Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4608824
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.69.59.128
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
ORADA BİR HACET VAR, ŞURADA..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORADA BİR “HACET” VAR, ŞURADA…

Bir gün öncesi akşamı çarşıdan eve giderken hemen yakınımızdaki MADEN Markete uğradım. Oktay Kardeş, ayrılırken “Yarın seni Câmi açılışına götüreyim!” dedi. “Nereye?” demeye fırsat kalmadan, “Bulancak!” diye ekledi. “Tamam!” dedim. Zâten az önce Mehmet Ali AYDIN Bey’le berâberdik. O haber vermişti ve hattâ birlikte gidebileceğimizi belirtmişti.

Sabah evden yeni çıkmıştım ki, sâhil yoluna doğru giderken Oktay Bey, yanında kayınpederi Ahmet ÖNEY olduğu hâlde yolun ağzında durdu. Hocamızın da olacağını zâten tahmin etmiştim. Bu da aliyyül’âlâ bir tevâfuk oldu. Sohbet ede ede gittik.

Daha önce orada yapılan bir törene gittiğimizde bir çoğumuz gibi Ahmet ÖNEY Hocamız da özel dâvetli olarak yine oradaydı. İstanbul’dan Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi’nin de teşrif buyurduğu programda, günün Kur’an tilâvetini Ahmet ÖNEY Hocamız yapmıştı. Ben onun aşere takrîb üzere okuyuşuna ilk defâ orada şâhit olmuştum.

Ahmet ÖNEY Hocamız, Ordu Bölgesi Kur’an Kursu Eğitim ve ta’lîmi noktasında öncü ve yetkin isimlerden. Okuyuşu yanında, sohbet ve hitâbetiyle de kendini dinleten bir üstad. Bence, zaman zaman, ihdâs edilecek bir takım vesîlelerle kendisine Kur’an okutturarak, konuşturulup hâtıra ve tecrübelerini seslendirmesine fırsatlar verilerek kendisinden istifâde edilmeli.

Yola çıkıp ta Bulancak’a yaklaşmışken Oktay Kardeş’i arayan çok sevdiği bir arkadaşını 15 dakîka kadar orada bekledik. Teyneli Köyü’nden İsmail KARADAĞ Kardeş’le de bu vesîleyle tanışmış olduk. Oradan Hacet Köyü’ne doğru 13 km. gittik. Geçen gelişimizden sonra asfalt yenilenmiş. Dere vâdisi çok güzel. O zaman dikkâtimizi çekmemişti. Kavak ağacı gibi bol ve serâzâd çınar dediğimiz türden ağaçlar var çok miktarda. Ufaktan bir de şelâle. Oktay Kardeş oldukça esprili. Tanıyanlar bilir. Kendisi, hepimizin büyüğü ve bir dönem neslinin yiğit ağabeyi İbrâhim MAĞDEN’in oğlu.

“Niagara gibi!” diyor. Bu çevreye göre öyle elbette. Ben de ondan aşağı kalır mıyım; “Hayır, Niagara demeyelim de, belki NİGÂR uyar!” dedim, espriye espri mâhiyetinde. Görüldüğü gibi, esprili ve bol sohbetli, denizi, deresi, şelâlesi, ağaçları, dökülen yaprakları, bakımlı bahçeleri, düzenli yol boylarıyla doyumsuz manzaralı bir yolculuğun sonunda HACET’e vardık.

Ordu’dan çıkarken yağmurlu gibi olan- hattâ saatler sonra geri dönüşte sağanakla karşılayacak olan- hava Hâcet’e yaklaştıkça yükseldi ve sonraları yer yer güneş bile açtı. Bizi ta dışta karşılayan Mehmet Ali Bey’e buradaki havanın sırrını sorduk yarı şaka olarak;

“Kayınpeder akşam dua ediyordu; Allâhım, yarın bize müsâde et. Törenimizi hayırlısıyla, meşakkâtsiz, misâfirlerimiz perişan olmadan tamamlayalım!” diye, dedi ciddî ciddî. Ben de bu gün kimseden aşağı kalmamak niyetindeymişim ve de öyle bir zorum varmış gibi, ona da bir karşılık yetiştirmeye çalıştım:

“Bu gün sabah, Ahmet ÖNEY Hocamı arabada görünce, o heyecanla onları önce selâmladım, hemen peşinden de “GEL GÖR BENİ!” diyerek mûsıkîyle merhabaladım. Buraya bir de geldik ki, Bulancak Din Görevlileri ekibi;

Ben yürürüm yâne yâne, aşk boyadı beni kâne

Ne âkilem ne dîvâne; Gel gör beni aşk neyledi?

ilâhisini seslendirmiyor mu? Tevâfuka bak! Her neyse, bunlar işin muhabbet tarafı. Kısaca o gün, Allâh’ın bir lûtfu olarak, gerek tören, gerekse çevreyi temâşâ, havâlar müsâit olduğu için gâyet kolay oldu.

