|
|
Rıdvan EREN Emekliliğe Vedâ Yemeğiyle Uğurlandı
Ordu İl Müftülüğü’nde 10 yıldır Şûbe Müdürü olarak görev yapan ve 32 yıllık hizmet serüveni sonunda emekliye ayrılan Rıdvan EREN için görev arkadaşları tarafından bir vedâ programı tertip edildi. Program Turnasuyu BizimKöy Restaurant’da verilen akşam yemeği ile gerçekleştirildi. Çok sayıda katılımın olduğu program coşkulu geçti. Yıllardır birbirini görmeyen arkadaşları buluşturan vedâ yemeğine il çapında geniş katılım yanında il dışından da katılanlar vardı.
Tesbit edebildiğimiz kadarıyla mesâi arkadaşları İl Müftü Yardımcısı Sâit ALVER, Vâiz Aydın İŞBAKAN,Ünye Müftüsü Şâkir PİNAL, Fatsa Müftüsü Şenel YILMAZ, Perşembe Müftüsü Şâban SADAN, Gülyalı Müftüsü Selâhaddin LEVEND, Kabadüz Müftüsü Sâim ŞİRİN ve Ulubey Müftüsü Abdullâh BİLECE, Korgan Müftüsü Hızır SARIGÜL başta olmak üzere ilçe müftülerinin personelleriyle birlikte tamâmına yakını, Piraziz Müftüsü Mesut ÖZTÜRK, TEDAŞ İl Müdürü Halil MERMER, Kültür ve Turizm İl Müdürü Muzaffer GÜNAY, Sosyal Hizmetler İl Müdürü Hüseyin YAŞAR, Köy Hizmetleri İl Müdürü Nâmık Kemâl UZUNLAR, Gençlik ve Spor İl Müdürü İsmail ÇAĞLAYAN, Çevre Sağlığı İl Müdürü Selahattin YILMAZ, Ordu Lisesi Müdürü Sebahaddin ÖZTÜRK, Karşıyaka İ.Ö.O. Müdürü Âdil KOÇAK, İmam-Hatip Lisesi Müdür Yardımcısı İmdat GÜNEY, İmam-Hatip ve İlâhiyât Vakfı Başkanı İbrahim YÜKSEL, Türk Vakıf-Sen Şûbe Başkanı Bekir KARAKIŞ, Öğretmenevi Müdürü Beytullah BAŞ, yardımcısı Aşkın KIR ilk göze çarpan isimlerdi. Recep AZAKLI, Abdurrahman TOMAKİN, Nâmık ALTAŞ, Ali DÜZGÜN, Yücel BİBER, Ahmet ŞİMŞEK, Kemâl CEBECİ, Mevlüt ŞİMŞEK ve daha nicesi isimler de katılımcılar arasındaydı. Ayrıca Din Hizmetleri Uzmanı Nurşen GÜNEY ve Kız Kur’an Kursu Öğreticileriyle berâber çok sayıda bayan görevli ve dâvetli de programda hazır bulundu.
Bir çoğu okul arkadaşı olan dâire müdürlerini, mesâi arkadaşları ve sevenlerini karşısında gören Rıdvan EREN’in sevinci gözlerinden okunuyordu. Hattâ dâire müdürü bir arkadaşı kendisine; “Azîzim Rıdvan Bey, birkaç ay sonra göreve dönüp daha sonra tekrar emekli olunuz isterseniz. Bu ne güzel manzara!” diye takılmaktan kendini alamadı. Gerçekten 30-40 yıllık arkadaşların bir araya gelmesinden oluşan ortam, hasretlerin giderildiği, hâtıraların tâzelendiği bir pilâv günü havasını aratmadı.
Yemekler bitmeye yüz tuttuğu, sohbet ve muhabbetlerin koyulaştığı sırada programı tertipleyenlerden ve aynı zamanda takdim görevini yapan Kur’an Kursları Müdürü Mehmet AKYÜREK’in programı başlatan anonsuyla dikkâtler sahneye çevrildi. Mikrofona ilk dâvet edilen İl Müftüsü Tâceddin SEVİNÇ oldu.
