Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607372
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.69.6.120
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

Son Eklenen Bloglar

Mar`12
28
KÖYKENTTEN BAŞKENTE
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

KÖYKENTTEN BAŞKENTE

                   Geçen yazımızda, Atatürkçü Düşünce Derneği Ordu Şûbesi’nin dâvetlisi olarak şehrimize gelen Tuncay ÖZKAN’ın aşırı heyecanlı ve duygusal konuşmalarına yer vermiştik. Sn. Belediye Başkanımız Seyit TORUN Bey’le alâkalı  övücü yaklaşımlarını, önümüzdeki belediye seçimleriyle ilgili harâretli tavsiyelerini aktarmıştık.

                   Ordu’muzda son günlerde sol ve ulusal çizgide bir hareketlenme var. Eksenleri de hep muhâlefet. Uslûplar abartılı. Sanki, kendi dönemlerini görmemiş, yaşamamışız, bilmiyormuşuz gibi. Ülke adına yaptıkları bir hayırlı işleri varmış gibi. Tek sermâyeleri, mevcut iktidara ve uygulamalarına veryansın etmek. Geçmişten sunacakları olumlu bir örnekleri yok. Alternatifleri yok. Yaptıkları yalnızca, mevhum tehlikeler üzerinden iktidarı hırpalamaya çalışmak. Ama artık bu söylemler tutmuyor. Bu tür mesnetsiz atışların kıymet-i harbiyesi kalmadı. Ama, tabii ki görevlerini yapacaklar. Dinleyenlerin gönüllerini hoş edecekler. Üzerlerine düşeni yapmış olmanın rahatlığıyla güzelim yollarımızdan dönüp gidecekler karargâhlarına. Yalnız tek isteğimiz, düşüncelerini demokratik olgunluğa yaraşır şekilde ifâde etmeleri. Toplumu germekten kaçınmaları. Doğal olayları nâzikleştirme çabalarıyla kamunun sinirleriyle oynamamaları. Mantıklı olmaları.

                   En azından türban olayını düşünelim. Bazı üniversiteler yeni çıkan yasayı uygulayıp öğrencileri içeri aldılar. Peki ne oldu? Kıyâmet mi koptu? Hayır, ama birilerinin paşa gönülleri böyle istemiyordu. Halk ne isterse istesin, önemli değildi. Hemen lâf ta buluyorlar: Bu “çoğulcu” bir uygulama değil, “çoğunlukçu” bir uygulamaymış! İyi de, nasıl olacak, ölçü nasıl tutturulacak? Sizce ölçü ancak, sizin paşa keyfiniz olabilir. Onu da halkın bilmesi ve karşılaması mümkün değil. Zâten olaylar da halkın gönlüne göre gelişiyor artık. İşte Ordu’muzdan bir örnek. Birileri Ankara’dan gelip Ordu’da attı tuttu. Sonra da kimsenin konuşmasına gerek kalmadan Mesûdiye’den kendi icraatları ses verdi. Olay şu:

                   “DSP’nin Penceresinden Gündeme Bakış” toplantısı için Ordu’ya gelen Eski Bakan ve DSP Genel Başkan Yardımcısı Melda BAYER Ayışığı Salonu’nda yaptığı konuşmada şunları söyledi:

                   “Türkiye her geçen gün yoksullaşıyor. Kimse AKP’nin çizdiği pembe tablolara aldanmasın.”

                   “Türkiye Cumhûriyeti, kurulduğundan bu yana, hiç bu kadar zorlu ve iç karartıcı bir duruma düşmemişti. Bütün değerlerimiz teker teker kırılıyor. Onurumuz ayaklar altına alınıyor. Hem dışarıda hem içerde itibarımız zedeleniyor. Gittikçe yoksullaştırılıyoruz. Biri bizi yoksullaştırıyor. Bu durum birilerinin işine geliyor.”  VİZYON 01.03.08

KÖY-KENT FABRİKASININ ÇATISI ÇÖKTÜ

                   Ordu’nun Mesudiye İlçesi’nde zamanın başbakanı  merhum Bülent ECEVİT tarafından Eylül 2000’de başlatılan, 27 Ekim 2001’de kurdelesi kesilerek hizmete giren Köy-Kent çalışmaları kapsamında inşa edilen Dayılı Orman Ürünleri Fabrikası, çatısında biriken karların ağırlığına dayanamayıp çöktü.