Köyün etrafı vâdilerle çevrili. Yayla tarafları ulu tepelerle sarılı. Şu tarafta BEKTAŞ Yaylası, şu taraf PAŞAKONAĞI, şu dağa GABAR diyorlar vs. gövdesinde büyük bir TÜRK BAYRAĞI dalgalanan minâreye çıkmak isterdim aslında. İnşâllâh bir gün nasîp olur. Gerek Veysel Hocamız, gerekse dâmâdı Mehmet Ali Bey, her zaman dâvet ediyorlar zâten. Her iki gelişimizde de eve çaya kalmamızı arzu ettiler ama mümkün olamadı. Sağolsunlar. Kısmet olursa bir dahaki sefere inşâllâh…

Törenden sonra ikram arasında, câmiin bulunduğu yerden 50 m. Güney tarafa doğru gidince uçurumvârî bir vâdi olduğunu gördük. Karşı tepelerin aralarında engin dereboyları. Karadeniz’e has bayırlarda, omuzlu yamaçlarda, Câmi etrafında nispeten yoğunlaşan kasabamsı yerleşimler. Her biri cennetten birer köşe. Çok şükür. Ama, tüm bu güzellikleri tamamlayan ve tabata ruh katan şey câmiler ve minâreler. Rabbimize sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, aziz milletimiz bu konuyu aslâ ihmâl etmiyor. Madden, mânen ve kültürel olarak geliştikçe gün be gün daha da güzellerini ortaya koymak için tüm varlığını seferber ediyor.

HACET KÖYÜ MERKEZ CÂMİİ de bunlardan biri. Geçen yazımda da ifâde ettiğim gibi köy güzel. hem düz, hem yüksek. Câmi de tam merkezî noktada ve her taraftan görülebilecek ve de her tarafı görebilecek bir yerde. HACET Köylüler eserleriyle ne kadar övünseler az. Rabbim her köye nasîp etsin.

1 trilyona mâlolan câmiin, tüm masraflarını HACETLİLER, başkalarına HÂCET kalmadan deruhte etmişler. Ağırlığın yarısını, Ordu’da da görev yapmış, çoğumuzun yakından tanıdığı Veysel TATLI Hoca ve yakınları üstlenmiş.

Proğram benim için çok verimli oldu. Başta Ahmet ÖNEY Hocamızın, geçmişten günümüze Ordu’da din hizmetleriyle ilgili olarak yol boyunda anlattıkları. Sonra oradaki tören. Katılımın bürokrasi ve halk boyutu. Yapılan konuşmalar ki, her biri ayrı ayrı üzerinde durmaya değer. İkramlar. Karşılama nezâketleri. Göz dolduran organizasyon. Köylülerin imece usûlünü hatırlatan hizmet heyecanları. Okunan çift ezan. Belge törenleri. Karşılıklı espri ve jestler. Basının ilgisi. Hangi birini yazmalı.

Maalesef, şu an hiç birini yazacak durumda değiliz. Önce yerimiz müsâit değil. Ammâ ve lâkin, kaydettiğimiz bilgileri, izlem ve gözlemleri yeri geldikçe zaman zaman sizlerle paylaşmaya çalışacağız.

Bulancak, Giresun taraflarında önümüzdeki hafta da bayağı benzer programlar var. Bulancak Müftüsü Şâban SADAN Bey ve Giresun Müftümüz Necâti AKKUŞ Hocamız, törende yaptıkları konuşmalarda herkesi, önümüzdeki hafta sonu yapılacak hâfızlık icâzet merâsimlerine dâvet ettiler.

CÂMİLER ve DİN GÖREVLİLERİ HAFTASI’na denk getirilen tüm bu etkinliklerin yöremize, nesillerimize ve hepimize hayırlar getirmesini diliyor, emeği geçenleri ve tüm görevlileri kutluyor, başarılar diliyorum ves’selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

03.10.2010


Mar`12
26
DOST, POST ve de TOST
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

DOST, POST ve de TOST!

