|
|
FINDIKTAN REFERANDUMA
Fındık mevsimi artık eskisi gibi normâl gündemiyle gelip buyurmuyor bahçelerimize, tarlalarımıza, evlerimize-ocaklarımıza, balkonlarımıza, harmanlarımıza. Bu sene sanki, Ramazan öncesi atmosferin getirdiği hızlı temponun, insanlar üzerinde bir baskısı var gibi. Fındık mevsimi, her zamanki şen-şakrak havasını estirmemekte ısrarlı sanki. Şarkılar, türküler, maniler gelmiyor akıllara. Coşkular şavkımıyor karşı yamaçlara. Sessiz-sedâsız, derinden bir mevsim yaşıyoruz. Herkes içine kapanmış âdetâ.
Özellikle bu dönem, ayrıca bir de, referandum öncesine denk geldiği için, bir-kaç yıldır tartışma konusu yapılan doğulu işçiler meselesi iyice siyâsî polemik malzemesi hâline getirildi. Bunun getirdiği bir kekrelik de var gibi ortalıkta. Duygular ve düşünceler ipotek altında olmalı. Bir sıkıntı olduğu ap-açık.
Ancak, Ordu Vâliliğimizin mevsime özel olan, bu konudaki çabaları gâyet olumlu. Doğulu Fındık işçileriyle ilgili öteden beri yapılan açıklamalar oldukça sağduyuluydu. Hazırlanan geçici yerleşim birimleri de çok beğenildi. Sosyâl imkânlar îtibârıyle de çok yeterli görüldü. Ordu insanının geleneksel misâfirperverliği ile örtüşen bir tavırdı ayrıca bu. Sayın vâlimize, bir Ordulu olarak da bu anlamda ayrıca teşekkür ediyoruz.
Bizler de bu tavrı örnek alarak, bu insanlara, her şeyden önce bir insan, bir misâfir, bir kardeş olarak, bize yakışan tavrı göstermeliyiz. Bu memleket ne kadar bizimse, o kadar da onların. Bu, bin yıldır böyleydi, şimdi de böyle ve hep böyle olacak. Başımıza belâ edilen bu konuyu açıklamak için de olsa “BİZLER, ONLAR!” diye bir ayırım yapmak insanın vicdanına ağır geliyor doğrusu. Onlara yapılacak bir kötülüğün tüm ülkeye, ve hattâ tüm İslâm Âlemi’ne ve insanlığa yapılmış olacağını, bunun olumsuz sonuçlarıyla bu dünyâda olmasa da âhirette mutlakâ karşılaşacağımızı unutmayalım.
Bu anlamda, dün yaptığım ufak bir gezi ve bir nevî yoklama, gerek iş sâhipleri, gerekse misâfir işçilerle sohbetlerimiz sonrasında vardığımız kanaat, genelde bir problem olmamasına rağmen, özelde, bu misâfir insanlara karşı yer yer hiç umulmadık çıkışlar ve beklenmedik sataşmalar yapıldığı şeklindeydi.
Gerek işçilerden, gerekse hemşehrilerimizden konuştuğumuz insanlar bu tavırdan son derece rahatsızlar. Hem de, halkımız son derece sağduyulu ve de çok sağlıklı tahliller yapabiliyorlar.
“Bu referandumda EVET demesi gerekenlerin başında
MHP ve BDP gelmeliydi aslında!” diyorlar.
Zâten, işin çilesini çekmiş gerçek ülkcülerin evet’çi olduğunu vurguluyorlar. Adı BARIŞ ve DEMOKRASİ olan BDP’nin, bu tavrıyla, savunduğunu söyledikleri doğu halkından, Barış ve Demokrasi’den daha çok, darbelerden ve askerî anayasadan, dolayısıyla ERGENEKON olarak adlandırılan derin yapılanmadan yana olduğu açıkça ortaya çıkmış oluyor diyorlar.
PKK, BDP, CHP ve ne yazık ki MHP de aynı yerde;
red safındalar yâni. DOĞRUSU ÇOK İLGİNÇ!
