan canlı bir uslupla örülen kitabı okurken siz de kendinizi olayların içinde buluyorsunuz. Kitabı elinize almaya görün; milletimizin, olaylarla ve günün kimi rumuzlu, kimi sâhici kahramanlarıyle birlikte kendinizi  kültür ve medeniyet mâcerâmıza kaptırıyorsunuz.

20. yüzyılın orta kuşak diliminde ülkemizde yaşanan stratejik tartışma ve arayışların bir aynası niteliğindeki kitap, en son, tüm bu mücâdelelerin ekseninde cereyân edip dillendiği  Marmara Kıraathânesi’nin yıkılması, baş kahramanlardan Binbaşı Hüsrev’in de eş zamanlı tevâfuk eden olağandışı vefâtıyla son buluyor. Ancak, oradan tüm coğrafyaya yayılan mücâdeleler devam ediyor. Kendini, bu soylu dâvânın bir yerinde hisseden herkesin, bu memlekette olup-bitenleri daha iyi anlama, daha gerçekçi  ve pratik işler peşine düşme, geleceğe dâir daha güzel  ve isâbetli hayâller kurma adına bu kitabı okumasını harâretle tavsiye ediyorum. İnşâllâh biz de zaman zaman bu kitaptan istifâde ederek, çeşitli  atıflarla meselelerimizi anlatma yolunu seçeceğiz. O zaman, daha somut şeyler sunma imkânı da bulmuş olacağız.

Elimdeki kitap ÖTÜKEN NEŞRİYAT (www.otuken.com.tr) yayını ve 2007 İstanbul basımı. Bilhassâ, Necip Fâzıl, Osman Yüksel Serdengeçti ve Hilmi Oflaz gibi isimleri ve mücâdelelerini anlamak için canlı bir kaynak niteliği taşıyor kitap. Erol Güngör, Muzaffer Ozak, Nihal Atsız, Nuri Karahöyüklü vs. gibi ilim, kültür, gönül ve aksiyon adamı daha nice isimler, kişilikler; hepsi bir dönemin bir tarafları. Hem de ateşli tarafları.

Sevgili okurlar, bizler, “OKU” diye söze başlayan bir dinin ve bu temel üzerine kurulu

bir medeniyetin mensuplarıyız.  Öyleyse; durmak yok, okumaya devam ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

22.12.2010


Mar`12
26
İYC ORDU ŞÛBESİ ŞEKİLLENİRKEN…
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

İYC ORDU ŞÛBESİ ŞEKİLLENİRKEN…

Geçtiğimiz yaz yapılan müracaatla birlikte kurulma sürecine giren ve yakında yapılacak 1. olağan genel kurul sonucunda şekillenecek görev dağılımıyla faaliyetlerine başlayacak olan İlim Yayma Cemiyeti Ordu Şûbemiz inşâllâh hayırlı hizmetlere imza atacak. Sergileyeceği performansla da yöremize ve insanlarına her anlamda ümit ışığı olma özelliği taşıyacaktır.

Ordu merkezde ilk olmakla birlikte ülke çapında tanınan ve yaygın olan İlim Yayma Cemiyeti, Cumhûriyet sonrası ilmî ve hayrî cemiyetlerin ilki olamasa da en önemli ve köklülerinden birisidir. 11 ekim 1951'de kurulan ve asıl kuruluş amacı kurulduğu dönemde komünizmle mücadele olan cemiyet, topluma ahlaklı, namuslu, şerefli ve saygın insanlar yetiştirme amacıyla çabalayan, ülke için son derece yararlı bir cemiyettir.

Cumhurbaşkanları ve Başbakanlarımız dâhil, bir çok hükümet üyeleri, ünlü ilim adamları, edebiyatçılar, bürokratlar ve sayısız siyâsî kişiliklerin yetişmesinde katkısı olan bu cemiyetin Ordumuz’da da faaliyete geçecek olması gençlerimizin geleceği adına ümit vericidir.

