Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4608803
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.70.127.165
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
26
YARIN İÇİN;YARINDAN SONRAYA DÂVET
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

"YARIN" İÇİN; YARINDAN
 SONRAYA DÂVET!

“Hâfızlık” deyip, “hâfız” deyip, sıradan bir sıfat gibi söyleyip geçiyoruz. Hattâ, çoğu, daha çocuk yaştaki ufak-tefek yavrularımıza bu sıfatı bir tatlı hitap olarak, tebessümle ve bir ufak iltifat sözcüğü olarak yöneltiyoruz. İşin aslına bakarsanız, çok da iyi ediyoruz.

Ama bu sıfatın derinliklerinin farkında değiliz. Profesör deyince gözümüzde büyüyor da, hâfızlığı duyunca, çoluk-çocuk işi gibi görüyor, sıradan bir şey gibi algılıyoruz. Eğer düşünürsek, hiç de öyle değil.

Dile kolay; Kur’an’ın tamâmı! Bir sûre, iki sûre değil. 3-5 cüz de değil; tam 30 cüz. Yâni 600 sayfa. İçimizden kaç kişi, namaz sûreleri dediğimiz 5-10 sûreyi, namaz kıldırabilecek cesârette okuyabiliyor? İçimizde, ilkokul çağlarından aklında kalan bir-iki mısrâ ezbere şiir okuyanlar bile kendilerini bahtiyâr hissediyor. Bir şeyler bildiğini var sayıyor.

Hâfız demenin ne demek olduğunu oturup şöyle bir tahayyül edin. Bu ünvan kolayca kazanılan bir ünvan değildir Özellikle, tercih edildiği çağ olarak, çocuk yaşlarda ömrün en az iki yıl gibi bir süresinin bu ezberleme işine ayrılması, hasredilmesi gerekmektedir Bunun 3’ü, 4’ü, 5’i de var belki. Eğer düşünülürse, az bir emek değil. Kolay ve hele hele her babayiğidin kârı değil.

İLK HÂFIZ; EFENDİMİZ(sav)

Ve, hâfızlar, zihinlerinde ve kalblerinde Kur’an’ı taşıyan, kendilerini Allâh’a, Kitaba adamış en seçkin insanlardır… Hâfızlar, zihinlerinde ve kalblerinde Kur’an’ı taşıyan en seçkin insanlardırBu unvana ilk sahip kişi de Sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed (s a v )’dir Yine kaynaklarımızda Kur’an’ı okuma biçiminin Hz Cibril’le Hz Peygamber arasında karşılıklı olarak yerine getirildiği de belirtilmektedir

Millet olarak hâfızlık müessesesine ayrı bir değer verdiğimiz âşikâr. Bu anlamda Karadeniz Bölgesi’nin ayrı bir şöhreti var. Geçtiğimiz günlerde Bulancak ve Giresun’da katıdığımız iki hâfızlık icâzet törenleri kudsiyyeti ile mütenâsip, göklerden ödünç alınmış nezâhette tablolara sahne olmuştu.

Hâfızlar, çok daha güzellerine lâyıktı elbet. Ama onların karşılığını bu dünyâda vermek kulların boyutunu zâten aşar. Ancak, her iki törende de, vatandaşlar, hâfızları taltifte âdetâ yarıştılar. Hele bir yaşlı amca ve teyze, hâfız ve hâfizelere tek tek kendi elleriyle birer altın taktılar. Adını belirtmek istemeyenler, birine ya da ikisine, az ya da çok, ama mutlakâ bir ikramda bulunmak isteyenler. Elbise, eşarp, kol saati, kitap setleri vs. Gerçekten, tablo gözyaşartıcıydı.

ORDU’NUN HÂFIZLARI

Şimdi sıra bizde. Yâni Ordu’da. Müftülük ekseninde 3 yıldır süren belirsizlik, gelgit, hay-huy ve çalkantılar arasında, ilgililer, işlerini ciddiyetle yapmış olmalılar ki, kız-erkek 30’a yakın hâfız yetiştirmişler. Bu hafta sonu, Cumartesi günü saat 10.00’da Stadyumun yanındaki Kapalı Spor Salonu’nda İCÂZET MERÂSİMİ var.

Dâvetiyenin altında imzası bulunan yeni müftü bey hocamız adresi AKM’den Spor Salonu’na çevirerek etkinliğin çerçevesini genişletmiştir. Hepimizin göğsünü kabartacak, yöremizin yüzakı, bu anlamlı merâsimin sessiz kahramanları olan, başta Kur’an Kursu Müdürümüz Mehmet AKYÜREK Bey ve tüm Kur’an Kursu Hocalarımızı, onlara yol açan ilgilileri, çocuklarımıza hizmette kusur etmeyen, hattâ kendi çocuklarıymışçasına özel ihtimam gösteren tüm görevli ve personellerimizi tebrik ediyor, Cenâb-ı Hak’tan, sa’ylerinin meşkûr olmasını, bu hâfız yavrularımızın şefaatlerine nâil olmalarını diliyorum.

