Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4608827
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.69.59.128
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
AYLAR GEÇİYOR, SALINCAK NEREDE?
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

AYLAR GEÇİYOR, SALINCAK NEREDE?

Aylar geçse, mevsimler dönse, yaşlar kemâle erse de, gönlün istediğinde salıncak her zaman her yerde. Ama, bizim gibiler, yâni en az biz yaştakiler için daha çok köylerde, yaylalarda; daha doğrusu çocuklukta. Şimdi o zamanlar geçti. Çünkü, her şeyden önce o dutlar kurudu. Yeni ağaçlar da mâlum; onlar da bizler gibi kibarlaştı! Salıncak tutacak kolları yok, uçuracak kanatları! Çokları çarşılardan satın alınıp getitiriliyor ve maalesef onlar da bizim gibi buralara, bu havalara pek ayak uyduramıyorlar artık. Ağaçlar dut vermiyor ki, salıncak versinler; ya da çocuklara kol-kanat geren dalları olsun.

Bizim çocukluğumuzda evimizin yanında 3 ulu dut ağacı, bir kiraz, 2 büyük karaağaç vardı. Hayâtımızın en yakın manzarası, çocukluğumuzun masal kahramanları onlardılar. Peliti, kestânesi, kavlağanları, kavağı, meşesiyle sayısız ağaçlar kuşatıyordu evimizin etrâfını. Onların baharda, yazda, sonbaharda, kışta sergiledikleri çeşit çeşit manzaralar arasında geçti çocukluğumuz. Yapraklar, çiçekler bizimle açtı ve yine bizim gözümüzün önünde döküldü. Hem de yıllarca. Sonra kendileri döküldüler.

Cevizleri, hurmaları, töngelleri saymıyorum. Şimdi hiç biri yok. Ötekiler bir yana, çok arzu ettiğimiz hâlde artık ne dut ne de bir kiraz yetiştirebildik. Her sene alınır dikilir; sonra biraz büyür, dallar serpilir, çiçekler açar, meyveler uç verir gibi olur; sonra ne olursa olur, geri yanar ve dökülür. Bu her defasında böyle olur.

Hakîkâten, düşünüyorum da, şu an köyde salıncak asılacak bir ağacımız yok. Ağaç çok da, öylesi yok. Ihlamur, yaykın, incir, çam, servi, çaltı, erik, taflan, elma, armut, vişne; bunların hepsi var. Ama hiç biri akla salıncak getirmiyor. Çünkü, her şeyden önce dut kadar yakın konumda değiller; yer, şekil ve yapı îtibârıyle müsâit olmuyorlar.

Onun için, yazın küçükler oynasın diye, demir ayaklı, zincir askılı, tahta oturaklı salıncaklar yaptırıp getirdik çarşıdan ve harmanın bir tarafına yerleştirdik. Mahallenin çocukları istifâde ediyor. Fındık işçilerimiz büyük küçük değerlendiriyorlar. Elbette büyükler de dâhil olmak üzere bizler de nasipleniyoruz zaman zaman.

Bunun yanında, büyüklerin sene boyu ikâmet ettiği hanım köyde, Yaraşlı’da çocuklar için bir salıncak hep var. Çünkü evin yanında, harmanın köşesinde asırlık bir dut ağacı mevcut. Salıncak asmaya müsâit olmayan dut ağacı zâten söz konusu değil. Kış hâriç, salıncak hep durur orda. Şu kadarını söyleyeyim ki, misâfirler dâhil olmak üzere binip sallanmayan yok. Bakmayın siz buraya sâdece çocukların fotoğraflarını aldığımıza. Dedeler, nineler bile binip çocukluk ediyorlar! İyi de ediyorlar. Hayâtı büyüğü-küçüğüyle, hep birlikte coşku ve sevinçle yaşamak, mutlulukları paylaşmak iyilik ve güzellikleri bereketlendiriyor.

Bu bayram sabâhı, namazı Eymür Köyü’müzde kıldıktan sonra, âdet hâline geldiği üzere babam ve kardeşleri, biz kuzenler bir evde toplu hâlde kahvaltı yapıyoruz. Bu vesîleyle gittiğimiz halamızın evinin önünde bir büyük dut ağacı var. Eskilerden. Büyük urganlarla düzenlenen bir salıncak hep asılı duruyor torunlar için. Lâkin herkes değerlendiriyor.

Bizimle bu yıl ilk defâ Bayram Namazına giden Yûsuf, biz içerdeyken meğer orada sallanıyormuş. Bu salıncak, bizim evin yanındaki demir salıncaklar gibi bodur değil. Bizim çocukluğumuzdakiler gibi; adamı tâ nerelere uçuruyor! Yûsuf Kerem, beni salla baba dedi. Çocuk haklı. Ne yalan söyleyeyim. Bir iki de ben sallandım. İnsan sanki tâ karşı yaylaların doruklarına doğru yükselip uçuyormuşçasına keyif alıyor.