GÖRENEDİR GÖRENE; KÖRE NEDİR, KÖRE NE?
Siyâsî taassup, ya da, görüntüde halktan, esasta tam tersi bir yerlerde, kapalı kapılar arkasında duran insanlar, gruplar ve her türlü sosyâl oluşumların hırsları sebebiyle zaman zaman ülke genelinde bâzı yerleşim birimlerinde meydana gelen gerginlikler, buralarda, taşra köy ve kasabalarında yaşanan tiranlıklar, Osmanlı’ya yaptıklarıyla yetinmeyen gizil güçlerin sinsi siyâsetlerinin dışarıya yansıyan tezâhürleridir.
Hesaplar tutacak mı? Bence, RED CEPHESİ’nin hesabı tutmayacak.
Bu cephenin öndeki aktörlerinin aksine, doğulusu-batılısı, güneylisi-kuzeylisi, siyahı-beyazı, sarışını-kumralı, milletin ezici çoğunluğu işin farkında.
Önümüzde Ramazan var. Sonra, 3 gün BAYRAM. 4. gün 12 EYLÜL. Bu 12 EYLÜL, o bildiğiniz darbe 12 EYLÜL’ünün sonu olacak. Ülkemizde, milletin sesini daha gür çıktığı yepyeni bir dönem başlayacak.
Rabbimiz, kardeşçe yaşamamızın önünde, bilerek ya da bilmeyerek engel teşkil etmek isteyenlere fırsat vermesin. Milletin-memleketin, dînin-diyânetin selâmeti için çalışanların yardımcısı olsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
08.08.2010 |
|
|
BATMAN’DAN ÇIKTIM YOLA,
TOSLADIM BİR ULU-SAL’A
Doğu’dan, Güneydoğu’dan, Urfa, Adıyaman, Mardin, Batman vs.diyârlarından geldiler. Minibüslerle. Çelik-çocuk, kız-kızan vıkıç vıkıç. Saatlerce. Öğlede bindiler, akşam oldu, gece geçti, güneş doğdu; hâlâ gidiyorlar. Bacakları uyuştu, kolları koptu, gözleri batıştı. Havasızlık bunalttı bir yandan, o daracık minibüse çift kapasiteyle doluşunca. Ekmek parası için düştüler yollara. Tek tek hesaplayınca bir yekûn teşkil etmese de, bir âileden bir-kaç kişi olunca bir yaralarına merhem olacak meblağa ulaşabiliyordu elde edecekleri para.
Çoğu zaman hiç de elverişli yerler olamayabiliyor konakladıkları yerler üstelik. Çadırlarda kalanlar da var. Belki de bunlar, ev altlarında, samanlıklarda, damları akan serendilerde, rutûbetli ardiyelerde kalanlardan daha şanslılar. Ama, sonuçta göçebe milletiz. Genlerimizde konar göçerlik var. Çadır da bunun simgesi konumunda. Bunun şunu-bunu, o ırkı, bu ırkı yok. Bu coğrafyanın insanı hep aynı millet. Târihi aynı olduğu gibi, geleceği de aynı olacak.
İşte Rabbimiz, bu günlerde bize bunu daha bir güzel öğretiyor. Ya doğulu kardeşlerimiz olmasaydı ne yapacaktık bugün? Onların bizim için, bizim onlar için birer kopmaz, koparılamaz parça olduğunu, birbirerlerimiz için birer nîmet olduğumuzu bir kez daha anlamış olmalıyız.
Ama, gel görkî, ne zaman millet lâfı telâffuz edilmez, yerine ulus denen sözüm ona sözcük bir yerlerden bulup-buluşturularak idrâkimize monte edilmeye çalışıldı. Bu uyduruk kavram her şeyimizi, birbirimize bakışımızı, toplumsal nakışımızı, yavaş yavaş değiştirip dönüştürdü. İşte bu gün, bu kelîme, harcımızı dinamitleyen gürûhun sembol ifâdesi oldu.