YÖRELERİN BEREKETİ

Çünkü, bu hâfızlar, bu yöreyi haraplıktan kurtaran meleksi varlıklardır. Efendimiz(SAV) buyurmamış mıdır ki; “İçinde Kur’an’dan bir parça bulunmayan kâlp, harap bir eve benzer!”(Dârimî) O zaman, rahatlıkla diyebiliriz ki, hâfızları olmayan, Kur’an’ın gürül gürül okunmadığı, ilâhî nağmelerin sel olup coşmadığı beldeler kurak beldelerdir. Rahmet ve bereketten mahrumdurlar.

Nitekim, bir Hadis’te: “Günde iki yüz ayeti düşünerek okuyan birisi kendi çevresindeki 7 kabire (ölen kimseye) şefaat edebilir.” (el-Burhan) denilmektedir. Buna göre Allah dilerse, hâfızlara sadece akrabalarına değil, diğer müminlere de şefaat etme hakkı verebilir. O zaman, hâfızlar bizler için gerçek bir şefkât, rahmet ve şefaat sebepleridir. Onların değerleri her anlamda bilinmelidir.

PAMUK ELLER CEBE!

Sevgili Ordulular. 26 Hâafızımız var. Onlara, 50’şer, 100’er lira verebilecek nice fakirlerimiz bile vardır; kendilerini biraz zorlasalar. Kaldı ki, biz onlara değil, zenginlerimize sesleniyoruz. Nerelere, ne paralar harcamıyoruz ki?! İşte, asıl ikram yeri size! Bu yavrularımızı taltîf edelim ki, Rabbimiz de, bu latîf davranışlar dolayısıyla bize, âilemize ve tüm yöremize saâdet ve sükûnetler, huzur ve mutluluklar lûtfeylesin.

Bizim, bakmayın kendimizi kenara çektiğimize; bir çok bölgelerden her anlamda çok daha ilerde olduğumuza inanıyorum. Ancak, biraz niyet, biraz da kendimizi zorlamamız gerekiyor. Ve cumartesi gün hepinizi, oraya gelmeye, yavrularımızı yalnız bırakmamaya, o Kur’an coşkusunu hep birlikte yaşamaya, hâfızlardan çok, bizim ve yöremizin ihtiyacı olan ilgi, iltifat ve ikramları yapmaya dâvet ediyoruz.

Hadi Ordu, Haydin Ordulular! Ordu’nuz için, yurdunuz için, kendiniz için;

Yârın çok çok geç olmadan; yârından sonra gösterin kendinizi ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

20.10.2010


Mar`12
26
SANAT, EDEPSİZLİK HARMANI DEĞİLDİR, Sn. Birol ÖZTÜRK..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

SANAT, EDEPSİZLİK  “HARMAN”I DEĞİLDİR, Sn. Birol ÖZTÜRK…

Sn. Birol ÖZTÜRK. Dünkü yazınızı okudum. Yüksek perdeden ithamlar, kendisinden çok emin, sanat otoritesiymişçesine yargılar, yaftalar, yakıştırmalar. Eğer dedikleriniz, yamamaya çalıştıklarınız doğruysa ve bu söyledikleriniz iyi şeyler değilse, sizin uslûbunuzun benimkinden daha ilerde olduğu âşikâr. Eğer beni bu yanda kâbul ediyorsanız, siz de öbür yandan daha şiddetli bir örnek sergiliyorsunuz. Sanat dersi veren cümleleriniz, bu hususta bizden daha iddialı olduğunuzun da kendi kaleminizden kanıtı.

Siz tabiî, her şeyden önce ORDU BORSASI gibi zengin bir kurumun sekreteryasını yürüten en yetkili, vitrindeki bir elemanısınız. O, bol camekânlı binâdan şehre doğru, bir pilot kabininden bakar gibi “evrensel” bakışlar savurabiliyorsunuz. Bizler de oranın önünden gelip-geçen sıradan vatandaşlarız. Pek “evrensel” bakamıyoruz; kusura bakmayın. Bizim baktığımız yerden KUZEYLER görünmüyor. Ufkumuz çok açık ve geniş değil. Yerden, ancak dağlara, kara bulutlara ve kara topraklara doğru bakabiliyoruz. Onlar da kuzeye düşmüyorlar ne yazık ki! Onun için düşüncelerimiz biraz “kara”sal oluyor. Sonuç îtibârıyle de dar ve yarasal oluyor. Naaparsınız!? Her neyse…

Maddî anlamda, memleketin kaderi de sizin yazacağınız fındık fiyâtlarına endeksli. İpimiz elinizde. Artık, dünkü yazınızdan anlıyoruz ki, sanat piyasasına da el attınız. Bundan böyle, her kelimemize, ne yazacağımıza, kime yazacağımıza, nasıl yazacağımıza daha bir dikkât etmemiz gerekecek. Yoksa sanat borsasında kaybedeceğimizin resmidir!