Öyle olmasaydı, 1997 yılında Şiir Şöleni için Ordu’ya gelen koskoca şâirler, fotoğrafta örneği görülen meşhur Bahâeddin KARAKOÇ gibi anlı-şanlı, yaşlı-başlı isimler, salıncağı görünce böylesine heyecanlanır mıydı hiç? Belki onlar da eskileri hatırlayıp, bir nebze uçmak, kurtlarını demeyelim de kart(lık)larını dökmek, hafiflemek; kısaca çocuklaşmak adına, demir de olsa salıncaklara koştular.

Aslını sorarsanız, salıncak yaşlılara daha yakın. Çünkü salıncak demek ayağını yerden kesmek, bir bakıma uçmak demek ve UÇMAK da zâten CENNET anlamında. Hem, insanlar yaşlandıkça küçülmüyorlar ve de çocuklaşmıyorlar mıydı? Öyleyse; tamam o zaman! Koy sepete! Uçmağa ve uçurmağa devâm!

Lâkin, doğrusunu söylemek gerekirse, bu yazı geç kaldı. Taa okullar tâtil olduğunda yazmayı düşündüğüm bu yazı okulların açılacağı günlere kadar kaldı. Elimizde bol mâlzeme olmasına rağmen bu yaz hiç düğün yazısı yazamadık. Dünkü yazıyı saymayın. O, torbadan çıktı gibi bir şey. Tek örnek de o oldu. Mâlum, güncel gündemler hep ağır basa geldi. Ramazan, Fındık, Referandum vs. Neyse ki, hepsini de yüzakıyla arkada bıraktık Allâh’a şükür. Şimdi artık normâl gündemlere dönebiliriz.

Ancak, salıncak her zaman, her yerde. Ama, illâ da köyde derseniz; artık son günlerdesiniz. Okullar açılıyor. Hafta sonları var ama, bir yandan da havalar soğuyor. İş, parklardaki salıncaklara kalıyor. O da çok çok sınırlı hepimiz ve de herkes için. Öyleyse, fındık geçmiş olsa da, incir başta olmak üzere cevizler, elmalar, armutlar; varsa diğer tarla bereketleri ve köyün toprak kokan güler yüzü bizleri ve sizleri bekliyor. Salıncağı da unutmadığımız zaman, hem ziyâret, hem ticâret kabîlinden tatlı ve verimli bir güne imza atmış oluyorsunuz.

Bu yazı geç kaldı, tamam da neden îcâb etti? Öyle ya! Söyleyeyim: Bizim Yûsuf Kerem, kitap okumayı, test çözmeyi seven bir çocuk. Devamlı test aldırıyor bize. Biz de, “aman bize bulaşmasın da!” diyor alıyoruz. Her neyse; aldığım son testlerden birinde, Türkçe konu bölümünde SALINCAK adında bir şiirle karşılaşmasın mı? Altında da benim adım. Bana gösterdi. Sevindim tabiî. Bu bağlamda yazmak ve çocuklarımızı da doğaya, oyuna yönlendirmek adına bir yazı plânlamıştım daha Mayıs-Hazîran aylarında. Kısmet bugüneymiş. Dedik ya; gündemler…gündemler…

Her neyse, test kitabında ilk ve son kıtasına yer verilen şiirin tamâmını buraya alıyoruz. İnşâllâh sizlere salıncak tadını hissettirir, bir an olsun ayağınızı yerden keserek çocukluğunuza doğru uçurur.

Sözün özü, salıncak bizim çocuk yanlarımızdan biridir. Bizim en güzel yanlarımız da işte o çocuk yanlarımızdır. İçten, gönülden, çıkarsız, çıkmazsız yanlarımız. Saf, duru, kirlilikler bulaşmamış temiz yanlarımız.

Belki bedenimiz için olamasa da, rûhumuz için bir gönül salıncağımız hep olsun sevgili dostlar. Bizleri hayâllere, masallara, çocukluklarımıza ve sonsuzluklara doğru şöyle bir vardırıp getiren. Bizi bir çocukmuşçasına elimizden tutup geçmişimizle geleceğimiz, olmuşumuzla olacağımız arasında bir yerlerde dolaştıran. Hayâllerden gerçeklere doğru götüren. Bir çocuk yüreği gibi iyilikler, güzellikler arasında dolaştırıp tozlanan yanlarımızı rüzgârlandıran.

Evet, sevgili okurlar; Ramazan dedik, Fındık dedik, Bayram dedik, Evet dedik.

Koştuk, coştuk; bu arada âdetâ kendimizi unuttuk, dinlenmeleri ihmâl ettik.

Artık biraz soluklanmanın zamânıdır. Doğrusu bunu da hak ettik.

Az gittik, uz gittik; dere-tepe düz gittik ve elhâmdülillâh bu günlere geldik.