Ulusal kavramına tutunanların toplumda estirmek istediği havaya bir iki örnek arz edeyim isterseniz:
“ÇEK ARABANI, HEM BİR DE BATMANLI’SIN?”
Doğudan gelen iki minibüs, yolcularını köylere kadar götürerek yerlerine teslim edip yüklerini boşalttıktan sonra şehre dönüyorlar. Orada, iş sâhipleriyle görüşmek için arabalarını park ediyorlar. Daha yere iner inmez, 52 plâka bir araba bu insanlara çıkışıyor:
Bu ne biçim park böyle? Hem başka yer bulamadınız mı?
Beyefendi sen aklını mı kaçırdın? Bu parkın nesi var? Kamyon bile geçer buradan?
Hayır, ben istemiyorum buraya park etmenizi. Hem bir de Batmanlısınız?
Olayı anlatanlar, saldırganların tiplerinden zihniyetlerini tahmin etmenin mümkün olduğu boylu-poslu, kısa kol ve pantolonlu, iki-üç kişi olduğunu, minibüsçülerin de bir-kaç kişi çoğalıp, araya oradakilerin de girmesiyle, bağıra-çağıra oradan uzaklaştıklarını ifâde ettiler. Olaya üzüldüklerini, misâfirlere karşı çok ayıp olduğunu belirttiler. Minibüsçülerin,
Batman’da bizim mahallede bir sürü Ordulu var. Biz de onlara böyle mi yapmalıyız? Hem, sizler gelseniz Batman’a biz size böyle mi davranırız? Şeklinde konuştuklarını ve mahcup olduklarını belirttiler. Keşke aracın plâkasını alsaydık dediler.
KARPUZDAKİ “HAYIR!”
Doğu’dan gelen başka işçilerle konuşurken öğrendiğimiz kadarıyle benzer durumlarla karşılaşanlar olmuş. Onlara da bir misâl olarak anlattığım gibi, bu gibilerinin düşmanlığı sâdece doğululara değil. Kendileri gibi düşünmeyen herkese. Olayımız şu: Aynı günlerde, mevsimlik köy alışverişi için manavları dolaşıyoruz. Birinin önüne geldiğimizde bir karpuzun üzerine HAYIR yazısının kazınmış olduğunu gördük. Sorduk. Adam îzah etti. Fiyatla ilgili bir şeymiş. Daha önceki fiyata hayır, şimdi fiyat böyle anlamına geliyormuş. İyi, güzel dedik. Ama, adam, saçı-sakalı, boyu-posuyla dâvâsının adamı olmalı ki;
Öbür anlamda soruyorsanız, ona da HAYIR!
dedi ve bir-iki defâ da vurguladı. Hem de bir yerlerden intikâm alır, ya da bu uğurda savaşmaya hazır bir tarzda. Genç adamın gözü dönmüştü. Hatâ belki de kendisinde olsa da, anlaşılan hükümete öfkeliydi. Kendisini temize çıkarmanın en güzel yolunu, suçu başkasına atmakta bulmuştu. İlk oylamada bunu belli edecekti. Bu sâdece sıcağın etkisi değildi, daha şimdiden, her türlü fedâkârlığa hazır olduğunu belli etmişti. Değil sâdece bizi, bütün müşterisini kaybetse de, umurunda değildi!
Ama, ne adınaydı bu? Batmanlı kardeşlerin yerinde olsanız siz ne yapardınız? Veyâ, siz oraya gidince size böyle bir hareket yapılsa siz ne düşünürdünüz? Bunlar hoş hareketler değil. Buraya ekmek parası için gelmiş bu Tanrı misâfirlerine böyle davranmak erkeklik olmadığı gibi, insanlık hiç değil. Birkaç kendini bilmezin, Ordumuzu bu hareketleriyle yanlış yansıtması da kabul edilebilir değil. allâh ıslâh etsin, ne diyelim!