Birol Bey. Elbetteki, siz o görkemli bürodan yazıyorsunuz yazdıklarınızı. Binânız da çok muhteşem. Oradan, insanlara “büyük büyük!” bakarak, karıncalar gibi küçük küçük görerek izliyorsunuz. Sizin en lüksü ve sanatlısından dayalı-döşeli koltuklardan yazdığınız cümlelerin önünde, girdaplarda, kıyılarda-köşelerde, köhne yerlerde cümle kurmaya çalışanların sanatları tabiî ki tutunamaz!

Siz tabiî ki sanat dersi verirsiniz. Siz vermeyeceksiniz de ben mi vereceğim? Ne haddime? Sizde her türlü edebiyâtı HARMAN’layabiliyorsunuz. Biz, haddimizden öte geçemiyoruz. Edepten öteye geçersek, utanıyoruz. Allâh’tan korkuyoruz. Sizde, başta, kompradorlarla, zenginlerle, mağrurlarla düşüp kalkmanın efeliği var. Rabbimizin size verdiği yazma kâbiliyetiyle, O’nun kullarına fors yapmanın, ayrıcalıklı olduğunu düşünmenin kibri var. Hâlbu ki, “En büyük san’atkâr Allâh’tır.(CC)” Bunu görmek ve bilmek gerek. Bir batılı sanatkâr da şöyle diyor: “San’at, ilâhî mükemmelliğin yeryüzüne vuran gölgesidir. MİKELANJ”

Hem, bu tepeden tavrınızda haklı da sayılırsınız. Zîrâ, öylesine görkemli bir binâdan ucuz sanat çıkmaz! Elbetteki zât-ı âliniz, yüksek makamlarda bulunduğunuza göre yüksek sanatlar, seviyeli ürünler ortaya dökeceksiniz. Bir defâ bunu bilmemiz lâzım.

Yalnız, şimdi bir kere daha üzüldüm; festival yetkilileri sizi nasıl fark edememişler?! Yazar falan diye bir yere iliştirmemişler. İnşâllâh gelecek festivâllerde unutmazlar. Hem dünyâ bir sanatçı görür! Bozacının şâhidi şıracı misâli, Borsacının yazdığı HARMAN adlı, sözüm ona kitabı okur, tanır. O festivâl için, o kitabın tanınması ve tüm dünyâya tanıtılması yeter ve dünyâ edebiyâtı ve halkların çağdaşlığa aydınlanması ve kurtuluşu adına büyük bir kazanç olur. 

Bizim kültürümüzde bereketin, şükrün, hayrın ifâdesi olan HARMAN’da ve çevresinde, sanat adına ne ahlâksızlıkların çevrildiğine, yaşandığına şâhit olur. Evet, orada görünüz, Birol ÖZTÜRK’ün hayâtının bir parçası olan, adı “Hep sanat…İnadına sanat… Daha çok sanat…”a çıkmış, adını buraya almaya iğrendiğim, duyguları dahî kirleten, şu an yazarken bile mîdemin kalktığı pespâyelikleri…

Gerçekten, Birol ÖZTÜRK’ü yöremizin üretken bir yazarı olarak tâkip ediyordum. Hattâ, bir ilâhiyâtçı ve yaşça da ağabeyisi konumunda olarak, uslûbundaki inançla ilgili ve bilhassa kadere dâir cümlelerinden dolayı uyarmak istiyordum. Bunu, Rabbimizin bize yüklediği bir kardeşlik görevi olarak görüyordum. Çünkü, ibâdetlerde noksanlık olabilir, onu tevbe temizler. Ama, inanç konuları hassastır. Hatâ kabul etmez. Bizim tüm yazılarımız, meclislerde konuşmalarımız bu açıdandır. Eğer, dünyâ menfaati düşünsem, bu yazıları niye yazayım ki, enâyi miyim? Birol ÖZTÜRK gibi yazar-çizer, hogörülü, çağdaş, sempatik görünen bir adam bile oturup yazı döşeniyor. Ağzına geleni söylüyor. Başkaları ne düşünmez? Öyle değil mi? Her neyse...

Bundan tam bir yıl önce, işyeriyle ilgili bir işlem dolayısıyla yanına gittiğimde tanışmıştık kendisiyle. Yazıları ve temiz yüzüyle her zaman sempati duyduğum bir insandı. O gün takdim ettiği HARMAN adlı kitabını, biraz da daha iyi tanışmak adına merakla okumaya koyuldum. Daha da açıkçası, ben de yerel hayâtımızdan kesitler niteliğinde manzum yazılar, öyküler yazıyor, yenilerini yazmak istiyordum. Oradan alacağım ilhâmlar da olabilirdi diye de düşünmüştüm. Ancak, kitabı bitirdiğimde hayâl kırıklığına uğradım. Köşemde bir kritik yapmayı düşündüm, ama ne diyebilirdim? Sanat adına her şeyin mübah olduğu bir HARMAN!