Tâceddin SEVİNÇ yaptığı konuşmada, gördüğü manzaradan memnûniyetini ve mutluluğunu belirttikten sonra, bu kadirşinâslık örneği tabloyu oluşturan tüm katılımcılara hoş geldiniz diyerek câmiası adına teşekkürlerini belirtti. “ Biliyorsunuz iki emeklilik var: Birisi görevden emeklilik, 2.si de dünyâdan emeklilik! Kulluk görevi devam ediyor. Onun da emekliliği mâlum! 32 yıl bu kutsal din görevini îfâ eden ve bunun meyvelerini bu güzel tabloyla karşısında bulan arkadaşımıza bundan sonraki emekliliğine kadar hayırlı uzun ömürler temennî ediyor, 2. emekliliğinin de en az bunun kadar mutluluk verici olmasını diliyorum.” Diyerek sözlerini bitirdi.
Okul arkadaşları adına, kendisini yakından tanıyan İl Millî Eğitim Müdürü Yılmaz UZUN kürsüye dâvet edildi. “ Rıdvan Bey okul arkadaşım. 4 yıl evlerde, yurtta berâber kaldık. Günler su gibi aktı. Ne olduğunu anlayamadık. Çok hâtıralarımız var. Sözü uzatmak istemiyorum. O günler çok farklıydı. Bu gün hep birlikte bir takım görevler yerine getiriyoruz. Memleketimize hizmet etmenin heyecanını yaşıyoruz. Arkadaşımızı bugün emekliliğe uğurluyoruz. Sıra bize de gelecek. Önemli olan, arkadaşımız gibi yüz akıyla görevlerimizi tamamlayabilmektir. Rıdvan Bey’e bundan sonraki hayâtında da güzel günler ve mutluluklar diliyorum.”diyerek duygu ve düşüncelerini ifâde etti.
Daha sonra Rıdvan EREN kürsüye dâvet edildi. Mutluluğu ve heyecânı yüzünden okunan Rıdvan EREN yaptığı özlü ve duygulu konuşmasını “75 Ağustos’undan bu yana son 10 yılı Ordu’da olmak üzere 32 yıl hizmet ettim. Yüce Rabbim nasîp etti. Hamd ediyorum. Müftü Bey’in de ifâde ettiği gibi, bundan sonrası 2. emeklilik. O da hayattan emeklilik. 2. emekliliğin de böyle güzel olmasını Cenâb-ı Hakk’tan niyâz ediyorum. Tâ 66-67 yıllarındaki okul arkadaşlarımı, dostlarımı, yakınlarımı burada görüyorum. Tüm katılımcılara teşekkür ediyorum. Varsa, hepinize hakkımı helâl ediyorum. Sizlerin de helâl etmenizi diliyorum. Allâh’a ısmarladık.” Diyerek tamamladı.
Vâli Yardımcısı Yüksel ÇELİK de yaptığı konuşmada, “ Hocalar konuşmayı öteden beri iyi becerirler. Kendisini yakından tanıyan okul ve mesâi arkadaşları Rıdvan Bey’i güzel güzel anlattılar. Din Hizmetlerinin bize bağlı olması dolayısıyla tanıdığım Rıdvan EREN’le ilgili düşüncelerimi söylemem gerekirse; Rıdvan Bey görevinde başarılı ve iyi bir arkadaşımızdı. Bundan sonraki hayâtında da kendisine başarılar diliyorum. Müftü Bey’in sözlerinden gerekli mesajı aldık. 2. emekliliğinin de geç ve hayırlı olmasını diliyorum.” Diyerek sözlerini tamamladı.