                   Zamanın Başbakanı Bülent ECEVİT’in “köylülerin gücünü birleştirmesi ve köylerin kentleştirilmesi” hayaliyle Ordu’nun Mesudiye ilçesinde başlatılan Köy-Kent yatırımları dökülüyor.

                   “Tersine Göç” projesi kapsamında bölgeye yapılan yatırımlar nüfus yokluğundan dolayı âtıl kaldı. Kooperatif yönetiminin iflası ve peşinden gelen icradan sonra, kalitesiz malzeme ile yapıldığı ortaya çıkan fabrikanın duvarları yıkıldı. Ardından çatısı da, yağan yoğun kar sebebiyle üzerindeki ağırlığı taşıyamayıp çöktü. İzbe bir görünüm alan fabrika binası, ormanda başıboş gezen yaban hayvanlarının barındığı mekan haline geldi.

 (3.3.08 târihli Ordu GAZETELER’i)

                   Tenkit ve muhâlefet çok kolay. Ama gerçekler zaman içerisinde hemen su yüzüne çıkıyor. Bizâtihî kendisini savunuyor. Ne demişler; “Güneş balçıkla sıvanmaz!” ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

24.03.2008


Mar`12
28
HEM AHMET, HEM BAYAZIT, HEM ŞEHİT
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

 

HEM AHMET, HEM BAYAZIT, HEM ŞEHİT

 

                   GüneyDoğu’da yıllardır oluşturulan çok bilinmeyenli denklemlerin ortaya çıkardığı kargaşa ortamında, tek parti iktidarının ve devlet-millet kaynaşmasının avantajlarıyla netleşme yoluna giren kaynak ve hedeflerin gösterdiği Kuzey Irak’ta nihai çözüm adına kararlı mücadele son hızıyla devam ediyor. Ama, tabiatıyla hiçbir savaş güllük gülistanlık olarak tezahür etmiyor. Hiçbir savaşın ne hikayesi, ne şiiri, ne romanı, ne filmi, ne de kendisi ölümsüz-kalımsız olmuyor. Nitekim dün de, kalpleri kora çeviren şehit haberlerinin iki yumağı da şehrimize düştü. Harekatta, eşi Ordu’lu olan Jandarma Kıdemli Üstçavuş Hüseyin DOĞAN’ın şehit haberinin üzerinden 24 saat geçmeden vatani görevini Hakkari’de yapan Ahmet BAYAZİT’in şehadet haberi de Ordu merkeze bağlı Gökömer Köyü’ndeki evine ateş düşürdü. Köy muhtarı Ali RÜZGAR’ın, “yardım toplamak suretiyle askere uğurladıklarını” ifade ettiği şehidin namazı dün öğle namazını müteakip Cumhuriyet Meydanında 10 binlerin katılımıyla yapılan tören ve kılınan namazın ardından GökÖmer Köyü’ndeki aile mezarlığında toprağa verildi. Gazetelerde yer alan ayrıntılarda görüldüğü gibi şehidin cenazesi yakınlarından başka, sivil-bürokrat tüm Orduluları üzüntüye boğdu. Dün Ordu sokakları insan seliydi. Gönüller yaslı, gözler yaşlıydı.