Bir şekilde bu teşkilâta uğrayan, orada barınan, faaliyetlerine katılan ya da burs alanların İlim Yayma Cemiyeti hakkındaki yaklaşımları gayet olumludur. Onlara göre bu cemiyet, yurt çapında yurtlar açan, yurtları yardımlarla döndüğünden fiyatları gayet uygun olan, milletin, memleketin, insanlarımızın ve bilhassa gençliğimizin hayrına olmak üzere çok çeşitli sosyal faaliyetlerde bulunan bir cemiyettir. Öğrencilerin değerlendirmelerinden seçmelerle yolumuza devam edelim:

          ÖĞRENCİLER NE DİYOR ?      

“Üniversite öğrencilerine iyi imkanlar sunarlar, ortaokul ve liseler için genelde evler tercih edilir.  Öğrencilere burs imkanları da sağlanır. Yardımsever gönüllü insanların kurmuş olduğu, başındaki insanların güvenilir ve sağlam olmasına dikkat edildiği, samimiyetin hakim olduğu cemiyetlerden biridir İlim Yayma. Kalitesi, sıcaklığı ve kuşatıcılığı tartışılmaz.”

“Her hangi bir çıkar beklemeden, Allah rızası için öğrencilere yardım eden, vakıf niteliğinde bir cemiyet. Asker kökenli ilk genel başkanlardan Hasan Sağlam’ın belli bir dönem nesli üzerinde çok emeği vardır ve bu asker kimliği nedeni ile 28 şubatta en az baskı gören vakıflardandır.”

“Türkiye nin dört bir yanında yurtları vardır ve özellikle yüksek öğrenim görenlere yönelik faaliyet içindedirler. Yurtta kalan öğrencilere herhangi bir baskı uygulanmaz. Düşünülen, yalnızca güvenli olmak ve güven duymak ve de güven vermektir. Faaliyetlere katılmada gönüllülük esastır.”

“Bir parçası olduğum için gurur duyduğum ve elimden geldiğince kendilerine olan gönül borcumu ödemeye çalışacağım bir kuruluş. Kendilerine minnettarım.”

“Konya'da 2 yıl boyunca yurtlarında ikamet ettiğim (hicret, mevlana) cemiyet. Süper kaliteli hizmet ve konaklama imkanlarına rağmen diğer özel yurtlardan oldukça düşük fiyatlara öğrenci kabul ederler. Çünkü amaçları para kazanmak değil, dinine diyanetine sahip çıkan, memlekete ve ailesine faydalı bireyler yetiştirmektir. Sigara içme mevzusundan 2. senemde beni sürgüne yollamış olsalar da haklarını ödeyemem. Yurt müdürü hala bayramlarda mesaj atar, öyle vefalı insanlar görev yapar iyc'de.”

“Her kurumun olduğu gibi bu kurumunda kendisine has bazı kriterleri bulunmaktadır.  Niye bilim değildir de ilim yayma cemiyetidir acaba; merak uyandıran kurumdur!”

VİZYON, MİSYON ve İLKELER

       

     İYC, kendi misyon ve vizyonunu açıklarken kendisini, “inancıyla, tarihiyle, kültürel birikimiyle ülkemizin insan mozaiğinin sesi” olarak açıklar. Gâyesini de, “geçmişiyle barışık, geleceğin vizyonunu yakalayan, kendisi ve çevresi ile sağlıklı iletişim kurabilen, tebessüm etmesini bilen, şahsiyetli bir gençliğin yetiştirilmesini hedefler.” şeklinde belirtir. Ve; “Ülkemizin sivil insiyatif olarak kabul ettiği her türlü Vakıf, Dernek, Cemiyet ve Cemaatten bağımsız olarak kendine has özellikler ile faaliyet gösterir. Ancak gerek gördüğünde bu oluşumlarla birlikte hareket eder. Hizmetlerinden, tüm toplum kesimlerinin âdilane bir şekilde ve hakkaniyet ölçülerine göre yararlanmasına gayet eder; bunu istismar etmek isteyenlere fırsat vermez.” şeklinde ilkelerini açıklar.