Siz harmanınızda bir taş bile görseniz temizlersiniz. Otları biçersiniz. Hayvan pisliği varsa kürekle atarsınız. Harmana, hiç gerekmezken, çarşıdan işkembeler, bağırsaklar getirip atmaz, kendinizi ve cümle âlemi pis kokulara boğup iğrendirmezsiniz!

Sanat dediğiniz şeyde bir güzellik ararsınız. Bir temizlik, nezâhet, nezâket, bir edep ararsınız. Edebiyât, EDEB’den gelir. Nitekim, Millî Şâirimiz, Mehmet Âkif ERSOY merhum; “EDEPSİZLİĞİN BAŞLADIĞI YERDE EDEBİYÂT BİTER!” der.

Daha ayrıntıya girmek istemiyorum. Anlayışlarımız farklı. Onun için de farklı yerlerdeyiz. Biz sanatı her şey olarak görmüyoruz. Kimseyle de alıp-veremeyeceğimiz yok. Allâh rızâsı için düşüncelerimizi yazıyoruz. Birilerinin şeytanları rahatsız oluyor diye hak adına gerçeği söylemekten geri durmak niyetinde de değiliz. Bize göre haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Hükümet olsun, Belediye olsun; kim olursa olsun, halkın emâneti üzerinde tasarrufta bulunurken bir-kaç kişinin keyfine göre değil, tüm halka yararlı olacak, herkesi kapsayacak bir program sancısı taşınmalı. Herkes de oraya gelmeye, katılmaya, msâfirlerle ilgilenmeye can atmalı. Ama, daha baştan yok sayılanlar, kuzeye dönülüp sırt çevrilenler, “niye böyle oluyor, bu memleket hepimizin?” deyince niye birilerine, hem de programın hiçbir yerinde olmayanlara bir şeyler oluyor? Ondan sonra da, tarafsız, otorite, bilge sanatçı pozisyonlarında, oraya-buraya akıl dağıtmaya, ahkâm kesmeye çalışılıyor.

Gördüğünüz gibi somut konulara girmedim. HARMAN kitabının arka kapağındaki yazılardan hareketle konuya girecekken, ancak o yazıların önüne kadar gelebildik. Birol Bey, sanat dersi vermeye devam ederse, biz de haddimiz olmadan karşı ders vermeye değil de kendimizi nâçizâne savunmaya çalışırız.

Birol Bey kardeş. Allâh var. Din var. Ölüm var. Öldükten sonra hesap var.  Orada sâdece günâhların ve sevapların borsası var. Kibirlerin, süslerin, âyetler karşısında haddini bilmezliklerin geçerliliği yok. Lütfen biraz daha oku. Nasıl tüm kâinâtı Allâh yaratmışsa, tüm güç O'nun elinde. Senin kendi kendine vehmettiğin güçler, “sanat,sanat, sanat” dediklerin orada karşına “günâh, günâh, günâh” ve de “ateş, ateş, ateş” olarak çıkmasın. Her şeyin olduğu gibi sanatın da bir ölçüsü, iyisi, güzeli, çirkini olamaz mı, yok mudur? Sanat diyerek her şey ortaya getirilmeli mi sizce? İşte, haddini bilme diye bir şey var. Oradan sonrası, Efendimizin buyurduğu; "Utanmıyorsan dilediğini yap!" a girer. Burdan ötesi müslümanım diyen insana uymaz. Ama, denilirse ki, din ayrı sanat ayrı; o da dîni sınırlamak, ilâhî gerçeklere karşı ukalâlik anlamına gelir ki, Rabbim korusun! Böyle düşünülüyorsa, konu yeniden gözden geçirilmeli. Çünkü, bu işler, îman konuları şaka götürmez.

Sonsuzluğu, iyilikte, güzellikte, Allâh(CC) karşısında haddini bilmekte,

sonuç îtibârıyle Cennet'e ara.Sen ölüp belirsizliklere, tamûya gittikten sonra,

binlerce anlamsız kitabın olsa ne yazar?

Sözün özü, size saygım var, gel gör ki sancısız sanattan kaygım var ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

19.10.2010


Mar`12
26
OKUMA SEFERBERLİĞİ; HEPİMİZ İÇİN
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

OKUMA SEFERBERLİĞİ;

HEPİMİZ İÇİN!

Eylül ayı için, “OKU’L AYI” demiştik. Çünkü, çocuklarımız her yıl bu ayda okul yollarına koyuluyorlar. Ekim ayı da ekin ayıydı. Kültür, san’at, edebiyât, kitap ayı yâni. Ordumuz için bu EKİM ayı, hakîkâten de EKİN ayı, kültür ayı oldu. İşte, dün konu ettiğimiz, ORDU BELEDİYESİ öncülüğünde gerçekleştirilen 1.EDEBİYÂT FESTİVÂLİ bunun en bâriz bir örneğiydi.