                   Başta milletimiz olmak üzere tüm müslümanlar din, iman, millet, vatan uğruna savaşmayı tarih boyunca hep büyük bir şeref olarak gördüler ve hiç düşünmeden canlarını ortaya koymaktan çekinmediler. Zira, bu onlar için Allah yolunda ya gazi ya da şehid olmak demekti. Şehitlik, inkâr edenlerin zannettiklerinin aksine, mümin gönüller için büyük bir mutluluk ve şevk kaynağıdır. Çünkü şehitler için Allah katında çok büyük vaatler vardır:                                

                   "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar. Allah'ın lütfundan kendilerine vermiş olduklarıyla sevinç içindedirler ve arkalarından henüz onlara kavuşmamış olanları, kendilerine bir korku olmayacağı ve üzülmeyecekleri üzere müjdelerler." (Ali Imran, 3/169-170)

                   Şehitlik, gerçekten ne büyük bir makam! En güzel makamlardan biri. Şehadet şerbeti içilip de mahzun olunur mu hiç ? Onlar Allah (c.c.) ve Hz. Peygamber (s.a.v.) yolunda;  din, kitap, ezan, bayrak uğrunda ölenlerdir. Yüce Mevlanın adını yüceltmek  ve O’nun bize lutfettiği İslam’ı, milleti, memleketi, vatanı  korumak maksadıyla ölürler. Ne mutlu bir son, ne muazzam bir mevki inananlar için…                 

                   Şehitler sağdırlar. Şehitler Allah'ın misafirleridirler. Şehitler için Peygamberlerin bile gıpta ettikleri makamlar vardır. Şehitler cennette diledikleri yerlere gidebilirler. Şehitlerin şefaati makbuldür. Şehitler kıyamet gününde gördükleri ikramdan dolayı tekrar tekrar diriltilip Allah yolunda savaşarak tekrar tekrar şehid olmayı arzulamaktadırlar.

                   Şehitlerin efendisi Hz. Hamza (r.a.)’dır. O büyük bir aşkla yeğeni olan Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bağlıydı. O’nun cesareti dillere destandı ve hatta gördüğü hiçbir şeyden korkmazdı. Yine Hz. Hanzala (r.a.)’da Uhud Savaşından bir gün önce evlenmiş ve sabah acaba cihadı kaçırdım mı endişesiyle yıkanmadan savaş meydanına koşmuştur. Ve şehit olmuştur, O büyük sahabiyi melekler yıkamıştır. Uhud’da, Bedir’de, ve Sahabenin diğer savaşlarında savaşa savaşa şehid olan ve hepsinin de ayrı bir hikayesi bulunan nice kahramanlar vardır.

                   Asırlar boyu olduğu gibi, yakın tarihimizde de, adını altın harflerle yazdıran Çanakkale ve İstiklal Kahramanlarımız vardır: Yemen’ de, Kore’de, Kıbrıs’ta, Bosna’da, Somali’de ve dünyanın daha nice coğrafyalarında yazılmış destanlarımız vardır. Tarihimiz adlı adsız sayısız akahramanlarla soludur vel’hasıl. İstiklal şairimiz ; M.Akif Ersoy bu kahramanları Çanakkale Şehitleri’nin şahsında şöyle tasvir ediyor:

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor

Bir hilal uğruna YaRab ne güneşler batıyor!

 

 

                   Şehitliğin aynı zamanda bir nasip meselesi olduğu da unutulmamalıdır. Mesela, Hz. Halid bin Velid yaklaşık yüz savaşa katılmıştır. Savaşlarda yaklaşık yüz yara almıştı. Ancak uzun zaman sonra ölümcül hastalığa yakalandığında, cihad meydanlarında değil de yatağında öleceğini anlayan Hz. Halid (r.a.), öleceği için değil, şehit olamadığı için ağlamıştır.

                   Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Aksine onlar diridirler; ancak siz fark edemiyorsunuz." (Bakara, 2/154)  

                   Şehidimizi uğurlarken kendisine sonsuz rahmet, yakınlarına ve sevenlerine sabr-ı cemiller niyaz ediyoruz. İnanıyoruz ki, gittiği gerçek alemde –inşallah- anne-babasına ve yakınlarına da şefaatçi olacaktır.

