Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4608058
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.70.179.135
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
KURUMUMUZ ve de DURUMUMUZ...
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

KURUMUMUZ ve de DURUMUMUZ...

Cumartesi gün gazetemizde Ankara’dan misâfirler vardı. Basın ilân Kurumu Genel Müdürlüğü’nden(BİK) Şûbe Müdürü Nail DURAN ve temsilci İdris ÇAM Beyler geldiler. Yanlarında Ordu Vâliliği Basın ve Halkla İlişkiler İl Müdürü Vedat ÖZ ve OGD Başkanı Recep AYDIN, İl Basın Kontrol Kurulu Üyesi Metin BİRSEN ve Can ACAR Beylerle berâber büromuzu ve matbaamızı dolaştılar. Gezdiler, incelediler; duygu ve düşüncelerini bizlerle paylaştılar. Görüş alışverişinde bulundular.

Her şeyin olduğu gibi gazeteciliğin de bir kanunu kuralı var. İncelikleri var. Bunlara riâyet gerekir. Etmediğiniz zaman size tanınan haklardan mahrum olursunuz. Ki, zâten o kurallar, hiçbir müeyyide olmasa da uygulanması gereken, sözüm ona etik kurallardır. Sağolsunlar, varolsunlar. Her zaman buyursunlar. Biz bu oyunu kuralına göre oynamak ve hakîkâten gazetecilik yapmak istiyoruz. Bu anlamda her ziyâreti, mesleğimiz açısından bir aydınlanma ve ileri bir adım olarak değerlendiriyoruz.

Bunları niye yazıyorum. Bizler, işin dışında olduğumuz zamanlarda, gazetelerin de yayın politikalarıyla gündemleri altüst ettikleri, hükümetlerin yüreğini hoplattıkları, bir nevî siyâsî, ekonomik, toplumsal, her anlamda tetikçilik yaptıkları, kamuoyunu istedikleri şekilde yönlendirdikleri zamanlarda bu işin böylesine kurallarının olduğunu aklımızın köşesinden geçiremiyorduk. İşin içine girince gördük ki, her satır, her kelime inceleniyor. Haberlerin yerelliği, reklâmların boyutu, kültürel muhtevâ oranı vs. her şey, her şey tâkip konusu. Harflerin boyları, fotoğrafların enleri bile.

Meselâ Ankara’dan gelen yetkili (BİK) Genel Müdürlüğü Şûbe Müdürü Nail DURAN Bey, gazetemizi evire-çevire inceledi. Sorular sordu. Takıldığı noktalardan biri 10. sayfadaki “Hz. Süleyman’ın Saltanatı” yazısı oldu. “Dünden devam,” “devâmı yarın…” gibi konulara takıldı. Bu yazının yazarı kim? dedi. İstiyorlar ki, her yazının imzası belli olsun. Yazarlar yerel olsun. Yerel kültür hayâtı gelişsin.

Yoksa,bu gün internet ağıyla gazete doldurmak işten bile değil. Bir bilgisayarcıyla bunu yaparsınız. Ama (BİK) en az 5 kişilik kadro istiyor. O da fikir işçisi statüsünde olacak. Yâni daha önce basın iş kolunda en az 12 ay sigortalı çalışmış olacak. Muhâbir istiyor. Dağıtım ağı istiyor. En az şu kadar bâyi satışı istiyor. Yoksa sizi gazete olarak kabul etmiyor.

Kısaca, hem kültürel, hem ekonomik, hem basın-yayın anlamında hareket istiyor. Yoksa bas gazeteyi, nasıl olursa olsun. Al sana îlân, şu da reklâm! Öyle şey yok. Eğer böyle olsa, bu istismarın önünü almak mümkün değil. Bunca kontrole rağmen, yine de Türk Milleti, acâyip zekâsıyle yasalar arasından yarasalar gibi geçebiliyor çaktırmadığını zannederek. Bu kurumlar ve kontroller iyi ki varlar; sizin anlayacağınız.

Öyle ya, kontrol olmazsa, adam koca koca harflerle yazar, koca koca fotoğraflar kullanır gazeteyi doldurur. Yerel gazeteyim diye piyasaya çıkar, reklâm ve îlân alır, haberleri ve yazıları hep internetten indirir. Memleketin bir meselesine parmak basma ihtiyâcı duymaz. 15-20 gazete basar. İlgili yerlere verir. İlan hakkını kullanır, karşılığını alır ama gazete nerde? Bâyilerde satılıyor mu? Halkın haberi var mı? Yok! resmiyette var mı, var?! Hani nerede, şu bâyiden bir tane alalım; yok! İşte böyle olmuyor.