Söz sırası Ordu İl Genel Sekreteri Mustafa YILMAZ’a geldi. Mikrofonu eline alan Mustafa YILMAZ duygu ve espri dolu bir konuşma yaptı: “ Hepiniz arkadaşlarımsınız. Çoğunuz hocasınız. Sizleri her yerde, çeşitli vesîlelerle dinliyoruz. Dinlemekten de gurur duyuyoruz. Lâkin biz hep dinlemede kalıyoruz. Şimdi mikrofon benim elime geçti; mikrofon bende yâni. Müsâdenizle biraz konuşacağım. 30 yıl önce aynı sınıfları paylaştığımız arkadaşlar olarak, yıllar sonra böylesi bir tabloda bir araya geleceğimiz söylense kimse inanmazdı. Biz burada bu akşam 30-40 yıl öncesine gittik. Yıllar önce aynı havayı teneffüs ettiğimiz arkadaşlarla bir aradayız. Bu, mutlulukların en güzeli. Demek insanın hayâl edemeyeceği şeyler gerçek olarak karşısına çıkabiliyor. Demek ki hayâl etmek gerekiyor. Önümüzdeki dönemlerde, bir 30 yıl daha sonrasında neler olabileceğini şimdiden hayâl edip büyük düşünmeli ve her birimiz üzerine düşeni gelecek nesiller adına yapma gayretinde olmalıyız. O zaman ülkemiz daha ne güzellikler yaşar kim bilir! Demekki, bize tevcih edilen emâneti en iyi şekliyle temsîl mecbûriyetimiz var. Yüce Allâh bizlere bakanlıklar lûtfetti, mevkîler lûtfetti, makamlar lûtfetti. Çeşit çeşit imkânlar lûtfetti. Bunun değerini bilmeliyiz. Tâ öğrencilik yıllarımızda olduğu gibi, hep birlikte, elele ilimiz ve ülkemiz için bir şeyler yapabilmenin heyecânını yaşamalı, hayâlini taşımalıyız. Bu güzel atmosferin bana ilhâm ettiği duygu ve düşüncelerimi mikrofon elime geçmişken sizinle paylaştıktan sonra, Rıdvan EREN kardeşimize bundan sonraki hayâtında da alnı açık, başı dik olarak yaşadığı mutluluklar ve huzurla geçen hayırlı, uzun bir ömür diliyorum.”
Daha sonra, Rıdvan EREN’e, emekliliği münâsebetiyle Diyânet İşleri Başkanlığı ve Vâlilik adlarına düzenlenen Hizmet Plâketi ve Teşekkür Belgesi, ayrıca personel adına bir hediye paketi Vâli Yardımcısı Yüksel ÇELİK, Ordu İl Müftüsü Tâceddin SEVİNÇ ve İl Sekreteri Mustafa YILMAZ tarafından verildi.
Rıdvan EREN’e BizimKöy Restaurant adına da emekliliğinden dolayı bir çiçek sunuldu çalışanlar tarafından.
Diyânet-Sen Ordu Şûbe Başkanı Abdülkâdir DEMİR söz isteyerek kürüyse geldi. Yaptığı kısa konuşmasında “ Vakarlı, sâde hayâtıyla kendisine yakınlık duyduğumuz, yanına rahatlıkla girebildiğimiz, personel arasında her zaman köprü vazîfesi görmüş hocamız her türlü hizmete koşmuştur. Sportif yönünü, pikniklerdeki mahâretlerini de hatırlatmadan geçemeyeceğimiz hocamıza “Altın hizmete altın ödül!” anlayışıyla, sembolik olarak niteleyebileceğimiz bu nâçiz hediyeyi, hizmet kolumuzda görev yapan din görevlisi arkadaşlarımız ve tüm personel adına kendisine takdim ediyoruz. Hocamıza bundan sonra ki hayâtında da sağlıklı, neşeli günler, bereketli ömürler diliyoruz.”diyerek sözlerini bitirdi.