Dünyâ güzel, nîmetler güzel; tüm iyilikler, güzellikler insanoğluna özel…

Rabbimiz cümlemize bu inanç üzre, akl-ı selim, hiss-i selîmle hareket etmeyi,

Hayât boyu nîmetler yolunda meşrûiyet dâiresinde gitmeyi nasîp eylesin…

Salıncaklarda buluşmak, sonsuz UÇMAK’larda görüşmek dileğiyle ves’selâm…

 

SALINCAK

 

Bahçeye salıncak kurduk

Sallandık sallandık durduk

Her yanımız yaprak çiçek

Güllere el sallıyorduk

 

Dilimizde şen türküler

Dünkülerle bugünküler

Şarkılar da döküldüler

Göğe yelken açıyorduk

 

Kuşlar dalda cıvıl cıvıl

Geçiyorlar başka fasıl

Bir görseniz bizi, nasıl

Mutluluktan uçuyorduk

 

Güneş çekti gitti gökten

Sabah gelecekmiş, erken

“Çabuk gel, çabuk gel” derken

Artık eve geçiyorduk…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

17.09.2010


Mar`12
26
TOLGA İLE BİLGE
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

TOLGA İLE BİLGE

Gün boyu süren işlerimiz bitti diye düşünürken, yeniden bir işlem söz konusu oldu. Bu işlem, bugün tekrar oraya dönmemizi gerektirmediği için, öteden beri hep muhâtap ola geldiğimiz, sâdece bizimle değil herkesle yakından ilgilenen memur arkadaşa, vedâ meyânında teşekkür edip ayrılırken;

Âbi, bu cumâ gün düğünüm var!

demez mi? Gerçi, 3 ay kadar önceki gelişlerimizde söz konusu olmuştu evlilik hazırlıkları. Ancak târih telâffuz edilmemişti.

Öyle mi, çok güzel! Allâh mesut, bahtiyâr etsin!

deyip alel’acele ayrıldım, resmî işlerimizi yetiştirebilmek adına. İşlemleri tamamlayıp da binâdan ayrıldıktan sonra, gazetemizin yarınki yazısını göndermek için bir internet kafeye doğru giderken, arkadaşımızın -istek üzerine takdim ettiği- dâvetiyesine baktım.

Çok sâde, ağırbaşlı, maksâda uygun, desen, çizgi ve muhtevâsıyla, sevimli, şipşirin bir dâvetiye. Öyle âhım-şâhım, cicili-bicili, süslü-püslü, kurdelâlı-jelâtinli, mutantan bir dâvetiye değil. Ama bana göre bu dâvetiye, asıl önemli olan şeyin; içi, sevgi-saygı dolu bir yuvaya atılan bir adımın göstergesi. Gösteriş ve âlâyişten, dışa karşı sergilenme ihtiyâcından doğan yapmacık hareketlerden uzak, arınmış, oturmuş, olgun ve gerçek bir mutluluğun habercisi gibi.

Dıştaki şirin figürlerden kopup kapağı açtığımızda  karşılaştığımız isimler şunlar;

Bilge ile Tolga

            Allâh Allâh. Tolga’yı biliyoruz. Tanıyoruz. Bu arkadaşımız, çok önceleri oraya gittiğimiz zamanlarda yoktu. Kendisiyle 1-2 yıldır muhâtabız. İlk gördüğünüzde, daha başta yüzündeki ünsiyet ve meymeneti fark ediyorsunuz. Kim olursa olsun efendice davranıyor.

Ne demek istediğimi anlıyorsunuz. Çünkü, en az bizim kadar sizler de her gün nice nice memurlarla muhâtapsınız. Hele uzak bir şehirde, size insanca davranan, yüzü gülen, yardımcı olmaya çalışan bir memur ne kadar önemli.

Düşününki bir hastâneye gittiniz. Oranın havası zâten mâlum. Neredeyse kendi derdinizi bile unutuyorsunuz oradakileri gördükçe. Bir de memurların anlayışsız ve saygısız davrandığını farz edin. Ya da tam aksine; bir insan evlâdına denk gelip de size yüz ekşitmeden, tebessümle yardımcı olmaya çalıştığını hayâl edin. İşte, Tolga Bey onlardan biri. Allâh(CC) râzı olsun.

Kendisiyle biraz da gazete bağlamında tanışmıştık. Şimdi o aynı zamanda gazetemizin de bir okuyucusu. Daha önceleri, yanımda götürdüğüm gazetelerden istemişti. Şimdi de her gidişimde kendim götürüyorum. Bu anlamda, kültürle, edebiyâtla ilgilenen yönüyle de farklı bu delikanlı kardeşimiz. Allâh selâmet versin. Sayılarını çoğaltsın.