Devlet gazetelere ilan, reklâm veriyor ama, millete de hizmet etmesini istiyor. Bunun için de kıstaslar belirlemiş. Çok da iyi etmiş. Aksi takdirde, gazetecilik diye kepazelik alır başını giderdi. Devlet kontrol ediyor, daha çok satmamızı istiyor, faydalı şeyler yazmaya yönlendiriyor. Biz bundan son derece memnunuz. Çünkü, gâyemiz sonuçta hizmet. Bunda da samîmî olduğumuzu, paradan öte ideallerimizin bulunduğunu söylüyoruz.

OKUYUCULARIMIZ ve BİZ

Sizler ne düşünüyorsunuz bilemem. Siz de öyle mi görüyorsunuz, yoksa başka türlü mü? Doğrusu, okuyucularımızdan olumlu ya da olumsuz pek tepki almadığımız için, kendi bildiğimize göre ve basın-yayın kânunlarına göre devam edip gidiyoruz. Aslında, tepkiler gelse, biz de talep ve değerlendirmelere göre muhtevâ çeşitlendirmesi cihetine gideriz. Bunu sizlerden bekliyoruz.

Bunu yapmakla sizler de, yöremizin kültür, basın-yayın hayâtına katkıda bulunmuş olacaksınız yâni. Meselâ, bu köşe için söylemek gerekirse, biz el yordamıyla, günün akışına ve gönlümüzün nakışına göre, ama aslâ lâf olsun diye değil, faydalı olabilecek az ya da çok kırıntılar da bulunsun ölçüsüyle yazmaya çalışıyoruz. Bâzen, lüzumsuzluk mu ediyoruz? Alâkasız ve faydasız şeyler mi yazıyoruz? Mâlâyânîye mi kaçıyoruz. Harmanda size göre hiç çeç çıkmıyor mu? Öyle olduğunu düşünürsek, sizin beklentileriniz ne? Gerçekten, bunları duymak istiyoruz. Bu anlamda sizden yardım bekliyoruz.

Sevgili okurlar. Sizinle paylaşmak istediğim daha çok şeyler vardı. Dün, bir köy turu yaptık. Ziyâretlerde bulunduk. Fotoğraflar çektik. İzlenimler edindik. Gözlemler yaptık. Mâlum; köy bereket demek. ancak, dünü de yarına bırakalım inşâllâh. Çok olağanüstü bir gündem olmazsa, yarın, Pazar günü köy bohçasına toparladıklarımızdan bir şeylerle huzûrunuzda olmaya çalışacağız.

Hayırlı haftalar, güzel günler; sevdiklerinizle berâber, mutlu gelecekler,

kutlu hareketler ve de sonsuz bereketler dilek ve temennîsiyle ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

05.12.2010


Mar`12
26
ORDU SOKAKLARI, OLAY YAPRAKLARI..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORDU SOKAKLARI, OLAY YAPRAKLARI…

Dün sabah biraz sokakları, caddeleri arşınladık. Ziyâretler yaptık. Çaylar içtik, ıhlamurlar yudumladık. Ne de olsa günlerden cumâydı. Bayram sayılırdı. Biz de hem bayram, hem seyran derken günü doldurduk. Vatandaşın nabzını dinledik. Gerek kürsüde, gerekse minberde, hocalarımızın da vaazını. Ali Düzgün Hoca Hicret’i anlattı. Bu konu ekseninde Muharrem vurgusu ve Aşûre hatırlatması yaptı. Tatlısını yapmak ta sizlere ve de bizlere düşüyor! Şimdiden hazırlanalım ve de gününde hazırlayalım!

AHLÂK ve TAKVÂ VURGUSU

İmam-Hatip Câmii’nde Murat Hoca ise hutbede, engelliler konusunu işlerken, insanda önemli olanın kalıp değil kâlp olduğunu belirtti. Ahlâk ve takvâ kavramlarının üzerinde, kendisinden sonuna kadar emin bir kişinin son haykırışıyle vurgular yaptı, öylesine üzerine basa basa söyledi ki, hâlinize bakıp ta, bu durumun ağırlığı altında karınca misâli ezilmemeniz mümkün değildi! Neyse ki, peşinden rahatlatıcı duâlar geldi. Bizler de, cân ü gönülden âmin dedik.