Komşumuz Giresun’dan aktardığımız HÂFIZLIK MERÂSİMLERİ de bu cümleden hâdiselerdi. Yine bu ay içerisinde ORDU MÜFTÜLÜĞÜ de benzer bir merâsimi ORDU KAPALI SPOR SALONU’muzda icrâ edecek. İşte bunlar hep, bu ayın, EKİN ayının bereketi.

YAZ AYI, GÜZ AYI…

Mâlum, yazlarımız tâtil ayları. Yayla, cenik, sâhil derken bağ-bahçe, fındık-fıstık… Okuyanlar her yerde okur, hattâ bu aylar daha da elverişli olabilir de, okumayı sevmeyenler için bu aylar bahâne aylarıdır. Buralarda aranan mahsûl bereketidir. Üç ay boyunca onun peşinde koşulur. Ama şimdi oyun bitti. Herkes köyünden-köşkünden maîşet yerlerine, kışlık mekânlarına döndü. Aslî işine-gücüne, yuvasına döndü. Çocuklar okula, gurbetçiler de gurbetine gidince bizler de kendimizle baş başa kaldık. Okuma bilenler için okumamaya bahâne kalmadığı zaman dilimlerindeyiz.

Okuma bilmeyenler için de Ordu vâliliğimizin OKUMA-YAZMA SEFERBERLİĞİ  var. EKİN ayı, okuma-yazma, kültür-sanat için boşluk bırakmıyor; mâzeret te tanımıyor! Tespit edildiği kadarıyla 30 bine yakın okuma-yazma bilmeyeni varmış ilimizin. Dolayısıyla valiliğimiz, tüm ilgili birimlere genelge göndererek, bu vatandaşlarımızın da okur-yazar olabilmesi için seferberlik başlatmış.

Ankara’dan, yanılmıyorsam Cumhurbaşkanlığı öncülüğünde 2008 yılında başlatılan bu kampanyadan bu yana Ordu’da yaklaşık 2 bin kişi bu kurslarda okur-yazar belgesi almış. Vâlimizin bu son çağrısı ve genelgesiyle yeni sezon da böylelikle başlamış oldu. Hayırlı ve başarılı olmasını gönülden diliyoruz.

HAYAT VEREN ÇAĞRI

            “Neden?” derseniz, okumak güzel bir şey de onun için. Gündemleri tâkip ederek ilgili haftayı en güzeliyle yorumlayan arkadaşımız Mehmet DEMETGÜL’ün ifâdesiyle, Rabbimizin “OKU” emri, “HAYAT VEREN İLK ÇAĞRI!”dır da onun için. DEMETGÜL HOCA, geçen haftaki son yazısında bu başlık altında şu cümlelere yer veriyor:

“Dinimizin ilk emrin “Oku” olması ve aynı sûrede iki kere tekrar edilmesi, okumanın insan ve toplum yaşamında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Okumak; İnsanı geliştiren, yücelten, bilgilendiren ve ayrıcalıklı yapan bir özelliktir. İlerlemenin, medeniyetin, aydınlanmanın, kültürlü ve eğitimli olmanın olmazsa olmaz şartıdır.”

Nitekim, daha önce naklettiğimiz Bulancak ve Giresun’daki hâfızlık törenlerinde konuşan Diyânet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. M.Şevki AYDIN da, başta hâfızlarımıza mutlaka İmam-Hatip Liseleri ve İlâhiyât okutulmalarını tavsiyenin yanında, kız-erkek ayrımı yapmadan tüm çocuklarımızı okutmamız gerektiğini vurguladı. En sonunda da, “Çünkü okumak aydınlanmaktır. Zâten İslâm’ı da herkes okuması, bilgisi ve birikimleri miktarınca anlayabilir.” diyerek konuyu özetledi.

28 ŞUBAT’IN BİR NEVÎ KUR’AN HİZMETİ!

 28 Şubat Dönemi yasaklarının da, zamânın toplum mühendislerinin hesaplarının aksine olarak, okuma-yazma-öğrenme gayretlerine katkıda bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çocuklar ve gençler için Kur’an öğrenmeye yaş sınırı getirilince, bu defâ öğrenci bulmak adına ev hanımlarına mürâcaat edilmiş, iller çapında binlerce, ülke çapında da kadın-erkek yüzbinlerce yetişkinimiz Kur’an öğrenme şerefine nâil olmuştur. Sessiz-sedâsız süren bu eğitim, toplumda gerçek bir açılım ve dönüşüme sebebiyet vermiştir. Bu anlamda, EKİM AYI, aynı zamanda Kur’an Kurslarının eğitime başladığı ay olarak da EKİN ayı demeyi fazlasıyle hak ediyor.

