Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607377
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.70.179.136
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
28
ŞENOCAK’TAN TOMAKİN’E, KUTLU DOĞUM
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

ŞENOCAK’TAN TOMAKİN’E, KUTLU DOĞUM

                   Bu haftanın son günleri de ilâhî takdîrin tecellî cümbüşleriyle geçti. Cum’â namazı için birkaç gün önceden arkadaşlarla kararlaştırdığımız plân gerçekleşemedi. Çünkü, büyüklerimizin ötedenberi âilece, dolayısıyla bizim de kısmen tanışıp görüştüğümüz,  HacıVeliOğulları olarak bilinen Şenocak âilesinden, Merhum Ali ŞENOCAK’ın eşi, İşadamı İsmet ŞENOCAK’ın yengesi, Atatürk Lisesi İngilizce Öğretmeni, aynı zamanda fotoğraf sanatçısı olan Mehmet ŞENOCAK’ın babaannesi Nâciye ŞENOCAK’ın(82) cenâzesi vesîlesiyle Saraycık Beldemize gitmek durumundaydık.

                   Varır varmaz câmiye uğradık. Namaza daha vardı. Şöyle bir köy havası teneffüs etmek adına çevre turu yaptık. Daha önceki gelişimizde harâbe hâliyle gördüğümüz eski câmiye rast gelmediğimizi fark ettik bir zaman sonra. Câmiin, îtirâzına rağmen yıkıldığını söyleyen, ağaçlar ve çiçekler arasında güzel bir kompozisyon oluşturan şirin evinin önünde denk geldiğimiz, ilk bakışta ömrü asra yaklaşmış hissi veren bir amcaydı. Kendisi gibi târih olmuş evinin yanında yapayalnızdı. 80’i aşan ömrünün 8 yılı 4’erli iki ayrı dönem olarak hapiste olmak üzere hep buralarda geçmişti. Hanımı ölmüş, çocuklarının da hiçbiri yanında değildi. Ev, taş duvar olarak yapılmış, sonra yıkılmış olmalı ki bir miktar belki de o zamanların yeni piyasa ürünü biriketle devam edilmişti. Daha sonraki tâmirlerde de Uzunisa tuğlası kullanılmıştı. Evin ikinci katı tahta bölgüler arası harç, taş, tuğla karışımı doldurularak yapılmıştı. Kısmen felç olduğunu söyleyen amcamızın yüzü de evinin manzarası gibi yaşının derin çizgilerini yansıtıyordu. Bir zamanların yüreklere korku salan bakışları, toprağı karış karış tırmalayan tırnakları, evin bir direği bel vermiş çıkma tâbir ettiğimiz girişi gibi kiremitlerinin savrulacağı meçhûl zaman dilimlerini bekliyor herkes gibi, istemiyerek.

                   Cumâ namazının peşinden kalabalık bir cemâatin iştirâkiyle icrâ edilen cenâze merâsimini müminler olarak paylaşmanın mutluluğunu yaşadık. Beyefendiliği ile mâruf Muzaffer YÜCE Amcamızın dili ve gözyaşlarıyle iyilik ve melek huyluluğuna şehâdet ettiği teyzemiz için bizler de içten duâlar ettik ve isminin türdeşi olan necâta ermesi niyâzıyla oradan ayrıldık. Şirin Saraycık Beldemizin Yoroz eteklerinde kıvrılarak akan yollarından kiraz çiçekleri ağırlıklı hoş bahar manzaraları eşliğinde  şehre döndük.

                   Cumartesi gününün yön ve yollarını da bir başka cenâze Günören Köyümüze çevirdi. Tomakin Âilesi’nin büyüklerinden, merhum Yûsuf TOMAKİN’in eşi, Gâlip, Yaşar, Hâlit, Mustafa, Hacı Hasan ve Ali TOMAKİN’in anneleri, gazetemiz başyazarı Dr. Abdurrahman TOMAKİN başta olmak üzere, üye ve çalışanlarımızdan Osman, Mustafa, Rıfat, Birol, Furkan TOMAKİN’le Tamer TOMAKİNOĞLU’nun yengeleri ve yakınları Emine TOMAKİN’in (70)  cenâzesi vardı. AkParti Merkez İlçe Başkanı Hâlit TOMAKİN’in annesi olması hasebiyle milletvekilleri Eyüp FATSA, Enver YILMAZ ve il başkanı Fatih Han ÜNAL başta olmak üzere ilçe ve belde belediye başkanları, il, ilçe teşkilât başkan ve üyelerinden büyük bir çoğunluk merâsime katılmışlardı. Katılımın arasından yol geçen iki ayrı harmanı dolduracak kadar çok olması dolayısıyla öğle namazı iki ayrı cemaat olarak kılındı. Çok güzel bir havada çok kalabalık bir cemaatle, çayırlar, çimenler, çiçekler arasında  uğurladığımız Emine Teyzemize de mağfiretler niyâz ediyor, yakınlarına da sabr-ı cemîller diliyoruz. Kısacık, Uzunmusa, Yağızlı, Kızılhisar, Şenköy, Yaraşlı üzerinden tekrar dönüyoruz şehre.