CENGİZ BEY’E KATILIYORUM

Ziyâret faslında uğradığımız bir okulda, sürpriz olarak karşılaştığımız bir öğretmen arkadaş yeni tayiniyle birlikte giriştiği ev arayışı sonunda geldiği noktayı anlattı. 2. sanayiin beri taraflarında bir yer tutacak olmuşlar ev olarak. Sonra bakmışlar, düşünmüşler, başları ağrısa asprin alacakları bir yer yok. Câmi işi zâten yavan Ordu’da. Altımızda araba da yok diyor arkadaş. En iyisi biz, yine de merkezde bir yere taşınalım dedik diyor.

Haklı. Onun dediği mahalde 100 dönümlük kent parkı yapılması söz konusu. Yakında yapılacak ta. O zaman oralar merkez olur. Câmii bilmem ama, gayrı ihtiyâç olarak her şey bulunur. Ancak, durum şimdilik dediği gibi. Kent genişliyor ama, şehir olmasına daha çok var. Burada kimseyi suçlama noktasında değiliz. Böylesine hızlı yapılaşmaya kim yetişebilir?

Asıl gelmek istediğim nokta ise şurası: Bizler, özellikle yöremizin aktüalitesini tâkip adına yerel gazetelerimizi her sabah şöyle bir gözden geçiriyoruz. Dün, panoramik yazılarıyla kentin geleceğine vakur notlar düşen Cengiz GÜRSOY, Belediye hizmet binâsının yenilenmesiyle ilgili olarak, eskinin yenilenip Defterdarlık gibi kentin önüne set teşkil etmesini doğru bulmadığını söylüyor. Tamâmen katılıyorum.

KENT PARKI MERKEZ OLSUN!

Bu konuda ben de bir yazı yazmayı plânlamıştım. Belediyeyi tebrik etmeyi düşünüyordum. Çünkü, en azından, mevcut binanın yarısının üzerine takviyeyle kat atılacak, diğer yarısı meydan olarak bırakılmak sûretiyle zeminden yer kazanılacaktı. Kentleri gösteren ve kimliğini simgeleyen yerlerin başında geniş meydanlar gelir. Bu husûsiyetinden dolayı en azından ses çıkarmamayı, projeyi desteklemeyi düşünüyordum. Ancak, Cengiz Bey’in fikri bir adım daha önde olarak gerçeğin ve de uygun olanın ta kendisi.

İşin bir de şu tarafı var ki, biz de elbette, bu konu ya da başka hsuslarda o kadarını düşünüyoruz da, çok ileri gitmeye cesâret edemiyoruz. Bir de, yazdıklarımızın, “sırf muhâlefet olsun diye yazıyor!” yargısına kurban gitmesinden endîşe ediyoruz. Hâlbu ki biz samîmî düşüncelerimizi serdetmekten öte bir kaygı taşımıyoruz. Âdil olmaya gayret ediyoruz. Meselemiz yanlış gördüklerimizle. İnsanların insanlıklarıyle değil.

Evet, nerede kalmıştık; açıkça söylemek gerekirse, yukarda söz ettiğim öğretmen arkadaşın düşünceleriyle Cengiz Bey’in fikrini bir araya getirdiğimizde, Belediye hizmet binâsının artık Cumhûriyet Mahallesi taraflarına doğru, Üniversiteyle Kent Parkı’nın arasında bir yerlere kaymasının uygun olacağı âşikâre gözüküyor. Hem kentin merkezi rahatlayacak, hem de kenarlar şenlenip merkez olacak. Meselâ, Kent Parkı’nın oralarda bir yer ayrılamaz mı bunun için? Tabiî bu bir fikir. Bağlayıcı bir tarafı yok.

Her şey daha güzel ve daha mutlu yaşanılabilir bir Ordu için ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

03.12.2010


Mar`12
26
HACCA GİDENLER, GİDEMEYENLER; DÖNÜP DE KALAMAYANLAR..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

HACCA GİDENLER, GİDEMEYENLER;

DÖNÜP DE KALAMAYANLAR…

Sevgili okurlar. Mâlum, ilimizden bine yakın, ülkemizden de 100 bin civârında insanımız kutsal topraklara giderek hacc görevlerini îfâ edip döndüler. Herkes,  Hicaz deryâsına daldı. Ve herkes o ummandan kabı, kapasitesi, aşkı-şevki, ihlâs ve çilesi boyutunda nasîbini aldı. Allâh kabûl etsin. Hacları mebrûr, sevapları bol olsun. Rabbimiz, hasret duyup gidemeyenlere de bu mukaddes vazîfeyi yerine getirmeyi nasîp eylesin inşâllâh…