                   Şehidimiz AHMET BAYAZIT’a, AHMED-i Mahmud u Muhammed’e komşu, ecdadımız Sultan BAYAZIT ve Bayezid-i Bistami hazretlerine yoldaş olması temennisiyle ebedi saadetler diliyoruz.

                   Yine, Milli Şairimizin diliyle seslenerek sözü bitiriyoruz ves’selam:             

Ey şehid oğlu şehid; isteme benden makber

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber!

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

28.02.2008


Mar`12
28
BU PAŞA NE YAPMAK İSTİYOR
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

 

 

 

BU PAŞA NE YAPMAK İSTİYOR

 

            21 Şubat 2008 günü Cumhuriyet gazetesinde, tüylerimizi ürpertecek bir yazıyla karşılaştım.

            Bir paşamız eline kalemi alarak, milletimizin değer verdiği birçok konu ve kişilere ver yansın etmiş.

            %99'u Müslüman olan bir milletin dinine karşı aşağılayıcı ifadeler kullanmanın yanında, manevi değerlere yer verildiği için istiklal marşına ve onun büyük şairi M. AKİF’İMİZE hakaret ve aşağılama dolu ifadeler kullanmıştır. Akif’in millet sevgisinin zekatı, onun gibi  düşünen binlercesinden fazladır.

            Milletin bağrından cıkmış şanlı ordumuzun, yüksek mevkilerinde görev yapmış böyle bir kişi olarak, bir milletin istiklal marşına, hatta “İslam dinini, Arapların katliamından kurtulmak için, korkudan kabul ettiğimizi” yazarak, milletin bizzat kendisine hakaret etmiş olan bu paşamız ne yapmak istiyor.

            O paşaya, tam böyle kritik bir süreçte bu yazıyı kimler, ne amaçla yazdırıyor. Her gün onlarca Mehmetçiğin, şahadet şerbeti içerek, cenneti alaya uğurlandığı böyle günlerde, milletin dinini, milletin kendini,  hatta, “bu marşta istiklal savaşımız anlatılıyor” ifadelerine mazhar olarak ilk meclisin tamamının coşkun teveccühüyle mecliste defalarca okutulan, ayakta uzun süre alkışlanarak takdirle kabul edilmiş olan istiklal marşını, böylesine pervasızca eleştiren paşa ne yapmak istiyor olabilir.

            Yine 28 Şubat sürecinde de, benzer birileri, asker ocağına “peygamber ocağı” denmesinden rahatsız olduğunu ifade etmişti.

            Bunları yazarken, şanlı ordumuzun kahraman paşalarını tenzih ederek yazıyorum. Her kurumda farklı düşüncede olanlar olduğu gibi, paşalar içindede Silahcıoğlu paşa farlı olabilir.

            Bu paşa İslam’dan hoşlanmıyor da olabilir. Başka bir dine mensup veya ateistte olabilir. Bu durumu, ona milletin dinini, milletin kendini ve milletimizin istiklal marşını aşağılama hakkını vermez.

            Paşa bir formülünü bulsa, istiklal marşımızı laikliğe aykırı sayacak.

Belki bu marş Atatürk zamanında değil de, günümüzde kabul edilseydi, kesin Anayasa Mahkemesine götürülürdü.

            Böyle birkaç marjinal tip var diye biz, istiklal marşımızı, dini inançlarımızı değiştirecek değiliz.

            Yaşar Nuri hocamızda geçenlerde bir gazetede, “eski partisindeki bazı kimselerin, ALLAH demeyi bile laikliğe karşı saydıklarını” ifade etmişti. Eskiden ezanı Türkçe okutanlarında iddiası böyleydi.

            Bu kafayla uygulanan laiklik; laiklik değil, ideolojik din düşmanlığıdır. Bolşevikler bütün dinlere düşmandı. Bizdeki laikçiler sadece İslam’a düşmanlıkta yarışıyorlar. Bu kafayla milleti laikliğe dost mu, yoksa düşman mı etmek istediklerini anlamaya çalışalım?