Evet, kısaca işte böyle; TOLGA’yı biliyoruz da, yanındaki BİLGE neyin nesi? Tabiî o Tolga Kardeşimizin bileceği şey de, benim demek istediğim, TOLGA ile BİLGE, sanki KEREM ile ASLI, FERHAT ile ŞİRİN, TÂHİR ile ZÜHRE gibi birbirine uymuş iki isim. Sanki anne-babalar, çocukları daha doğmadan, aralarında BEŞİK KERTMESİ yapmışlar da, ismi de ona göre ayarlamışlar gibi.

İsimlerin ikisi de hem yerli, hem de derli aynı zamanda! Yâni derli-toplu. Anlam derinliği var. TOLGA bana hemen  Yahya Kemâl’in meşhur AKINCILAR şiirindeki,

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı; ilerle!

Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle!

beyti bağlamında, bir yiğit gönül erini, Anadolu ÂLP-EREN’ini çağrıştırdı.

BİLGE de, âriflik, derinlik, sezgi zenginliği anlamlarına sâhip. Günümüz Türkçesinde BİLGİN kelimesi eski ÂLİM kelimesinin, BİLGE de ÂRİF kelimesinin karşılığı olarak yer almaktadır. Zâten soyisimler de bu anlam bütünlüğünü tamamlıyor. Biri SEZGİN, öbürü ÖRNEK.

Şimdi buradan, kardeşlerimizi tebrik ediyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.

Rabbimden, isimlerini böylesine kâfiye ve anlam zenginlikleriyle tevâfuk ettirdiği, nikâh merâsimlerini de bayramlar peşine ve yine bir cumâya denk getirdiği

bu gençlerimizin, evliliklerini de, -âileleri, yakınları ve tüm sevdikleriyle berâber-

hep birlikte sonsuz bayramlara taşıyacak yolun merhalesi kılmasını niyâz ediyorum…

Kardeşlerimizin izdivaçları hayırlı, hepimizin Cumâları mübârek olsun.  

Gönüllerimiz, gerçek kardeşler olmanın mutluluğuyla dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

16.09.2010


Mar`12
26
EVET, HEPİMİZİN BAYRAMI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

EVET, HEPİMİZİN BAYRAMI!

REFERANDUM, ülkede sessiz bir BAYRAM havası oluşturdu; gerçek bir BAYRAM!

Adı; EVET BAYRAMI. Kaymaklı dondurma misâli; BAYRAM üstüne BAYRAM!

Böyle, tadından yenmeyen bol kaymaklı, bayram üstü bayramlar her zaman denk gelmez.

Milletimize âfiyet üstü âfiyetler olsun! Ne diyeyim?! Doğrusu bunu fazlasıyla hak etti.

Çünkü çığırtkanlara aldırmadı. Çığırtkanlar diyorum; aslında ben değil, vatandaş diyor!

“Ne oldu yâhû? Yer gök, dağ-taş, köşe-bucak HAYIR!HAYIR! sesleriyle inliyordu.”

“Nerde şimdi o HAYIR’cılar. İyi ki de yoklar! Hele bir kazansalardı, Allâh korusun!”

“Seyretseydiniz şımarıklıkları, azgınlıkları. Ortalığı çoktan karıştırmışlardı bile!”

Elbetteki, işinde-gücünde ve samîmiyetle HAYIR diyen vatandaşlarımızı tenzih ediyoruz.

Ama, PKK, Ergenekon benzeri statükocu derin çeteler için aynı şeyleri söyleyebilir miyiz?! Milletin yarıdan fazlasının arkalarında olduğunu görselerdi, onları kim tutabilirdi artık?

Şimdi ellerine imkân geçseydi neler, neler yapmazlardı? Hiç mi hiç tahmin edemezsiniz!

Referandum öncesi yaptıkları, referandum sonrası yapabileceklerinin teminâtıdır, netekim! EVET toplantılarını basmalar, yumurtalar, domatesler ve benzeri seviyesiz taşkınlıklar ortada. Anayasa raportörü Osman CAN ve benzeri aydınları, ilim ve kültür adamlarını tehditler.

Sezen AKSU Hanım’ın başına gelenler mâlum.

Ünlü, saygın ve büyük bir sanatçıydı ama, küçücük bir suçu vardı! O da, EVET demek.

Öyle bir suçtu ki bu, bütün değerleri altüst ediyor, sokağından adını bile sildiriyordu. Bu rûh, eline fırsat geçse daha neleri silmeye kalkardı sokaklardan, caddelerden; evlerden-barklardan.

Taşrada lokâl olarak yaşanan, basına akseden-etmeyen tatsız-tuzsuz olaylar, tavırlar da var.

Meselâ Ordu’da bile, bir örtülü bayana, bu süreçte bir hınç ifâdesi olarak domates fırlatıldı.

Yine, kalburüstü bir evde, hem de bayramda, TÜM EVETÇİLER ŞEREFSİZDİR gibi yoz, kısır, seviyesiz bir söz ekseninde karı-koca ve çocuklar arasında yaşanan tatsız tartışmalar.

Âile, akraba ve hattâ bayram ortamlarını seyrana çeviren bu tavır ülkeyi ne hâle getirirdi?