Sizin anlayacağınız, kader de Türk Milleti’nin okumasını istiyor gibi! Onun önündeki, her anlamda engeller gün be gün daha bir kalkıyor. Günün şartlarının getirdiği fırsatlar ve imkânlar da herkesi âdetâ okumaya zorluyor! Bunu görmek lâzım!

Belki de kader bizi tekrar, ahlâkta, fazîlette, hak-hukukta, adâlette, insanlık ve kalkınmada ileri, örnek ve önder bir konuma hazırlıyor. Bu milleti yolundan alıkoymak isteyen her şey, onun yollarını daha bir açıyor sanki! Öyleyse, ne duruyoruz? Niye, bu akışın bir olumlu parçası olmak, daha aydınlık bir geleceğe giden kervana katılmak adına, şimdiden tezi yok, elimizi kitaplara, defterlere, kalemlere, dergilere, kültüre, sanata uzatmıyoruz?!

SEFERBERLİK KÜPESİ

Ey millet, sevgili okurlar, muhterem vatandaşlar! Şimdiye kadarı gaflette geçtiyse de bile, bundan sonrası artık, en azından fırsat buldukça, hiç olmazsa -olmazsa-olmaz işlerinden artan- boşluklarda senin için okuma, anlama, öğrenme-öğretme, zamânıdır.

Büyük İslâm Âlimi, müfessir, feylesof Fahreddin Râzî’nin, “HAYÂTIMDA SÂDECE İKİ AKŞAM KİTAP OKUMADIM; BİRİ EVLENDİĞİM, DİĞERİ DE BABAMIN ÖLDÜĞÜ GECE!” sözü hepimizin kulağında küpe olsun; ve herkes, şimdi,

okuma-yazma seferberliğinin kendisini ilgilendiren noktadaki yerini alsın ves’selâm!..


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

18.10.2010


Mar`12
26
BELEDİYELERİN İÇİ, KÜPLERİN DIŞI..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BELEDİYELERİN İÇİ, KÜPLERİN DIŞI…

            Büyüklerimizin ne güzel, ne aydınlatıcı sözleri var! Şu, ata sözlerimize bakınız:

“Küpün içinde ne varsa, dışına o sızar” “Dervişin fikri neyse, zikri de odur!”

Bunun böyle olduğu âşikâr. Nitekim, geçtiğimiz gün OBKT’de icrâ edilen Karadeniz’le Ege’nin Kardeşliğinde Edebiyât adlı panelde konuşan  Yunanistanlı yazar Kostas KATSOULARİS, bir yerde “Kelimeler yansız olamaz. Onlar ne kadar yalın olsalar da sonuçta biz onlara duygularımızı katıyoruz” şeklinde tercüme edilen bir cümle söyledi. Demek ki, kelimeler aynı olsa da, insanlar onları içinden geldiğince seçip yan yana koymak sûretiyle kendi dünyâlarını yansıtmakta, kendi sözlerini söylemekte, kendi sevdâlarını dillendirmektedirler.

Sağ niye sağdır, ya da sol niye soldur? Çünkü farkları vardır. Sağ, sol değildir, sol da sağ. Bu her yerde böyle. Hükümette, belediyede, üniversitede, zihniyette, duyguda, düşüncede, her şeyde. Seçimde, takdirde, teşhiste, sohbette, mecliste. Sağ sağlığını yapar, sol da solluğunu. Bu, istisnâlar dışında genel karakter olarak böyledir.

İşte Antalya’da olanları hatırlayınız. Antalya Belediyesi, Film Festivâlinde yer alan Altınportakal Film ödülleri değerlendirmesi için, vatandaşın dînî, millî hassâsiyetlerini hiç nazar-ı îtibâra almadan, jüri olarak bula bula, bir sırp yönetmeni bulup getirmişti. Sol ya, CHP’li ya; illâ huylu huyunun gereğini yapacak! Mâlumunuz, sonra da olanlar olmuş, bir sürü polemikler, tatsızlıklar yaşanmıştı!

“Bizimle alâkası ne?” derseniz, şehrimizde de  geçen günlerde başlayıp 4 gün devâm ederek dün sona eren bir festival gerçekleştirildi: 1. ULUSLARARASI ORDU EDEBİYAT FESTİVALİ. Festivâlin direktörlüğünü yapan, geçen akşam bizi, “beni yanlış anlamışsınız hocam!” diyerek başlayan direktör Şinâsi TEPE’nin tashihiyle, İstanbul’daki KÜLTÜR BAŞKENTİ etkinliğiyle alâkası olmadığını öğrendiğimiz bu organizasyonda,  başrolde Ordu Üniversitesi ile Ordu Belediyesi var. Tâkip edebildiğimiz kadarıyle de her yerde misâfirlerle ilgilenenler, koşanlar-koşuşturanlar, ağırlayanlar onlardı.