Sevgili okurlar. Şu mübârek ÜÇ AYLAR ve RAMAZAN mevsiminde, size söylemek istediğim şu ki, siyâsî görüşlerimiz ne olursa olsun, kardeşliğimizi zedelemeyelim. Tüm insanlarımızı bağrımıza basarak, Yunus’lar, Mevlânâ’lar, Hacı Bektaş’lar gibi sevgi kahramanları yetiştiren bir ANADOLU İNSANI olduğumuzu gösterelim. Kardeşlikle siyâseti karıştırmayalım. Bu millet artık kardeşçe yaşamak istiyor. Yaraları narmaya çalışalım. Onlara özellikle güzel davranarak, bu milletin birliğine, ülkenin dirliğine hizmetin bir parçası olalım. Kardeşliğe zarar verici hareketlere meydan vermeyelim. Her şeyi bir tarafa bırakıp, her şeyden önce Allâh’tan korkalım. Olaylara bu zâviyeden bakalım.
Cumânız mübârek, hasadınız bereketli, kardeşliğiniz muhabbetli olsun.
Allâh’ın rahmeti, mağfireti ve inâyeti üzerinize olsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
05.08.2010 |
|
|
ORDU UÇUYOR (MU?)
Mecbûren uçuyor? Uçacak! İsterse uç(urul)masın! Emre itaatsizlik olur mu, olabilir mi hiç?
Burası neresi? Emri veren kim? Adıyla-sanıyla ORDU. Ordu deyince duracaksın arkadaş!
Herkes duracak! Hem burası -ayrıca- sıradan değil, meşhur İbrâhim FIRTINA’nın ORDU’su!
Hani fî târihlerinde, Ordu üzerinde, savunmamız adına hep gururlanageldiğimiz jetleri uçuran, onlardan birini de, geçen yıllarda Ordu sâhiline, lise düzüne maket olarak konduran ADAM!
Şimdi 102’liklerin ilk beşinde yer alarak adını-nâmını daha da yaygınlaştıran hemşehrimiz.
İşte oralardan, o iklimler gibi bir yerlerden, çok derinlerden bir ses, bir özge mesaj gelmiş;
soydan asker, boydan yiğit Hisarcızâdelerden, HİSARCIKLIOĞLU Rıfat Bey nam zât,
o çok derin, herkesin giremediği, girenin de kolay kolay çıkamadığı hisarlardan aşarak,
Ordu’ya gelip, karşısında bir de Ordu görünce, çok çok derinlerden bir nefes alıp kükremiş,
yukasıyla deriniyle hatırı sayılır bir mücâdele ve savaş sath-ı mâili olan siyâset meydanında
kükremiş de ne emretmiş, ne inciler döktürmüş? Bakalım nasıl eyitmiş ve de ne buyurmuş:
“HAVA ALANINIZI YAPMAYANA OY VERMEYİN!”
Oy, demek ki çok önemli sevgili okuyucular. Kıymetini bilin, sorumluluğunun farkında olun. Adam TOBB Başkanı, alanı ekonomi. Ziyâretin sebebi muhâlefet. Konu; OY ANAM OY!
Ordu’nun bir kısım özel çevreleri, o tiz perdeden efelenmeyi yüce karakterine uygun görmüş!
Biz böyle bir tavrı ne kadar nezâketsiz, zerâfetsiz, onların tâbiriyle etik olmayan bir şey, ve de millî karakterimize münâfî olarak değerlendirsek de, onlar tüm demokratlıklarıyla berâber,
bu söyleme, dört elle sarılarak, onu basın üzerinden sevimsiz bir tehdite dönüştürmüşler!
“HAVA ALANINIZI YAPMAYANA OY VERMEYİN!”
Bu özel adamlar ne kadar çok insancıl, hoşgörülü, sevgi ve saygı dolu gibi görünseler de,
halkın değerleriyle barışık kesimlere Fransız kalmayı çağdaşlığın gereği olarak algılıyorlar.
Onlara bir şekilde muhâlefet etmeyi, aykırı gitmeyi, takoz olmayı görev addediyorlar.
İstedikleri gibi konuşuyorlar, saçıp-savuruyorlar, yakıp-kavuruyorlar, tehdit savuruyorlar.