                   Yine bahar geldi, yapraklar açtı. Çiçekler rengârenk. Parklar, bulvarlar. Bağlar, bahçeler. Ağaçlar, dağlar-taşlar. Menekşeler, nilüfer çiçekleri. Sevgili Belediye başkanımızın şehrimizin her tarafına serpiştirdiği çeşit çeşit renkler ve türlerde lâleler. Adını ezberlemekten âciz olduğumuz envai çeşit çiçekler, güller, meyveler, sebzeler. Her şey, her şey; yeniden filizleniyor. Önceki gün Turnasuyu, Saraycık, dün Öceli, Yaraşlı, Günören, bugün Uzunisa, Meşâyıh, Eymür. Manzaralar ortada. Hava mis. Cemreler düşeli bayağı oldu bir bir havaya, suya, toprağa. Sonra ağaçlar meyveye durdu, dallar yaprağa. Kurbağalar başladı vıraklamaya. Hem de nasıl? Boğazları yırtılırcasına! Hele geceleri geçmeye görün sulak yerlerden; değil boğazlarını, sizin kulak zarlarınızı bile yırtmaya azmetmişlerdir sanki! Nedir dertleri acabâ? Kime, neyi duyurmak istiyorlar? Belki bahârı! Ama, bahar nerede?

                   Bahar neresi, yaz neresi? Son bahar ne, kış ne? Bize bahar görünen şey bir başkasının son baharı mı?İşte cenâzeler ortada! Onların baharı bitti mi yâni? Aslâ! Onlar için asıl hayat şimdi başladı. Eğer kazanmışlarsa,gerçek bağlar, bahçeler, yapraklar, çiçekler, nehirler, çaylar bundan sonra onlar için. Nitekim bir Hadîs-i Kutsî’de şöyle buyurulmuştur:

“Kullarıma gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hatır ve hayâle gelmeyen nîmetler hazırladım. Bu nîmetlerin yanında dünyâ nîmetlerinin sözü edilemez!” Buhari-Müslim

                   Bahar mevsimiyle Rahmet-i Rahmân’a tevdî ettiğimiz, memleketin taşında-toprağında, nesillerinde emeği olan ve kalabalık cemâatlerin iyiliklerine şehâdet ettiği her iki annemize de öbür dünyâda da Cenâb-ı Allâ’tan baharlı diyârlar  niyâz ediyoruz.

                   Pazar Günü de, Ordu Müftülüğümüzün gayretli ve kadirbilir, çalışkan personelleriyle beraber imece şuuruyla ve Peygâmber aşkıyla hazırladıkları Kutlu Doğum programının ilk adımı olan KERMES ÇARŞISI’nın açılışı vardı. Her şey mükemmeldi.  Katılım da. Allâh sebep olanlardan, gayret gösterenlerden ve katılanlardan râzı olsun. Orta Câmi yanında açılan ve bir hafta sürecek olan bu hayır çarşısına mutlak uğramanızı, bu coşkuya âilece katılmanızı tavsiye ederim.

                   Kutlu Doğum programlarıyla verilmek istenen mesaja uygun olarak yaşadığımızda ölümümüz gerçek bir kutlu doğum olacaktır: “Bir akşam güneşi gibi, bu fânî dünyâyı terk eden insan; bitmeyen bir sabah güneşi gibi, ebediyet ufuklarında doğar! MUHAMMED İKBÂL

                   Yüce Mevlâ cümlemize bu ruhla yaşayıp, emâneti teslim etmeyi nasîp eylesin ves’selâm…

                   

 

 ORDU HAYAT GAZETESİ

             13.04.2008


Mar`12
28
SANA “BİRDİRBİR” ALDIM “ÇARŞAMBA PAZARI”NDAN!
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

SANA “BİRDİRBİR” ALDIM “ÇARŞAMBA PAZARI”NDAN!

 

                   Gündemler ne olursa olsun, kendi asıl gündemlerimizi unutturmamalı bize. Özü kaybettirmemeli. Bütün mevsimler güzeldir. Mevsimlerin değişmesi bizim bizliğimizi değiştirememeli. Belki bazen sıcak, bâzen de soğuk üzerimize düşenleri yerine getirmede yer, mekân ve tarz değişikliğine sebep olabilir ama görevin ihmâlini aslâ gerektirmez. Soğuk der dışarı çıkmaz evde kılarsın, sıcak dersin, gölgede kılarsın; ama netîcede namazı kılarsın. Kılmaman söz konusu değildir. Bunun gibi, her hâlükârda yapmamız gereken görevlerimiz vardır. Meselâ, şartlar ne olursa olsun, çocuklarımızı rast gele, başıboş bırakma hakkımız yoktur. Çünkü onlar hem bizim hem de ülkemizin dünyâda geleceği, âhirette en büyük hazînemizdir. Nitekim Peygâmberimiz (SAV) şöyle buyurmuşlardır.