            İlim Yayma Cemiyeti Şûbesi Ordumuza hoş geldi safâlar getirdi. İnşâllâh, hepimiz yardımcı olalım.  Ordumuzun ihtiyaçları çok. Üniversiteyle birlikte gençlik çığ gibi akıyor kentimize. İyi güzel de, gelen her çocuk, artan her sayı, ev sâhipleri olarak hepimizin omuzlarına mânevî yük bindiriyor. Bunu hatırlatmak isterim.

HİZMET EDEN KENDİNE

Hepimizin bir vakıf yanı, cemiyet tarafı bulunmalı. Birbirlerimize yardımcı olmalı ve gençliğimize sâhip çıkılmalıdır. Çünkü onlar, hem geleceğimiz, hem de ahretteki en zorlu imtihanımız. Bu dernek ve cemiyetler aslında onlara karşı görevlerimizi yaparak imtihanımızı kolaylaştırmak adına gençlerden çok bizlere yardımcıdırlar.

            Gelecek hafta sonu 1. Olağan Genel Kurulu’nu yaparak şekillenmesini tamamlayıp 2011’le birlikte gündemimize girecek olan İYC Ordu Şûbesi’nin hayırlara vesîle olmasını, yöremizin ilim, irfan, vakıf, cemiyet faaliyetlerine olumlu katkılarda bulunmasını diliyor, Yüce Rabbimizin, artan maddî-mânevî olumsuzluklar karşısında hepimize uyanık olmayı nasîp etmesini ve bilhassa gençlerimizin yardımcısı olmasını niyâz ediyor, üstün başarılar temennîsiyle, sevgi cümleye ve saygılar sunuyorum ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

21.12.2010


Mar`12
26
DARASI ALINMIŞ SÖZLE SERÜVEN NE GÜZEL
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

DARASI ALINMIŞ SÖZ’LE

SERÜVEN NE GÜZEL!

Geçtiğimiz Cumâ günü yatsıdan sonra, kentimizin gözde eğitimcilerinden, yılların Türk Dili ve Edebiyâtı öğretmeni, şâir-yazar ağabeyimiz, belki onbinleri bulan talebelerinin her birinin hocamız derken kıvanç ve onur duyduğu Musa İşleyen Beyefendi’nin ilk şiir kitabı için düzenlenen imza programı vardı.

Şadırvan’ı geçip Serüven Kitabevi’ne vardıkta umulmadık bir tenhâlıkla karşılaştık. Meğer, kitabevinin bulunduğu sokağın karşı tarafındaki 2. kat ta Serüven’e âitmiş ve imza töreni oradaymış. Işıklı basamaklardan yukarı tırmandık. Mûsâ Bey tüm şıklığı ve her zamanki pozitif duruşuyla orada. Kitap imzalatmak isteyenler sıra olmuş.

Ne zamandır göremediğimiz bir çok arkadaşla karşılaşmak ne güzel. Beni şaşırtan, küçümsenmeyecek genişlikteki bu odanın, dört duvar tavana kadar kitaplarla dolu olmasıydı. Onun ötesinde, kıyı-köşe, üst üste kitaplarla lebâleb. Kitapların içerisinde çok eski baskı olanları bulunup, bizim gençlik yıllarımızın havasını yansıtanlar da var.

Kitap olan her yerde yaptığım gibi, şöyle gayri ihtiyârî dolaşırken gözümün takıldığı bir kitabın, daha sırtını görünce, kitabın da, yazarın da adı yazmadığı hâlde, Murat Sertoğlu’ya âit olduğunu anladım. “Acabâ, BULGAR SÂDIK kitabı mı?” derken, BATTAL GÂZİ ismiyle karşılaştım. Çok eski bir dostun ötesinde, ilk gençlik yıllarımızla buluşmuş gibi olduk.