            Merak ettiğim önemli bir konu daha var: Acaba, Türk milletini, İslam’a layık görmeyen bu meşhur paşamız, bize hangi dini münasip görüyor. Onu da belirten bir yazı kaleme alsa hiç fena olmaz.

            Doğuda bölücüler; Zerdüşt dinini telkin ederek milleti bölmeye çalışırken,  Sayın Doğu Silahcıoğlu, hangi dini bize münasip gördüğünü belirtse işler daha netleşmiş olacak.

            Lozan antlaşmasındaki bir maddede; “Türkiye’de İslam dinine mensup olanlar arasında azınlık yoktur” diyor.

 Acaba birileri, İslam’ın bu birleştirici özelliğinden rahatsız mı oluyor?

            Bu konuda yanılmış olmayı çok diliyorum. Bu vesile ile sınır ötesi harekâtında, şanlı ordumuza başarılar, şehitlerimize haktan rahmet, kederli ailelerine ve milletimize baş sağlığı diliyorum.

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

26.02.2008


Mar`12
28
YILDIZLARIN YILDIZI
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

YILDIZLARIN YILDIZI

 

                   Önceki gün, kendisini Hz.Peygâmber ve Ashâbı’nı anlatmaya adamış, onlar ve onların sevdikleri aşkına yollara düşmüş bir güzel insan geldi geçti Ordu’dan. Bilhassa bu Ramazan’da Kanal 7 Televizyonunda yaptığı Sahur Programlarıyla tanınan Ömer DÖNGELOĞLU Bey. Haftada 4 günü yurtiçi yurt dışı konferanslarda geçen, diğer zamanlar,  2 ayrı radyoda program yapan ve Kanal 7’deki programları da haftada bir gün olmak üzere  devam eden bu arkadaşımız 1968 Tokat Zile doğumlu ve 5 çocuk babası. Cumâ gün Bulancak’taydı. Cumartesi gün de bizim misâfirimiz oldu. Ensar Vakfı adına dâvet ettiğimiz Sn.Ömer DÖNGELOĞLU kardeşimiz ve onu Bulancak’tan getiren Âb-ı Hayât Derneği’nin hizmet, kardeşlik, dostluk ve memleket âşıkı başkanı Sinan AYDIN Bey ve arkadaşlarıyla berâber kısa da olsa bir Boztepe turu yaptık. Herkes gibi misâfirimiz Ömer Bey de Boztepe’den sâhil çizgisi ve Melet Vâdisi’ni temâşâ etti. Tâ Karagöl’e uzanan dağlar silsilesini hep berâber seyrettik. Dönüşte, bağrından süzülerek indiğimiz Boztepe bize yine şehrimizin ve civârın en güzel manzaralarını sundu.

                   Akşam Vefâ Derneği’ndeydik. VEFÂ Eğitim Sanat Kültür ve Yardımlaşma Derneği. Yeni bir dernek. Zaman içerisinde faaliyetleriyle kendisini daha iyi tanıtacağına inanıyoruz. Yerleri, mekânları, imkânları güzel. Hizmet aşkları var. Kendi dâiresinde, yardım toplayıp dağıtma konularında güzel işler yapmakla berâber, umûma yönelik geniş katılımlı program örnekleri yok henüz. Bu program bu vâdîde ilk adım gibi oldu.  Misâfirimizi altlı üstlü ve birbirleriyle görüntü bağlantılı geniş salonlarında ağırladılar. Ömer DÖNGELOĞLU Hoca, gerçekten güzel anlatıyor. Etkiliyor. Gönülleri coşturuyor. 1.5 saatlik konuşmasında hep sahabeyi anlattı. Onların hayâtlarından pasajlar sundu. Onların peygâmber aşkını anlattı. Allâh aşkını, Rasûlûllâh aşkını anlattı. Peygâmber Efendimiz (SAV)in “Benim ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisinin peşinden gider, ona uyarsanız hidâyeti(Hakk’ın dosdoğru yolunu) bulursunuz.” Buyurduğu hidâyet yıldızlarını anlattı. Kâlpler heyecâna geldi, gözler yaşardı.