HAYIR’cılar bu hızla sandığa toslamayıp da geçselerdi n’olurdu; bir tahayyül edin bakalım!?

“Hükümet istifâ. Tayyip kodese!”

“Başörtülüler Arabistan’a!”

Bunlar en hafifi. Daha neler neler dillendirilecekti kim bilir? Yılların kini var adamlarda.

Hatırlayın, bunlardan bir grup, iktidara geldiklerinde, APO’yu îdam edeceklerini söylemişler ve asacakları ipi de büyük bir gurur ve heyecanla halka göstererek sükse bile yapmışlardı. İktidara geldiler mi! Asmaya da kalktılar mı? Evet! Ama, kimi? Necmeddin ERBAKAN’ı!?

Şimdi, tüm vatan-millet-sakarya edebiyâtlarıyla birlikte düşmanlıkları yine benzer çevrelere!

Tayyip Bey’i bir türlü içlerine sindiremiyorlar. Ellerinden gelse bir kaşık suda boğacaklar!

Kendilerini ARABA, onu MARABA görüyorlar! Çünkü o muhâfazakâr bir Anadolu insanı.

Târihiyle, coğrafyasıyla, kültür ve medeniyetiyle övünüyor. İlhâm ve şevkini onlardan alıyor.

Örf, âdet ve geleneklerine bağlı. Halkın içinden biri ve onlarla olmaktan son derece memnun.

Onlar gibi yaşıyor. Onlar gibi düşünüyor. Onlar gibi inanıyor. Ve, aynı duyguları paylaşıyor.

Ne demek istediğim haritada ayan-beyan gözüküyor. Hayır’cı yörelerin çoğunluğu kıyılarda.

Köyünü, toprağını arkada bırakarak, kayıp gittiği kumsallarda yabancılarla yabancılaşanlar!

Kırsaldakileri gerici, kendilerini ilerici kabul edenler. Onlara hor bakıp, hakir görenler. Yâni,

“Kestâne çıkmış, kabuğunu beğenmemiş!” kabîlinden şeyler! Meseleyi abartıyor muyuz?

Kesinlikle değil. Çevrenizden örnek biçin. Hayır’cıları tanırsınız. Yoksa, biz örneklendirelim:

Bakınız, sonucu tahmînde isâbet edemeyen bir ANKETÇİ gerekçe olarak neyi ileri sürüyor: EVETÇİLER KENDİNİ GİZLEDİ!

Peki, neden acabâ? Çünkü, HAYIR’cıların başını çekenler aykırı tipler ve şirret çevreler. EVET’çiler onların şerlerinden çekiniyor ister-istemez. En azından bulaşmak istemiyor.

Peki EVET çıktı. Ne oldu? Var mı bir taşkınlık? Yok. Hattâ, ortam yumuşatılmaya çalışılıyor! Söylenenler; “Vatan-millet-memleket ve hepimiz için hayırlı olsun!” dan ibâret.

Bu anlamda sonucun EVET çıkması herkes için BAYRAM. 73 milyon için BAYRAM.

Zîrâ, sonuç HAYIR çıksaydı memlekette bu güven ve istikrar ortamını bulamazdınız. PKK’lıların yer yer büyük kentlerde, yer yer Güneydoğu kasabalarında sergilediği cinsten, yakan-yıkan, kıran-döken, vuran-öldüren maskeli, maskesiz terör hareketleri başlardı.

Hayırcıları da yanında düşünen PKK ve işbirlikçilerinin nelere cüret edebileceğini

artık siz düşünün! Hükümet, elbetteki bunlara meydan vermezdi. Duruma hâkim olurdu.

Buna gücü var; elinden geleni yapardı. Fakat, istikrar tekrar sağlanana kadar olan olurdu.

Sonuçta da ele hiçbir şey geçmez; aksine 8 yıllık tek parti iktidarı sürecinin kazandırdığı güven ve istikrarla, iç ve dış îtibâr yara alır, milletin-memleketin ağzının tadı kaçardı.

Ülkenin geleceğine dönük bütün proje, politika ve stratejiler zarar görür; akış bozulurdu.

Bundan sağ-sol, kuzey-güney herkes zarar görür, olan vatan ve millete, hepimize olurdu.

Sevgili okurlar; Bereket, sağduyu gâlip geldi de, böylece büyük bir bâdire atlatılmış oldu.

Ülkemizin yakaladığı böylesi bir istikrar süreci bozulmamış, fırsat hebâ edilmemiş oldu.

Ne kadar şükretsek az! Onun için tekrar be tekrar diyoruz ki;

Rabbimize hamdolsun, milletimiz vârolsun…

Memlekette EVET diyen de, HAYIR diyen de

istisnâsız, herkesler bahtiyâr olsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

14.09.2010


Mar`12
26
FINDIK ALIR BİZDEN BİZİ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

FINDIK ALIR BİZDEN BİZİ!