Burası sözün ve de programın bittiği yerdi. Nitekim Sunucu Mehmet AKYÜREK, tüm katılımcılara, programda emeği geçenlere, Restaurant çalışanlarına teşekkür ederek programın bittiğini bildirdi. Ancak çaylı sohbetler, kucaklaşmalar, vedâlaşmalar uzun süre daha devam etti. Biz de Ordu Hayat Gazetesi olarak Rıdvan EREN Bey’e bundan sonraki hayâtında âilesi, yakınları ve sevdikleriyle berâber sağlık, mutluluk ve huzur dolu hayırlı uzun ömürler diliyoruz.
ORDU HAYAT GAZETESİ
28.01.2008 |
|
|
MEHMET RIFAT’ın SAN’AT GALERİSİ
Uğurcan ATAOĞLU’nun “DEDEM MEHMET RIFAT” isimli kitabından söz ettiğimiz yazımızın ilkinde, tanıtma yanında kısmen, kitapla ilgili duygu ve düşüncelerimizi de belirtmiştik. Ancak, plânladığımız hâlde, şiirlerinden örnekler sunamamıştık. Kitapta ÖnSöz’den sonra 88 şiir, 33 fotoğraf, 10 resim, 9 desen ve bir de CD var. Her biri başlıbaşına o dönemlerden esintiler ve tadlar taşıyor.
Kitapta, bahsi geçen şeylerin tamâmı yer alıyor. Ancak, Sıtkı CAN’ın sözünü ettiği HüsnüHatt ve Tezhip örnekleri hiç yok. Keşke, resim tablolarında olduğu gibi en azından birkaç tâne de Hatt levhası kalabilseydi! O zaman biz de rahatlıkla, hattımız var; Hattat’ımız var diyebilirdik geçmişe dâir değerlerimiz sadedinde. Resim tabloları, desenler, fotoğraflar kalıyor, HüsnüHatt ve Tezhipli Levhalar kalmıyor! Bu da kafa yormaya değer gibi gözüküyor. Zîrâ, bizler bile, daha dün denecek çok yakın geçmişte, her şubatsı dönemde kitaplarımızı bir yerlere saklama ihtiyâcı duymuşuzdur. Birçoğu da gittiği yerlerde kalakalmıştır! Sıkıyönetim dönemlerinde, yolculuklarda ya da evlerde yapılan aramalarda kitaplar, dergiler, gazeteler didik didik edilmiştir çünkü. Bunun örnekleri çoktur. Onun için, havalar soğumağa(!) başladığında tedbirler alınırdı ister-istemez!
Ensar Vakfımızda yapılan Kültür Sohbetlerinde, kendilerinden önceki büyük âlimlerin talebesi olan hocalarımıza, hocalarının kitaplarını sorduğumuzda atmosferin ya da durumun şiddetine göre bol bol saklama, paketleyip yere gömme, şüphelenilmeyecek kişilerin evlerine gönderme, tavana koyma, samanlığa saklama gibi türlü usûller geçiyor hikâyeler arasında. Bu öteden beri bir gelenek hâlindedir ülkemizde. Harcıâlem olan kitaplar da ön plâna çıkarılmıştır. Belki de o zamanlar, Harf İnkılabı günlerinde çok daha sert esen rüzgârlar HüsnüHatt ve Tezhip örneklerini ya imhâ ettittirdi, ya da ulaşılamıyacak bir yerlere saklattırdı! Bugün elde olsalardı, onların varlığı, HüsnüHatt’ın esâmesi bile okunmayan Ordu’muz için ne güzel bir hâtıra ve örnek olacaktı. Kimbilir, belki bundan sonra, tıpkı tablolar,desenler, fotoğraflar ve şiirlerin bir yerlerden çıkıp geldiği gibi bir taraflardan çıkagelir HüsnüHatt Levhaları da! Ne demişler; umut fakîrin ekmeği!