Bir ara Muzaffer GÜNAY Bey, Olay Gazetesinde bir-kaç DOST ve DOSTLUK kavramları eksenli yazılar yazdı. Çalışma şartlarının elvermediği uzun bir süreden sonra feraha erince tekrar yazmaya başlayan yazarımız Mustafa ÖZATA Bey de, bir başladı, pîr başladı; gel gelelim DOST’tan, DOSTLUK’tan başka bir şey yazmaz oldu. Son yazısında da, “artık tamam olduğundan!” değil de, kendisi dışındakilerce yeterli görüldüğünden dolayı son yazısında başlık olarak BİR DOSTLUK KALDI diyerek, “durumu anladık, dostluğun konusu bile zamâne insanlarını sıkar oldu; ama müsterih olun. Artık bunlar bu konuda son cümleler, gözünüz aydın!” demeye getirdi.

Şunu kabul etmek gerekir ki, bu konu tatlı bir konu. Tadından yenmiyor âdetâ. Dostsuz, arkadaşsız, yârânsız, sırdaşsız, ihvansız hayât olur mu, olursa da çekilir mi? İnanç ve kültürümüz bize yalnızlığın Allâh’a mahsus olduğunu söyler. Onun dışında herkes muhtaçtır. Neye; arkadaşa, dosta, ahbâba.

Bu konu, aynı zamanda hem de sımsıcak bir konu. Tıpkı post gibi. Sıkıldınız, yoruldunuz, darlandınız; altınıza bir post serilse de otursanız ya da yatsanız ne kadar tatlı ve hoş olur değil mi? Dost ve post. Bir de tost var tabiî. Bu da işin ikram tarafı!

Dostunuz var, size post seriyor; bir de üstüne tost ikram ediyor; değme keyfine gitsin be birâder! Ama, işte bu sâdece bir muhabbet ve de temennî olabiliyor yalnızca! Mevsimler gibi gelip geçiyor. Hem insan baldan bile bıktığına göre bâzen de değişikliği canına minnet biliyor. Mekân ya da konu değiştirmek istiyor. Hep dost, hep post ve de tostla gitmez bu iş.

Böyle dememe rağmen ben de bu konuyu işleyeceğim gâlibâ bugün. Biraz da mecbur kaldım. Çünkü, bir cenâze dolayısıyla gittiğim Şuayip Köyü’nde bir vatandaşımızın, gelen-geçen ibretle okusun diye evinin duvarına yazdığı şu cümleler bana hemen, yukarıda sözünü ettiğimiz yazıları getirdi. Onlara bir nevî katkı ve de koroya katılma adına fotoğraflayıp sizlerle paylaşmanın faydalı olacağını düşündük.

Aslında durup da, bu vatandaşımıza sorsaydık, bu yazıları buraya nakşetmek neden îcâbetti acabâ? Bir derdi, sıkıntısı mı vardı; neye ciğir etti?! Öyle ya! Durup-dururken niye yazsın ki? Mutlakâ bir sebebi olmalıdır. İnsan sıkıntıya düşünce hemen dostluk ve dostlar gelir akla meselâ. Bu yazı eski bir yazıya benziyor. Demek ki dertler ve sıkıntılar epeydir devam ediyor, hepimizi, herkesi zaman zaman yokladığı ve hırpaladığı gibi. Sonuçta her şey bir imtihan. Onu da başarabilmek ver. Ne mutlu işi sabırla geçiştirebilenlere!

İşte burada, namazlarda hep okuya geldiğimiz şu duâyı tekrarlamak yerinde olacak:

Rabbimiz, dertli kullarına devâlar, hasta kullarına şifâlar,  borçlu kullarına

en yakın zamanda ve en kolayından edâlar nasîp eylesin inşâllâh…

            Zamanımız yaşama zamanı. Ne yazık ki bu herkes için böyle. Bunun için de çok dikkât gerekiyor. Herkes yaşamak istiyor ve bundan tâviz vermiyor. Oradan öteye, dost bilinenlerin yapacağı şey duâdan başka bir şey olmuyor. İnanın, buna da şükretmek gerekiyor. Zîrâ, kıskanıp keyf olanlar da çıkabilir. Dolayısıyle,insanlar artık kendi hayâtını öncelediğinden başkalarıyla bir yere kadar gidiyor.  Oradan ötesi için çok kolaylıkla, “kusura bakma arkadaş!” diyebiliyor.

            Bu sâdece zamânımızın derdi de değil. Hesabı kitabı iyi yapmak gerekiyor. Çok evvel zamanlardan bir örnek verelim: Bir kimse CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ Hazretlerine;

            “Bu zamanda hakîkî kardeşlikler azaldı. Nerde o Allâh için olan kardeşlikler, eski dostluklar?” demişti.