Bu meyanda, her âilede bulunması ve okunmasını gerekli gördüğümüz kitaplardan biri olan Vehbi VAKKASOĞLU Bey’e âit, o hoş eserden, hacla ilgili olarak seçtiğimiz güzel, ibret ve derslerle dolu bir bölümü güncelliğine binâen sizlerle paylaşmak istiyoruz:

KÂBE AŞKINDAN, HACC MEŞKİNE

“Her Müslümanın içinde büyük bir hasret konusudur Kâbe aşkı… Gören bir daha görmenin iştiyakıyla yanar; görmeyen düşünü görür, ne yapıp edip ulaşmaya çalışır.

Kabe, bütün camilerin merkezi, temsilcisi ve annesidir. Gözlerin ve gönüllerin hedefidir. Allah’ın evi, varlık ve birliğinin simgesidir ki, onun etrafında aşkla dönen mü’minler iman tazelerler ve tazelenirler.

Bazı gönül ehli gitmeden gider, hasretiyle yana yakıla rengine boyanır ve gitmiş gibi olurlar. Bazı gönülsüzler de, gittikleri halde gidememişlerdir. Zira Kabe’ye sırf gövdeyle gitmek mümkün değildir. Bahtsız bir kısım da, gidip hacı olur ama, hacı kalamaz. Bu kalamayışla da hacca, hacılığa ve hatta doğrudan doğruya dine, imana laf ettirirler.

                        OLMAKLA KALMAK ARASINDA

Bu sebeple, “Hacı olmak kolaydır amma, hacı kalmak zordur” denilmiştir.
Bir kısım mü’min, hacla, umreyle arındıktan sonra, “Dünyaya bulaşmayayım” diye toplumun dışında kalmaya çalışır. Bir kısmı da, haccı ,umreyi ranta çevirir. Tabii ki ikisi de çok yanlıştır.

Kabe ziyaretinin ne anlama geldiğini idrak eden, bu sebeple de oradan melekleşerek dönen ve toplumun sevgilisi haline gelen gönül ehli çok şükür ki çoğalmaktadır. Bu güzel insanlar, Yunusça düşünür ve kalp kırmayı, Kabe yıkmaktan daha kötü bilirler. Bir gönül ziyaretini de Kabe ziyareti sayarlar.”

O GÜNLERİ UNUTMAMAK GEREK

Bizim ülkemizde, yıllar yılı Hac yasaklanmıştı. Hacca gidiş resmen engellenmişti ama, gönüllerdeki Kabe aşkı söndürülememişti. O günlerde,

“Kabe Arab’ın olsun Çankaya bize yeter!” diye çılgınlaşan şairler vardı.

Halbuki Kâbe, bu milletin kıblesiydi, mukaddeslerinin timsaliydi. Gözlerden silinse de, gönüllerden asla silinemezdi. Böyle olduğu içindir ki, resmen yasaklanmış olan Hac ve Umre, fiilen önlenememişti. Bastırılması mümkün olamayan Kabe aşkıyla harekete geçenler, mayınlı sahalarda, canlarını tehlikeye atarak Beytullah’a yürümüşlerdi. Yayan yapıldak, bin bir tehlikeyi göze alarak, bazen sınırlarda kaçakcılık yapanlardan yararlanarak, bazen vicdanının sesini dinleyen jandarmaların insafına sığınarak gitmişler, bazen de mayın kurbanı olarak Kabe yolunda ölmüşlerdi. Adeta, “Varamasam da, yolunda ölürüm ya!” diyen karınca gibi düşünüyorlardı. İşte o cefakar insanlardan biri de Alasonyalı Hacı Cemal Öğüt merhumdu. ( Hacı Cemâl ÖĞÜT’ün ibretli hikâyesine geçen ay yer vermiştik. N.K.)

HACCA GİDEMEYEN DİYÂNET İŞLERİ BAŞKANI?!

İnönü döneminin Diyanet İşleri Başkanı olan Ahmed Hamdi Akseki merhum, hacca gitmek için Cumhurbaşkanı’ndan izin istemişti. Ancak İnönü,  “Bu sene (1950) seçim var, gidişiniz bizim aleyhimize yorumlanır. Daha sonra gidersiniz” diyerek, Diyanet İşleri Başkanı’nın haccına bile müsaade etmemişti. Ne var ki, değerli ve faziletli Alim Ahmed Hamdi Akseki,1951 yılında vefat etti ve dolayısiyle de hac yapamadı.