                   “Kişi öldükten sonra geride bıraktığı şeylerin en hayırlısı, kendisine duâ eden sâlih bir evlâd, sevâbı kendisine ulaşan sadaka-i câriye ve kendisinden sonra halkın faydalandığı ilim.” (EbûDâvud, Ahmed b. Hanbel)             

                   Çocuk, insan olan insan için ve hele hele bir Müslüman için yatırımların en güzelidir. Anne-babasına, vatanına, miletine-memleketine, hattâ tüm insanlığa faydası dokunabilen bir evlâdınızın olduğunu düşünün. Siz öldükten sonra defterinize her gün her saat artılar getirecek bir kaynağınızın olmasını istemez misiniz? Ölen öldüğüyle kalıyor. Zaman her şeyi unutturuyor. Herkes bir yana, belki çocuklarınız da unutacaklar ama, onların yaptığı iyiliklerden sizin defterinize de not düşülmesi aslâ unutulmayacaktır. Öyleyse ne duruyorsunuz? İmkân elinizin altında!  Hiçbir şey yapamasak onlarla ilgilenemez miyiz? Onların kulağına gerçekleri fısıldayamaz mıyız? Her şeyden önce yaşantımızla örnek olamaz mıyız? Bu o kadar önemli bir konudur ki Yüce Rabbimiz Hz.İbrâhim(AS)ın dilinden şu duâyı öğretiyor bize:

                   “Ey Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsân et ve bizi, Allâh’a karşı gelmekten sakınanlara önder yap.” (Furkan:74)

                   Peygâmberimiz (SAV)in, “Çocuk kokusu, Cennet kokularındandır.” (Taberânî) buyurduğu göz ve gönül aydınlığımız yavrularımız. Bilhassâ bahar mevsiminde onları daha çok hatırlıyoruz. Çünkü onlar da bir bahardır. Bahar aynı zamanda ağaç demektir. Cennet te ağaçlıklı yerdir ve yeşillikleri hatırlatır. Bu duygu bize şöyle bir şiir ilhâm etmişti çeyrek asır önce, öğretmenliğimizin ilk yıllarında:

FARK

En çok

Çiçek ve Çocuk

Birbiriyle benzeşir;

Yalnız

Biri baharla gelir

Biri bahar getirir!

                   Çiçek, Çocuk, Bahar ve Cennet hep birbirini çağrıştıran kavramlar. Hepsi de iyiliği, güzelliği,temizliği hatırlatıyor. Bahar nasıl bir tâzelikse çocuklar da âile ve toplum için tâzelik ve canlılıktır. Ancak, çocukları yetiştirmek, onlara sâhip çıkmak çok önemlidir. Onları piyasanın insafına terk etmek en büyük insafsızlık ve telâfîsi mümkün olmayacak, affedilemez çok büyük bir ihmâl olur.

                   Ne yapabiliriz? Elbette, her zaman her yerde yapılacak şeyler var. bunları bize hatırlatacak mataryeller var. Allâh’a şükür çocuklarımıza hitap eden çok güzel yayınlar çıkıyor. Allâh (CC) emek verenlerden râzı olsun. Bunlardan birisi de İlköğretim çocuklarına yönelik olarak hazırlanan BİRDİRBİR Dergisi. Her bâyide bulunuyor mu bilmiyorum ama Ana Bâyi ve nt kitabevinden te’min etmek mümkün.

                   Bugün günlerden Çarşamba. Şehrimizin Pazar günlerinden biri. Pazara çıktığınızda bir de Birdirbir ya da başka bir çocuk dergisi araştırıp götürün çocularınıza  Çarşamba Pazarı’ndan! Bir eğitimci gözüyle, kısaca, ‘çok mükemmel’ demekle yetineceğim. Denemek için bir adet almakla zarar etmezsiniz. Ondan sonrası size âit.

                   Birdirbir Dergisi’nin Nisan sayısında, vefâtının 1388. yıldönümünde Hz. Hatice annemize saygıyla… Bestami YAZGAN tarafından yazılan şiirle akşam evinizde bahar meltemlerini teneffüs edebilirsiniz:

CENNET DUÂSI

Rahman’sın, Rahim’sin

Birsin Allah’ım

Gül anem cennete

Girsin Allah’ım!

 

Melekler, saçını

Örsün Allah’ım,

Yoluna çiçekler

Sersin Allah’ım!

 

Cennet bahçesinde

Gezerken annem,

Beni de orada

Görsün Allah’ım!