                   Yüce Allâh Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere en güzel örnek olarak Peygâmberimiz(SAV)i gösteriyor. Bizim de O’nu örnek alabilmek adına yegâne bakacağımız yer de, elbetteki peygâmberimizi adım adım izleyen ve harfiyyen O’na uymaya çalışan sahabe efendilerimizdir. Buna ihtiyâcımız da her zamankinden çoktur. Çünkü günümüzde, örnek adına gönüllere dayatılan ve “yıldız” olarak tanımlanan sayısız idoller mevcut. Kimdir, nerelidir, neyin nesidir, cinsi cibilliyeti nedir, ne yapmak istemektedir araştırılmadan bilhassa gençlerimizin yolu üzerine allandırılıp, pullandırılıp konuşlandırılan bu  muammâ “yıldız”lar neslimizi bir boşluğa savurmaktan öteye ne yapabilmektedirler? Gençlerimizin çoğunluğunun çalışma odalarına, kitap aralarına, defter sayfalarına, ilgilendikleri yayınlara ve göz gezdirdikleri yerlere bakarsanız ne söylemek istediğimizi anlarsınız.

                   Sohbet’ten sonra hocamızı Bulancak ekibinin elinden zor aldık. “Biz plânladık, ayarladık. Biz götüreceğiz!” diye tutturdular. Biz ise, yol boyu da sohbet edip daha iyi tanışmak için, dün öğleden beridir kendileriyle olan Ömer Hoca’yı alarak Samsun’a kadar birlikte olduk. Mümin Esat KILIÇKAYA ve Zekâi GÖNÜL  Beylerle berâber sohbet, muhabbet dolu güzel bir yolculuğumuz oldu. Ömer DÖNGELOĞLU Kardeşimizi biraz daha yakından tanıma imkânı elde ettik.

                   Emin SARAÇ Hoca haklı. Tâlebesine “Sen sahabeyi anlatacaksın. Allâh sana kâbiliyet vermiş. Bu işi beceriyorsun. Aksi takdirde vebâl altında kalırsın!” demiş ve bir nevî hocalık nazıyla onu bu göreve tâyin etmiş. Emin SARAÇ Hoca tam bir Âlim ve iyi bir muallim. Bizim İstanbul’da okuduğumuz yıllarda Fâtih Câmii’nde Hadîs Dersleri okutuyordu halka usûlü. Hâlâ da okutuyor. Osmanlı’dan intikâl eden klâsik Dersiâm geleneğinin günümüz temsilcilerinden. Türkiye’mizde ve tüm İslâm Âleminde ağırlığı olan gerçek bir âlim. Kendisi bunca ilmine rağmen mütevâzı köşesinde derslerine devâm ediyor. Rahle’yi tercîh etmiş. Kendisi ilmen daha lâyık olduğu hâlde Kürsü’yü bu genç talebesine göstermiş. Çünkü herkesin görevi farklı ve taş yerinde ağır. Senin yerin de kürsü demiş. Biz de öyle diyoruz.

                   Hepimizin, kırpılan, kayan değil; kaymayan ve hiçbir zaman batmayacak olan yıldızlara ihtiyâcımız var. O yıldızlar, Peygâmberimiz (SAV)in işâret buyurduğu yıldızlardır. Eğer Hakk’tan geldiğimizin farkındaysak ve yine O’na gitmek istiyorsak kimin elinden tutacağımızı çok iyi bilmeliyiz. Oralara dikkât çekmeliyiz. Bunu sen çok iyi beceriyorsun Sn. Ömer DÖNGELOĞLU.

                   Görüyor ve biliyoruz ki, çocuklarından uzak, sefer ve gurbetin sıkıntılarıyla dolu bir hayat herkesin kârı değil gerçekten. Ama, nâparsın ki, her şeyin bir bedeli var! Mâdem bu yola düştün, güzel güzel anlatıyorsun; önce sen uygulayacaksın değil mi sevgili kardeş? Neyi mi; elbette ki, sahabe efendilerimizin sorgusuz-suâlsiz fedâkârlıklarını!