Tıpkı, YA SEV, YA TERK ET! Gibi bir şey…
Öyle ya, adamlar bu memleketin asıl sâhibi, öz evlâdı, çağdaş ağaları. Gerisi külliyen maraba!
Boşa da kürek sallamıyorlar nitekim! Yalan mı? İşte meyvesi! Etkiyi hep birlikte gördük!
Derin nefesli buyruklar, buyruk değil tavsiye bile olsa Ankara’yı titretmiş. Ödünü patlatmış!
Hükümet paniklemiş. Muhâlefet naniklemiş!
İktidar korkudan kulaklarını iyice diklemiş!
Bırakın teşkilâtları, vekilleri, müsteşarları, bakanları bir yana, bakmayanları da taa öte yana;
performansıyla bütün dünyâyı hareketlendiren, diplomatik atakları, politik manevraları,
gerek iç, gerekse dış icraatlarıyla kendinden söz ettiren, cesâreti herkeslerce müseccel,
ülkedeki tüm yasa ve kural dışılıklarla canı pahasına mücâdele etmeye kararlı başbakan,
İsrâil gibi İsrâil’e bile, Amerika ve tüm dünyâya rağmen VAN MİNÜT çeken adam tırsmış, korkmuş, en son OR-Gİ demiş, başka bir şey dememiş ve de kendini kurtarıp nefes almış!
ORDU BÜYÜK İSİM, DERİN KELİME!
Ordu büyük isim, derin kelime el’hak. Ordu deyince diller tutuluyor, Edebiyat bile susuyor.
Memleketin Karadenizli yiğit evlâdı, üstüne üstlük bir de Kasımpaşalı’sı olmakla nam salmış, koskoca Recep Tayyip ERDOĞAN’ının bile eli-ayağı titriyor, kanı donuyor adını duyunca.
Bravo sana Ordu! Bu TAYYİB’in hakkından ancak sen gelirsin! Onu dize ancak ve ancak sen getirebilirdin. Öyle de oldu. Helâl sana doğrusu! Bunu başka hiçbir isim beceremez!..
Hükümete geçmiş olsun. Büyük bâdire atlattı. Top direkten döndü. Takım son anda kurtuldu.
Yoksa dağılacaktı. Bir milletvekili bile çıkaramazdı. Referandumdan %100 HAYIR çıkardı.
Vekillerin hepsi dökülürdü. Şimdi havaalanının yapılacağı açıklandı. Hükümete geçmiş olsun.
Memleketin asıl sâhipleri, ona istiklâl harbinde öncülük eden CHP ve de sonraları, sol-sağ savaşında KOMONİST(!)lere karşı yapılan savaşta öncü rol oynayan MHP’liler, o yiğit oğlu yiğitler, her hâlde şimdi mertçe ve harbîce davranıp, hükümet lehinde oy kullanacaklar. Nitekim Ordu’da MHP deyince ilk akla gelen isimlerden MHP’li Cemâl ENGİNYURT geçen gün iddialı bir açıklama yaparak bunun sinyâllerini verdi. Artık Ordu’da problem yok.
Vekil mi vekil; hem de hepsi. Belediye Başkanı mı, al sana Belediye Başkanı. Bu kadar basit!
TÜM BUNLAR İŞİN LATÎFE TARAFI
Tüm bunlar işin latîfe tarafı. İşin aslı, bu sloganı atanlar zâten hiçbir partiye oy vermemeliler. Zîrâ, OR-Gİ’nin temeli atıldıktan bu yana iktidara gelmeyen hiçbir parti yok şu an mecliste.
Bu söz, sırf muhâlefet olsun, “lâf olsun, torba dolsun” diye sloganlaştırılmış bir ifâde.
Sonuçta, tek karar mercii Recep Tayyip ERDOĞAN bana göre. O istemese olmazdı.
Bunda, ne tehdidin payı var, ne de başka şeyin. Sâdece vatan-millet sevgisi ve hayırlı hizmet. Ülkeye güzel eserler kazandırmak.Çünkü, Tayyip Bey tehditle iş yapacak karakterde değil.