                   Dergide hoşlanacağınız daha nice güzel metinler var. son söz olarak, Yüce Mevlâmız, baharla lûtfettiği yapraklar ve çiçeklerin farkında olarak yaşayıp, onlardan aldığımız ilhâmlarla çocuklarımızla birlikte, âilece ve milletçe, âhirette de baharlara ulaşacağımız bir hayâtı yaşamayı hepimize nasîp etsin ves’selâm…

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

           08.04.2008


Mar`12
28
AÇIK ÖĞRETİM SAÇIK ÖĞRETİM
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

AÇIK ÖĞRETİM SAÇIK ÖĞRETİM

 

 

                   Bir zamanlar yabancı ziyâretçiler geldiğinde, ülkenin imajı açısından köylülerin Ankara’nın caddelerinden toplanıp şehir dışına götürüldüğü anlatılıyor kitaplarda. Bu uygulamayı yapan vâlinin soyadı Tandoğan olarak başkentin önemli meydanlarından birinde yaşıyor. Ne yazık ki o rûh da yaşıyor hâlâ. Ankara’nın dağına-taşına demeyelim ama, bir zamanlar dağdan-taştan getirilip de yontularak yeni kimliklere büründürülen taş binâlarında yaşıyor, yaşatılıyor. O taşlar, yeni şekilleriyle, geldikleri dağları-taşları tanımıyorlar artık. Küçümsüyorlar. Çünkü, bir zamanlar kendilerinin de içinden geldikleri Anadolu’yu unutmuşlar, iyi tanımıyorlar. Kendilerini kaptırdıkları yeni hayat tarzı, zamanla onları farklı bir yere getirmiş. Oradan bakınca buralar garip görünmeye başlamış onlara. Nasırlı ellerden, çatlamış yüzlerden rahatsız oluyorlar artık. Hele örtüden, sakaldan nefret ediyorlar. Onların değerlerine saygıları yok.  Câmi, cumâ yok kitaplarında. Tüm anlayış ve algılayışları değişmiş. Dünyâları farklılaşmış. “Kestâne çıkmış, kabuğunu beğenmemiş!” ya, aynen öyle!

Ankara’nın taşına bak

Gözlerimin yaşına bak

Biz düşmanı esir ettik

Şu feleğin işine bak!

                   Kanlarını, canlarını vatanı için vermiş ve her zaman yine vermeye hazır milletimizin, kendisine, seçtiği idâre ve irâdesine revâ görülen bu ve benzeri muâmelelerden alınıp da yukarıdaki mısrâları serzeniş makâmında mırıldanması ona çok görülür mü?                                                  

                   Bunu kestirme bir yaklaşımla şöyle de açıklamak mümkün: Büyük şehirlerde dış ülkelerin genellikle büyükelçilikleri ya da konsoloslukları yer alıyor mâlumunuz. Onların müştemilâtı, yakınları var. Şirketleri var. Şu veyâ bu şekilde gayr-i Müslim bir çevre söz konusu yâni. Nitekim Osmanlı’daki bozulmanın da Beyoğlu’nda kümeleşen gayr-i Müslim çevrelerden başladığı ve yayıldığı kabul edilir. Bu gün bile hâlâ Beyoğlu, eğlence dünyâsının simgesi, gece âlemlerinin markasıdır. İstanbul’un bir Beyoğlu bir de Eminönü, Üsküdar yakalarına bakınız; daha ilk başta kubbe ve minâre farkı kendisini belli ediyor. Bir taraf batı bir taraf doğu silueti yansıtıyor. Necip Fâzıl merhumun Canım İstanbul şiirinde ifâdelendirdiği gibi:

Hayattan canlı ölüm, günâhtan baskın rahmet;

Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet!

                   Aynen öyle; ölülerle diriler gibi. İkisi de anlamazlar birbirlerinin hâllerinden. Büyük şehirlerde iç içe yaşayan insanlarımız da “Üzüm üzüme baka baka kararır” atalar sözünün anlatmaya çalıştığı gibi,  ister-istemez etkileniyorlar iç içe yaşadıkları insanlardan. Kopup gidiyorlar birbirlerinden ve apayrı âlemler oluveriyorlar. Yabancıların yanında dura dura, “ya huyundan ya suyundan” misâli benzeşiyorlar. Yabancılaşıyorlar.