Bir yandan çaylar geliyordu. Ortam iyiydi. Bizim özlediğimiz bir atmosferi çağrıştırıyordu bu akşamın renkleri. Önceki hafta yazdığım çaycı arayışı eksenli kültür-kafe niteliğindeki yer işte biraz böyle bir yerdi. Orta yerde masalar vardı. İsteyen sohbet ediyordu. Kimi kitap karıştırıyor, kimi de bir yandan çayını yudumluyordu.

Mûsâ Bey masadan başını kaldıramıyor. Ziyâretçileri çok mâşâllâh. Rabbim daha da ziyâdeleştirsin inşâllâh. Ben de heveslendim doğrusu. Şöyle niyetlenip de işe biraz asılsam, peşi peşine kitapların gelmesi işten değil. Dolayısıyla, bu akşam benim için bu anlamda bir motivasyon oldu. Artık zamânı geldi de, neredeyse geçiyor bile.

Hem ayıp da oluyor artık! Un, su, şeker hepsi hazır. Sâdece niyet, karar ve azim gerekiyor. Bilmem, nasip olur da böyle bir gün gerçekleştirirsek, bizim de böyle çok ziyâretçilerimiz olur mu? Diyeceksiniz ki; denemesi bedava! İnşâllâh dostlar.

Evet, kitabını alan gitti. Ortalık sâkinleşti. Yazarımıza bir kitap ta biz imzalattık. Üzerinde, bir nevî eser mürüvveti görmenin tarâveti vardı. Dışarı çok taşmasa da, içinin içine sığmadığı her hâlinden belliydi. Bu heyecan da elbette ki hakkıydı. Bunu, başta âilesi olmak üzere, yakınları, öğrencileri, dostları ve arkadaşlarıyla bir arada yaşamanın da ayrı bir hazzı olmalıydı.

Yazara göre; “Şiir; bir arınmadır.” (Shf:88) “Darası alınmış söz”dür. Tıpkı Voltaire’in “Şiirin düzyazıdan farkı şudur: Az kelimeyle çok şey söylemek.” dediği gbi. “Şiir, duadır Yaradan’a.  Şükürdür nimetlerine onun, kucak kucak.”(Shf:89)

Sevgili okurlar! Sizleri, Mûsâ Bey’in yukardaki sözlerinin ifâdesi olan, öğrencilerinin hâtıra defterlerini yıllardır süsleyen ve kitabın ilk başında yer alan, besmele niteliğindeki NE GÜZEL şiiriyle baş başa bırakıyor, Sn. Ağabeyimiz’i tekrar tebrik ediyor, devâmı gelmesi dileğiyle, darası başımıza diyor, cümleye sevgi ve saygılar sunuyorum ves’selâm…

 

NE GÜZEL

 

Ay yıldızlı bayrakta,

Al kan olmak ne güzel!

Şehit yatan toprakta,

Sağ can olmak ne güzel!

 

İnsan Hakk’ı bilende,

Korku olmaz o tende;

Hür havalı gülşende,

Fidan olmak ne güzel!

 

Hata makul sayılıp

Hoşgörülür her ayıp;

Melek gibi yaşayıp

İnsan olmak ne güzel!

 

Belâ mukadder ferde

Ölüm de var kaderde;

Ve onulmaz bir derde

Derman olmak ne güzel!

 

Mel’un düşman var iken,

Ne can lazım, ne de ten;

Savaş emrin ileten

Ferman olmak ne güzel!

 

Bu millet için için

Kan ağlar acep niçin?

Bir kutlu dava için,

Kurban olmak ne güzel!

 

Saadet mutlu çağda,

Kötülükler yok orda.

Hakk’a giden tek yolda,

Kervan olmak ne güzel!

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

20.12.2010


Mar`12
26
SÖZÜMÜZ GAYRA, HAYRA DEĞİL
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

SÖZÜMÜZ GAYR’A, HAYR’A DEĞİL!