Burada, kimse kendine pay çıkarmasın. Çünkü, milletini en az herkes kadar o da tanıyor.
Bu sloganı yazanlar ne yazarsa yazsın, millet gerçekleri görüyor, hükümete güveniyor.
OY ve TEHDİT
Bunu, kendisini sıkıştırmak adına yazanların şimdi oy vereceğini söylemek mümkün mü? Çünkü, oy verecek adam zâten tehdit yolunu seçmez. Bunun nâzikâne yolunu bilir.
Eskiler ne demişler; USLÛB-İ BEYÂN, AYNIYLE İNSAN! İnsanın sözü, özünün aynasıdır.
Milletimizi ve Ordu halkını bu tavırların tamâmen dışında, âdil bir hakem olarak görüyoruz.
Yapılan ve yapılacak hizmetleri, insaf gözü açık olan vicdan sâhipleri görüyor, îtiraf ediyor.
Bence bu projenin bu safhaya gelmesinde mâlum tehditin hiç mi hiç payı yok. İnancım bu!
Eğer, mutlakâ vardır diyorsanız, ben de diyorum ki; belki gecikmesinde olmuş olabilir!
Evet, Ordu uçuyor. Karada bile uçuyor. Yollar eski yollar değil. Ama, görmeyenler yine var! Daha da uçacak. Yine de görenler görecek; görmeyenler verip-veriştirecek! Bu da kaderden!
Sevgili okurlar; bunca hizmet etmeye çalışan insanlara karşı geliştirilen bu hoyrat söylem,
rahatsız edici bir ısrarla sürdürüldü. Bu Ordu’ya yakışmadı. Bunu söylemek istiyorum. Bilmem yazanlar hicap duyacak, benzer hatâlara düşmemek için gayret gösterecekler mi?
Ordumuz, daha nice güzel hizmetlere lâyıktır. Emeği geçenlere müteşekkiriz.
Başta Başbakanımız ve bakanlarımız olmak üzere tüm ilgililere teşekkür ediyoruz.
Rabbim, ne kendisine, ne de hizmet eden kullarına karşı nankör olanlardan eylemesin,
bu anlamda ve her boyutta sağduyunun yardımcısı olsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
01.08.2010 |
|
|
REFERANDUM ve HAYAT
Günde belki onlarca iş yapıyoruz, sayısız adımlar atıyor, kararlar veriyoruz. Yüzlerce kişiyle karşılaşıyor, nice nice ziyâretler yapıyoruz. İşimiz-gücümüz var, tatlımız, acımız var. Düğünler, cenâzeler, dâvetler, dernekler, komşuluk, hısımlık-akrabalık, ev-ocak, köşe-bucak, cemiyet, siyâset, spor, kültür. Türlü türlü işler, meslekler, aktiviteler, meraklar!
Önümüzde REFERANDUM var. Ya EVET diyeceğiz, ya da HAYIR. Önemli bir karar arifesindeyiz. Sâdece akılla değil, kâlp gözüyle de bakacağız olaya ve en doğru seçimi yapmak için kılı kırk yaracağız. Netîce îtibârıyle de, hem kendimiz, hem milletimiz, hem memleketimiz, ayrıca dünyâmız ve de hem âhiretimiz için en uygun olacak tercihe EVET deyip mührü basacağız.
Tüm bu ve benzeri tercihleri, hareketleri niçin, ne adına, hangi şuur ve gâyeyle yapıyoruz? Hangi çağrıya uyuyor, hangi sese kulak veriyor, hangi kriterleri gözetiyor, hangi ilke ve prensipleri göz önünde bulunduruyoruz?
Öyle ya; ölçüsüz, endâzesiz iş olur mu? Hele ömür, hele hayat, hele millet, hele memleket, hele hele âhiret? Yoksa, akıl yok, iz’an yok gibi, hep mi sessiz-soluksuz, şekilsiz-kılıksız bir mâhiyette bir hayat sürüyoruz? Peki, böyle bir durum söz konusuysa, böylesi yaşamak nice yaşamaktır? Ya da yaşamak mıdır?