Şimdilerde, lüks uçaklarla, birkaç saat içinde hacca, umreye giden mü’minlerin o günleri unutmaması ve şükürlerini çoğaltması gerekir diye düşünüyorum. O günlerden bu günlere kolay gelinmedi. Bu gelişte emekler, gayretler, terler ve bol gözyaşı bulunmaktadır.”

Hacılarımızın dönmeye başlaması dolayısıyle, onların, yakınlarının ve hepimizin sevinçleri sonsuz. Bu cumâ, bir çok yeni hacımızla tebrikleşeceğimiz yepyeni bir gün.  Kutsal topraklardan gelen râyihâların rüzgârıyla, bayram içinde bayramlar yaşayacağız. Rabbimiz hem burada, hem de orada böyle hep mutlu ve kutlu sevinçler yaşamayı nasîp eylesin.

Hülâsâ, haftalık bayramımız cumâlarımız mübârek, haclarımız mebrûr olsun;

Gönüllerimiz Allâh, Peygâmber,Kâbe,hak ve hakîkât aşkıyla dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

02.12.2010


Mar`12
26
TAMER, ŞENOCAK ve ATİLLÂ; ALİ KABAN DA OLACAK İLLÂ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

TAMER, ŞENOCAK ve ATİLLÂ;

ALİ KABAN DA OLACAK İLLÂ!

Sanırım Eylül ayıydı. Yalı Câmi’de namazı kıldıktan sonra merdivenlerden inerken fark ettim Tamer Bey’in de öbür yandan aşağı indiğini. Tam çayocağına dönmüşken Mehmet ŞENOCAK’la hapahap olduk. Araya fındık mevsimi ve tatil girdiğinden olacak epeydir de görüşememiştik. Ayaküstü merhabalaşıp ufak bir hasbihâl ettikten sonra o, birden Tamer Bey tarafına doğru yöneldi. Bir kenarda, kulis yapar gibi bir şeyler konuşmaya başladılar.

Gözlerime inanamadım. Çünkü, daha önceki seçimlerde Mehmet Bey hep muhâlif taraftaydı. Tamer Bey’le her anlamda en çetin mücâdeleyi yapan da oydu. Bir süre sonra, sözleşmişler de bir yere gidiyorlarmış gibi ayaklandılar ikisi birden.

“Hayrola Mehmet Bey. Ne iş, nereye böyle?” dedim uzaktan; cevâp ânında geldi:

“Biliyorsun seçim var. Mâlum, ben kimi tutarsam o kaybediyor. Şimdi de Tamer Bey’leyiz! Başka yolu yok” demez mi?  

Şaşırdım ve araştırdım. Durum aynen öyleymiş. Hattâ, listede adı bile varmış diye duydum. Her neyse. Sonuç Mehmet Bey’in istediği gibi mi bilmiyorum ma, dediği gibi oldu. Tamer Bey arzuladığı sonuca bu defâ ulaşamadı. Hayırlısı olsun. Ama, kendisine kaç kere işi tadında bırakmasını söyledik. Onunkisi bile bile lâdes oldu.  Takdir böyleymiş.

Biz, tabi, böyle makamlara gelemediğimiz için rahat konuşuyoruz. Tatmadığımızdan ne desek boş.  Bu iş öyle bir iş ki, dışardan göründüğü gibi değil olmalı. Zamanla bir tutku hâline geliyor ve gönül hoşluğuyla bırakılamıyor demek ki!

ATİLLÂ ÖZTÜRK DEYİNCE…

Gelelim, başhekim olayına. Aynı zamanda köylümüz olan Atillâ Bey’in adını ve köyümüzden bir doktor yetiştiğini, onun Ulubey’de bulunduğu yıllarda duydum. O günlerde, tâbiri câizse efsâne bir doktordu. Meslek olarak yine öyle. Başhekimlik görevini deruhte etmesine rağmen mesleği ve hastaları konusunda ilgi ve hassâsiyetinde en ufak bir azalma olmadığı konuşuluyor.

7 yıl önce Ordu’ya geldikten sonra sergilediği hizmet performansıyla da hep öyle olageldi. Bizzat tanışmamız da bu süreçte oldu. O da, tevâfuklarla ve de kısa diyaloglar şeklinde.