         Sn. Ali Bey Ağabey. Sizin yazılarınızı her gün okumaya çalışıyorum. Sizi izliyorum.  Gönlünüzden akıp gelen cümlelerinizi zevkle okuyoruz. Ama, bâzen bu duygularınız sele dönüşüyor. Bilhassa bizim gibi şiirle ilgilenenlerde olduğu ve de sizin benimle ilgili son yazınızda en çarpıcı örneği görüldüğü gibi.

Meğer biz, Köprübaşlarında dolaşırken köprünün altları taşmış, Bülbül Deresi Melet Irmağını aşmış! Biz, güzelim Güzelordu’nun etrafında paravanlardaki manzaralara kapılıp gitmişken, köprünün altından çok sular akmış,  derken, dalgalarla mücâdele durumunda kalmışım da haberim yok! Ve işte şimdi uğraşıp duruyorum!

Lâfın gelişi bir yana, sizin tarafınızdan böylesine izlenmekten son derece memnun olduğumu bilmelisiniz. Biz niye yazıyoruz ki? Başta, okunsun diye! Ne kadar çok kişi okursa o kadar memnun oluyoruz.

Dikkât etmeme rağmen son yazınızı kaçırmışım. Fakat, yazı bir yerde konuşulmuş. Kulağıma geldi. Akşam eve geldiğimde ordugazete.com’a baktım. Sağolsun, Nuh KIRCA Bey oraya almış yazınızı. Yazının baş kısmında üç nokta var. Sanırım, yazınızın bütününü koymamış. Yalnızca, benimle ilgili bölümü almış olmalı.

CEVAPLAR YAZIDA MÜNDEMİÇ

O yazıyı ve sonra da kendi yazımı tekrar okudum ve düşündüm ki, siz benim yazımı ya dikkâtli okumadınız, ya da istediğiniz kısımları aldınız. Çünkü, sizin kafanıza takılıp ta bana yönelttiğiniz tüm soruların cevâbı yazının içinde var.

Bir defâ, bizim hayır sâhipleriyle bir alıp veremediğimizin olmadığını orada söyledik. Hattâ, dün akşam Lütfi Amcayla yan yana tevâfuk ettik yatsı namazında. Problem yok. Söz konusu bile olmadı. Olmayacaktır da. Zîrâ biz, Güzelordu ekseninde Ordu’nun daha güzel ve yaşanılır olması adına, geneline dâir duygu ve düşüncelerimizi ortaya koyduk, o kadar. Kimseyi de rencîde diye bir temâyülümüz olmadı. Her neyse. Takdir sizin.

Sonra, biz Güzelordu ile ilgili, inşaat kararlaştırılmadan çok önceleri de yazılar yazdık. Ayrıca, bir yıl da olsa orada okuduğum için kendimi biraz da Güzelordulu sayıyorum. Burayla öteden beri ilgileniyorum ve yazılar yazıyorum. Siz onları görmemiş olmalısınız. Gazetemizin arşivinden ya da internetten bakılabilir.

CUMHÛRİYET, GÜZELORDU.

Ben şimdi burada, keşke Cumhûriyet Meydanı’ndaki Merkez Ortaokulu ve yanındaki ilkokulun yerine devâsâ bir okul yapılsaydı desem hoşa gider mi? Uygun mudur? Yapılsa bal gibi olurdu. Alışır giderdik hem de! Ama, böylesi daha iyi değil mi? Böyle bir meydana ihtiyâcı yok muydu Ordu’nun?!

Gerçi biz o zaman, okulun mevcut hâliyle kalıp, restore edilerek bir kültür merkezi yapılması fikrini savunuyorduk. Sanırım o zaman, bunu biraz da, yerine daha büyüklerinin binâ edileceğinden endîşe duyduğumuz için yapmıştık. Bu görüşlerimizi deklare de ettik. Hattâ şiir diliyle ifâde ettik bunu. Çok da güzel olmuştu. Belki bir gün bu sütunlara da alırız bir vesîleyle. Demek istediğim; biz söyleyeceğiz, vatandaş da değerlendirecek. Sonuçta karar büyüklerin. Herkes görevini yapacak.