Mehmet Rıfat’ın, “Feylesof Rızâ Tevfik Bey’in “Harap Ma’betler” şiirine nazîre” olarak yazdığı ve muhtevâ olarak da çok benzeyen şiirini, hem onun şiirinden bir örnek, hem de HüsnüHatt vâdîsi dâhil tüm inkisâr-ı hayâllerimize tercümân olmak meyânında arz ediyoruz:
SÜTUNLAR yıkılmış, kubbesi çökmüş
Es-salâ verilen mahfili kopmuş
Eski ihtişam sanki hiç yokmuş
Maziye karışan bu bir hayalmiş
Çini mozayikler sökülmüş düşmüş
Yıkık damlarına kuşlar üşüşmüş
Hayat fani, bir varmış yokmuş
Şanlı mihrabı yosunlar sarmış
Nerede İslam’ın devr-i ikbâli
Viran ma’bed gibi hal-i edvârı
Kabristana benzer şimdiki hali
Ebedi uyanmaz uykuya dalmış
Nice asırların şâhidi mihrâb
Ser-nigûn olmakta mâil-i türâb
Baykuş dem çekerek der harâb harâb
Gül biten bağçesin tikenler almış
Ufuk dağlarında güneş ağarken
Ölgün, hazin ziyasını saçarken
Esefle maziyi anar yatarken
Baktım akşam olmuş etraf kararmış
Siyah servilerin gölgelerinde
“Ah min’el-mevt” yazan türbelerinde
Tabut bırakılan kulübelerinde
Rüyalı ömrümü bildim yalanmış
Mehmet Rıfat’ın san’at galerisine zaman zaman uğramanın, san’at penceresinden bir “nefes” solumanın, çeşnileriyle buluşmanın, oradan alacağımız esintilerin kültür yürüyüşümüze bir “nefes” katacağını düşünüyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
27.01.2008 |
|
|
CADDE-NÂME
Bir tur der, çıkarsın yola
Şehrin caddelerinde…
Arada verirsin mola
Şehrin caddelerinde…
Çocuklarınla elele
Ya da dostlarla kolkola
Hadi uğrun açık ola
Şehrin caddelerinde…
Sağa-sola baka baka
Asa-kese, yaka-yıka
Karşımıza kimler çıka
Şehrin caddelerinde?..
Ahbap, arkadaş görürsün
Bir, Hak selâmı verirsin
Kâlpten gelirse, erirsin
Şehrin caddelerinde…
Bir-kaç dükkâna uğrarsın
Biraz muhabbet sararsın
Köyünden haber sorarsın
Şehrin caddelerinde…
İster bankta oturursun
Hem ıslanır, hem kurursun
Gezinmeden zor durursun
Şehrin caddelerinde…
Vitrinler hep sana bakar
Hadi al der, borca takar
Yol nerden nereye çıkar?
Şehrin caddelerinde…
Kim bilir, ne yaptığını
Nereden ne kaptığını
Nerelere saptığını
Şehrin caddelerinde…
Bakkal, market, kahvehâne
Sigara, alkol, meyhâne
“Kötü” bozuk; “şer” bahâne!
Şehrin caddelerinde…
İmam-Hatip’ten Köprü’ye
Vardık yürüye yürüye
Benziyoruz bir sürüye
Şehrin caddelerinde…
Pastahâne, Postahâne
Kalabalık çok şahâne
Dostluk güzel, yol bahâne
Şehrin caddelerinde…
Fidangör’den Fidangör’e
Akar bir sel, gider nere?
Ayıp kaçar; ahlâk, töre!
Şehrin caddelerinde…
Kafe, teras, internetler
Disco, kulüp; kim denetler?
Kimbilir ne mel’anetler!
Şehrin caddelerinde…
Bar, stad, ya da sinema
İçki, küfür, argo, kavga
Düşeni yakar bu sevda
Şehrin caddelerinde…
Çocuklar sokakta kayıp
Kayıp aramak ta ayıp!