YAŞAYAN ÖLÜ OLUR MU?
Huzeyfe Hz.leri şöyle buyuruyor:
Asıl ölü, hayâtını yitiren değil, yaşarken ölendir!
Yaşayan ölü nasıl olur ki?
İyilik nedir bilmeyen ve kötülükten de sakınmayan kimse, yaşarken ölmüş demektir!
Şimdi, bu söz ışığında çevremize bir bakalım. Kim, bu anlamda bir kaygıyla yaşıyor hayâtını? Kim işin aslını öğrenme, anlama, kavrama ve bu şuurla yaşama peşinde? Zenginlik çok mâşâllah. Giyimler-kuşamlar, süper çağdaş manzara ve yaşamlar. Çeşit çeşit arabalar, yollar, caddeler, sokaklar, köyler, kasabalar, yaylalar, cenikler, çeşme başları, kenar boşları dolu.
Her yer toz-duman. İnsanlarda rahatlık yok; dur-durak yok. Kılıklar-kıyâfetler, ikramlar-ziyâfetler, partiler-siyâsetler, oyunlar-âfiyetler. Oradan oraya, buradan şuraya; bir kararda durmuyorlar, bir karara gidiyorlar. Nereye? Nereye gittiğini bilen, ya da bilerek giden var mı?
Elbette, herkes bir yerlere gidiyor ve niye gittiğini de biliyor. Önemli olan, gidilen her yerin, atılan her adımın bizi, aynı zamanda iyiliklere, güzelliklere, sonuç îtibârıyle sevaplara ulaştırması. Aksi takdirde, görüntüler bizi yanıltır. Bu duruma düşmemek, hüsrâna uğrayanlardan olmamak için, işi ciddîye almak ve de çok titiz davranmak gerekir. Bu konuda hassas olan erdem tutkunu şahsiyetler güzel ölçüler vermişler, pratik formüller ortaya koymuşlardır.
HANGİSİ İYİDİR?
Recâ bin Hayve Hz.lerine sormuşlar; o da cevaplamış:
Yaptığımız işin iyi olup olmadığını nasıl anlarız?
Bir işi yaparken, şâyet o işi yapar hâlde Allâh’a kavuşmak sizi korkutmuyor, bilakis istek duyuruyorsa, o iş iyidir, o işe dört elle sarılınız. Eğer, yaptığınız iş esnâsında Allâh’a kavuşmaktan ürküntü duyuyorsanız o iş kötüdür; o işi derhâl bırakınız!
Gerçekten, bir gümbürtüdür gidiyor. Âdetâ kendimizi dahî unutuyoruz. Öylesine kapılmışız alıştırıldıklarımızın rüzgârına. Diziler bizi heveslerin peşine kattı. Dizdi meçhul yollara. Gidiyoruz, nereye gittiğimizi bilmeden. Dağ-taş, kaş-bayır demeden gidiyoruz. Şimdi, bu dizileri dizenler, bizleri ne hâle getirdiklerini şeytanları ve ağababalarıyla birlikte izliyorlar ve kıs kıs gülüyorlar, inanıyorum. Buna paralel olarak, diğer konularda da milleti istedikleri istikâmete yönlendirebilirlerse, seyredin asıl cümbüşü siz o zaman.
Rabbim, müslümanım diyen herkesi, sözüne sâdık olanlardan, her tuttukları işte iyi, güzel ve doğru olanı arayıp bulanlardan, böylelikle hem dünyâda, hem âhirette mutluluklara erenlerden eylesin.