            Cüneyd-i Bağdâdî, bu sözün sâhibine şu karşılığı verdi:

            “Eğer senin sıkıntılarına katlanacak, ihtiyaçlarını giderecek birini arıyorsan, bu zamanda öyle bir kardeşi ve dostu bulamazsın. Ama, kendisine Allâh için yardım edeceğin, sıkıntılarına Allâh rızâsı için katlanacağın kardeş ve dost arıyorsan, böyleleri çoktur.”

            Evet sevgili okurlar, DOSTLUK konusu çok ciddî ve aynı zamanda çok da derin bir konu. Gördüğünüz gibi, daha giremeden yerimiz tükendi. İnşâllâh dostluk konusu hepimiz için köşe yazısı ve edebiyât olmanın ötesine geçer.

Rabbimiz bizleri kendine ve sevgili kullarına, mümin kardeşlerine hakîkî dost olma gâye, şuur ve gayretinde olanlardan eylesin ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

01.10.2010


Mar`12
26
GÜLE GÜLE EY EYLÜL; YİNE GEL BÖYLE..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

GÜLE GÜLE EY EYLÜL;

YİNE GEL BÖYLE!..

 

Sevgili okurlar, bugün; iç içe süreçleriyle târihe geçen o meşhur 2010 Eylülünün son günü.

Bu Eylül var ya bu Eylül; güle güle gitsin sevgili dostlar. Çok yaşasın. Dinlenip tekrar gelsin!

Hoş gelsin, böyle hep safâlar getirsin. Târihe, coğrafyaya, matematiğe vefâlar getirsin!

Çünkü, bu başka, bambaşka bir eylüldü. Çok farklıydı, çok zorluydu, çok özeldi, çok güzeldi!

Bu Eylül diğerlerine benzemiyordu! Doğrusu bu eylül unutulacak eylüllerden değildi dostlar. 

Çünkü, aklı başında herkes; biraz yorgunluk çekmiş olsa da bu eylülden memnun olmalıdır.

Çünkü bu eylül, gerek bizlere, gerek ülkemize, gerekse bölgemize ve de tüm insanlık âlemine,  perdeler araladı, ümit pencereleri açtı, tüm mazlumların yüreğindeki özgürlük ateşini şavkıttı.

Horlanan, zorlanan, dâimâ körlenen insanlarımızın gönüllerine kendine güven duygusu geldi.  

                                             EYLÜL ORDUSU…

Bir düşünelim; Eylül ordusu, ya da Eylül'de Ordu denilince, bu neleri akla getirmeli sizce?

Elbetteki, bu ay içerisinde yaşanan ve bizleri etkileyen, toplumun geleceğiyle yakından ilgili, hepimizin kişisel ya da genel gündemleri gelmeliydi akla. Özel gündemlerimiz bir yana,

genel anlamda hangi birini sayalım ki?  Zîrâ, bu defâki Eylül harmanı oldukça yüklüydü…

Harman diyoruz, çünkü her şeyden önce, mevsim îtibârıyle harmanlarda fındıklarımız vardı.

Eylül Ordusunda bu defâ bir de mânevî harmanımız vardı.  Rahmet ve bereket ayı Ramazan.

Bir de, millet olarak kendimize, komşularımıza ve tüm insanlığa karşı sorumluluğumuzun ifâdesi olan siyâset harmanı. EVET ya da HAYIR; yâni REFERANDUM…

                                    ÜÇ SÜREÇ, ÜÇ İMTİHAN…

            Evet, bu Eylül'de bu üç süreç de geldi geçti. Üçü de zorluydu. Ama, Rabbimiz kolaylığını verdi ve sonuçta bu günlere geldik. Nihâyet, gide gide, gele gele en sona varacağız. Önemsemediğimiz, hevâ ve heveslerimizle, anlık hırslarımızla çalakalem yaşadığımız gündemlerin en sonunda, "tamam!" denilince, geriye ne kalacak? Milim milim hakla-hakîkâtle süslenmiş bir bahçe mi, yoksa, meyvesinin ötede tattırılacağı zakkumlarla dolu gayyâ mı?

İnşâllâh, tüm bu imtihanları başarıyla geçenler arasındayızdır. Tam burada, îman hassâsiyetinin gereği olarak her hâlükârda dikkât etmemiz gereken bir husûsu vurgulamak adına Âl-i İmran Sûresi 77. âyetin meâlini vermek bizim için kaçınılamaz bir görev olarak gözüküyor:

            "Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur; Allah kıyamet günü onlarla hiç konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azab vardır."