Gitsen olmaz sövüp-sayıp
Şehrin caddelerinde…
Sâhil, kordon ayrı âlem
Manzaraya gelmez kalem
Şehit rûhlarında mâtem
Şehrin caddelerinde…
Banka, Finans, bankamatik
Her şey artık otomatik
İnsanlar bile mekanik
Şehrin caddelerinde…
Arabalar gürültülü
Köpekler var hırıltılı
Her ne varsa zırıltılı
Şehrin caddelerinde…
Belediyenin önü park
Şadırvanda edilir çark
Her gün böyle;her gün,yok fark
Şehrin caddelerinde…
Vara-yoğa yürünüyor
Sürüm sürüm sürünüyor
Dünyâ nasıl görünüyor
Şehrin caddelerinde?…
Güneş kapıları açmış
Milleti sokağa saçmış
Sanki herkes evden kaçmış
Şehrin caddelerinde…
Ada’dan Moda’ya yoğun
Sıkıştırır solun sağın
Zehir solursun üç öğün
Şehrin caddelerinde….
Cumâ’da bile dopdolu
Tenhâ göremezsin yolu
Kimler kimin, neyin kulu?
Şehrin caddelerinde…
Boztepe bakar yukardan
Manzara gönderir kardan
Söz açma edepten ardan
Şehrin caddelerinde…
Yer-yer câmi-cumâ, namaz
Kimi gider eder niyâz
Kimileri hiç uğramaz
Şehrin caddelerinde…
Elbet her şey nasîp işi
Mevsimin var yazı kışı
Kendini bilecek kişi
Şehrin caddelerinde…
Bol yapılmış, neyse gerek
Her taraf bal; pasta, börek
Yalnız câmilerim seyrek
Şehrin caddelerinde…
Şâhincili’den Orsan’a
Bir câmi var mı sorsana
Nice sorular var sana
Şehrin caddelerinde…
Şirinevler’den bu yana
Bir şehir var, bir baksana
Bir minâre göster bana
Şehrin caddelerinde…
Ezan kaç eve ulaşır?
Ya da kaç dükkân dolaşır?
Kimler, neyle haşir-neşir
Şehrin caddelerinde?...
Başkanlar hep çok gayretli
Anlı, şanlı, azametli
Hem Kuğu, hem Doğa kentli
Şehrin caddelerinde…
Meskûndur binlerce sâkin
Kentler birer ilçe, lâkin
Yapmamışlar câmi ilkin
Şehrin caddelerinde…
Sanıyorlar çok kârdayız
Bilmiyorlar zarardayız
Nîmetlerle nazardayız
Şehrin caddelerinde…
Gün gelir cadde sorulur
Mânâ ve madde sorulur
Sorumsuz nasıl durulur
Şehrin caddelerinde?..
İnsan olmak kolay değil
Hayât sâde halay değil
Seçilmek şinanay değil!
Şehrin caddelerinde…
Nûrânî, sözünden mes’ûl
Aslından, özünden mes’ûl
Kaşından, gözünden mes’ûl
Şehrin caddelerinde…
ORDU HAYAT GAZETESİ
24.01.2008 |
|
|
UĞURCAN ATAOĞLU’NUN “DEDEM” KİTABI
Kitabevinde, kitaplara bakmak için üst kata çıkarken merdivenlerin sağ omuz hizâsına, kimsenin görmeden geçemeyeceği özel bir yere yerleştirilmiş DEDEM MEHMET RIFAT isimli kitap. Siyâh-beyaz kapağı görünce ister-istemez dikkât kesildim. Biyografi ve hâtırât kitapları öteden beri hep ilgimi çeker. Hele bir de fotoğraflar varsa, en azından karıştırmadan geçemem. Ancak bu defâ emsâllerine göre pahalı da olsa almak mecbûriyetinde hissettim kendimi. Çünkü kitap Uğurcan ATAOĞLU imzasını taşıyordu. Daha doğrusu “hemşeri” bir kitaptı. Tanımadığım, çok merak ettiğim geçmişzaman hemşerilerimden, bizden önce bu toprakların nöbetini tutan insanların toplumsal atmosferinden, yaşanan iklîmlerden, yaylalardan, dağlardan, göllerden, çiçeklerden, güllerden, değişim ve dönüşümlerden, mektep hayâtından, sosyâl yapıdan, konuşulan kelimelerden, şiirden, san’attan, edebiyâttan, teneffüs edilen havalardan esintiler barındıran bir kitaptı. Yerel târihiyle ilgili pek az kaynağın bulunduğu yöremiz için önemli bir yayındı bu. Kaldı ki, kitap içi ve dışıyla, tüm çizgi ve tonlarıyla 80-100 yıl öncesinin fotoğraflarını yansıtıyordu. Erbâbı için bulunamayacak materyâldi. Yayın olarak da, neredeyse tıpkıbasım denilebilecek orijinalite ve kalitedeydi. Teknik tasarım da mükemmel. Geriye bir solukta okumak kalıyordu.