Cumânız, cumâlarımız mübârek olsun. Gönüllerimiz, her işinde titizlenmenin,
doğru karârı verebilmenin ve böylelikle dâimâ Hakkı, hakîkâti izlemenin
sevinç ve mutluluğuyla dolsun ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
29.07.2010 |
|
|
KILIÇDAR-NÂME
Hoş geldin Ordu’ya, güle güle git
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Kulak ver sözlere, hem iyi işit
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Cumhûriyet derler, er meydanıdır
Konuşanlar, günün kahramanıdır
İcraat istemez, söz mekânıdır
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Tam senliktir bu iş, tam sana göre
Anlamak gerekmez; sağıra, köre
Ordu’da, nasılsa soldadır töre
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Durma, konuş; alkışlayan bulunur
Misâfirsen, istenirse ölünür
Horozlar kesilir, kazlar yolunur
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Bir yan Gürgentepe, bir yanda Torun
Seyit Bey geliyor; selâma durun!
Ey hayırsızlar, “hayır”a buyurun!
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu...
Güzele “hayır”ın, hayrı olur mu?
Zulüm gider, hak yerini bulur mu?
Halk Partisi, son Kemal’e kalır mı?
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
“Başbakan Kemal!” ne güzel iltifat
Gel de uyu gayrı, gel de artık yat!
Bilmem ki verir mi bu millet fırsat?
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Ne demişler; ümit, fakir ekmeği
Bir de becerebilsen yaş dökmeği
Memleketi baştanbaşa sekmeği
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Recep Bey ne demek, hele îzah et
Çok da ciddî olma, biraz mîzah et
Nerede nezâket, hani nezâhet?
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Hem Gandi, hem Kemâl; olgunluk demek
Plân-projeyle dolgunluk demek
Lâfla olmaz ama, hep ister emek
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Adın güzel, Rabbim vermiş cemâli
“Gandi”liğin, halkçılığın kemâli
CHP’nin çok millette vebâli
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Ne güzel kükredin, ve astın-kestin
Muhâlefet için, muhâlif sestin
“Doğruya doğru” yok, hep “yanlış” estin
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
“Fındık dalda, kurdu Ankara’da” mı?
Muhâlefet nerde; tarlalarda mı?
Tâtilde, sâhilde, yoksa barda mı?
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Bulancak, Burunucu’nda bir ocak
Koparmaya çalıştın bir-kaç potak
Bitiriverseydin, oldu-olacak!
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Kelimeler güzel, sözler alâmet
Neden gelir de başa konar ihânet?
Kimse bâkî değil, sen de emânet!
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Dokunulmazlık diyor, bağırıyorsun!
Yargı dokununca çığırıyorsun
Yeniden, asker mi çağırıyorsun?
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Halkın seçtiğine dokunulsun mu?
Canına kastedip okunulsun mu?
Bakan ezilirken bakınılsın mı?
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Kılıcını alan düşsün mü yola?
Olur mu sallasın; hem sağ, hem sola?
İnsafa gel biraz, ver biraz mola
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Fâili meçhûller terör kussun mu?
Vatandaş sinsin, bahta küssün mü?
Derinler gönlünce assın-kessin mi?
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Gasptan yana mısın haktan yana mı?
Darptan yana mısın, halktan yana mı?
Çarktan yana mısın, farktan yana mı?
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Söylediklerinde somut bir şey yok
Derde devâ gibi, umut bir şey yok
Yusyuvarlak söylem, kanıt bir şey yok
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Çok ta bulamadın umduklarını
Yeterli görmedin kulluklarını
Ama, iyi dersledin bulduklarını
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Nûrânî der; bir, iki dönem daha
Recep Bey’e kalacaktır bu saha!
Milletin fikri bu, inan Allah’a!...
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Bir taraf PKK, bir taraf Tayyip
Mesele çok derin, hem çok acâyip
İnşâllah sonuçta EVET’tir nasip
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Hayır’a hayır’da, hayır var elbet!
Hayıra “hayır” de, evet’e “evet!”
Sen ne yaparsan yap, Recep’te nöbet
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Siyâset îcâbı, elbet yarış var
Dik durayım, derken, “kaba” duruş var!
Lâkin en sonunda mutlak barış var;
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
Şâirin sizlere vardır selâmı
Belki şirâzeden kaydı kelâmı
Bilinsin ki, “olgunluk”tur merâmı
Hey Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…
ORDU HAYAT GAZETESİ
28.07.2010 |
|