            Elmalı'dan, sâdece meâlini aldığımız bu âyetin tefsirine bakarak ayrıntılı yorumlara ulaşabilirsiniz. Bizim söylemek istediğimiz, hiçbir önemli ya da önemsiz sebep, şeriatın sınırlarını çizdiği ruhsat boyutlarının ötesine geçerek bizi Allâh'a verdiğimiz sözler dâiresinden çıkarmamalı. Aksi takdirde, Allâh korusun, dünyâyla âhireti değiştirme konumuna düşeriz.

            Ne mutlu, bahânelere sığınıp kendini aldatmadan, her adımda, her hâlükârda, tüm süreçlerde, Allâh'ın râzı olacağı tercihleri isâbet ettirmek için gayret gösterenlere. Önemli olan bu irâde, bu niyet ve samâmiyettir. Sonuç bizim için çok da önemli değildir. Çünkü, biz yapacağımızı yaptıktan sonra iş Allâh'a kalmıştır. Sonuçta biz nasılsak öyle idâre olunuruz ve de nihâyetinde, hayrın ya da şerrin nerede olduğunu lâyıkıyla ancak Allâh bilir:

"Sizin hayır zannettiklerinizde şer, şer zannettiklerinizde ise hayır vardır" (Bakara, 216)

                       DEĞİŞİM GELİŞİM OLSUN İNŞÂLLÂH!

            Diyânet hizmetlerine fetret dönemi yaşatan 3 yıllık süreç te bu ay, yeni müftümüz Mustafa KOLUKISAOĞLU Bey'in atanıp geçen hafta göreve başlamasıyla sona erdi. Bu da çok hayırlı bir gelişme.

            Bu Eylül'ün Ordu'ya getirdiği bir şey daha var; okul müdürleri arasındaki genel yer değişiklikleri. Bu da, eğitim dünyâsına bir yeni soluk getirecektir. Darısı, başta imamlar olmak üzere diğer değişiklik gerektiren birimlerin başına… Bu paragrafı, -önemine binâen- genişleterek bir başka yazıda işlemeye çalışacağız inşâllâh.

           

                                                    FEYZ'DEN FEYS'E!

Şahsım olarak da, Eylül ayı bize facebook getirdi. Yıllarca direndik ama, geçen gün yazarımız Mustafa ÖZATA Bey, yeni iş yerine hayırlı olsuna gidince, bunun büyük bir eksiklik olduğunu söyleyerek beni kendi elleriyle sisteme kaydetti. Bu değişikliğin de bizler için hayırlı olmasını diliyorum. Hazırını sâdece daktilo niyetine değerlendiriyoruz da, bilgisayarın bakalım bu sistemine ayak uydurup ta hayırlısıyle becerebilecek miyiz? Eskiden FEYZ vardı, -tabiî yine var da,- şimdi moda ve yaygın olan  FEYS! (Face yâni) Haktan hayırlısı.

            Tüm aylarımızın, en az bu Eylül kadar, şahsımıza, milletimize, Ordumuza, yurdumuza gözle görülür hayırlar getirmesi, Rabbimizin bizleri daha nice böyle güzel  aylara yıllara hayırlısıyla ulaştırması dileğiyle ves'selâm…


ORDU HAYAT GAZETESİ

29.09.2010


Mar`12
26
BÜRODA BİT, AMBARDA TAVUK
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BÜRODA BİT, AMBARDA TAVUK!

İşyerimizdeki büroya müşteriler gelmez yalnızca. Başka başka misâfirler de gelirler sık sık; sağ olsunlar. Çok şükür ki tüm bürolar, mağazalar, işyerleri böyle toplumumuzda. Çünkü, sonuçta muhabbetli bir toplumuz. Konuşmayı seviyoruz.

Her neyse, geçen haftalardaydı. İsmini yeni öğrendiğim İsmail ÇAKMAK Amca da arada-sırada uğrayanlardan. Hangi kategoride olduğu önemli değil şu anda; müşteri mi, misâfir mi? Ne fark eder. Sayki, her ikisi! Ama anlattıkları ilginç sonuçta. Kendisi 70-75 yaşlarında. O anlatıyor, biz dikkâtle dinliyoruz:

“Biz çavdar ekmeği ile büyüdük. Ayakkabı görmedik. Çarık vardı. O da ancak 2-3 gün dayanırdı. Onun için çarşıya girerken giyer, onun dışında cebimizde taşırdık. Sonraları kara lâstik çıktı. Onu da zenginler giyebiliyordu.

Falancı kara lâstik giyiyormuş yâhû! deniliyordu.