Bana sorarsanız, Ordu’nun o zamanki durumunda orası neyse, bu gün yaklaşık 20 sene sonra, Güzelordu’nun olduğu yer de hemen hemen aynı konumda. O zamandan bu zamana nüfus neredeyse ikiye katlandı. Kentin merkezi de doğuya doğru kayıyor. Merkez Ortaokulu’na yer bulundu. İstense buna da bulunabilirdi. Bulunamıyorsa, o zaman da, gerçekten kentin plânlanmasında sorun büyük demektir.

GÜFTE ve BESTE

Ali Ağabey! İşin aslına bakarsanız, ben o yazımın başında da belirttiğim gibi, benim yaptığım biraz, pişmiş aşa su katmak gibi oldu. Belki yanlıştı. Ama, endişeye, yarı argo ifâdelerle olayı dramatize etmeye gerek yok. Bizim ağzımıza bakan kim ki zâten? Her kes işini biliyor. Kimseye aldırmıyor. Bizim sözlerimiz onlar için, kendi şarkılarının ara nağmesi gibi bir şey. Ne güfte değişiyor, ne de beste!

Vakıf İşhanı öyle. Meselâ Belediye. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyle, gündemdeki teleferik konusunda ilgili devlet birimlerini bile kaale alıp ta sağlam yapmamış işini. Şimdi sıkıntı yaşıyor. Bizi kim ciddîye alır ki?! Yazdıklarımızın yaptırımı da yok. Müsâde edilsin de duygu ve düşünce kırıntılarımızı olsun dillendirebilelim hiç olmazsa.

SIKINTI NEREDE?

Şu kente Boztepe’den bakmayan yok. Bu kadar güzel yerleşim alanına sâhip kaç kent var Karadeniz’de? Hattâ Türkiye’de? Peki, buradan daha berbat yapılaşma, nerde var? Bunu sâdece Belediye için söylediğimizi düşünmeyin lütfen. Bu kentte bir türlü mâkul bir irâde teşekkül etmiyor. Sıkıntı burada.

Kimi o yana çekiyor, kimi bu yana. Oturup baş başa verelim de, şunu şurdan alalım, şunu şuraya koyalım da şu işi en mâkul şekliyle çözümleyelim, güzel bir şehir kompozisyonu oluşturalım diye ortaklaşa bir dert, bir akıl yürütme pozisyon ve irâdesi yok. Asıl mesele bu.

Bir de, düşünüyorum da, bize, gereksiz görünen bu ve benzeri şeyleri yazdıran sebebin arka plânında, boncuk gibi olması gereken bir kentte yaşadığımız bunca sıkıntıların anlamsızlığıdır. Onlara bir serzeniştir. Bu yapılanların, bundan sonra olacakların da habercisi olma niteliği taşımasıdır. Derdimiz bu. Yoksa, kimsenin hayrına engel, uğruna çengel değiliz.

Sevgili okurlar. Yazıya bakıp ta ortada bir problem olduğunu düşünmeyin. Ali Öztürk Bey’e, bu vesîleyle düşüncelerimizi vuzûha kavuşturma imkânı verdiği için teşekkür ediyorum. O da, biz de samîmî düşüncelerimizi yazıyoruz. Güzelordu yolunda. Bülbül Deresi akıyor. İnsanlar işinde-gücünde ve de her kes kendi işine bakıyor…

Velhâsıl, Ali Ağabey; bu işin içinde ne para var, ne ticâret! Ve hattâ ne de siyâset!

Mâdem yazdınız, ben de yazdım. Durumlar da kısaca bundan ibâret; ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

19.12.2010


Mar`12
26
RÜZGÂRLARIN SÖYLEDİĞİ ŞARKI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

RÜZGÂRLARIN SÖYLEDİĞİ ŞARKI

Artık zamanı geldi. Rüzgârlar daha çok, daha hızlı esiyor. Uçuran fırtınalar yolları kesiyor. Yapraklar uçuyor, damlar göçüyor. Damlar evriliyor; koskoca ağaçlar yollara devriliyor. Giden gidene, koşan koşana; her yerde bir telaş, bir telâş! Gidişler oldukça hızlı ve hazlı.