ALİ KABAN ve EYMÜRLÜLER!

Geçen yılın yaz aylarıydı. Köyümüzle ilgili faaliyetlere katkılarından dolayı, muhtarımızın başkanlığında bir heyet olarak kendisine teşekkür ziyâretine gitmiştik. Hastânede müfettişlerin bulunduğunu duymak bizi şaşırtmıştı. Bunun arkasında da, Ali KABAN bey’in sıra dışı, zorlama kokusu bulunan uygulamalarının olduğunu düşünmüştük.

Mâlum, o günler, Ali KABAN Bey’in fırtına estirdiği günlerdi. Uygulamalarıyla tüm ulusal basının gündemine taşıyordu Ordu adını. Bu arada, akıl dışı uygulamalara koyduğumuz tavırdan dolayı gazetemize baskıları da devam ediyordu. Benim yasaklılığım sürüyordu yâni.

Tevâfukan, müdür olarak görev yapan kardeşimin okulundaki spor uygulamalarıyla ilgili olarak ta vâli beyin müdâhaleleri söz konusuydu. Konağının yakınındaki okulun bahçesinden gelen gürültülerden rahatsız olup, uyarılarda bulunduğu, sporla ilgili düzeneklerin kaldırılması yönündeki talepleri haber olarak dolaşıyordu gazetelerde.

İşte, Atillâ Bey’i ziyâretimizde bu bağlamda bir espri de yapmıştık:

“Vâli Beyimizin bu Eymürlülerle zoru ne ola ki?”diye!

TIP ve SİYÂSET VİRÜSÜ

Her neyse, bu işin latîfe tarafı. Sonuçta, o soruşturmadan bir şey çıkmamış bu günlerde öğrendiğimize göre. Peki, bundan sonraki gelişmeler noktasında Sn. Atillâ Bey, kendisiyle ilgili girişimleri hiç fark edemedi mi?  İşleri ne güzel götürürken sisteme siyâset virüsünün girdiğini, birilerinin çıkar için yeni yeni işler çıkardığını, bunun da hayra alâmet bir durum olmadığını, gidişin iyiye varmayacağını anlayamadı mı?

Diyelim anlayamadı; tam bu noktada, zamânında, kendisine referans verenlerin çağrı ve uyarılarına neden kulak asmadı? Gidip bir çaylarını içerek meramlarını dinleme ihtiyâcı duymadı? Elini-kolunu bağlayan mı vardı?

KAR YAĞMAYAN DAĞ OLUR MU?

Anlaşılan o ki; maalesef, belki tarzını ve tavrını beğenmediği Ali Kaban Bey gibi o da aynı yolu tâkip ederek, bildiğinden şaşmadı. Elbette onun gibi onun da güvendiği dağlar olmalıydı! Nasreddin Hoca’nın sazı misâli bir tel tutturdu gitti. Ancak, ses hoşa gitmedi; biri oraya çekti, öteki buraya ve bu iş burada bitti.

Demek ki, bâzı şeyler virüslerle, mikroplarla uğraşmaktan daha zor ve henüz tıbbî anlamda çözüm ve tedâvisi de yok. Tıp ve teknik ne kadar ilerlerse ilerlesin, doktorlar ne kadar hâzık olursa olsun yine de insanlar hep insan kalıyor ve de olacaklara çâre bulunamıyor.

Bu noktada, son söz olarak Sağlık-Sen Başkanı Bilâl İNANLI Bey’in, kadirşinâslık örneği ve hislerimizin tercümanı olan teşekkürüne katıldığımı belirtiyor, Sn. Başhekimimizin, kendisinin, kişiliğinin ve ağırlığının farkında olarak izleyeceği bundan sonraki yol haritasının onu sonsuz mutluluklara taşımasını temennî ediyorum.

HOŞ SADÂ, BOŞ SADÂ…

Gidenler gidiyor. Kalanlar kalıyor. Önemli olan iyilikle kalmak ya da gitmek. Herkes kendisini az-çok bilir. Yapanlar da ne yaptığını. Sonuçta, kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Siyâseti kirletenler, sistemleri zorlatanlar, bürokrasiyi horlatanlar, ahlâklı ve nâmuslu kalmak isteyenleri tırlatanlar, soysuzları milletin tepesinde zırlatanlar; her kes, her kes bir gün bir hiç olacak. Herkesin yaptığı yanına kalacak!? Yanına kalıp da ne olacak? Onlarla gidip huzûra varacak!