                   Gözümüz, kulağımız sende ey Yıldızların yıldızı. Gençlerimizi yalancı yıldızların pençesinden kurtarma gayretinizde duâlarımız seninle. Yüce Rabbimiz seni, bizleri ve tüm ümmet-i Muhammedi yıldızlarıyla buluştursun ves’selâm…

 

 

 

 ORDU HAYAT GAZETESİ

24.02.2008


Mar`12
28
GAZETECİLİĞİN ADI ve TADI
MIZRAP 2008

Yorumlar(0)

GAZETECİLİĞİN ADI ve TADI

 

                   Ordu Gazeteciler Cemiyeti başkanlığına seçilen Sn. Recep AYDIN, BTV Program yapımcısı Sn.Mesut ENGİN’le berâber gazetemize nezâket ziyâretinde bulundular.

Böylece, kendileriyle daha yakından tanışma, Ordu’da basın-yayın ve gazetecilik çerçevesinde fikir teâtisi yapma imkânı elde etmiş olduk.

                   Sn.Recep AYDIN’ı, Ordu Gazetecilerini tanıştırma, kaynaştırma, fikirler farklı olabilse de, aynı çatı altında bir basın âilesi vizyonu oluşturma çabası içerisinde gördük. Konuşmalarının satır aralarından da Ordu gazeteciliğini teknik, etik ve kalite bağlamında zenginleştirme, olgunlaştırma azim ve kararlılığının yansıdığını gözlemledik. Ordu Gazeteciler Cemiyetinin, ziyâretlerle başlayan bu adımlarının güçlü, seviyeli, birikimli, saygılı ve saygın bir basın âilesi oluşturmada başarılı olacağı intibaını uyandırdı bizde  Recep AYDIN. Kendisine buradan tekrar başarılar diliyoruz. Basın-yayın önemli. Onun mensupları da. Onlara yakışan, bunun farkında olmaları ve gazeteciliğin onuruna yakışmayan çizgi dışı hareketlerle kendilerini de mesleği de dile düşürüp ciddiyetsiz bir paçavraya çevirmemeleri.

                   Biz Ordu Hayat Gazetesi ekibi olarak, ülkemiz ve şehrimiz insanıyla doğruları buluşturmak adına yola çıktık. Çağımız, teknolojinin akıl sınırlarını öteye geçtiği bir çağdır. Bu tekniğin en çok kullanıldığı sahaların başında kitle iletişim vâsıtaları gelmektedir. Dolayısıyla insanlık her gün ülkelerine havadan atılan bombalardan daha çok ve etkili olarak enformasyon bombardımanına uğramaktadır. Dünyânın en ücrâ ve sessiz yerlerinde bile trilyonlarca kılcal ağlar arasında iletişim curcunası yaşanmaktadır. Bunca gürültü lâbirenti arasında doğruyu bulabilene, gerçeği seçebilene ve net duyabilene aşk olsun!

                   Televizyon ekranlarına bakınız. Dijitâl tekniklerle, bilgisayar yoluyla nice ilginç görüntülerin, filimlerin ortaya konulduğunu görüyorsunuz. Hattâ çevrenizdeki gerçekler sizi neredeyse hiç ilgilendirmiyor. Komşunuzun açlığından, yakınlarınızın kavgalarından habersiz, televizyonlardaki kaynana programlarına, sihirli dizilere kapılıp, kendi dünyânız ve gerçeğinizden kopup gidiyorsunuz. Evinizin işini unutuyorsunuz. Bu şartlarda kendi gerçeğinizi nasıl yakalayacaksınız, kendinizi yaşayıp da nasıl kendiniz olacaksınız?