Bu etkinlik te, belki âşikâre değil ama, sanki sessiz bir tepkiyle karşılandı. Etkinliğin hiçbir yerinde halk yoktu. Belki bu bilinçli bir tepki değildi, ama sonuçta organizatör, sponsor, direktör ya da moderatörlerle, ne derseniz deyin, bunlarla toplum arasında bir köprü söz konusu değildi. Sanki bu, iki tarafın da umurunda değildi! Etkinliğin hiçbir yerinde katılım, görevli, yetkili ve ilgililerin toplam sayısını aşmadı. Çok ilginçtir, programın renkli geçtiğini yazan renkli gazetedeki fotoğraflar bile hem renksizliği, hem de ilgisizliği resmetmesiyle metni tekzip ediyordu.

Elbette burada da, bu gazete ve haberinde de Kostas’ın dediği şey vardı; herkes kelimelerini kendine göre sıralıyordu. Bu herkes için, büyük ölçüde böyledir. Bizim söylemek istediğimiz de tam olarak bu. İnsanların her yerde, her durumda tercihlerinin sorumluluklarını bilerek, ne yaptıklarını, yaptıkları şeylerin nereye varacağını, yarın kendisi ya da çocuklarının karşısına ne şekilde çıkacağını düşünerek hareket etmesidir.

İşin garibi, kendi kelimelerini yan yana dizecek kendi arkadaşlarını, kendi uygun gördükleri mekânlarda gezdirmekle yetinenler, “Az olsun benim olsun!” tarzını yeğleyenler,

etkinliğin adını niye şişirdiler böyle acabâ. KARADENİZ HAVZASI adı konabilirdi meselâ, ama neden ULUSLAR ARASI? Eğer böyleyse, neden bir başka havza, başka kıta ya da medeniyetten yazar veyâ ülke yoktu? Yoksa, bu da bir uslûp meselesi ve de bir yazarlık abartısı mı? Eskilerin MÜBÂLAĞA dediği şey mi?!

            Bırakın ULUSLAR ARASI’nı, yönler arası bile denemezdi bu festivâle! Çünkü, dört yön içinden bile sâdece KUZEY vardı. Karadeniz kıyıları, Deniz Gezmiş, Rus Edebiyâtı, Pontus Ekseni, Nâzım Hikmet. Hep kuzey ve hep kuzey edebiyât ve söylemleri vardı festivâl boyu.

            Daha ilk gün, Festivâl’in açılışında Direktör Şinâsi TEPE, Karadeniz Dostluk Türküsü başlıklı konuşmasını yaparken. KUZEYİN TÜRKÜSÜ adlı şiirini okumuştu. Yukarıdaki düşüncelerimizin kaynağı başta o.

Ve öteden beri biz, Ordu kültür rüzgârlarının hep kuzeyden estiğini söylemeye çalışıyorduk. Gerek bu festivâl, gerekse oradaki etkinlikler ve serdedilen düşünce ve sunulan ürünler bizi bu anlamda teyit etmiş oldu.

Kültürel değerlendirmeler bağlamında zaman zaman bu konuya yine döneceğiz tabiî ki. Şimdilik bu kadarla yetiniyor, büyük bir çaba olarak alkışladığımız festivâl kitabından dolayı yetkilileri kutluyoruz.  Kitap, Ordu için gerçek bir kalıcı belge ve kültür târihimizin bir önemli hâtırası olarak kütüphânelerdeki yerini aldı.

Adına yakışır yan, yön, çeşni, renk ve zenginlikleriyle, Ordu’muzun güzelliği ve özelliğiyle mütenâsip, daha kapsamlı ve oylumlu yeni ULUSLARARSI EDEBİYÂT FESTİVALİ’nde buluşabilmek dilek, arzu ve temennîsiyle ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

17.10.2010


Mar`12
26
BİR HABER ve EDEBİYÂT
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BİR HABER ve “EDEB”İYÂT

Sevgili okurlar! Zaman zaman yerel ya da ulusal gazete ve dergilerde ilginç haberler çıkıyor.

Bâzen, dikkât çekeyim derken,  vâkıaya aykırı, işin özünü zedeleyen deyimler kullanılıyor. Daha doğrusu, haberlerin veriliş biçimi insanın aklını, fikrini ve de zikrini kurcalıyor.

UYAN DA BALIĞA GİDELİM!

Meselâ geçen günlerde, bir yerel gazetemizdeki bir haberin başlığı aynen şöyleydi:

ŞEHİT… … ÖLÜMSÜZLEŞTİ… “kim olduğu önemli değil; meselâ, falan kişi?”

Fesüphânâllâh! Hani, böyle durumlarda ne derler, nasıl derler? Uyan da balığa gidelim!

Şehit şehit olalı günler, aylar, belki de yıllar oldu. Nasıl oldu da, şimdi ölümsüzleşti acabâ?

Olay şu; Belediye Meclisi bir şehidimizin adının şehirde bir yere verilmesi için karar almış.

Gazetemiz de bu haberi,  şehidimiz sanki vahim bir mağdûriyetten kurtarılmış gibi vermiş!