İyilikleri çok olup da, hesap-kitap sonunda kendisine bol bol artanlara ne mutlu!

İşi gücü fitne-fesat, çıkar-hasat olanlara da Rabbim hidâyet versin, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

01.12.2010


Mar`12
26
EYMÜRDEN REKLÂMLARA...
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

EYMÜR’DEN REKLÂMLARA...

 Bugün biraz nefes alalım istedik. Kendim için söylüyorum tabiî bunu. Siz belki de nefes almaya fırsat bulamayacaksınız bu manzûmeyi okurken! Neyse, o kadar da iddialı olmayalım. Bu köy benim köyüm sonuçta. Sizi aynı ölçüde ilgilendirmeyebilir. Lâkin, şâir ne demiş;

Gitsek de gitmesek de; o köy bizim köyümüzdür!

Dolayısıyle, sizin köy, bizim köy diye bir şey yok. Zîrâ yok biribrimizden farkımız. Nitekim, okudukça size, sizin köyden bahsediliyor gibi gelecektir.

2000 yılında yazmaya başladığım, gün gün ekleyerek 300 kıtaya vardırdığım bu şiirin ilk bölümlerini sunuyorum bu gün. Umarım beğenirsiniz:

EYMÜR-NÂME

 Güzel köyüm; sana hep gelebilecek miyim?

Çeşit çeşit meyveler yiyebilecek miyim?

Kahramanoğlu Eyüp, Melikoğlu Âsım’ın

Nüktelerini anıp gülebilecek miyim?

 

Hekimoğlu Durmuş’u unutmak olur mu hiç?

Hepsi rahmetli şimdi, Lütfi Karaca hâriç

Hepimiz karikatür, ne dış kaldı ne de iç

Meliye Yengeyle çene çalabilecek miyim?

 

İlkokuldayken gelir, bayılırdım sesine

Kapılırdım hutbede “ye’muru” nağmesine

Gitmektedir şimdi o câminin neresine?

Ziyâ Hoca’yla namaz kılabilecek miyim?

 

Adını atalardan, şanlı târihten almış

Eymür denen bir oymak gelmiş burada kalmış

Eymürlüler mayayı en güzel yere çalmış

Ecdâda lâyık evlât olabilecek miyim?

 

Hoca Ahmed Yesevî müridlerinden biri

Hasan adlı âlperen gelip seçmiş bu yeri

Onunla filizlenmiş burda Eymür gülleri

Şimdi varsam kabrini bulabilecek miyim?

 

Köy, hayâtın romanı; masalı, hikâyesi

Çamurumun toprağı, hamurumun mâyesi

Her, ne anlatıyorsak, hep onun sermâyesi

Eşsiz hâtıralara dalabilecek miyim?

 

İlk ezanlarımı okudum ağaçlarında

İlk kızaklarımı kaydırdım yamaçlarında

Kısa dalga konserler verdim dal uçlarında

Yine o nağmelerden çalabilecek miyim?

 

Hûriye Yenge burda, Fikriye Yenge şurda

Şükriye Yenge’mizin eli dâim hamurda!

Analar durur mu hiç bunca nüfus olur da?

Sac üstlerinde glik bölebilecek miyim?

 

Tam on kardeş dizilmiş, arkasında imeci

İş-güç, feşellik derken, acıkmışlar çok feci

Odunlar yaş, yanmıyor; buğluyor acı acı

Sabırla beklemeyi bilebilecek miyim?

 

Nakkaş İssîn Amca’nın ballar vardı dilinde

Çekiç, keser, testere; hızar, şavul elinde

Yük taşırım diyenin kolan olur belinde!

Şu dünyânın kahrını çekebilecek miyim?

 

Çok çaltılar budadık tırmanıp tepelere

Ürpererek bakardık gökyüzünden yerlere

İner, nişan alırdık daldaki meyvelere

Dut olup gıdıklara dolabilecek miyim?

 

“Telefoncu!” derdi hep Ferhat Amca bu yüzden

Ağaçtan ağaca geçer, hazzetmezdim düzden

Gevük yakması vardı, çok hoşlanırdık güzden

Dumanını göklere salabilecek miyim?

 

Karadanoğlu İssîn, Ecişin Ömer Dayı

Hepimizde emeği, ifâde etmez sayı

Eymürlüler genelde gübürlü içer çayı

Feriköy’de dernekte kalabilecek miyim?