Hâlâ, seyrek de olsa karşılaştığımız Güneydoğu plâkalı minibüslere bakarsak, fındık hasat süreci, en azından yüksek kesimler için devam ediyor. Dün denk geldiğimiz Yokuşdibi’nden bir vatandaş, son günlerde havalar yağmurlu gittiği için fındık toplama işlemlerini bitiremediğini söylüyordu. Bir başkası da yeni patoza verdiğini belirtti. Dolayısıyla, daha harmana gelememiş fındıklar söz konusu. Şehirde, sokak aralarında fındık kurutulduğunu hepimiz zâten görüyoruz. Bunlar da, yukarılarda kurutma zorluğundan dolayı buralara getirilen fındıklar.

Hattâ, Bayram ziyâretlerinde konuşulduğu kadarıyle, fındığını işçi tutarak değil de bizzat kendileri toplayanlardan bâzılarının, orta kesimlerde olmalarına rağmen bu işlemleri devam ediyormuş. Önceki yıllardan, fındık harmanlarına kar yağdığı zamanları hatırlarsak bu sürecin bitmesine daha hayli zaman var diyebiliriz.

Temmuz’u da sayarsak, bölge olarak 3-5 ay, neredeyse her şeyimiz ona odaklı. Varsa yoksa fındık. Akşam fındık, sabah fındık. Fındığın dışında her şey, en azından ikincil konuma düşmüş. Âmirlikler, memurluklar, meslekler, sanatlar; cümle ticâretler. Çoğu insanlar fındık için, yaşadıkları yerlerdeki güzelim işlerini, gezmeleri-tozmaları, tâtilleri askıya alıp uzak gurbetlerden geliyorlar memleketlerine. Binlerce kilometre katetmeyi göze alarak düşüyorlar yollara; hem de çelik-çocuk. Otobüslerle gelenlerin çileleri hep başka. Bilet bulmak zor. Dönüş daha zor. Bilet bulsan, bu defâ bagaj problemi çalıyor kapını. Dönüş manzaraları ana-baba günü âdetâ.

Buradakilere gelince; onlar da, o görkemli yalıları, yaylaları, sâhilleri, dükkânları, mağazaları, işleri-güçleri bırakıp fındık bahçelerinin kavurucu sıcaklığına, yorucu yamaçlarına koşup varıyorlar. Şimdi dönüş sürecine girilse de herkes fındık harmanda olduğu sürece köylerdeydi. Bu anlamda bu yıl, çoğumuz Ramazan yanında Bayramı da köylerimizde idrâk ettik. Komşular olarak eski günlerimizi yaşadık. Hem ziyâret, hem ticâret. Hem fındık, hem sıla-i rahim, hem bayramlaşma. Çok da güzel oldu.

FINDIK ACISI, SANDIK ACISI!

 Bu fındık olayı, öylesine bir odaklanış ki, bütün diğer işler çok uzaklardadır artık. Hatırlayınız, Başbakan gelince bile kalabalık, başbakanın OR-Gİ hedefli sorularını ilk etapta FINDIK olarak algıladılar. Tek-tük fındık sesleri yükseldi. Ama, verilen müjde OR-Gİ ile ilgiliydi. Onu da kimse, Tayyip de söylese, inandırıcı, daha doğrusu mühim bir şeymiş gibi algılamak istemedi. Çünkü vatandaş için eline geçen sıcak para önemliydi. Bakmayın Havaalanı için “YAPMAYANA OYUNUZU VERMEYİN!” şeklinde kampanya yapanlara. Onların hepsi siyâsî husûmetten kaynaklanan şeylerdi. Sonuç olarak, vatandaş için havaalanı bile havaydı! O, fındığın fiyâtına ve cebine girecek paraya bakardı!

Bırakın Tayyip ERDOĞAN’a ve siyâsete bakışları, REFERANDUM gibi millet ve memleketin geleceği adına hayâtî önem taşıyan bir konuyu bile fındık ölçeğinde değerlendirenler olmuştu. Fındık meselesinden kafayı takıp, kendisini, Tayyib’i RED anlamına geldiğini düşündüğü HAYIR’a şartlandıranlar vardı. Anlatmak zordu. Sen ne dersen de!

“Beyefendi, bu bir referandum. Ülkenin ve hepimizin tüm geleceğini ilgilendiriyor. HAYIR diyenleri bir gözden geçir. Çoğunluğu, geçmişte onaylamadığınız tipler. Onlarla yan yana olmak memlekete hayır getirir mi? Bu, “pireye kızıp yorgan yakmak” gibi bir şey! Eğer bir meselen varsa 8-10 ay sonra seçim var. Ona sakla!”

“HAYIR, BEN ŞİMDİ HIRSIMI ALAYIM DA; SONRA NE OLURSA OLSUN!”