                   İnsanların, “üzerine lâzım olmayan” şeylerle öylesine ve de böylesine meşgûl edildiği bir dünyâda onu kendisine nasıl döndüreceksiniz? İşte bu da basının görevlerinden biri. İnsanları doğrularla ve gerçeklerle buluşturmak.  “Gerçek” olan gerçeğe uzak düşmeden, hayâl âlemlerine dalıp meçhûllerde kaybolmadan, sendelemeden, geldiği âleme sağ-sâlim dönmelerine katkıda bulunmaya çalışmak. Bunda bir nebze de olsa başarılı olabilirsek kendimizi bahtiyâr addedeceğiz. Aksi takdirde, kendi kıymetli vakitlerimizi de, okuyucularımızın telâfîsi imkânsız zamanlarını da hebâ etmiş, Hak katında da, halk yanında da vebâle girmiş oluruz.

                   Doğrusu, öteden beri basın-yayınla iç içe olmamıza, kişisel olarak kitap ve vakıf olarak da dergi yayınlamamıza rağmen neşriyâtın  mutfak boyutunda yeni yeni arz-ı endâm etmeye başladık. Köy çocuğuyuz. Ancak babam hemen hemen her gün gazete, dergi, bülten, broşür cinsinden ne alırsa, ne bulursa bize getirirdi. Biz de eğitim-öğretim için şehre adım attığımızdan bu yana bizzat yayınlarla ilgili olduk hep. O zamanlar günlük gazeteler öğleye doğru Ordu’ya ulaşıyordu. Böyle karlı, buzlu mevsimlerde hiç gelmediği de oluyordu. Öbür gün dünkiyle berâber geliyordu.

                   Gazete getiren kamyonların yolunu bizzat beklediğim çok olmuştur. Kamyonlar koca koca gazete paketlerini aceleyle yolun kenarına savurup hızla yollarına devam ederlerdi. Ordu Ana Bâyii gazete paketlerini alır, mağazaya getirir, iplerini kesip sayarak tezgâhına ya da vitrinlere yerleştirirdi. Biz bu safhaları merakla izlerdik. Alamadıklarımızı temâşâ eder, alacağımızı alır oradan uzaklaşırdık. Bizden başka, sokak aralarında gazete satan çocuklar vardı. Onlar gazeteleri sayarak teslim alır almaz başlarlardı bağıra bağıra dolaşmaya. O zamanlar televizyon yok, belki çoğu evde radyo bile yok. Gazetenin ne anlam ifâde ettiğini ve ne denli alâka gördüğünü bir düşünün! Mahalle aralarında, caddelerde, ara sokaklarda merakla izlenirlerdi ilginç olayları saya-döke haykırarak koşuşan gazeteci çocuklar. O zamanların da kendine göre böyle heyecanları vardı. Şimdi ise şu anda yazdığım yazıyı bile yan odaya İnternet yoluyla gönderiyoruz. Nereden nereye!?

                   Ama, teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin; netîcede her şey insanla oluyor. İnsan da “ol”mayınca, yâni olgunlaşmayınca meyveleri tatsız oluyor. Acı oluyor. İnsana saygısı olmayan ilerlemenin adı ne olursa olsun, tadı olmuyor.

                   Ordu Gazeteciler Cemiyeti, faaliyet ve programlarıyla işin tadını çıkarma peşinde.  Onun yeni bir başkanı var. Heyecanlı, dinamik, azimli. Gazetecilik mesleğinin inkişâfı ve îtibârı için fizikî ve meslekî anlamda her türlü olumlu gayreti gösterme kararlılığında gözüküyor. Bizler de kendilerine ifâde ettiğimiz gibi, bu vâdîde, hayırlı her adımın arkasında olmaya hazırız.

                   Ordu Gazeteciler Cemiyeti’nin Aydın başkanına ve yeni yönetime, Ordu Gazeteciliği’nin hayrı için çıktıkları yolda, bereketli, üstün başarılar diliyoruz ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

21.02.2008


Toplam 517 Blog, 104 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 15 16 17 18 19 [20] 21 22 23 24 25 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...