                   Hafta sonu Açık Öğretim Fakültesi imtihanları vardı. Bu sebeple uzak ilçelerimiz dâhil ilimizin her tarafından gelen insanlarımız merkeze akın etmişlerdi. Tâtil olmasına rağmen her iki günde de şehir bayağı hareketliydi. Bu vesîleyle, görev yapsın yapmasın, kitaptan, ilimden, irfandan kopmak istemeyen bir çok eski  öğrencimiz de gelmişti uzaklardan. Çelik-çocuğuyla gelenler de vardı. Her zaman sâhile inme, âilesiyle gezme ya da bir yakınını ziyâret etme imkânı bulamayan insanlarımız baharın da verdiği coşkuyla böylece fırsatı değerlendirmiş oluyorlardı. Okulların önlerinde bir araya gelmenin tadını çıkarıp hasret gideriyorlardı. Sabahın erken saatlerinde imtihan yerlerine gelmişlerdi. Girişe kadarki zamanlarını hasbihâlle değerlendiriyorlardı. Sevinçli, coşkulu, heyecanlıydılar. Başarı dilekleriyle geçip-gittik yanlarından.

                   AÖF’leri büyük ve güzel bir imkân gerçekten. En azından genel bir eğitim ve kültür hareketi. Memurlar, hem görevliler, boşta gezenler; herkes kayıt yaptırabiliyor. Hem mesleğini icrâ edip, çalışıp hem okuyabiliyor. Bir heyecan ve ümit dalgası oluşturuyor. Dün ve evvelki gün bu vâkıayı tekrar gözlemleme fırsatı elde ettik. Ancak, imtihana katılanların bu defâki özel gözlemleri yine can sıkıcıydı. Meselâ, yönetmelikte kılık-kıyâfetle ilgili yeni bir madde olmamasına, hattâ geçen dönemlerdeki ilgili madde daha esnek bir hâle getirilmiş olmasına rağmen uygulama daha sert olmuş. Eskiden sınıflara kadar ses çıkarmayanlar daha okulun dışından başlamışlar bağırmaya. Uyarmaya. Göz açtırmamışlar. Kraldan fazla kralcı tarzında davranmışlar. Ellerine yeni ve yine fırsat geçmişçesine heyecanlıymışlar. Kaldı ki kendi kıyafetleri de dekolteye oldukça yakın ve sıra dışıymış bir memura göre.

                   - Bilhassa kadın görevliler daha acımasız. Bayan arkadaşlarımızı resmen aşağılamaya çalışıyorlar. Bir bayan arkadaşımız;

                   -  Ne oldu öğretmen hanım? Yönetmeliği biliyoruz herhâlde, aceleniz, zorunuz ne? Diye ufak bir târizde bulunacak oldu, cevap hemen yapıştırıldı:

                   - Ne yapalım, bu meseleyi meclis de çözemedi!

Bu da normal gibi ama, tavırlar,

-          Ne oldu, havanızı aldınız mı? Siz göreceksiniz gününüzü. Zaman yaklaşıyor!

Der gibisineymiş. Bu notlara uzaktan da olsa kulak misâfiri olmak beni rahatsız etti. Canım sıkıldı. Bizim insanlarımızın birbirine revâ gördüğü bu yaklaşım nasıl îzâh edilebilirdi?

                   Akşam eve geldim. Duyduklarımın etkisi epey sürdü. Yatsı namazına câmiye gittim. Hocamız namazda tatlı sesiyle İnfitâr Sûresini okudu. Oradan üç kısa âyetin meâli şöyle:

    “(6,7,8.) Ey insan! Seni yaratıp seni düzgün ve dengeli kılan,

Seni istediği bir şekilde birleştiren, ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?”

                   Ferahladım, huzur buldum. Peygâmberimiz (SAV) in nitelediği şekliyle “Kâlbi mescidlere bağlı kimse” olabilmek ne kadar önemli anlayınız. Mescidler Kâbe’nin birer şûbeleridir ve Kâbe de, Beytullâh, yâni Allâh’ın evidir ves’selâm…

 

 

 ORDU HAYAT GAZETESİ

             06.04.2008


Mar`12
28
BEŞ KAT; BEŞ VAKİT
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

 

BEŞ KAT; BEŞ VAKİT

 

-          Selâmün aleyküm. İhsan Usta, ne haber, nâpıyorsun buralarda?

-          Sorma âbi. Gece ÂCİL’e gelmiştik. Üşüttük mü, yemek mi dokundu, bilmiyorum. Bir serum yedikten sonra geldi aklım başıma. Şimdi de muâyene sırası bekliyorum.

-          Demek öyle. Geçmiş olsun. Ben de anneni ya da babanı getirdin sanmıştım. Onlar nasıllar görmeyeli?

-          İyiler âbi. Sizin ziyâretinizden bir-kaç gün sonra ablamlara gittiler. Artık orada kalıyorlar. Orası da 5. kat. Asansör yok. Kalorifer yok. Merdivenler dik. O kadar ısrar ettim, bizde kalmaya devam edin diye; kalmıyorlar. Biliyorsun babamın astımı var, kâlp büyümesi var. Yaşları mâlum. Köye gitmeleri zâten uygun değil. Bizim ev hem 1. kat, sıcak, hem her yönüyle elverişli bildiğin gibi; ama bir türlü râzı edemedik onları. Sitemiz büyük. Kahvehânesi, toplantı salonları falan da var. Yine de, gideceğiz diye tutturdular. Biz de fazla zorlayamadık.