Bir solukta değil ama, koşuşturmalar arasında fırsat bulduğum demleri değerlendirerek üç gün içerisinde okudum. Ön kapakta Mehmet Rıfat’ın fotoğrafı var. Kendisi çalışma masasında oturuyor. Elinde resim malzemeleri var. Karşısında kendini çizdiği portre. Portre kendisi arasında sol tarafta bir ayna var. Aynadan yüzü yansıyor. Kendi fotoğrafı arkadan, sağ omuz tarafından çekilmiş. Kendi portresini rötüşlerken çekilmiş bu fotoğraf onun ressam ve san’atkâr yanını da vurgulayan güzel bir kompozisyon olmuş. Arka kapakta ise şu tanıtıcı ifâdeler yer alıyor:
“ Bu kitabın içinde 1885-1937 yılları arasında Ordu’da yaşamış olan Mehmet Rıfat ATAOĞLU’nun hayâtı, hayâtından fotoğraflar, yazdığı şiirler ve yaptığı resimler var. Kitabın içindeki CD’de ise bir NEFES var. Dedem Mehmet Rıfat’ın sözlerini Erkan OĞUR besteleyip seslendirdi.”
Kitabın en başına Mevlânâ’nın bir sözünü koymuş yazar. Daha sonra ÖnSöz’e, “En değerli mîras, NEFES” diyerek başlamış ve vurgu yaptığı NİYET kavramının organizasyon gücüyle NEFES etmiş okuyuculara. Dedesiyle arasında kan bağından öte gen ve duygu bağına da atıfta bulunan yazar, “Karakterim, becerilerim,gözlerim ona benzemiş. Duygusal yoğunluğumun da dedemle aynı yaşlarda yükseldiğini kitap için düşünürken ve çalışırken fark ettim. Kendi izlerimin geçmişini ve geleceğini buldum. Bu kitapta dedem bir nefes verdi, ben bir nefes aldım.” diyerek noktalıyor ÖnSöz’ü.
Buradan öğrendiğimize göre Mehmet Rıfat Taşbaşı Mahallesi’nde doğmuştur. Babası AbdiBaba oğullarından Ataoğlu Ali Efendi’dir. Rüştiyeyi bitirdikten sonra hayâta atılmış ve kendi kendisini yetiştirmiştir. Şiir,Resim, müzik, fotoğraf dallarında çalışmaları vardır. O devrin ünlü eğitimcilerinden Sıtkı CAN onun Hüsnühat sanatının 4-5 yazı türünde zamânının ünlüleriyle yarışacak çapta Hattat olduğunu, Tezhip ve Kakmacılık san’atında da usta denilecek çapta bulunduğunu ifâde ediyor. “ O, birçok ünlülerle yarışacak çapta bir hattattı. Eski yazının rik’a, sülüs, dîvânî… bölümlerinde hayranlığımızı çekecek kadar üstattı. Bazı evlerimizin odalarını süsleyen levhaları onun tılsımlı elinin birer şâhididir. Bu alanda sivrilenler arasında ismi geçmiyorsa buna muhit ve tevazuu engel olmuştur.”