Ben, MENDERES’in parti kurduğu zamandan berisini biliyorum.

ESKİDEN BİR BİT VARDI; BİZİ YER BİTİRİRDİ!

Elbiseyi çıkartır ateşe silkelerdik. Bitler ateşe düştükçe, mısır gibi, pat pat patlarlardı! Sonra bir DDT çıktı. Bit bitti! Sürmeye bile gerek yoktu. Sanki, duyan gitti!”

Sonra babam girdi söze;

“Ben, dedemler falan hep bir arada otururken bir tarafta ders çalışırdım. Başım kaşınırdı. Bilirdim ki bit var. Onlar sohbet ederken ben başıma tarak vurur, bitleri önümdeki kitaba düşürürdüm. Götürür yanan ateşe atardım. Bitler, pat pat pat diye patlarlardı! Hey gidi günler, ne zamanlardı!”

Bu kez Halil ARSLAN Amca da katıldı bit muhabbetine;

“Ben 58-59 yıllarında geldim Ordu’ya. Demokrat Parti dönemiydi. DDT o günlerde yeni çıkmıştı.  Sokaklarda bile, sanki müjde verir gibi bağıra bağıra satılıyordu:

BİTLERE PİRELERE SON! BİTLERE PİRELERE SON!

diyerek! İsmail Amca, kaldığı yerden devam etti söze;

“Onu demek istiyorum. Halk Partisi’nin bu memlekette dikili taşı yoktur. Vatandaşın hazır yaptığını da elinden alırlar.  Sâdece hep konuşurlar. İşleri bu. Kırık iğneleri dahî yok. Elbette EVET çıkacak!

Çocuklarım telefon ettiler referandumdan önce. Aman sola oy vermeyin diye. Kendim de ömrümce zâten hiç vermedim. Onların biz ne devirlerini gördük. Hadi mânevî yönü bir tarafa, madden de nefes aldırmıyorlar! Onların AŞAR’larını, SİRKÂT’lerini; hepsini gördük.

Eskiden neydi; ekinleri, buğdayları, arpaları hükümetten saklamak için toprağı kazar içine gömerdik. Bize yetmiyordu ki, verebilelim. Hükümet te bulduğunu vergi diye alıyordu.

Hayvanlar da öyle; türlü türlü şekillerde saklanır, gizlenir; gelen memurlardan kaçırılırdı. O günün şartlarında kaçmaktan, kaçırmaktan başka çâremiz yoktu. Zâten kıtlık günleriydi. Yoksulduk, açtık!”

Gençliğinde, CHP’de yıllarca yöneticilik yapmış olan İrfan Ağabey de en sıcak haberlerden biriyle katıldı sohbete:

“Bir arkadaş var, akşam oturup çay içtik. Bana dert yandı. Ne heveslerle binâ yaptırdı sâhil boyunda bir yere. Bulunduğu yörede 574 oyun 500’ü HAYIR çıkmış. Çoğunluk solcuymuş. Her akşam evlerin balkonlarında, ya da bahçede içkili sofralar kuruyorlarmış! Bu hayat tarzından bu sonucun çıkması normâl. Bu sonuç ta gösterdi ki; BURASI BİZE GÖRE DEĞİL. EVİMİ SATILIĞA ÇIKARDIM! diyor.”

Evet sevgili dostlar. CHP bu. Çizgisi belli. Onlar bundan rahatsız değiller. Kendileriyle de oldukça barışıklar. Çünkü onların kimlikleri ve hayat tarzları böyle. Bunu onlar da biliyor, halk da biliyor. Biz de biliyoruz. Çeşitliliğin gereği de bu. Bu tablo, manzara ve gerçeği onlar dâhil herkes kâbullenmeli. Herkesin aynı olma imkân ve ihtimâli zâten yok. O zaman huyu-suyu, alışkanlıkları farklı olanların farklı tercih yapmaları gâyet doğal ve birbirinden oy beklemesi biraz hayâl ürünü gibi değil mi sizce de?

Hâl böyleyken, ortada değişen bir şey olmadığı, kimse de başkasının yoluna gelmediği, kimse ne inancından, dininden-îmanından, ne mezhebinden, ne meşrebinden, ne de yaşama biçiminden tâviz vermediği, milletin CHP’ye karşı geleneksel tutumunun da referandum sonucunda apaçık belli olduğu hâlde, CHP Ordu Milletvekilimiz Rahmi GÜNER Bey, geçen hafta sonu(23.09.2010) yaptığı açıklamada rüyâ mı, hayâl mi, her ne ve nerede gördüyse, şöyle buyurmuş:

“CHP olarak ülke genelinde oyumuz artıyor. Yavaş yavaş iktidara yürüyoruz.”