-          Neden illâ da gitmek istiyorlar acabâ, ne diyorlar?

-          Bilhassa babam “burada canım sıkılıyor; hem yakında câmi yok” diyor.  Ablamların evi bildiğin gibi İmam-Hatip Lisesi Câmii civârında. Çok yakın da değil aslında ama, olması, sesini duyması yetiyor. Bizim sitede ezan bile duyulmuyor maalesef. Zar-zor duysa da gidemez. Onun için 5 vakit 5 katı inip çıkmaya râzı. Orada tanıdık arkadaşları da var. Erken gidiyor. Kendisi gibi erken gelenlerle sohbet edip vakit geçiriyor.

-          Bence haklılar. Özellikle bu yaştan sonra büyüklerimizin kendini evinde hissedeceği yegâne yer câmiler. Onlar orasız olamazlar doğal olarak. Çünkü bu duygu bizim insanımızın rûhuna işlemiştir; söküp atamazsınız.

                   Evet, değerli okurlar; demek ki vatandaşımız, câmide kendisini buluyor. Sudaki balık misâli, kendi hayâtiyetini o çevrede duyumsuyor. Câmi onun için hem kâlp, hem ruh, hem iç hem de dış. Hem dost, hem arkadaş, hem de sırdaş. Orada içini döküyor, rûhunu dokuyor, hayâtı okuyor. Câmi iliklerine işlemiş bir nevî. Câmiyle Anadolu halkı sırılsıklam. Bizim vatandaşımızın doğal huzur evleridir câmiler âdetâ. Bugünkü Huzur Evimizin de câmiyle yanyana olması ne kadar güzel bir şeydir. Bilerek mi öyle yapıldı yoksa tevâfuk mu bilemiyoruz ama Allâh sebep olanlardan râzı olsun. Yaşlandıkça yalnızlaşan insanlar için câmiden daha güzel bir sığınak düşünülebilir mi?

                   Bu gençler için de böyledir. İnsanın kendini oradan daha güvende hissettiği bir başka yer neresidir? Hattâ bizim insanımız ölümünün bile orada olmasını arzu eder. Câmide ölenleri, secdede rûh teslim edenleri, abdestli gidenleri hep şanslı olarak değerlendirmez miyiz?

                   Geçen gün ebediyete uğurladığımız Hacı Cemâl BAYRAKTAR amcamız da bu duygunun canlı bir örneğiydi. Onu neredeyse 40 yıldır tanıyorum. Özellikle yayladan biliyorum. Çocukluğumuzun güleryüzlü hâtıraları arasında onun da yeri var. Tebessümlüydü. Kendine has bir dili ve şîvesi vardı. Hiç bozmadı.

                   Çambaşı’nın tüm binâlarında, suyunda, çeşmelerinde ve Çambaşı Câmii’nde çok emeği var. Yapımlarda, tâmirlerde. Neredeyse elinde keser hep câminin etrafındaydı. Cemâat için de bir hâcet kapısıydı. İnsanlar daha yaylaya çıkmadan haber gönderip evine bir bakmasını, kar ya da rüzgâr dolayısıyla çökme, yıkılma, yırtılma gibi tâmirâtı gerektiren bir şey varsa yapmasını söylerlerdi. İnsanların ona güveni sonsuzdu. Kimse onu görmekten, onunla karşılaşmaktan rahatsızlık duymazdı. Güven telkin ederdi. Peygâmberimiz (SAV)in “Elinden ve dilinden diğer insanların güvende olduğu kimse” diye târif ettiği Müslümanlardandı. Efendimiz (AS) tarafından “Hiçbir gölgenin olmadığı günde Arş’ın gölgesinde gölgelenecekler” arasında sayılan 7 kısım insandan “Kâlbi mescitlere bağlı”,”Allâh için birbirini seven” kimselerdendi. Sevgi doluydu. Müslüman kardeşlerine samîmî muhabbetini esirgemeyen bir gönül insanıydı. Onun yürüyüşü hep âhiret bilincinin izlerini taşıyordu. Her an rûhunu teslîme hazır bir teslîmiyet duruşu vardı. Kendisini ya câmide görüyordum ya da câmiye giderken rastlıyordum. Beş vakit câmideydi çünkü. Cemaat olarak, usta olarak hayâtının merkezi câmiydi. Sabah da dâhil olmak üzere cemaate ilk gelenlerdendi. Sarığı, sakalı, âsâsı, dervişâne tavrı, edepli yürüyüşü ve orijinâl kıyâfetiyl, bundan sonra örneklerini görme şansımızın olmayacağını düşündüğüm farklı bir portreydi.