Mübârek bayramda da devam etti tartışmalar. Mevhum fındık acısı öyle bir acıydı ki, küskünleri barıştıran şu koskoca bayram dâhî hafifletememişti onu. Ne acı geçiyordu, ne de öfke hafifliyordu. Şu bayram hemen geçiverse de, hırsını alacağı sandığa bir an önce gidebilseydi! Bu acı hiçbir acıya benzemiyordu! Dağlarda evlatlarımız elden gider, onların acısı geçer, üstüne üstlük PKK ile EVET karşıtı politikalarda omuz omuza bile verebiliriz ama, bu fındık acısının târifi hiçbir lügâtta yoktur! Dolayısıyla affı da yoktur! Hattâ, PKK için af telâffuz olunabilir ama, bu mesele için aslâ!

Evet sevgili dostlar. Fındık işte böyle bir şey. Bir kısım vatandaşın gözü dönmüştü âdetâ! Çünkü, o artık, din deyince, îmân deyince, örtü deyince kırmızı görmüş boğaya dönenler ve de daha önceleri, neredeyse kanlı-bıçaklı olduğu çevrelerle berâber olmaktan hiç bir rahatsızlık duymuyordu. Hattâ, inadıya denebilecek bir tavrı vardı ve böylece hıncını alacağı için de çok mutlu görünüyordu. Hem de, millet, memleket hiç umurunda değilmişçesine! Hırs, öylesine gözünü bürümüştü sizin anlayacağınız!

Daha da ötesi, fındığın azameti(!) ve de dayanılmaz câzibesi karşısında ibâdetlerini aksatanlar dahî olabilmişti! Fındık, her şeyin ötesinde bir şey gibiydi! Oruç bir yana, üç defâ peşpeşe terki, dînen oldukça tehlikeli olan cumâ namazları bile, çeşitli eften püften bahânelerin kurbanı olabiliyordu, fındık söz konusu olunca!

İşte böyle; insanoğlu Rabbine karşı bile onca nankörlükler sergilerken, kendisi gibi birer beşer olan insanlar ne oluyordu ki? Ama yine de Ordu vilâyeti genel olarak kadirşinâs çıktı. Bereket, vatandaşın hırsı, belediye seçimlerinde olduğu gibi Ordu Merkez ve Gülyalı, Perşembe, Gürgentepe gibi sağdan, soldan ve arkadan kendisini markaja alan bu ilçelerle sınırlı kaldı da ilin genel oyu %64 EVET olarak gerçekleşti.

Sonuçta bu, bir siyâsî seçim değildi. Dolayısıyla EVET diyenler, en azından özgürlükler ve vatandaşlık hakları noktasından, yapılan hizmetlere bir şükrâne olarak insafla düşünerek üzerlerine düşeni yaptılar. Herkes için de iyi oldu. İnşâllâh, yanılmadığımızı düşünüyoruz.

Sevgili okurlar! Zamanlar, devirler, dönemler gelip geçiyor. Ömürler de!

Geriye hırsların tortuları, işlerin eksileri-artıları, tavırların ölçüleri-tartıları kalıyor.

Ne mutlu işlerin sonunun sonunu düşünerek hareket edebilenlere ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

13.09.2010


Mar`12
26
ÇAĞ ARTIK, BUNDAN SONRASI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ÇAĞ ARTIK, BUNDAN SONRASI!

Ramazanla iç içe, güzel bir hasat mevsimi yaşadık. Havalar denk gitti. Süreçte sorun yaşanmadı. Sonra Bayram. Ve, hicrî takvimin her yıl hicret içinde hicret ettiren takviminin bir ikrâmı olarak bu yıl hepsi de köyde gerçekleşti. Konu-komşu, hısım-akrabâ, tüm bu güzellikleri, hep birlik olarak idrâk ettik. Çocukluğumuzun, köyde yaşadığımız masalsı günlerin bayramlarını hatırlatan bir bayram oldu. Çok da güzel oldu. Şükürler olsun. Herhâlde, bundan böyle 3-5 yıl daha Bayramlar köy günlerine tevâfuk edecek, köylerimizi ve evlerimizi şenlendirecektir.

Şunu da belirtmek gerekir ki, hepimiz ve ülkemiz için çok önemli bir başka şey daha tevâfuk etti bu zaman dilimine: REFERANDUM. Dün, ateşli geçen kampanyaların ardından, aziz milletimize yakışan bir vakarla sandık başına gittik. Ordu, REFERANDUM gününü her defâsında olduğu gibi olgun ve medenîce geçirdi. Sonuç kadar, bu tavır da önemli. Millet-memleket için hayırlı olsun.

            Bu arada, ORDUSPOR’un Cumartesi günü aldığı 4-0’lık gâlibiyetten başka, akşamleyin de Basketbol Millî Takımımızın Sırbistan karşısındaki zaferi bayram üstüne bayram oldu. REFERANDUM öncesi bir doping niteliği arz etti. Kampanya süresince yer yer gerilmiş olabilecek sinirleri de teskin edici oldu.