Artık, bu söz üzerine ne denir dersiniz? Siz ne diyeceğinizi daha iyi bilirsiniz sevgili okurlar, ben artık ne diyeyim?!

Öyle de, şimdi asıl şöyle bir durum var; Referandum öncesi iktidarla kanlı-bıçaklı, pardon KANLI-KILIÇLI olan KILIÇDAROĞLU, şimdi Başbakan’la yan yana görünmeye başladı. Sandıktan gerekli ders alınmış olmalı!

Ve de, Rahmi GÜNER vekilimizin İKTİDARA YÜRÜYORUZ sözünü, İKTİDARLA YÜRÜYORUZ olarak anlamalı ve el’hak doğru diyebilme erdemini göstermeliyiz.

Ancak, biz ne dersek diyelim, gerçek olan şey; yalnızca sözlerle değil,

özleriyle de halkla bütünleşebilenlerin iktidâra yürüyebilecekleridir.

Hükûmet iktidara bu yoldan gelmiş, muhâlefet te bunu nihâyet anlamış,

ve de o yolu keşfedip izleme turlarında gibi gözükmektedir.

Özlemişiz doğrusu. Ne güzel bir manzara! Haydi hayırlısı ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

28.09.2010


Mar`12
26
YENİ MÜFTÜ, YENİ SAYFA..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

YENİ MÜFTÜ, YENİ SAYFA…

Sevgili okurlar; Müftülük ve Ordu İmam-Hatip Lisesi, her ne kadar emekli de olsak bizim için ikinci adresler olmaya devam ediyorlar. Birinde hem okuduk, hem de yıllarca görev yaptık. Diğeriyle, branşımız ve de Diyânet Vakfı üyeliği dolayısıyla devamlı iç içeyiz. Tüm faaliyetlerine katılmaya çalışıyoruz. Ayrıca çalışanları içerisinde yakınlarım, arkadaşlarım ve de çok sayıda öğrencimiz var. Tüm bunların ötesinde, gazete bağlamında da doğal olarak ilgilenmek durumundayız.

İşte bundan dolayı, önceki Cumâ günü yeni İHL müdürümüz Mustafa AKKOZ Bey’i ziyâret ettiğimiz gibi, geçtiğimiz Cumâ günü de, geldiğini yeni duyduğumuz, yeni müftümüze sıcağısıcağına hoşgeldine gittik bir arkadaşla. Çünkü, Ordu’da, özellikle müftülük konusu bir-kaç yıl süren evlere şenlik olaylar dizisine dönüşmüştü. Bu karışıklıkta bâzen 2 müftümüz bile olabilmişti aynı anda. Sonra ikisinin de gitmesiyle bir boşluk oluşmuş, o bile bize çok iyi gelmiş, onca sinir harbi ve yorgunluğun üzerine biraz nefes alabilmiştik. 

Şunu söylemek gerekir ki, bu tansiyonu yüksek sürecin ardından görevi vekâleten yürüten Kemâl MENCELOĞLU Bey dengeli, dikkâtli ve istişâreli idâreciliğiyle kurumu bugünlere taşımış, hattâ güzel hizmetlere imza atmıştır. Bildiğimiz kadarıyla, öncelikle fizikî kapasite îtibârıyle bünyesel anlamda gözle görülür ilerlemeler kaydedilmiştir. Binâlar yükseldikçe, açılışlar ve programlar yapıldıkça, -biraz da dikkâtler başka olaylara kaydığı için- bu, sessiz gibi seyreden dönemin sesleri çıkacak ve emeği geçenler hayırla yâdedilecektir. Rabbim cümle ilgililerden râzı olsun…

Evet, ne diyorduk; yeni müftümüz Mustafa KOLUKISAOĞLU Bey bizi oldukça doğal ve sıcak karşıladı. Samîmî ve resmiyetten uzaktı. Bizde bıraktığı ilk izlenim bu. Ulusal medyadan öğrendiğimiz kadarıyla, hizmet ettiği tüm yerlerden de sitâyişkâr izlerle ayrılıyor. Rabbimiz, hocamıza burada da şahsiyetiyle mütenâsip olumlu, erdemli ve iyi icraatlara muvaffak eylesin inşâllâh. Din gibi, çok hassas bir konuda ölçüyü denk getirmek oldukça zor.