 

Karadanoğlu Halil; hem ses, hem görüntü net

Öğretmen Sezâi, Gülüm Ali, Esnaf Mehmet

Aytekin Kardeş Ulubey’de veriyor hizmet

Yollar yine çamur mu, geçebilecek miyim?

 

Köyde Âsım bolluğu; hepsinin dilde adı

Biri de Haydaroğlu; sessiz, sâkin yaşadı

Kimi güldü, güldürdü; kimileri ağladı

Neleri geldi-geçti; şaşabilecek miyim?

 

Meliğin Âsım Amca herkese takılırdı

Sözü ağır da kaçsa, yine hoş bakılırdı

İmamoğlu Âsım’ın şakası çekilirdi

Muhabbet meclisine düşebilecek miyim?

 

Nûriler de az değil; ilk, Boru Felek Nûri

Gılloo Osman’ın Nûri, Ganca ve İpek Nûri

Nûrân Sâlim’in Nûri; akıllı yok pek Nûri

Deli deli işlere şaşabilecek miyim?

 

Fayık Amca haşlanmış armudu çok severdi!

Âsım Dayı ne için, ona bir gumbul verdi?

Neye niyet, neye kısmet; nice sonuca erdi?

Tatlı hâtıraları deşebilecek miyim?

 

Kiraz ayı, terâvih; millet sohbete daldı

Vakittir, gelmiş-geçmiş; Hoca nerede kaldı?

Durmuş Amca ne dedi ve cemaat dağıldı?

Şâhitleri bulup da sorabilecek miyim?

 

Hekimoğlu Hasan Dayı, Hamide Yenge ile

Bağ-bahçe, inek-dana; fânî hayat bir çile

Yaşlar ileri gider; ömür geri, nâfile!

Onların yaşlarına varabilecek miyim?

 

Yol yeni açılmıştı; arabalar kayardı

Güllîk, Eminoo Uçuğu, Havus’un dik vardı

Hıdıroo Gıranı’nda, bile teker batardı!

Yürüsem çamurları yuyabilecek miyim?

 

Çıkamayan araba urganlarla çekilir

Altına çalı-çırpı; ne bulursa dökülür!

Etraftaki duvarlar, peyler, taşlar sökülür

Omuzumu kasaya öyebilecek miyim?

 

Seferber olur herkes, akıl çokça verilir!

Şeleklerle, heylerle yola gavsul serilir

Gazal-yaprak, kum-çakıl; ya zincir çıkarılır

Buz kesen ellerimi duyabilecek miyim?

 

Çarşıya gitmek için, yürürdük Abdanaaana

Otobüs vıkıç-vıkıç; dikkât et ayağına!

Çünkü, döşeme delik; taş vurur bacağına!

Böylesine gitmekten cayabilecek miyim?

 

Oraya gidene dek, köpeğe kapılmak var

Her kapı, her ocaktan önüne hopal çıkar

Çamur-çorak; çocuklar, yürümekten hep bıkar

Küçüğüm, büyüklere uyabilecek miyim?

 

Sesi vapur düdüğü gibi, Titiz vardı, bir

Semenoğlu Kemâl’in kamyonu erken gelir

Daha korna çalmadan Eymürlü’ler birikir

Kar-kış demeden binip, buyabilecek miyim?

 

Aşağıköyde Abbas Amca’nın otobüsü

Sâlim’le Yılmaz’dadır Wılliys’lerin öyküsü

Lâstik patlar, bozulur; dur-kalk, ömür törpüsü

Tabanvaya güvenip, poyabilecek miyim?

 

Bir de Çavuşoğlu’nda Tavşan Sali duyardık

Yetişmek için nâçar, büyüklere uyardık

Binip gidebilmeyi ayrıcalık sayardık

Gıcır görmeden hışır diyebilecek miyim?

 

Hepsi, hem yükümüzü, kahrımızı çektiler

“Eşek Saaabı!” misâli, nice terler döktüler

Çekildiler kenara; yoruldular, bıktılar

Helâllik dilemeden, tüyebilecek miyim?

……

 

Âfiyet olsun. Doyamadınızsa başka şiir ve yazılarımızla birlikte devâmını www.nurikahraman.com’dan okuyabilirsiniz.

Biraz reklâmlar gibi oldu ama, kusura bakmayın ves’selâm…

ORDU HAYAT GAZETESİ

30.11.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 45 46 47 48 49 [50] 51 52 53 54 55 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...