                   Bucak Mahallesi’ndeki evi de câmiye çok yakındı. Belki de kendisi özellikle böyle tercih etmişti. Çünkü o, bir Müslüman için evinin câmiye yakın olmasının avantajlarını bilenlerdendi. Ve bunun meyvesini de gördü. Abdest, namaz, câmi arasında rûhunu teslim etti. Bir câmi kuşu gibi yaşadı ve sessiz-sedâsız uçup gitti dişiyle-tırnağıyla, diliyle-dudağıyla kazandığı kendi iklîmine. Çok canlı ve kalabalık bir cemaati vardı. Mekânı Cennet olsun.

                   Ne yazık ki, tok acın hâlinden anlamadığı gibi, yönetim mekanizmasında yer alan, imkân mevkiinde olan gençlerimiz de yaşlılarımızın hâlinden anlamıyorlar. Çünkü, dünyânın geçici zevklerine olan mahkûmiyetleri, yarın onların da yaşlanabilecekleri, hattâ belki de yaşlanma şanslarının bile olamayabileceği husûsunu hiç akıllarına uğratmıyor. Câmi câmi deyip yollara düşenlere, câmiyi hayâtının merkezi yapanlara dudak bükerek bakanlar, sorumluluk mevkiinde olup da câmiye gereken ağırlığı vermeyenler, yarın sorgu-suâlde nasıl yüze bakacaklar? Câmisiz bırakılan gençlerin ve cemiyetin vebâlinin sorumluluğunu şaka mı zannediyorlar?

                   Siz, biz, hepimiz; bu konuda duyarlı olduğumuzu söyleyemeyiz. Böyle bir sancımızın olduğunu söyleyemeyiz. “Nasıl olursa olsun, bize ne?” diyecek kadar bile gündemimizde yer almadığını söylersem yanılmış mı olurum? Bu mesele gençlerin de meselesi. Çocukların, hattâ bebelerin de! Çünkü onların da ezana, câmiye ve penceresinde minâre silûetine ihtiyaçları var. Bunu bir yana koysak bile, biz de yaşlanacağız ve hattâ hattâ öleceğiz de üstüne üstlük! Tüm yaptıklarımız bir gölge olarak dünyâda kalacak ve asılları bizimle öbür dünyâya gidecek. Ne mutlu yanında câmiyle, ezan, câmi, cumâ, cemâat, namaz, niyâz sevgisiyle gidebilenlere.

                   Çocuklarımızın, gençlerimizin ve hepimizin geleceği ve sonsuzluğu adına yapılacak şeylerin başında gelen şey; Rabbim bu şehrin güzelliğini halkından ve bilhassâ imkân sâhiplerinden “kâlbi mescidlere bağlı”  kimseleri çoğaltarak ziyâdeleştir diye duâ etmek olacaktır ves’selâm…

 

 

 ORDU HAYAT GAZETESİ

                03.04.2008


Mar`12
28
YİNE BİR 31 MART GÜNÜ
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

YİNE BİR 31 MART GÜNÜ

                   31 Mart, târihimiz açısından neredeyse bir “marka!” Kronolojimizin satır başlarından biri. Bize hiç yabancı değil. Bir yerlerden aklımızda kalmış. 31 Mart deyince ilk akla gelen, mâhiyeti tartışmalı, sonuçları çok büyük olan ve etkileri sonsuza kadar tartışılacak gibi görülen meşhûr 31 Mart Olayı’dır. Araştırmaya değer ilginç bir konudur. Ansiklopedilerde kısaca, II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'da yönetime karşı girişilen büyük bir ayaklanma olarak niteleniyor.  Mîlâdî olarak 14 Nisan 1909 tarihinde vukû bulduğu hâlde, Rûmî takvimle 31 Mart 1325'te meydana geldiği için bu adla şöhret bulmuştur.                               

                   Bu günkü konumuz elbette bu değil. 31 Mart diye yazdığınızda İnternet’te karşınıza yüzlerce site çıkıyor. Bu târihte meydana gelen târihî, siyâsî, kültürel 50’ye yakın olay sıralanmış sitenin birisinde. Benim merak ettiğim, önceki gün AkParti’yle ilgili Kapatma Dâvası’nın kabûlünün de artık 31 Mart olaylar takviminde yer alıp almayacağı. Onu bilemeyiz ama, dâvâ sürecinin içerde ve dışarıda, ülke demokrasisi adına önemli sonuçları olacağı muhakkak.

                   Târih ve Coğrafyamızın harcıyla yoğrulmuş bu topraklarda sevgi çiçekleri her zaman açmaya devam edecektir. Bize düşen, iyimser ve ümitli olmaktır. Kuran'da;

                   “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara:216) buyurulmaktadır.