Yazarın annesinin hayâl-meyâl hâtırladığı kadarıyla Mehmet Rıfat Ramazanda mahalleliye evinde namaz kıldıran birisi. Yazın yaylada evinde şiir günleri de yapıyor. Annesinin ifâdesine göre o programlarda Nâzım Hikmet’ten şiirler de okunuyor. Bir de sık sık ziyâret ettiği Sivaslı yaşlı bir derviş kendisine, o zamanlar değeri çok olan kırmızı bir halı verdiği gibi, aynı zamanda el de vermiş. “Âilenin büyük büyük dedeleri eskiden evde beyazlar giyinip dönerlermiş.” Kitabın ilk şiirinin Tevhid ve Tehlil olması ve muhtevâsı, aynı zamanda kitabın ilerleyen sayfalarında yer alan diğer bâzı şiirler de kendisinin tasavvufla iç içe olduğunu gösteriyor.
Anlaşıldığı kadarıyla Mehmet Rıfat o zamanların çeşitli san’at, kültür renklerini şahsında kaynaştırmış mâhir bir muallim. Hem edebiyât, hem tarîkât, hem san’at; hepsi bir arada. Sıtkı CAN’ın sözünü ettiği levhalardan birkaçı bugün duruyor olsaydı bu söylediklerimiz karşımızda somut olarak yer alıyor olacaktı.
Kitapla ilgili söylenebilecek çok şey var. Edebiyâtçılar elbette değerlendireceklerdir. Târihçiler, sosyalbilimciler; daha niceleri. Yorumlayacaklar, çıkarımlar yapacaklardır. Uğurcan ATAOĞLU iyi bir iş yapmıştır. Örnek bir iş yapmıştır. Soyuna ve hemşerilerine karşı bir borcu ödemiştir. Tebrik ediyorum. Böyle birkaç kişi daha kendi çevreleriyle alâkalı birkaç kitap daha ortaya koysa hepimiz için ne kadar sevindirici olur değil mi? Darısı hepimizin başına ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
22.01.2008 |
|
|
Bilindiği gibi fındık mevsimiyle birlikte bahçelerde budama işlemleri başlıyor. Kesilen dallar yerlerde yatıyor. Sonra çalılar çırpılıp odun bir yana çalı bir yana ayrılıyor. Odunlar bahçede bırakılmıyor. Çünkü yakmak için hâlâ bir ihtiyâç olarak gözüküyor kömüre rağmen. Lâkin şehirde kömür yaksa bile köye geldiğinde odun yakmayı düşünenler bu dalları değerlendiriyorlar. Evin yanlarında bir yerlere yerleştiriyorlar. Ya çalılar? Geçmişte zerresi bile ihtiyaç olarak görülen çalılardan bu gün kurtulmanın en kestirme yolu yakmak. Çünkü, başka türlü temizleme yolu henüz yok. Bunun için de en müsâit günlerdeyiz. Havalar açık ama ısı düşük. İşte şimdi tam zamânı. Bunu fırsat bilen vatandaşlar bahçeleri âdetâ ateşe veriyorlar. Bahçenin en meydan yerini kendilerine tâbiri câizse üs olarak seçiyorlar. Çalıları oraya çekip toparlıyorlar. Sonra da çakıyorlar kipriti. Yakın düşüp ateşten etkilenecek dallar varsa eğip arka dallara örüyorlar. Sonra diğer çalıları azar azar kararınca atarak yakma işlemini bitiriyorlar. Çocuklar için bir eğlence değeri de taşıyan işlemin sonunda bahçe tertemiz hâle gelmiş oluyor.
İşte bunun için hafta sonları bir fırsat oluyor. Bunun sonucunda yer yer yükselen alevler ve dumanlar köyü alışılmışın ötesinde bir manzarayla şenlendiriyor. Ne var ki, yakma işlemindeki başarı bahar geldiğinde dalda yaprak olarak kendini gösterecek. Yaprak açmayanlar için bahar da, yaz da bitmiş olacak. Bunun için dikkâtli olmak gerekiyor.
ORDU HAYAT GAZETESİ
21.01.2008 |
|