Çünkü, şehit eğer şehitse, adı şehit olarak konmuşsa,  o zâten ölümsüz kâbul edilmiyor mu?

Öyleyse, böyle bir başlığın gereği, sebebi ya da mantığı ne? Ne alâka yâni? Haksız mıyım?

Ortada, ya bir câhillik söz konusu, ya “haber olsun, torba dolsun!” var, ve yâhut ta şirinlik!

Öyle ya; sanki, şehidin şehitliği husûsunda kararsız kalınmış da, meseleyi meclis çözmüş gibi! Böylelikle yerüstü hizmetleri dillere destan olan Belediyemiz bir nevî, yeraltına da el atmış!

Kutsal Kitabımız; “şehitleri ölü sanmamamızı, onların diri olduğunu” söylüyorken siz,

şehidin şehit olmayıp ta, belediyenin bu kararıyla ancak ve nihâyet şimdi mi ölümsüz hâle gelebildiğini söylemek istiyorsunuz? Doğrusu bravo size ve bravo belediyeye! Helâl olsun!

Ne mutlu bize; böyle farklı güçleri, gizemli özellikleri bulunan yöneticilerimiz olduğu için!

MERAK ETTİĞİMİZ ŞEY?

Yalnız merak ettiğim bir şey var: Adları bir yerlere verilemeyen şehitlerin hâli ne olacak? Hani duâlarda geçtiği gibi; “adları unutulmuş, nesilleri kesilmiş”, adları henüz bir yerlere verilememiş, bu mazhariyetten mahrum, bu anlamda mağdur bulunanlarla kim ilgilenecek?

Hani, diyorum ki, ilgililer oraya da bir el atsalar da, sesini duyuramayanlar da nasiplense!

Meselâ o gazetemiz himmet buyurup, araştırmacı gazetecilik özelliklerini harekete geçirip te,

tespit ettiği isimleri Belediye meclisine getirip sunsa; ne büyük bir hizmet yapmış olmaz mı?

Geçmişimize ve hâtıralarına vefâ adına halkımıza ne güzel ve anlamlı bir jest olur değil mi?

Araştırın, karıştırın; muhâbirlerinizi yarıştırın. Ölümsüzleşemeyen şehitleri de kurtarın, ve

“FALAN ŞEHİTLER DE MECLİSTE KARAR ALINARAK ÖLÜMSÜZLEŞTİRİLDİ!”

diye başlıklar atın. Böylelikle hem haber bulmuş, hem de hayırlı bir iş yapmış olursunuz…

Bizden söylemesi. Nasıl fikir ama?! Buna da,“refikten refike kıyak” başlığı uyar herhâlde!

EDEBİYÂT ve EBEDİYET

Çocukluktan bu yana hepimizin zaman zaman oraya, buraya, ağaçlara, taşlara, pencerelere, okullara, sokaklara, alt geçitlere, üst geçitlere; derelere-tepelere adlarımızı yazmışızdır.

Hele bir de, şu an şehrimizde süregiden EDEBİYAT FESTİVÂLİ faaliyetindeki cinsten Kültür-Sanat bültenleri ya da dergilerine, edebiyât bildirilerine girdik mi tamam! Yaşadık!

Ölümsüzleşip gitmişizdir artık! Daha artık sırtımız yere gelmez!  Hadi diyelim öyle olsun! Doğru da, sonuçta ne olacak? Bu durum sana ne getirecek; veyâ en son seni nereye getirecek?

ÖLÜMSÜZLÜK, AMA NASIL?

“İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir.

Onlar orada ebedî kalacaklardır.” Bakara 39

“İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler

ve orada ebedî kalıcıdırlar. (BAKARA/82)

Kim ne derse desin, Kur’anın ifâdesiyle, herkes, “HER CANLI ÖLÜMÜ TADACAKTIR!” Bundan kaçış, kurtuluş yok. Öyleyse, asıl önemli olan şey; inanç-ibâdet, kimlik ve kişiliktir.

Bize ölümden sonra ölümsüzlüğü va’d eden Rabbimizin ölümsüz kriterlerine göre yaşamaktır.

Gerisinin adı ne olursa olsun, tadı ne olursa olsun; beyhûdedir, boştur, boşa kürek çekmektir!

***   ***   ***

 

Sözün özü, sazlarımıza, sözlerimize dikkât edelim. Ağzımızdan çıkanı kulağımız duysun.

Kulluk edeb ve âdâbına  uymayan anlamsız, kuru, hoyrat, serseri, ölçüsüz, zembereksiz kelimelerle çizgiden çıkmayalım. Kalemimiz de kelâmımız da insanlık vasfımıza uysun.

Dilimizin kılıç olup bizi dilmesini istemiyorsak, tez elden ağzımızı toplayalım;

hâl ve gidişimizi de âcilen toparlayalım ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

15.10.2010


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 52 53 54 55 56 [57] 58 59 60 61 62 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...