                   Diğer bir âyette de "Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık" (Kamer Suresi, 49) buyurularak, Allah’ın herşeyi belirli bir plan ve hikmet doğrultusunda yarattığı belirtilmektedir. Allah'ın bu sonsuz güç ve üstünlüğüne karşılık insan ise son derece sınırlı ve aciz bir varlıktır. Elimizden geleni yaptıktan sonrası tevekküldür. Duâdır.

                  Takvim kelimesini çok kullandık ya; sizlerle asıl paylaşmak istediğim şey Türkiye Takvimi’nin 31 Mart 2008 Pazartesi günkü yaprağına tevâfuk eden, yaşanmış ilginç bir öykü. Oradan ilhamla veriyorum. Hikâye şu:

                   Kahramanımız Rosa Parks ABD'de Alabama eyaletinde doğdu. 1943'te Amerikan Yurttaş Hakları hareketine katıldı. O yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nin güney eyaletlerinde zencilerle beyazlar otobüslere ayrı kapıdan biniyor, kendilerine ayrılmış ayrı yerlere oturuyorlardı. O yıllarda zenciler otobüslerde %75 kullanım oranını teşkil ediyorlardı. Ancak, arka tamâmen dolu, ön de boş olsa bile oraya oturamıyorlardı. Çünkü, öndeki 4 sıra sâdece beyazlara ayrılmıştı. Para da beyazların pratiğine uygun olarak önde ödeniyordu. Fakat ücretini ödeyen zenci beyazların arasından geçerek arkadaki yerine gidemezdi. Tekrar yere iner, arka kapıdan binerek yerine geçerdi. Bâzen, paralarını ödedikleri hâlde yerlerine geçmek için ön kapıdan indiklerinde, daha arka kapıdan binemeden otobüslerin hareket etmeleri de olağan hâllerdendi.

                   Rosa Parks 1 Aralık 1955'te Alabama eyaletinin Montgomery şehrinde, ütücülük yaptığı mağazadan çıkınca otobüse binip ön sıralardan birine oturmuştu. Bunu bilinçli mi yoksa öylesine rasgele bir hareket olarak mı yapmıştı bilinmez ama, Rosa için belki sıradan olan bu olay zenciler için sıçrama hareketinin başlangıcı  oldu.

                   Rosa Parks’ın binip en ön sıraya oturduğu o gün otobüste bir beyaz, Rosa Parks' tan, koltuğundan kalkıp yeri kendisine terk etmesini istedi. Şoför de kalkması için uyardı ama o yerinden kalkmadı. Arkaya geçme uyarısını da kabul etmedi ve polis çağırdı.  Netîcede hakâretlerle tartaklanarak tutuklanıp hapse atıldı. Mahkeme edildi. Tüm masraflar da kendisine âit olmak üzere para cezâsına çarptırıldı.

                   Olaydan sonraki bir yıldan daha uzun bir süre boyunca zenciler otobüslere binmediler, her yere yürüyerek gittiler. Zenciler, sanki böyle bir çıkış beklerlermiş gibi, bu olayı fırsat bilerek şartların olgunlaştığı düşüncesinden hareketle pasif ve aktif olarak bilinçli eylemler  başlattılar. En başta, kendilerine yapılan ayrımcılığın simgesi hâline gelmiş otobüslere binmeme kararı aldılar. Ertesi gün 10 binlerce kişi büyük bir insan seli hâlinde 20 km’lik yolu yürüyerek gittiler. Şehirlerde trafik allak-bullak oldu. Sokaklar, caddeler olağanüstü bir izdihama mahkum oldu.

                   Protesto eylemleri bir yıl sonra meyvesini verdi. ABD Federal Mahkemesi, otobüslerdeki bu ayırımcı uygulamayı yasakladı. Ama Rosa Parks Alabama'da beyazlar tarafından taciz edildiği için kuzeye taşınmak zorunda kaldı. Aynı tarihlerde Alabama valisi, zencileri üniversitelere almama gayreti içindeydi. Büyük olaylar patlak verdi. Martin Luther King'in başını çektiği giderek büyüyen hareket 1964'de çıkarılan yasa ile başarıya ulaştı. Rosa Park bu direnişin sembolü haline geldi.

                   Bu hareketiyle zencilere uygulanan ayrımcılığa karşı tavır koyarak sonrasındaki hareketin başlangıcını yapan kişi oldu.

                   1999'da Time dergisince 20. yüzyılın insan hakları savunucusu seçildi. Parks 1996 yılında Başkanlık Hürriyet madalyasına lâyık görüldü. 1999 yılının başında da, Kongre'nin altın madalyasına hak kazandı ve bu ödülü Bill Clinton'un elinden aldı.

                   Hak mücâdelesi yapan hiç kimsenin çabası karşılıksız kalmaz ves’selâm…

                  

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

          01.04.2008


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 12 13 14 15 16 [17] 18 19 20 21 22 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...