Bayram içinde bayramlar lûtfeden Rabbimiz  Referandum sonucunda da ülkemize yeni yeni ve de taptâze güzellikler bahşedecektir inşâllâh. Eğer buna lâyıksak, tüm güçleri, sinsilikleri, desîseleri ve şirretlikleriyle gözleri üzerimizde olup cıngar çıkarmak için fırsat kollayanların hevesleri kursaklarında kalacaktır.

Ülkemiz büyük. Göründüğünden çok öte, dünyânın derinliklerine nüfûz etmiş târihî kökleri var. Semânın sonsuzluklarına uzanan mânevî elleri var. Hele gönül coğrafyası çok geniş. Bir de gönülden öte, tüm mazlum ve adâlet arayışındaki milletlere uzanan güven coğrafyası var. Şehitleri, ârifleri, erenleri var. Kültürü, edebiyâtı, efsâneleri, destanları var. Ne Türkiyemiz dünkü ülke ve ne de aziz milletimiz ufak rüzgârlarla sarsılacak, panik yapacak insicâmsız, acemi bir gürûh. O dünyânın en eski, en köklü, en asil milletlerinden. Dünyâya timsâl olmuş ve şu an da, geleceğin ümit ülke ve milletlerinden biri. Niekim, bu coğrafya da en az bizim kadar dikkâtle bu Referandumu tâkip etmektedirler. Dolayısıyla, bizim geçmişte kendini ispat eden medeniyetimizin tekrar gündeme gelmesini ve model olmasını dört gözle bekleyenler var.

Böyle olmaya böyle fakat; bir o kadar da gerçek ki, küresel çeteler ve onların yerli işbirlikçileri, başta en mukaddes kavramlar, millî değerler olmak üzere her şeyi istismâr ederek zihinleri bulandırmaya çalışıyorlar. Ülkede kargaşa çıkarıp kaos meydana getirmek için her fırsatı değerlendiriyorlar.

Bugün sonuçlar netleşmiş olacaktır. Dün akşam îtibârıyle gelen haberler, EVET-HAYIR’ın ORDU merkezde birbirine yakın gittiği, ilçelerde de EVET’in %70’lerle önde olduğu şeklindeydi. Ama, muhâlefet olanlar her hâlükârda, EVET’ler 20-30 puan önde olsa dahî, kendilerince toplamalar çıkarmalar yaparak ortamı germeye, zorlama yorumlarla suları bulandırmaya çalışacaklardır.

Ama biz hem geçmişimize, hem geleceğimize güveniyor ve inanıyoruz. Milletimizin, tüm oyunları bozacak sağduyusu ve irfanından emîniz. Çatlak sesler çıksa, hattâ yer yer kulakları patlatacak boyuta ulaşacak gibi olabilse de, milletimizin yeniden şahlanışına halel getiremeyecektir. Nitekim, ekranlardan tâkip ettiğimiz kadarıyla, ülke çapında öyle ciddîye alınacak boyutta bir olumsuzluk yaşanmadı. Sâdece Hakkâri, PKK’nın emrinde bir tavır sergiledi. Daha doğrusu, orada şu veyâ bu şekilde, baskının etkileri kendini gösterdi. Diğer yerlerde tedbirler işe yaradı. Katılmayanların durumu da çok önemli değil. Zîrâ, sandığa iltifat etmeyenlerin sandıkla ilgili söyleyeceği sözü olamaz. Olsa bile, kıymet-i harbiyesi olmaz. Kendileri konuşur, kendileri dinlerler.

Referandumun en ilginç tecellîsi de, “sık sık, bir oyun önemine vurgu yapan”, sandıklara sâhip çıkılması için sıkı tembihlerde bulunan CHP liderinin kendisinin oy kullanamamış olması! Bu da kaderin cilvesi, siyâsetin garip bir tecellîsi olsa gerek!

Sonuçta, oran ne şekilde tecellî ederse etsin, bu referandum ülkemiz için bir ileri adımdır. Değişikliklerin gündeme gelmesi bile, dönüşü olmayan bir yola girilmiş olmasının bir ifâdesidir. Türk toplumu bunun peşini bırakmaz. Er ya da geç milletin dediği olur, hak tecellî eder. Hiçbir şey artık referandum öncesi gibi olmaz. Şu saatten sonra Türkiye artık çok farklı bir Türkiyedir. Referandumun açtığı yolda yüründükçe onun bereketleri görülecektir.

Sevgili okurlar. Bizlere böyle güzel süreçler yaşatan, bu günleri gösteren Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Önümüzde bir ümit ışığı olarak beliren Referandum ve sonrası hayırlı olsun. Hayırcılara da, evetçilere de, retçilere de, herkese; çeliği-çocuğu ve tüm millet olarak hepimize ve insanlığa hayırlar getirsin inşâllâh ve getirecektir de ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

12.09.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 56 57 58 59 60 [61] 62 63 64 65 66 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...