HİZMET ORDUSU…

Hele bu, Ordu gibi yerlerde, zorun da zoru. Çünkü, geçen dönem Ordu, giden Vâli Ali KABAN’ın kişisel yönetim tarzlarından kaynaklanan gerginlik ve kırgınlıklarla dolu bir keşmekeş süreci yaşadı. Bundan en çok etkilenen kurumların başında da müftülük vardı. Müessese çok yara aldı. Bu arada dikkâtler makamdaki gelgitlere yoğunlaşmışken, o karambolde bünyeden bâzı rahatsızlıklar zuhur etti.

Nitekim, müftü beyle görüştüğümüz geçen günün akşamında bir câmideki görevlilerle ilgili internet sitelerine düşen uyumsuzluk haberleri hem sendikalar, hem de görevlilerin fotoğrafı bağlamında ipuçları veriyordu. Buradan 2-3 ay öncesine gidince, belki ıslak imza gibi değil ama, daha organize ve kirli, din adına daha fecî sahtekârlıklar vardı merkez görevlilerle ilgili olarak medyada.

Şunu söylemek isteriz ki, ilimizde, “el çabukluğu mârifet” kabîlinden yöresel, töresel ya da başka türsel indî kayırmalar bilhassâ mânevî hizmet sistem ve dokusunu tahrip etmiştir. Olmadan oldurulanların şımarıklık ve taşkınlıkları, ne oldum delilik ve sonradan görmelikleri, çok hassas olan din hizmetinin vakarıyla bağdaşmayan çiğliklere sebebiyet vermiştir. Hem il olarak, hem câmiâ olarak, tüm bunların sonucu ortaya çıkan çalkantılardan artık gınâ gelmiştir.

ŞANS, KADER, KISMET…

Mh. Hocam. İşte, tam bu noktada sizi Ordu için, her şeyden önce, bir toparlanma şansı olarak gördüğümüzü söylemek istiyoruz. Yaklaşık 3 yıldır bu makam polemikleriyle ülke, tatsızlıklarıyle de halkımızın gündeminde. Durum ortada. Siz, aynı zamanda kendi bölgeniz olması îtibârıyle ister-istemez burayı tâkip ediyor ve de bura insanlarını da zâten tanıyor, biliyor olmalısınız.

İnanıyoruz ki tüm bunlar ve bizde bıraktığınız intibâ ve olgun kişiliğinizin avantajıyla berâber, her şey, sizin önderliğinizde rayına oturabilir. Öteden beri samîmiyet ve gayretlerine şâhit olduğumuz birikimli, deneyimli mesâi arkadaşlarınız da zâten yanınızda. Bizler başta olmak üzere, tüm kamuoyunun da, her zaman olduğu gibi, samîmî gayretlere kendi imkânları ve kâbiliyetleri ölçüsünde katkıda bulunacağı muhakkaktır.

Deruhte etmek durumunda olduğunuz bu misyon ve yapacağınız mukaddes görevinizde Rabbim yardımcınız olsun. Siyâsetçisi, sendikacısı, yakını ya da arkadaşı, her kim olursa olsun, sizi liyâkât, hakkâniyet ve adâletle icraat yapmaktan alıkoymaya çalışacak, böylelikle kendi çıkarı için selim akılları ve kâlpleri huzursuz edecek, zâten yok noktasına gelmiş bulunan müesseseye güven duygusunu tamâmen pörsütebilecek olan böylesi sürüyle insanlardan hiç birine fırsat vermesin…

HİTÂMUHÛ MİSK”

Ordumuz bu ay sizinle berâber değişiklik ve yeniliklerde zirveyi yakaladı. Câmiamızı -yakından demiyorum- doğrudan ilgilendiren İmam-Hatip Lisesi’ninki dâhil, hemen hemen tüm okulların müdürleri değişti. Tüm Orduluların mânevî eğitiminin öncüsü olan sizinle bu süreç taçlanmış oldu. İnşâllâh, yeniliklerle, tâzeliklerle, güzelliklerle geldiniz. İnşâllâh, gelişinizle Ordu’da her türlü hayırlı hizmet kıvamı; “HİTÂMUHÛ MİSK”e tekâbül etmiş olacak.

İçimde bir ses, Güzel Ordu’da her şeyin, dünden daha güzel olacağını söylüyor…

Sizlerin, bizlerin, Ordumuzun, yurdumuzun hepimizin yolu ve bahtı açık olsun.

Aramıza, tekrar HOŞ GELDİNİZ, SAFÂLAR GETİRDİNİZ Muhterem Hocam.

“MEVLÂ GÖRELİM NEYLER; NEYLERSE GÜZEL EYLER” ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

26.09.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 54 55 56 57 58 [59] 60 61 62 63 64 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...