Gidişten çok kaçıştır aslında bu! Yerinden ve derinden kopuştur; ama, nereye? Nereye kadar?

Gerçekte düşünülecek olsa ve de hakkıyla taşınılacak olsa; bu dünyâ sanıldığandan da dar!

Her ne yöne koşsan önüne bir tepe çıkar, ya da aşılmaz bir dağ. Tutar seni bir görünmez ağ.

Ne olursan ol, ne bulursan bul. Sonuçta, her şeyin gerçek sâhibi Allâh, sen sâdece bir âciz kul!

Aklın varsa git; O’na götüren yolu bul. Gitmek istemesen de gidersin; yavaş yavaş, usul usul!

Geriye dönüşü yok; başa gelen çekilir. Ama kardan, ama rüzgârdan, boyunlar birgün bükülür.

Ve işte yağdı-yağacak derken, her tarafı kaplar kar. Basar birden her yanı, herkesleri bir efkâr.

Havalar soğuk, yolda çile var. Eskisi-yenisi, çamuru-çakılı yok; tipiler savurur, zincirler uzar!

Eli-kolu bağlı yolların. Durduğunuz yerde durun siz varın. Sesi-soluğu çıkmıyor artık suların.

Sen de sus artık. Kâlbini dinle. Kalıbına dur de. Düşün; ne çıkacak karşına, sıyrılınca perde?

Rüzgârların şarkısına kulak ver. Yaprakların savruluşuna dikkât et. Rûhun çağırdığı yana git.

Çâresizliğini gör.Yapraklar geri gelmiyor.Düşecek meyve,olmuyor.Nasipsiz kaplar dolmuyor!

Baharı, yazı göremeyecek olan görmüyor, sonbahara, kara-kışa eremeyecek olan ermiyor,

harmanlara fındık seremeyecek olan sermiyor! Ama, insanoğlu bunlara hiç ihtimâl vermiyor!

Kendi rüzgârlarına dönüyor yine sonra. İçindeki pişmanlık duyguları sönüyor yine sonra.

Gelsin çaylar-çorbalar; dolsun yine kasalar-keseler, şişsin o eski-üskü, meşkûk torbalar.

Ama, düşünülmezki, o tahtaları da, demirleri de, çelikleri de, her şeyi yiyen böcekler var.

Nereye kaçsan, hangi teknolojiye sığınsan, her cinsin bir böceği, her ağacın bir kurdu var.

İnsanoğlunun gerçek anlamda, yalnızca ve yalnızca sonsuzlukta mutlu bir yurdu var.

Rabbimizden dileyelimki, esen ya da esmeyen tüm rüzgârlar bizi oraya, oraya götürsün.

Sıratlardan geçirsin, arasattan uçursun, cennetlere göçürsün. Âb-ı Kevser içirsin.

Ömrümüzün son demi, sonbaharı, âhiret yurdumuzun som bahârı olsun.

Yazarın, sizin için seçtiği bu şiir de, yazının yâdigârı olsun ves’selâm:

 

BÖCEK

Dün gece delişmen bir böcek

Cevizden bir sandığı oydu

Bekledim ha bitti ha bitecek

Bilinmez aradığı neydi

Humması sürdü sabaha dek

 

Bir işi vardı bitirecek

Bir doluya bir boşa koydu

Tohum mu toprağa ekilecek

Belki de söylenecek türküydü

Balık mı suda tutulacak

 

Bir gün soluğun kesilecek

Senin de dost delişmen böcek

(Gün Işığı)

 

Sabahattin Kudret Aksal
             ( 1920 - 1993 )

 

ORDU HAYAT GAZETESİ:

17.12.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 42 43 44 45 46 [47] 48 49 50 51 52 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...